• Sonuç bulunamadı

1.2. ÇATIŞMA ÇÖZÜMLEMENİN TARİHSEL SÜRECİ

1.2.4. Yeniden İnşa Aşaması

Eflatun’a atfedilen bir söz vardır: “ihtiyaç, tüm icatların anasıdır”, aslında bu söz çatışma çözümlemenin tarihsel gelişim sürecinin de temel dayanağını oluşturmaktadır. Zira tarihsel gelişimin her evresi içinde bulunduğu dönemin gereklerine uygun çözüm yolları üreterek gelişimini sürdürmüştür. Yeniden inşa olarak adlandırdığımız bu aşamada ise dünya yeni bir sürece girmiştir. Soğuk savaş sona ermiş ve Sovyetler Birliği dağılmıştır. Çatışma çözümleme için de artık yeni çalışmalar başlamıştır. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi, demokratik düzenlerin yaygınlaştırılmaya çalışılması, kadın haklarının geliştirilmesi ve kadınların sosyal statülerinin iyileştirilmesi, uluslararası etkileşimin sağlanmasına yönelik çalışmaların artırılması gibi birçok alanda çalışmalar başlatılmıştır.

Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tüm dünyada savaşsız bir döneme girildiği de söylenemez. El-Kaide’nin Amerika’da gerçekleştirdiği 11 Eylül saldırısı ve akabinde gerçekleşen Afganistan ve Irak operasyonları, başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde gerçekleşen dini ve etnik çatışmalar bunun açık bir göstergesidir.

Diğer taraftan soğuk savaşın sona ermesi ile uluslararası güvenlik anlayışında da önemli değişiklikler olmuştur: Her şeyden önce iki kutuplu dünya sistemi terk edilmiştir. İkincisi sivil toplum kuruluşları ülkeler arası ilişkilerde etkin rol almaya başlamıştır. Son olarak ise çatışmaların durdurulması ve sona erdirilmesinde uluslararası müdahalenin gerekliliği anlaşılmıştır (Özerdem, 2013: 68). Yaşanan tüm bu gelişmelerde çatışma çözümleme disiplinine büyük bir avantaj sağlamıştır. Şöyle ki dünyanın her bölgesinde geliştirilen çatışma çözümleme modeller uygulama alanı bulmuştur.

90’lı yıllardan itibaren çatışma çözümleme çalışmaları çok hızlı yayılma göstermiştir. İlk evrelere nazaran artık dünyanın neredeyse her bölgesinde bu alana yönelik çalışmalar ve kuruluşlar faaliyete geçmişti. Özellikle çalışmaların etki sahası da bölgesel olmaktan çıkarak kıtalar arası boyut kazanmıştı. Uluslararası müzakere (international negotiation) olarak adlandırılan dünyanın pek çok bölgesinden

30

araştırmacı, politikacı ve bürokrat bir araya getirilerek dünyanın genelini ilgilendiren sorunlara yönelik ortak çözümler üretilmeye çalışılmıştır. PIN Programı bunun ile ilgili olarak verilebilecek güzel bir örnektir. Uluslararası Müzakere Süreçleri (Processes of International Negotiation) programı 4000’den fazla araştırmacı ve müzakere uygulayıcı ile uluslararası sorunlara çözümler aramaktadır. Ayrıca düzenlediği çalışmalar ve konferanslarla gündeme getirdiği konuları birçok ülkeden düşünür ile birlikte tartışmakta ve çözümler üretmeye çalışmaktadır. Benzeri programların yanında farklı üniversitelerde de uluslararası müzakereye yönelik eğitimler ve kurslar düzenlenmiştir ve düzenlenmeye de devam edilmektedir.

