• Sonuç bulunamadı

Yeni Toplumsal Hareketler ve Kuramsal Yaklaşımlar

4. YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER ve KARŞI KÜRESELLEŞME

4.1. Yeni Toplumsal Hareketler ve Kuramsal Yaklaşımlar

19. yüzyılda emek-sermaye etrafında şekillenen Marksist teorilerdeki toplumsal hareket yerini emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanmayan çevre, etnisite, dinsel kimlik, barış, cinsel kimlik, azınlık, yeşil hareket, enerji gibi temaların merkezde olduğu yeni toplumsal hareketlere bırakmıştır. Bu temalar klasik toplumsal hareketler tarafından önemsiz görülmekte, emek-sermaye çelişkisi ekseninde açıklanamamaktadır. Bu hareketler farklılık ve kimlik talepleri ekseninde âdem-i merkeziyetçidir. Aynı zamanda hareketler esnek bir örgütlenme yapısını içermekte, şiddet yerine uzlaşmacı bir tavrı içinde barındırmaktadır. Yeni toplumsal hareketlerde kimlik, kontrol, bağımlılık, bürokratikleşme ve düzenleme gibi konularda toplumsal bir muhalefet söz konusudur. Bu bağlamda yeni toplumsal hareketler iktidar mücadelesi yerine arama hak mücadelesi kapsamında ortaya çıkmakta ve bireyleri yeni bir vatandaşlık anlayışına götürmektedir.

Modernite içindeki yapıların aşınması sonucu toplumun yeni talepleri karşılanamaz hale gelmiştir. Yeni taleplerin ortaya çıkması yeni toplumsal hareketler ile şekillenmiştir. Yeni toplumsal hareketler aynı zamanda yeni bir hayat tarzına ve yeni bir dünya görüşüne gönderme yapmaktadır. Bu nedenle moderniteden postmoderniteye geçişte bu hareketlerin ortaya çıktığı söylenebilir. Yeni toplumsal hareketler genellikle çatışma merkezli olarak ortaya çıkar. Çatışma çoğu kez protesto, isyan, başkaldırı veya direniş olarak kendisini gösterir. Çatışma toplumda değişimle birlikte toplumsal alanda bir dönüşümün yaşanmasını da beraberinde getirir.

Klasik toplumsal hareketler kapitalizmin ilk dönemlerinde belirli siyasi ve ekonomik çıkarlar üzerinde şekillenen genellikle işçi sınıfının merkezde olduğu hareketlerdir. Bu hareketlerde amaç iktidarı ele geçirmektedir. İşçi sınıfı ve burjuva sınıfı emek-sermaye ekseninde ayrıştığı için toplumda ekonomi, refah dağılımı ve güvenlik sorunları merkezde bulunmaktadır. Bu nedenle klasik toplumsal hareketlerde ekonominin önemli bir belirleyiciliği vardır. Marksist yaklaşıma göre 1930’lu yıllardan sonra yükselmeye başlayan işçi sınıfı hareketi sonucunda işçi sınıfı mevcut sömürü düzenine karşı çıkarak örgütlenmesi sonucu burjuvaya karşı egemenliğini ilan etmesi

öngörülmekteydi. Devrim sonunda ise sınıfsız ve devletsiz bir yapı amaçlanıyordu. Böylece toplumsal hareketler belirli bir konu hakkındaki rahatsızlığın ortadan kaldırılması amacıyla belirli bir sınıf üzerinden resmi olarak örgütlenilmesini ve rahatsızlığa sebep olan faktörün ortadan kaldırılmasını esas alıyordu.

1968 ile birlikte işçi sınıfı dışında öğrencilerin ve kadınların ağırlıklı olarak toplumsal hareketlerde aktör olarak ortaya çıkması, Marksist teorinin sorgulanmasını beraberinde getirmiştir. 1960’lı yıllarda Fransa merkezde olmak üzere birçok ülkede işçi ve öğrenci haklarına yönelik hareketler ortaya çıkmıştır. Hareketler temel olarak ekonomik alandan çok kültürel alana yönelik olarak kimliğin rahatça ifade edilebilmesine yönelik olarak gerçekleştirilmiştir. Öğrenci ayaklanmaları ile başlayan gelişmelerin siyasi, ekonomik ve kültürel sonuçları otoritenin sorgulanmasına ve mevcut değerlerin dönüşümüne yol açmıştır. Daha sonraki yıllarda bireysellik ve özerklik bir değer olarak ön plana çıkarak kadın, lezbiyen ve gay hareketlerinin ortaya çıkması ile toplumsal hareketlerde yaşanan dönüşüm devam etmiştir.

