• Sonuç bulunamadı

Yunus Nadi’nin çıkarmış olduğu Yeni Gün gazetesinde ana başlıklar kalın punto ile yazılır. Gazetede görsellik ön planda tutularak yazılar desteklenir.

23 Şekil 1.3: Yeni Gün gazetesinin 26 Ocak 1920, 311. Sayısının 1.sayfası

1.8. Yeni Gün’de Yer Alan İlanlar

Yeni Gün gazetesinde edebî, ilmî, siyasi konuların yanı sıra ilan ve reklamlara da yer verilmiştir. İlan ve reklamlar genellikle gazetenin 2.ve 4. sayfalarında bulunmaktadır. İlanların çoğu bir öncekinin ya tekrarı ya da devam niteliğindedir. Bunun dışında spor haberleri, saç boyası, satılık ev, sinema, yeni çıkan kitap, mecmua, gazete gibi ilanlarda bulunmaktadır. Bu ilanlar, ilk yıllarda sınırlı sayıda iken 1922 yılında artarak devam etmiştir. Sınırlı sayıda olmasının sebebi önceliğin cephe ve cephe gerisinde yaşanan olaylara dayanmasıdır.

Azerbaycan Türk- Dram- Operet Kumpanyası

“Bugün Şehzadebaşı’nda Millet tiyatrosunda gündüz saat ikide hanımlara akşam dokuzda umuma birinci defa olarak “Aslı ve Kerem” nam altı perdelik opera Ertuğrul musiki-i hümayunu ve tarzen-i şehir Hüseyin Kasımof’un iştirakiyle mevki-i temaşaya vaz olunacaktır” (S.188, s.2).

Pangaltı Sineması

“Bugün hanımlara: Maskeli rakkase 6 Kasım âşıkane büyük dram koşunuz, koşunuz” (S.190, s.2).

24 “Suudi Kütüphanesi şimdiye kadar neşretmiş olduğu asâr-ı nefiseye ilaveten bu defa da (hep kadın yüzünden) unvanı altında gayet meraklı bir roman neşreylemiştir. Tavsiye ederiz” (S.214, s.4)

Halide Edip Hanım Son Eseri

“Edebiyat âleminin nefis bir hadisesi hazırlanıyor” (S.234, s.4).

Neşriyât-ı Cedide

“Evliya-yı Cedîd- Recaîzâde Ercüment Ekrem Bey biraderimizin Evliya Çelebi’yi gölgede bırakacak derecede muvaffık bir üslup-u latif ile yazdığı makâlâttan müteşekkil olan bu kitap ahiren neşr edilmiştir. Tavsiye ederiz” (S.301, s.4).

Temâşa Âlemi:

“Darülbedayi Osmani Temsilleri- Ertuğrul Muhsin Bey’in < Uçurum > unvanlı üç perdelik piyesi Beyoğlu’nda Tepebaşı Belediye tiyatrosunda bugün ba’dezzuhr saat ikide yalnız hanımefendilere, yarınki cuma günü saat ikide umûm için Darülbedayi Osmani sanatkârları tarafından temsil edilecektir” (S.242, s.2).

25 İKİNCİ BÖLÜM

YENİ GÜN’DE YER ALAN EDEBÎ METİNLERİN İNCELENMESİ

Bu bölüm Yeni Gün gazetesindeki edebî metinlerin incelenmesine ayrılmıştır. Gazetede yer alan metinler, roman, şiir, hikâye, fıkra, hatıra/anı, deneme, makale, mülakat, seyahat, eleştiri, nutuk olmak üzere toplamda on iki başlık altında incelenmiştir. Bu türlerin her biri tablo yoluyla ayrıntılı bir şekilde değerlendirilip yorumlanmıştır.

2.1. Kurmaca Metinler 2.1.1. Roman

Yeni Gün gazetesinde, Muhittin ismiyle “Gurub” adında yazılmış bir roman bulunmaktadır. 181. sayıdan 365. sayıya kadar mevcut olan romanın her sayıda neşredilmediği görülür. Bulunduğu sayıların sonunda “mabadı var” ibaresi yer almaktadır. Bazı sayılarda yazım hatası olduğu için aynı sayılarla başlayıp, devam ettiğini söylemek mümkündür. Bu metnin dağılımı aşağıdaki tabloda görüldüğü gibidir.

