• Sonuç bulunamadı

Günümüzde özellikle batı toplumlarında geçerli olan ekonomik felsefelerde ekomonik büyüme başarının temel koşulu sayılmaktadır. Ancak ekonomik büyümenin hızlı ve plansız biçimde olması, ekonomi ve ekoloji arasında daima çatışmaya sebep olmaktadır. (Aktaran: Nemli, 2000:63). Bu noktadan hareketle, “sürdürülebilir kalkınma kavramı da doğal kaynakların kendini yenilemesine olanak sağlayacak tarzda bir büyüme ölçütü geliştirilmesi fikrinden hareketle ortaya atılmış alternatif bir kalkınma yaklaşımıdır” (Yıldırım ve Göktürk, 2004:449).

“Çok uzun dönemli ve kuşaklararası yararların dikkate alınmasını öneren” bu stratejinin özünde, “kalkınmanın ekolojik dengeyi bozmadan gerçekleştirilmesi” amacı yatmaktadır. Başka bir ifadeyle stratejinin özünde, “çeşitli sektörlerde kararların verilmesi aşamasında çeşitli boyutların yanı sıra ekolojik boyutunda düşünülmesi gerekliliği” fikri yatar. (Ertürk, 1996:279).

Günümüzde canlı ve cansız varlıklar ile bunlar arasında var olan dengeli ilişkiler insanların birtakım olumsuz etkileri sonucu hızla bozulmaktadır. Hâlbuki yaşam, canlı ve çevresi arasındaki madde ve enerji alışverişi sürdüğü sürece devam eder. Dolayısıyla, başta insan olmak üzere tüm canlılar, yaşamlarını düzenli olarak sürdürebilecekleri uygun bir ortama ihtiyaç duyarlar (Kocataş, 1992:461). Bu yüzden doğanın kendini yenileyebildiğinden fazlası tüketilmemeli, doğanın kendisine tanıdığı sınırlar doğrultusunda tüm yaşamına yön vermelidir. Bu, teknolojinin sunduğu olanakların yadsınmasını gerektirmez, teknolojinin de bu sınırlar içinde gelişimini sürdürmesini gerektirir (DKHV, 2000:10).

Günümüzde benimsenmiş olan ekonomik modellerin hemen hemen hepsi çevre faktörü dikkate alınmadan geliştirilmiştir. Ekonomik kalkınmada sınır tanımayan ve kalkınmışlığı belirleyici kriter olarak kabul eden bu modeller uzun dönem projeksiyonundan bakıldığında aslında oldukça kısa dönemli ekonomik kalkınma modelleridir. “Uzun dönemde, çevreyi dikkate alan tek kalkınma modeli kaynakların israf edilmeden, optimum kullanımını amaçlayan ‘Çevre Korumalı Kalkınma’ modelidir (Sürdürülebilir Kalkınma Modeli)”. Ekonomik kalkınmanın yeni bir

versiyonu olan bu modelde doğal kaynakların etkinliği ve çevresel kalitenin korunması sağlanarak ekonomik büyüme ile ekolojik dengeyi birlikte ele almaktadır (Aktaran: Kırlıoğlu ve Can, 1998:15).

Bir değişme süreci olan sürdürülebilir kalkınmada, “kaynakların kullanımı, yatırımların yönlendirilmesi, teknolojik gelişmenin yönünün seçilmesi ve kuramsal değişiklikler” birbiriyle uyum içinde olmalı ve insanlığın bugünkü ve gelecekteki ihtiyaç ve beklentilerini karşılama potansiyelini zenginleştirici olmalıdır (Gültay, 1994:83).

Sürdürülebilir kalkınma, çevre politikalarıyla kalkınma stratejilerinin bütünleştirilmesi için bir çerçeve sunmaktadır. Çevre ile kalkınmanın bütünleştirilmesi zengin veya yoksul fark etmeksizin tüm dünya ülkeleri için gereklidir. Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması, her ulusun hem iç politikalarına hem de uluslararası politikalarına değişiklikler getirmektedir. Uzun vadeli sürdürülebilir kalkınma, ticaret, sermaye ve teknoloji akımının daha adil ve çevre gerekleriyle daha uyumlu olmasını sağlayacak çapta büyük değişiklikleri kaçınılmaz kılmaktadır (Nemli, 2000:64).

Sürdürülebilir Kalkınma (SK) kavramı 1987’de Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun yayınladığı, kısaca Brundtland Komisyonu denilen raporu ile önem kazanmaya ve tartışılmaya başlandı. Rapora göre sürdürülebilir kalkınma, “gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın bugünkü kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilen kalkınma” olarak tanımlanmaktadır. Buna göre büyümenin sürdürülebilir olması için çevre ile uyumlu olması gerektiği anlaşılmaktadır. “İngiliz hükümeti için yapılan bir çalışmada da sürdürülebilirlik belirli seviyedeki kaynakların -ormanlar, toprak ve su kalitesi gibi- miktarının azalmaması olarak tanımlanıyordu” (Fisunoğlu, 1990:39).