Teknolojinin gelişmesi de bu dönemde yaşanan değişmede bir diğer unsurdur. Teknoloji ile kalkan sınırlar barış çalışmalarının çok daha fazla kişiye ulaşmasını sağlamıştır. Örneğin Johan Galtung ve Fumiko Nishimura tarafından 1993 yılında kurulan TRASCENT INTERNATIONAL ve bünyesinde bulunan dünyanın ilk çevrimiçi barış üniversitesi (TRASCEND Peace University) ile barış çalışmaları aynı anda dünyanın her yerinden konuya ilgi duyanları bir araya getirerek eğitim ve yeni fikirler üretme olanağı sunmuştur. Aynı şekilde zamanla pek çok üniversitede çevrimiçi çatışma çözümleme ve barış çalışmaları üzerine derece programlarını hizmete sunulmuştur.

Çatışma çözümlemenin sunduğu modeller yalnızca akademik toplumda etki bulmamıştır. Özel işletmelerde ve devlet kurumlarında da başta arabuluculuk olmak üzere diğer teknikler de uygulama alanı bulmuştur. Akademik olarak işletme dalında şirketlerin kendi bünyelerinde ve/veya diğer şirketler ile yaşadıkları sorunların çözümü için çatışma çözümlemenin tekniklerinden istifade edilmiştir. Aynı şekilde ülkeler arası sorunların çözümünde de arabuluculuk çalışmaları etkin olarak kullanılmıştır ve halen de kullanılmaya devam edilmektedir.

Son olarak ise çevre bilincinin artmasına paralel gündeme gelen “sürdürülebilir kalkınma” yaklaşımı da devletleri bir araya getiren ve ortak kararlar almaya sevk eden bir hareket olmuştur. Sürdürülebilir kalkınma: “hem ekonomik, sosyal ve çevresel değişimlerin birbiriyle bağlantısına odaklanarak hem de ekonomik kalkınmayı, sosyal bütünleşmeyi ve çevresel sürdürülebilirliği ortak hedef olarak tanımlayarak dünyaya bakmanın adıdır” (Sachs, 2015: XIII). Bu yaklaşımın uygulanabilirliğini sağlamak

31

üzere başta Stockholm ve Rio Konferansları olmak üzere pek çok etkinlik düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere çatışma çözümleme, yeniden inşa olarak adlandırılan ancak genişleme veya kurumsallaşma olarak da ifade edilebilen son evrede, dünyada yaşanan gelişmelere uygun olarak yeni bir boyut kazanmıştır. Diğer taraftan sahada uygulama fırsatı bulan çatışma çözümlemeye bu dönemde bazı eleştiriler de beraberinde gelmiştir. Örneğin 1992-1995 yılları arasında gerçekleşen Bosna savaşı gibi dünyanın bazı coğrafyalarında gerçekleşen iç savaşlara uygun çözümler üretilememiştir. Bu noktada çatışma çözümleme modellerinin yetersiz olduğu görülmektedir. Bir diğer husus Amerika’da gerçekleşen 11 Eylül saldırıları sonrası “teröre karşı küresel mücadele”, başta Ortadoğu olmak üzere pek çok bölgede küçük terörist grupların doğmasına, devletlerin iç politikada etkinliklerini kaybetmesine ve önü alınamayan uluslararası silah ticaretinin doğmasına sebep olmuş ve neticede “başarısız devlet”, “uluslararası terörizm”, “kitle imha silahları” gibi kavramları doğurmuştur (Ramsbotham, Woodhouse and Miall, 2011: 6). Tüm bunlar çatışma çözümlemenin etkisiz kaldığının bir göstergesidir. Ancak, tüm dünya genelinde görülen hızlı nüfus artışı, kırsal kesimden kente göçün hızlanması, çevresel sorunların giderek büyümesi ve toplumsal yapıların hızla değişmesi durumları göz önüne alınırsa, çatışma çözümleme modellerinin gerek devlet nezdinde ve gerekse de sivil toplum kuruluşlarının çabalarıyla uygulanmamış olması halinde ilk yaşanan sıkıntıların çok daha fazlasının da kaçınılmaz olacağı aşikârdır. Dolayısıyla çatışma çözümlemeye yönelik çalışmalar göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir etkiye sahiptir.