Tablo 2.1. Roman Metninin Sayı ve Konularına Göre Dağılım

Yazar Yazının Başlığı Konu Tür Tarih Sayı Sayfa Adet

Muhittin Gurub Savaş Roman 6 Kasım 1919 dan 15 Mart 1920’ye kadar 230.sayıdan 360.sayıya kadar 2-3

Toplam 1

Romanın özeti kısaca şöyledir: Üç haftalık bir seferden sonra Ali Fikri, askerlerin çok yorulduğunu görür. Yüzbaşısına bu durumu anlatıp, zabitlerin atlardan inmelerini, yorulan askerlerin sırayla ata binmeleri gerektiğini söyler. Binbaşı, bu fikri doğru bulur, sırasıyla askerler atlara bindirilir. Ali Fikri, atına yirmi üç yaşında bir neferi bindirir. Akşam karanlık basınca bir kuyunun yanında çadırlarını kurup dinlenirler. Yan tarafta bedevi çadırları bulunur. Tabur yiyecek torbasını çıkarır. Yemekler yenilir. Ali Fikri, ilerideki bedevi çadırını tasvir etmeye başlar. Fikri, yemeğini yerken ileride atların yanında bir hareketlenme görür. Bedevi ailelerin çocukları, atlara verilen arpa tanelerini toplamakla meşguldürler. Tarsuslu Ahmet, çocukları fark edip bir süre izledikten sonra onları yakalayıp şakalaşır. Diğer askerler

26 de eğlenceye katılır. Bedevi çadırında yaşayanlar askerlere yardım edip atları suladıktan sonra çadırlarına çekilirler.

Üç haftalık çöl seferinden sonra, İngilizlerin bıraktığı birkaç eski bina, bedevi kulübesi, tabur için önem kazanır. İngilizlerin hudut oluşturduğu bu çöl, tabur için bulunmaz bir nimettir. Bahçe ve ağaçları vardır. Ali Fikri bu bahçeyi değerlendirmek ister. Yüzbaşısından onay alarak boş kaldığı zamanlar bahçe işleriyle uğraşır. Bir akşam postacı, yanında bir Alman zabiti, iki nefer ve birkaç zabit getirir. Ali Fikri yaklaşır. Samimi dostu Cemil Süreyya’nın geldiğini görerek ona koşar. Onu gördüğüne çok sevinir. Bir takım sualler sorduktan sonra yapmış olduğu bahçesini göstermek ister. Fakat önce Cemil Süreyya, Alman yüzbaşısı ile Ali Fikri’yi tanıştırır. Tanıştırma faslı bittikten sonra Ali Fikri, Cemil Süreyya’yı bahçesine götürür. Sohbet ederler. Bir takım havadisleri Ali Fikri’ye anlattıktan sonra cebinden çıkardığı mektupları Ali Fikri’ye verir. Babası ve Namiye’nin mektubunu okur. Mektupta ailesinin iyi olduğu, kardeşinin ise bir oğlu olduğu yazılıdır. Namiye mektubunda kendisine arada sırada mektup yazmasını istemektedir. Ali Fikri, Cemil Süreyya’nın yorgun olduğunu unutur. Çanakkale muharebesi hakkında konuştuktan sonra çadırlarına girerler.

