• Sonuç bulunamadı

1.3. Ç EVRE S ORUNLARI

1.3.2. Çevre Sorunlarının Nedenleri

1.4.2.1. Yenilenemez (Tükenen) Enerji Kaynakları

1.4.2.1.1. Fosil Yakıtlar

Kömür, petrol, doğal gaz gibi enerji kaynakları, yıllarca önce depolanmış güneş enerjisidir. (Çepel, 1992:175). Dünya enerji ihtiyacının %90’ı fosil yakıtlardan (%41 petrol, %27 kömür, %22 doğal gaz) sağlanmaktadır. Fosil yakıtlardan enerji elde etmek için kazma, delme, işleme, ulaştırma ve yakma işlemleri yapılmaktadır. Bu işlemler sırasında çevreye zarar verilmektedir. Özellikle ham petrolün arıtılmasında kullanılan ayırma ve dönüşüm süreçleri buna örnek verilebilir. (DHKV, 2000:40).

İlk fosil yakıt türü kömürdür ve enerji ihtiyacı büyük ölçüde kömürden karşılanır. Sanayi devriminin gerçekleşmesinde önemli rol oynayan kömür demirin eritilmesi için kullanılmıştır. 1960 yılında dünya enerji üretiminin yarısı kömürle karşılanmaktaydı. 1970’ten sonra petrol ve gaz önem kazanınca kömür üçüncü sıraya geriledi; fakat petrol ve gaz yedekleri (rezerv) tükendikçe kömürün yine önem kazanacağı ileri sürülmektedir. Yerkürenin üst katmanlarında, insanoğlunun yararlanabileceği 8 trilyon tondan çok kömür rezervi bulunduğu belirlenmiştir (Güney, 2003:89).

Fosil yakıtlar içinde petrolün sınırlı rezerve sahip olması, 21. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra azalan üretim ve artan fiyat nedeniyle petrol tüketiminin düşüş göstereceği, doğal gazın 200 yıl kadar, kömürün ise 3000 yıl kadar yetebileceği

dikkate alındığında, kömür en kirletici enerji kaynağı olmasına rağmen yine de en çok ve uzun süre kullanılacak bir kaynak olduğu görülmektedir (Akalın, 1990:178).

Kömürle çalışan santraller, hava kirlenmesine neden olmaktadır. Türkiye’de Afşin-Elbistan, Yatağan, Gökova, Orhaneli Termik Santralleri, çevreleri için birer tehdit oluşturmaktadır. Kamu kuruluşları ile çevreci örgütler ve sivil toplum kuruluşları arasında sürekli bir çatışma yaşanmaktadır. Doğal kaynaklar ve insan üzerinde bu santrallerin olumsuz etkileri görülmektedir (Güney, 2003:90).

Enerji üretim ve tüketim sürecinde atmosfere önemli zararlar verilmektedir. “Fosil yakıtların yanması sonucunda karbondioksit (CO2), kükürtdioksit (SO2), azot

oksit (NOx) ve partiküller açığa çıkar. Karbondioksit küresel ısınmaya, kükürtdioksit

ve azot oksitler asit yağmurlarına neden olur”. Fosil yakıtların yanması sonucu ortaya çıkan karbondioksit miktarı tüm dünya emisyonunun %80’ini oluşturur. Bu miktarın içinde Avrupa’nın ürettiği emisyon %30’dur (DKHV, 2000:40).

Fosil yakıtların yanması sonucu ortaya çıkan kükürtdioksit, azotoksitleri, karbonmonoksit gazlar hava kirletici maddelerin başında gelmektedir. Bu maddelerin yerel zararlarını azaltmak için uygulanan yüksek bacalar ise kıtalararası kirliliği yaratmıştır. Kentleri ve özellikle sanayi kuruluşlarının çevrelerini hava kirliliğinden kurtarmak için başvurulan bu davranış, zararlı gazların binlerce kilometre uzaklara yayılmasına ve bunun sonucunda dünya çapında asit yağışlara ve orman ölümleri afetine neden olmuştur (Çepel, 1992:180,181).

Doğal gaz, katı yakıtlarla karşılaştırıldığında daha az zararlı olan bir diğer fosil yakıt türüdür. Doğal gazın kirletici gaz ve sera gazı emisyonları düşüktür. Doğal gaz kombine çevrim santrallerinin CO2 emisyonu, kullanımda olan kömür santrallerinin

yarısı kadardır. Doğal gaz temini ve dağıtımı konusundaki sınırlamalar ve mevcut santrallerin doğal gaza dönüştürülmesinin getireceği ek maliyetlerden dolayı daha geniş kullanımı sınırlanmaktadır (DHKV, 2000:40).

