• Sonuç bulunamadı

YERLEŞME (İSKAN) POLİTİKASI

A. YERLEŞME (İSKAN) POLİTİKASI VE KÖYLERDEKİ NÜFUS

1. YERLEŞME (İSKAN) POLİTİKASI

1. YERLEŞME (İSKAN) POLİTİKASI

Balkanlar coğrafyası, Osmanlı Devleti için hep öncelikli olmuştur. Osmanlılar, Balkanlar için “Rum-eli” kelimesini benimsemiştir. Osmanlı Devleti, fethettiği yerlerin gayrimüslim halkına karşı, onların dini hak ve hürriyetlerini korumuş, onlara rahatça yaşayabilecekleri bir hayat sunulmuştur. Osmanlı tebaası olan bütün milletlerin, vergilerini ödedikleri, yasalara uyudukları ve güvenlik ve düzeni bozmadıkları müddetçe kendi mahkemelerini, yetimhanelerini, okullarını, hastanelerini vs. açmalarına müsaade edilmiştir. Böylece Osmanlı Devleti, Balkanlarda yaşayan bütün milletlerin inancına ve geleneklerine saygı göstermiştir103. Osmanlı hükmü altındaki topraklarda       

100 Şemseddin Sami, a.g.e, s. 4109-4110; MVS, 2. Def’a, 1308, s.

101 BOA, A.MKT.MVL, Dosya no: 72, Gömlek no: 57; BOA, İ.MVL, Dosya no: 330, Gömlek no: 14142

102 BOA, DH.MKT, Dosya no: 1633, Gömlek no: 141

103 Tunca Özgişi, Osmanlı Devletinin Balkanlarda Birlikte Yaşama Kültürünü Geliştirmek için Uyguladığı Politikalara Örnekler, İnternational Journal of Social Science, nr. 26, s. 346-347

yaşayan kitap ehline (zimmiler), din farklılığından başka bir ayrım yapılmamış ve insan olarak hepsine aynı saygı gösterilmiştir. Mesela; Müslümanlar, İslam hukukuna göre zekatla mükellef oldukları halde, zimmiler (gayrimüslimler) zekatla mükellef tutulmamıştır. Zimmiler, cizye vergisini ödemişlerdir. Bu cizye vergisi karşılığında Osmanlı Devleti, onları askerlik görevinden muaf tutup emniyet altında yaşamaları garantisini vermiştir. Ayrıca bu vergiden din adamları, hastalar, yaşlılar, işsizler ve fakirler muaf tutulmuştur. Vergiler konusunda haksızlık ve adaletsizlik yapıldığını duyan Sultan Süleyman, Semendire Beyini şöyle uyarmıştır:

“Eğer bu husûslardadır ve eğer sâyir umûrdadır gereği gibi mukayyed olup anun gibi eğer koyun hakkı ve eğer harâc cem’i içün varan kullarıma âdet-i ağnâm ve cizyeyi kânûn u defter mûcibince cem’ etdirüp defterden ziyâde bir ferde akça aldırmayup eslemeyenleri yazup bildiresin”104

Sultan Süleyman tarafından yazılan bu yazıyla birlikte haksız vergi toplayanların isimlerinin merkeze bildirilmesi emredilmiştir.

Bu kadarla da kalınmamış ve zimmilere mahkeme seçme imkânı verilmiştir.

İsteyen davayı kendi ruhani liderinin önünde çözümleyebildiği gibi isteyen de davasını İslam hukukuna dayalı mahkemelere giderek kadılar huzurunda çözümleyebilme hakkına sahip olmuştur.

Osmanlı Devleti’nde bilindiği gibi resmi dil Türkçe’ydi. Fakat Türk olmayanlar için Türkçe kullanma zorunluluğu getirilmemiştir. Hatta bazen devlete resmi müracaatlarda bulunduklarında da Türk dilini kullanmayıp kendi dillerini kullanabilmişlerdir. Osmanlı Arşivleri’nde, resmi makamlara yazılmış olan mahzarlar105 ve arzuhallerin farklı dillerde yazıldığı da görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin hem Divan-ı Hümâyun’da hem de taşra mahkemelerinde tercüman bulundurulma zorunluluğu getirilmiştir106. Osmanlı döneminde, mahallelerde insanlar kendi tapınağının etrafında yani Müslümanlar camilerin etrafında, Hıristiyanlar kiliselerin ve Yahudiler sinagogların etrafında yaşamlarını sürdürürken “Pazar” yerinde ise esnaflar, din ayırt etmeksizin aynı yerde ve yan yana kalmışlardır. Osmanlıların titizliği bu kadarıyla da kalmamıştır; eğer pazarın kurulduğu gün, bir dinin tatil gününe rastlamışsa       

104 Özgişi, a.g.m, s. 349

105 Dilekçe, mahkeme sicilleri, bkz. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Lûgat, Ankara: Doğuş Matbaası, 1970, s. 683

106 Özgişi, a.g.m, s. 349.

zararı engellemek adına pazarın toplanma günü değiştirmiştir. Mesela; Manastır’da pazarın toplanma günü cumartesi gününe alındığında Yahudiler ticaretten men edildiği için merkeze bir dilekçe yazmışlardır. Bu dilekçeden sonra pazarın, pazartesi veya perşembe günlerinde açılması emredilmiştir. Bu sadece Yahudilere özel olmamıştır, Hıristiyanlar için de aynı durum geçerli olmuştur. Mesela; Florina’da (Yunanistan) pazarın açılışı pazar günlerinde yapılmasının Hıristiyanları ticaretten mahrum bırakacağı düşünülerek pazarın, pazartesi günü açılmasına müsaade edilmiştir107.