Alman yüzbaşı, çöl ortasında yapılacak birtakım tesisat işlerini yürütmek için çöle gelir. Mühendisler demir yolunun uzatılması için çalışmalara başlar. Alman yüzbaşının tercümanı hastalandığı için Ali Fikri tercüman olarak tayin edilir. Yüzbaşı ile birlikte Şam’a gider. Çanakkale’ye asker çıkarıldığı vakit Ali Fikri Şam’a yeni gelmiştir. Zihni Çanakkale ile meşguldür. Vazifesi ağır olmadığı için boş vaktinde kitap okur yahut Şam’ı keşfetmeye çalışır. Üç yıl beraber okuduğu Şam eşraflarından birinin oğlu olan Şükrü Er-Razi ile karşılaşır. Arkadaşı ona Şam’ı gezdirir. Akşam bir davet olacağını, onunda davete katılması gerektiğini söyler. Ali Fikri bu tarz davetlerden pek fazla haz almamasına rağmen bir defalığına mahsus daveti kabul eder. Akşam yapılan davette birkaç kişi dışında kimseyi tanımayan Ali Fikri sıkılmaya başlar. Kendini dışarı atar. Ülke böyle bir durumdayken bu tür eğlencelerin yanlış olduğunu düşünür. Ali Fikri için vatan aşkı önemlidir. Sabah uyandığında neferi Ali Fikri’ye bir iki kartpostal ve bir mektup getirir. Namiye’den gelen mektubu açar. Namiye İstanbul’un son durumu hakkında bilgi verir. Ali Fikri Çanakkale’nin durumunu düşünürken ustura ile çenesini çizer. Ne kadar

27 Çanakkale’ye gitmek istese de bunu binbaşısına açamaz çünkü görev her yerde görevdir. Namiye’ye mektup yazmaya karar verir. Çöl hayatından bahseder. Çölde sıtma başlar. Ali Fikri birkaç günlüğüne görev için Beyrut’a gider. Orada gördüğü olaylar karşısında geri dönmek ister. Zevk ve sefaya düşkün insanların, binbaşı gibi yüksek rütbedeki insanların umarsızca nasıl para kaybettiğini görür. Bir taraftan canıyla kanıyla vatan için savaşan askerler, bir taraftan ise keyfiyete düşkün subaylar vardır. Ali Fikri Beyrut’ta Miralay Şevket Nihat Bey ile karşılaşır. Çanakkale’ye gideceğini söyler. Buna çok sevinen Ali Fikri kendisinin de gitmek istediği söyleyince Miralay kabul eder. Ali Fikri’yi yanına alarak Çanakkale’ye doğru gider. Savaş hattına vardıklarında çadırlarını kurup savaşın gidişatı hakkında birtakım bilgiler alırlar. Ali Fikri çadırının yanında uzandığı bir ara yol kenarında duran arabanın yanına askerlerin üşüştüğünü görür, durumu anlamak için oraya gider. Arkadaşı, Ali Şekip’in yaralandığını, tedavi olduktan sonra İstanbul’a istirahate gönderildiğini öğrenir. Ali Şekip ile bir süre hasbihal ettikten sonra ayrılırlar.

On beş gün sonra beklenen hücum yeri göğü inletir. Askerlerin siperlerini terk etmeyip koruması, düşmanın cesaretini kırar ve önemli derecede zayiat vermelerine sebep olur. Savaş kumandanı cepheye gidip savaşmak niyetindedir, fakat Ali Fikri savaşta kolundan yaralandığı için onunla beraber hastaneye gider. Namiye o sıra hastanede hastabakıcı olarak çalışır. Ali Fikri’nin yaralandığını görünce onunla ilgilenir. Kız kardeşi Seniha ve eniştesi Naci Bey ziyarete gelir. Eniştesi savaşın son durumundan Ali Fikri’yi haberdar eder.

Ali Fikri iyileştikten sonra “Acaba Namiye’yi seviyor muydu?” diye kendini sorgulamaya başlar. Zihni sürekli bununla meşguldür. Namiye’den kaçmak ister fakat başaramaz. Ne kadar uzaklaşsa da aslında ona daha fazla bağlandığını göremez. Bir gün Ali Fikri hastaneye Namiye’nin yanına giderken yolda polis memurundan Çanakkale savaşının bittiğini, düşmanın Çanakkale’yi geçemediğini öğrenir. Her yerde bayram sevinci vardır. Fakat bir taraftan da savaşın gözler önüne serdiği yoksulluk ve pahalılık baş gösterir.