Türkiye’de ilk doğalgaz tüketimi 1976 yılına kadar uzanır. Bütün sektörlerde doğalgaz kullanımının asıl gelişimi ise 1987 yılında eski SSCB’den gaz ithalatı ile

başlamış olup ithal edilen 513 milyon m3 doğalgazın tamamı elektrik sektöründe kullanılmıştır. Başlangıçta doğalgazın tanınmaması, yan sanayi ve alt yapının tam olarak organize olmaması gibi nedenlerle doğalgaza dönüşümde tereddütler yaşanmışsa da doğalgazın en çevreci yakıt olduğu bilincine varılması, alternatif enerji kaynaklarına göre verim ve maliyet açısından daha avantajlı olduğunun görülmesi ve çok geniş bir kullanım alanının bulunması talebin her geçen gün artmasına neden olmuştur.

Doğalgaz kullanımı, sanayi sektörünün geliştiği ya da gelişmekte olduğu yörelerde sanayicinin kendi elektriğini daha ucuza mal etme ve elektrik kısıntıları nedeniyle oluşan üretim aksamalarını gidermek amacıyla otoprodüktör statüsünde doğalgaz ile hava kirliliğinin yoğun yaşandığı yerleşim birimlerinde talep edilmektedir. Bu süreçte doğalgaz, konut sektöründe büyük oranda Linyit, ithal kömür ve LPG’yi, sanayi sektöründe de fuel oil ve LPG’yi ikame etmektedir.

Önceleri doğalgazın elektrik santrallerinde kullanılmasına karşı bir tepki oluşmuş ve sınırlamalar geliştirilmişken, 1980’li yılların başından itibaren verim, çevre, yatırım maliyetleri ve işletim kolaylıkları açısından diğer santrallere göre oldukça büyük avantajları bulunması nedeniyle, geliştirilen sınırlamalar kaldırılmış ve bu sektörde de doğalgaz kullanımı ve yeni teknolojiler hızla gelişmeye başlamıştır (Yardım, 1997:17).

111,9 trilyon m3 olan dünya doğal gaz rezervi yaklaşık olarak 100,8 milyar ton petrole tekabül etmektedir. Dünya doğalgaz rezervinin %37,9’u SSCB’de, %12,5’i de İran’da bulunmaktadır. 1987 yılı tüketimi esas alındığında doğalgaz rezervlerinin 59 yıl yeteceği varsayılmaktadır (Aktaran: Sancar, 1992:6).

Türkiye’de ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde tüm dünya için en önemli enerji kaynaklarının total enerji tüketimi içindeki payları incelenirse, petrolün birinci sırada geldiği görülür. (Aktaran: Çepel, 1992:180). Petrol üretimi tırmanışının yirmi birinci yüzyılın ilk 24 yılında azalacağı ve pahalanacağı tahmin edilmiştir. Doğal gaz kaynaklarının bugünkü hızıyla 200 yıl kadar kömürün ise 3000 yıl kadar dayanabileceği bildirilmektedir 123,8 milyar ton olan Dünya petrol rezervinin

%18,6’sını teşkil eden 23,1 milyar tonu Suudi Arabistan’da bulunmaktadır. “Diğer büyük petrol rezervleri ise sırasıyla Irak, İran ve Kuveyt’te bulunmakta olup, Orta Doğu ülkeleri dünya petrol rezervlerinin %62,3’üne sahip durumundadırlar” (Sancar, 1992:6).

Petrolün yanması sonucunda çıkan zararlı gazların yanı sıra, nakliyesi sırasında yaşanan kazalar da doğayı geri dönüşü çok zor ya da telafi edilemez biçimde tahrip etmektedir. Deniz ekosistemine zarar veren kazaların çoğu petrol tankerleri tarafından yapılmaktadır. 1987-1991 yılları arasında denizlerde meydana gelen 50 kazadan sadece üçünün çevreye zarar vermediği belirtilmiştir (DHKV, 2000:40).

Petrol kaynakları ile ilgili pek çok tahmin, petrol üretiminin ve dolayısıyla petrol tüketiminin; XX. yüzyılın ilk 25 yılında giderek tükenen petrole bağlı olarak, azalan petrol arzının sonucu petrol fiyatının artması nedeniyle yavaş yavaş azalacağı yönündedir. Özetle bugünkü kullanma hızına bakılarak “petrol kaynaklarının 50 yıllık, doğalgaz kaynaklarının 200 yıl kadar, kömürün ise 3000 yıllık” ömrünün kaldığı söylenebilir (Aktaran: Gürsoy, 1999:6).

Türkiye’nin petrol varlığının 300 milyon ton olduğundan bahsedilmekteyse de bugün için bilinen sahalara göre, üretilebilir petrol rezervlerinin 20,8 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Halen ham petrol üretimi 2,6 milyon ton/yıl civarındadır (Aktaran: Ş. Özdemir, 1997:88).