Pakulski yeni toplumsal hareketleri “jenerasyon”, “statü politikası” ve “sivil toplum” kavramları ekseninde tanımlamıştır (Belek, 1999). Jenerasyon olarak bugünkü toplumsal hareketler genellikle gençleri kapsamaktadır. Farklı sınıftan bireyleri aynı hareket içinde buluşturmasından dolayı sınıf kavramına göre jenerasyon daha açık bir kavramdır. Yeni toplumsal hareketlerdeki sorunlar tek bir sınıfın sorunu yerine toplumun genelini kapsamasından dolayı statü gruplarının oluşturduğu statü politikaları bu hareketlerde önemli bir parametredir. Statü politikaları işçi sınıfı ile burjuva sınıfı arasındaki çatışmaların yerini almıştır. Son olarak sivil toplum kavramı ise sınıf savaşımı yerine toplumu bütünleştirici birlikler kurmayı ifade etmektedir. Sivil toplum devletin egemenliği kırmayı, politik hareketler yerine sosyo-kültürel hareketleri öncelemeyi ve yeni toplumsal hareketlere hareket alanı açmayı hedeflemektedir.

Touraine’e göre yeni toplumsal hareketlerde demokrasinin merkezi bir önemi bulunmaktadır. Demokrasi her şeyden önce, toplumsal edimcilerin özgürce oluşma ve eylemde bulunmasını sağlayan siyasal rejimdir (Touraine, 2014: 412). Touraine’e göre devrimci tutum demokrasiye elverişli değildir, çünkü sınıf çatışmalarının güçlü olduğu yerlerde demokrasi de güçlü olmuştur. Fakat demokrasi sınırlı çatışmalara tahammül edebilir. Nitekim sınırların ortadan kalkması ile birlikte toplumsal hareketler yerini siyasal karşı-kültürlere veya şiddete bırakmaktadır. Bu nedenle aktör olarak özne,

demokrasi ve toplumsal hareketler arasında anlamlı bir ilişki söz konusudur. Hardt ve Negri’ye göre yeni toplumsal hareketler sivil itaatsizlik örnekleri olarak yeni silahlar kullanmakta ve demokrasi projesi oluşturmak istemektedir (Hardt ve Negri, 2004). Yeni silahlara örnek olarak insanların sokaklara dökülmesi, eylemlerde susması veya durması örnek olarak olarak verilebilir. Manuel Castells’e göre ise yeni toplumsal hareketlerde internet kullanımının yaygınlaşması demokrasiyi güçlendirmekte, vatandaşların katılımını ve sivil toplumun özerkliğini artırmakta, aynı zamanda baskıcı rejimlere karşı meydan okuma zeminini hazırlamaktadır.

Castells’e göre iletişim ve sosyal ağların yeni toplumsal hareketlerde merkezi bir önemi bulunur. İnsanlar doğal ve toplumsal ortamlarıyla etkileşim halinde, nöral ağları, doğadaki ağlar ve sosyal ağlar arasında ağlar kurarak anlam yaratır (Castells, 2013: 20). Ağ oluşturma iletişim sayesinde gerçekleşir ve bu süreçte toplumsal anlam üretilir. Toplumsal anlamın üretim kaynağı toplumsallaşmış iletişimdir. Toplumsallaşmış iletişim toplumdaki kişilerin iletişimini aşarak var olur. Bu nedenle iletişim alanındaki dönüşüm, toplumsal iletişimi, toplumsal anlamın üretilmesini ve iktidar ilişkilerini etkiler. İnsanlar öfke ve umutlarını internette paylaşarak birbirleri ile bir bağ kurar ve bir araya gelerek korkularını aşar. Öfkenin isyana dönüşmesindeki temel etken ekonomik kriz veya demokrasi eksikliği değildir. İnsanlar iktidar karşısında ezilir, aşağılanır ve bu durum insanlığın çıkmaza girmesine neden olur. Bu durumdan çıkmak için insanlar bir arayışa girer. Bu arayış aslında aşağılanmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan haysiyet arayışıdır. Haysiyet arayışı ekonomik sömürü, yolsuzluk, ırkçılık, eşitsizlik gibi konuları içine alan geniş bir adaletsizlik durumu sonucunda ortaya çıkar. İnternet ise özgürlük kültürünü temsil etmesi ve yatay iletişim biçimi olarak devlet tarafından kontrol edilmesinin zor olması nedeni ile insanların korku ve umutlarını birleştirmesine ve bir birliktelik oluşturmasını imkan sağlar. Korkunun aşılarak öfkenin ortaya çıkması iletişim sayesinde gerçekleşerek toplumsal hareketleri ortaya çıkartır. Sosyal ağlar ile birlikte örgütlenen insanlar kamusal meydanların sürekli işgali veya sokak gösterileri ile kent uzamını işgal ederek bir hareket haline gelirler. İletişim sosyal ağlardan başlayarak kent uzamındaki bir yerde ortaya çıkması, aslında siberuzam ile kent uzamının melezleşmesi sonucunda ortaya çıkan üçüncü bir uzamın gerçekleşmesi ile olur. Dolayısıyla toplumsal değişim, iletişim ağları dolayımıyla bir iletişim ortamından gelen sinyallerle harekete geçen insan beyinlerinden oluşan nöral ağlardan

kurulu ağlar arasında bağlantılı olmasını gerektiren iletişime dayalı bir eylemin sonucudur (Castells, 2013: 190).

Benzer Belgeler