Osmanlı Devleti, göründüğü gibi Balkanlarda din konusunda hassasiyetle davranıp ılımlı bir politika izlemiştir. Patrikler, Osmanlı Padişahına direkt kendileri ulaşabilme imkânına sahip olmuştur. Fatih döneminde, rahiplerin kiliselerinde korkmadan ibadetlerini yaparak ikamet etmeleri için bir ferman yazılmıştır. O fermanda, rahiplerin isyan etmedikleri sürece canlarının, mallarının ve kiliselerinin Padişahın güvencesinde olduğu belirtilmiştir:

“Ben ki Sultân Muhammed Hânım, cümle havâss u avâma ma’lum ola ki, işbu dârendegân-ı fermân-ı hümâyûn Bosna râhiblerine mezîd-i ınâyetim zuhûra gelüp buyurdum ki; mezbûrlara ve kilisalarına kimesne mâni’ u müzâhım olmayup ihtiyâtsız memleketimde duranlara ve kaçup gidenlere emn ü emân ola ki gelüp bizim hâssa memleketimize havsız sâkin olup kilisalarında mütemekkin olalar ve yüce hazretimden ve vezirlerimden ve re’âyâlarımdan ve memleketim halkından kimesne mezbûrlara dahl ü ta’arruz etmeyüp incitmeyeler….”108

Sultan Abdülmecit zamanında, yine Bosna’da 9 adet kilise inşa edildiği ve dini serbestlik verildiği için bazı manastır müdürlerinin Padişaha teşekkür ettikleri mektup şöyledir:

“… Bosna’da kâ’in üç adet manastırların müdürleri ve Bosna Katolikleri’nin ruesâ-yı rûhânîsi bulunduğumuz hasebiyle zât-ı şevket-simât-ı hazreti şehinşâhîlerinin müsellem-i âlem olan harekât-ı mehâbet-âyât-ı mülûkâneleri eslâf-ı ızâm tâbe serâhum hazerâtının istihsâl buyurmuş oldukları şân u şükûh-i cengâverî ve fütûhâta tefevvuk eylemiş olduğunu i’lân ederiz. Çünki ecdâd-ı ızâm-ı mülûkânelerinin kuvveden fi’le ihrâc ile bırakmış oldukları âsâr derece-i matlûbede muntazam olmayup hâlbuki zât-ı adâlet-simât-ı hazreti şehinşâhîlerinin müsellem olan vüfûr-ı dirâyet ve fetânet-i amîka-      

107 Özgişi, a.g.m, s. 350

108 a.e, s. 350

i mülûkâneleri memâlik-i mahrûse-i şâhânelerine istihkâm ve kâffe-i ahâlîyi taht-ı itâ’ate idhâl ile Devlet-i Aliyyelerine ile’l-ebed bâkî kalacak suretde tanzîm-i ahvâl-i memâlik ve enâm buyurmuş ve bu cihetle gerek Devlet-i Aliyye-i ebedü’d-devâmları ve gerek bilcümle teba’a-i saltanat-ı seniyyeleri zât-ı ma’delet-simât-ı Cenâb-ı şâhâneleri gibi bir pâdişâh-ı celîlü’ş-şânın taht-ı hükûmet-i seniyyesinde bulundukları cihetle bahtiyar ve mes’ûdü’l-hâl olup…”109

2. KÖYLERDEKİ NÜFUS  

Osmanlı Devleti’nin Mat Kazası hakkındaki ilk kaydı Fatih Sultan Mehmed dönemine ait Maliye defteridir. Debre Sancağı Defteri kayıtlardan 1467’li yıllarda yapıldığına daha önce de temas etmiştik. Maliye defteri olan MAD.d 508 nolu deftere göre; Mat Kazası iki vilayete ayrılmıştır: “Mat Vilayeti” ve “Urak Vilayeti”. Bu iki vilayet iki birimden oluşuyordu: 1) Hassa-i Mirliva 2) Tımâr-ı Zuamâ ve Erbâb-ı Tımâr.

Aşağıdaki tabloda 1467 yılına ait Hassa-i Mirliva, Tımâr-ı Zuamâ, köy, hane ve varidatları verilmeye çalışılmıştır.

Tablo 9: Mat Kazası’nda Hassa-i Mirlivâ olarak kaydedilen köy, hane ve varidatlar (1467)110

111 Bilakamin (Akkaya) köyü derbenddir.

112 Derbenddir

113 Lis köyü pazarın yapıldığı yerdir.

114 Martanesh ahalisi Sultanın Fermanıyla vergiden muaf tutulmuştur.