1.4.2.1.2. Nükleer Enerji

Nükleer enerjiye olan ilginin artmasında fosil yakıt kaynaklarının azalmaya başlaması ve fiyatlarının sürekli artmasının etkisi büyüktür. Bir ton uranyumdan elde edilen enerji 10 bin ton petrol ya da 20 bin ton kömürden elde edilen enerjiye eşdeğerdir (Güney, 2003:90). Bugün dünya elektrik üretiminin %15’i nükleer enerjiden karşılanmaktadır. Nükleer santrallerin sera gazı emisyonları önemsenmeyecek kadar az olduğundan, normal çalışmaları sırasında çevreye hiçbir zararı yoktur. Ancak diğer taraftan nükleer santraller tarafından üretilen yüksek dozdaki radyoaktif atıklar, sürekli kaza riski ve nükleer tesislerin yedeğe çekilmesinde yaşanan sorunlar nedeniyle, nükleer enerji temiz enerji olarak

nitelendirilememektir (DHKV, 2000:41). Ayrıca, bu gücün sınırsız miktarda ucuz enerji sağlayacağı yolundaki ümitler de gerçekleşmemiştir. Aksine son 5-10 yıl içinde maliyetleri, fosil yakıtlara kıyasla daha yüksek oranda hızlı bir artış göstermiştir (Çepel, 1992:182).

Nükleer enerji, ilk olarak atom bombası yapımında kullanılmıştır. ABD, Pasifikte direnen Japon ordularını teslim olmaya zorlamak için Hiroşima ve Nagasaki’ye iki atom bombası atmıştır. Bu olay dünyada nükleer güce karşı büyük bir korku uyandırmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra nükleer güç, elektrik enerjisi üretiminde kullanılmaya başlandı. İlk reaktör 1951’de ABD’nin İdaho eyaletinde kuruldu ve elektrik üretimi başladı. 1956’da ise İngiltere’de iki reaktör çalışmaya başladı.

1986 Nisan ayında Ukrayna’nın Çernobil şehrindeki nükleer enerji tesisindeki kazada çok sayıda insan ölmüş, insanlar oradan uzaklaştırılmış, oldukça geniş bir alan boşaltılmıştır. Kazadan sonra oluşan radyoaktif maddeyle yüklü bulutlar Karadeniz kıyılarını, Doğu Avrupa’yı, İskandinav yarımadasını, Balkan yarımadasını etkilemiştir. Radyoaktif kirlenme Türk ekonomisini de etkileyerek 1986 yılı ürünü “çay ve fındık”ın başka ülkelere satılamamasına neden olmuştur (Güney, 2003:90).

Son olarak Japonya’da deprem sonrası meydana gelen nükleer felaketin ardından enerji santralleri konusunda bir kez daha dikkatleri üzerine çekmiş, nükleer enerjinin güvenirliliği konusundaki tereddütleri artırmıştır. Avrupa Birliği, öngörülemeyen risklere karşı Avrupa genelindeki nükleer reaktörlerin güvenlik standardını yükseltmek için ortak kriterler belirlemek amacıyla iki gün süren bir zirve düzenleyerek, nükleer enerji santrallerinin geleceğini ele almıştır. AB nükleer enerji zirvesinde, Avrupa genelindeki 143 reaktörün olası doğal afetler ve terör saldırılarına karşı güvenli olup olmadığı ele alınmış ve daha yüksek standartta güvenlik sağlanabilmesi için uzlaşma yolları aranmıştır (http://www.ntvmsnbc.com/id/25196011/).

Türkiye’nin, nükleer enerji hammaddesi olarak kullanılan, uranyum yatakları, Keban Barajı gücündeki bir nükleer santrali, yaklaşık 30 yıl besleyebilecek

kapasitededir. Yine, her yıl azot ve gübre sanayinde yan ürün olarak ortaya çıkmakta olan 160-170 ton uranyumun, Keban Barajı kapasitesindeki bir nükleer santralin yıllık yakıt ihtiyacına denk olduğu hesaplanmaktadır. Ayrıca Türkiye, dünyanın en zengin toryum kaynaklarına sahiptir. Toplam 380.000 ton toryum potansiyelinin olduğu tahmin edilmektedir.

Nükleer enerji konusundaki dalgalanma ve kuşkular, Türkiye’nin nükleer enerji kaynaklarından yararlanmasını geciktirmiştir. Özellikle, Çernobil kazasının yarattığı olumsuz etkiler, konuya daha dikkatli eğilme gerekliliğini ortaya koymuştur. Halen, Mersin-Akkuyu’da bir nükleer enerji santrali kurulması çalışmaları sürdürülmektedir. (Ş. Özdemir, 1997:89).

Nükleer enerji, atom bombası gibi algılanmamalıdır. Bugün dünyada güvenilir sayılabilecek bir nükleer teknoloji ve 350 GW’ı aşkın nükleer kurulu güç vardır. Elektrik üretiminin Fransa’da %77.7’si, Belçika’da %60’ı, İsveç’te %40’ı, nükleer enerjiden karşılanmaktadır. Japonya’da 48 adet nükleer ünitenin çalışıyor olması, teknolojinin güvenilirliğini ortaya koymaktadır. Fakat nükleer santraller ekonomik yönden sorun teşkil etmektedir. İlk yatırım giderinin dışında yakıt işleme, nükleer artıkların depolanması gibi işlemlerle ilgili yatırımlar sebebiyle nükleer elektrik pahalı olabilmektedir (Ültanır, 1997:14).

Benzer Belgeler