“1987’de Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunca hazırlanmış olan ‘Ortak Geleceğimiz’ başlıklı Brundtland Raporu, yoksulluğun ortadan kaldırılmasını, doğal kaynaklardan elde edilen yararın dağılımında eşitliği, nüfus kontrolünü ve çevre

dostu teknolojilerin geliştirilmesini sürdürülebilir kalkınma ilkesiyle doğrudan ilişkilendirmektedir” (Yıldırım ve Göktürk, 2004:451).

Brundtland Raporu; tanımından da anlaşılacağı gibi “bugünkü kuşaklar ile gelecek kuşaklar arası eşitlik kavramını geliştiriyor”. Yani hem bugünkü kuşakları hem de gelecekteki kuşakları esas almaktadır (Fisunoğlu, 1990:40). 1972 Stockholm Zirvesinin ruhunu yeniden canlandırmaya çalışan “Ortak Geleceğimiz Raporu”, çevresel sorunları politik gündeme taşıyarak çevre ve kalkınmanın tek bir sorun halinde tartışılmasını sağlamıştır (Nemli, 2000:65).

Sürdürülebilir kalkınma modeli ekonomi ve çevre arasında bir uyum gözeten bir model olup; başarısı diğer birtakım sürdürülebilirliklere bağlıdır, bunlar (Aktaran: Kırlıoğlu ve Can, 1998:15):

• Sosyal Sürdürülebilirlik • Ekonomik Sürdürülebilirlik • Ekolojik Sürdürülebilirlik

Sosyal sürdürülebilirlik, “sivil toplumun sistematik katılımı ve güçlü bir sivil toplumun varlığını gerektirirken, ekonomik sürdürülebilirlik ekonomik sermayenin kullanılmasında durağan bir istikrarı zorunlu kılar” (Godland, 1995:3). Sosyal sürdürülebilirlikten bahsedebilmek için sosyal sistemin iyi oturması gerekir. Sosyal sistemin iyi oturtulabilmesi öncelikle toplumdaki kültürel kurumların sağlıklı bir biçimde işleyebilmelerine bağlıdır (Kırlıoğlu ve Can, 1998:16).

Ekonomik sürdürülebilirlik, ekonomik sistemin insanların temel ihtiyaçlarına cevap verebilmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırarak fakirliği azaltması, buna paralel olarak insanlar arasındaki eşitliği arttırması, faydalı mal ve hizmetler sunabilmesidir (Aktaran: Kırlıoğlu ve Can, 1998:16).

Çevresel sürdürülebilirlik, “insan gereksinimlerini karşılayan doğal kaynakların korunmasını sağlayarak, insan refahını yükseltmeyi amaçlar ve insana gelen zararı önlemek için de doğanın insan atıklarını asimile etme kapasitesinin aşılmamasını hedefler” (Godland, 1995:3).

Sürdürülebilir kalkınma modelinin başarısı “temel ekolojik dengelerin, yaşam destekleme sistemlerinin, doğal kaynak sisteminin, genetik çeşitliliğin, biyolojik verimliliğin, mekânların ve ekosistemin etkin olarak korunması”na bağlıdır. (Kırlıoğlu ve Can, 1998:16).

“Sürdürülebilir kalkınma iş hayatı ve toplumun doğal çevre ile uyum içinde yaşamaya çabaladığı bir süreçtir. Dünyanın Durumu 1990 Raporunda Lester Brown, ‘ilerleme illüzyonu’ndan bahsetmekte ve 21. yüzyılda tarihçilerin elde edilen ekonomik performansa şaşıracaklarını, fakat bunun çevresel sonuçlarına üzüleceklerini belirtmektedir. Geçen yüzyılda ekonomik trendler çevresel trendleri belirlemişti, gelecek yüzyılda çevresel trendler ekonomik trendleri belirleyecektir” (Gappert, 1993:72).

Mantıklı ve temel bir fikir olan sürdürülebilir kalkınma kavramını kelimelerle tam olarak ifade edebilmek zordur. Kavramın İngilizcesi “sustainable development”. Buradaki birinci kelime, tüketmeden kullanım açıklanırken kullanılan terim. Kavramın Fransızcası ise gelişme ya da kalkınma anlamına gelen “developpement” sözcüğü ile, “dayanıklı” ya da “kalıcı” anlamında kullanılan “durable” sözcüğünün bir araya gelmesinde oluşan “developpement durable”(Kışlalıoğlu ve Berkes, 1995:255).

“Kavramın tanımlanmasında farklı yaklaşımlar, üçlü ve ikili tipolojiler şeklinde sınıflandırılabilir. Bunlardan üçlü çözümlemeyi esas alanlar kavramın sosyal, ekonomik ve çevresel boyutlarına vurgu yapmaktadırlar. İkili tipolojide ise insan-çevre ilişkisi üzerine yoğunlaşılmaktadır” (Robinson, 2004:373). Çevre ve ekonomik kalkınma birbiriyle çok yakından ilişkili iki kavram olduğundan, çevrenin bozulması pahasına sağlanan bir kalkınma sürdürülemez. Ekonomik büyümenin prensipleri ile çevre kalitesi birbirini etkileyecektir (Kleıner, 1991:38).

Ekonomik kalkınmanın durdurulması beklenemez; ancak çevreye daha az zarar veren niteliğe kavuşturulabilir. İnsanlık kalkınmayı sürdürmelidir; ancak bunu yaparken gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama olanaklarını tehlikeye atmamalıdır. Ekonominin korunması ve kalkınmanın sürdürülmesi için ekonomiyi besleyen çevreyi de korumak gerekir (Akdur, 2005:36).

“Sürdürülebilir kalkınma ilkesinin gerçekleştirilmesi; entegre, sistematik ve planlı bir yaklaşımla mümkündür. Çevre yönetimi ve daha özelde ‘Çevre Planlama’ bu yaklaşımın ifadesidir” (Abacıoğlu, 1995:23). Çevre planlaması; “çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi ile çevresel kaynakların koruma-kullanma dengesini sağlamayı amaçlayan planlama sistemidir” (Gültay, 1994:83).

Sürdürülebilir kalkınma, gelecek nesillerin varlığının yani hava, su ve diğer ekolojik hazinelerin tehlikeye atılmamasını vurgulayan bir kavramdır. Bu da insan faaliyetleriyle doğanın kendini yenileme kapasitesinin dengelenmesi sağlanarak olur. (Aktaran: Nemli, 2000:64). Sürdürülebilir kalkınmanın temeli tüketmeden kullanım fikrine dayanır. Ekologlara göre tüketmeden kullanımın temel kuralı, “herhangi bir canlı doğal kaynaktan elde edilebilecek yıllık verimin, o doğal kaynağın yıllık artış oranını geçmemesidir” (Aktaran: Nemli, 2000:66).

“Sürdürülebilir kalkınma varılması gereken bir durak değil, bir süreçtir. Sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmak üzere girişilecek savaş, insan faaliyetlerinin tüm önemli parçalarını, yani işletmeleri, çevrecileri, hükümetleri ve seçmenleri içeren sağlam politik, sosyal ve ekonomik reformlar gerektirmektedir” (Schmidheiny, 1992:23).

“Biz bu dünyayı gelecek kuşaklardan ödünç aldık” cümlesi ile sloganlaşan bu ilke; insanlığın kalkınmayı sağlamak için gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılama olanaklarını tehlikeye atmamasını öngörür. Başka bir ifadeyle ile “bugünün gereksinimlerini ve beklentilerini gelecek kuşakların gereksinimlerinden ödün vermeksizin karşılamayı öngörmektedir” (Akdur, 2005:36). Çeşitli yazarlar tarafından yapılan sürdürülebilir kalkınma tanımları aşağıda Tablo 1.4.’te gösterilmiştir.

Tablo 1.4. Sürdürülebilir Kalkınma Tanımları

- Sürdürülebilir kalkınma: “İnsan ihtiyaçlarının sürekli biçimde karşılanabilmesini ve insan yaşamının kalitesinin arttırılmasını başarabilen kalkınmadır” (Robert Allen, How To Save The World, London: Kogan Page, 1980).

- Sürdürülebilir kalkınma terimi, “ekolojiden alınan derslerin ekonomik süreçlere uygulanmasını gerektirmektedir” (Michael Redclıft, Sustainable Development: Exploring The Contradictions, London: Methuen, 1987).

- Sürdürülebilir toplum, “çevrenin kendi kendini sürdürebilen sınırları dahilinde yaşayan toplumdur. Böyle bir toplum, hiç büyümeyen bir toplum değildir. Bu toplum, daha çok, ekonomik büyümenin sınırlarının farkına varan bir toplumdur” (J.Coomer, Qoest For A Sustainable Society, Oxford: Pergamon, 1979).

Kaynak: Aktaran: Nemli, 2000:65.

Yaşamın sürdürülebilirliğinin en temel koşulu dünyanın korunmasıdır. Dünyanın kaynakları sınırlıdır. Ulaşılacak en iyi teknolojiler bile yeryüzü kaynaklarını istenildiği kadar genişletmeye olanak tanımayacaktır. Dünyanın belirlediği sınırlarla yaşamanın en temel koşulu, nüfusun hızlı artışının önüne geçilmesi ve mevcut tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesidir. Sürdürülebilir yaşam ilkeleri, toplumun tüm kesimleri tarafından benimsenmediği sürece somut başarılar elde etmek güçtür (DHKV, 2000:10).

Benzer Belgeler