Ali Fikri göreve başladıktan sonra Namiye’yi aklından çıkaramaz. İzin günlerinde İstanbul’a gider Namiye ile vakit geçirir. Namiye bir sabah telaşlı bir şekilde Ali Fikri’ye koşar. Eniştesini başka kadınla gördüğünü anlatır. Ali Fikri’nin gözleri kararır, başı döner. Eniştesi kardeşinin aldatıyordur. Namiye Ali Fikri’nin bu

28 durumundan dolayı onu oyalamaya çalışır. Namiye’ye daha fazla belli etmemek için başka konuya geçer. Ali Fikri ile Namiye gündüzleri beraber vakit geçirir, aksamları hava kötü olduğundan dışarı çıkmayıp, Namiye Ali Fikri’ye piyano çalar. Bir gün tepeye çıktıklarında Namiye eliyle karşı tepeyi işaret eder. “Hatırladınız mı?” diye sorar. Ali Fikri bir şey hatırlamaz, Namiye sitemde bulunur. “Sizinle gezdiğimiz yerler, dün gibi aklımda hatta bana ilk orada çiçek vermiştiniz” der. Bu itiraf ikisini de çok mutlu eder.

230. sayıdan itibaren başlayan “Gurub” adlı romanda ilk olarak üç haftalık bir seferden söz edilir. Roman dört mekân etrafında zuhur etmektedir. İstanbul’un belirli semtleri, (Tokatlıyan-Taksim-Beyoğlu-Şişli-Kanlıca) romanda yer almaktadır. İstanbul’da ikamet eden Ali Fikri zabit olduktan sonra ilk görev yeri olan Şam’a tayin edilir. Çöl hayatına alışan Fikri, kumandanının emriyle birkaç günlüğüne Bağdat’a gönderilir. Gördükleri karşısında şaşkına dönen Ali Fikri tekrar Şam’a avdet edeceği sırada, eski aile dostu olan Şevket Nihat Bey ile karşılaşır. Şevket Nihat Bey ile çok istediği Çanakkale’ye gider.

Romanda kişi tahlilleri üzerinde durulmaktadır. Genel çerçevede bakıldığında, roman Ali Fikri’nin etrafında şekillenmiştir. Memur bir aileden yetişen Ali Fikri edebiyat mektebini bitirmiştir. Babası Kani Efendi, Annesi Hayriye Hanım ve kız kardeşi Seniha ile birlikte yaşamaktadır. Kız kardeşi arkadaşının davetinde, Naci Bey ile tanışıp evlenir. Naci Bey’in haşarı, çapkın kardeşi Hasan Kami, bir süre sonra abisinin ve yengesinin yanına gelip bir süreliğine onlarla beraber yaşamaya karar verir. Ali Fikri’nin çocukluk arkadaşı olan ve daha sonra arkadaşlıktan aşka dönüşen Namiye’ye gelince, Fransız mektebini bitirmiş sonra Türkiye’ye yerleşmiş, hastanede gönüllü hasta bakıcı olarak işe başlamış bir kadındır. Ailenin tek evladı olan Namiye, annesi Behice Hanım ve babası Şefkati Bey ile yaşamaktadır. .

Roman genel itibariyle bu karakterler etrafında şekillenmektedir. Ayrıca romana zenginlik katan yardımcı karakterlerde bulunmaktadır. Bunlar: Cemil Süreyya, Nazmi Efendi, Zekeriya Hüsnü, Şükrü Er-Razi, Yusuf Er-Rezvan ve Albert Cüneyt’tir. Vatan aşkını her şeyden üstün tutan Ali Fikri Çanakkale’ye gidip arkadaşlarıyla sırt sırta çarpışma peşindedir. Ali Fikri Şevket Nihat Bey’in yaveri olarak Çanakkale’ye gitmeye karar vermesi olayların seyrini değiştirir. Çanakkale maceralarının yanı sıra Namiye’ye duyduğu kardeşlik hissinin aşka dönüşmesi

29 romanda yerini almıştır. Ayrıca hükümetin işleniş biçimine ve ülke zor durumdayken yüksek rütbeli askerlerin keyfiyet içinde olması eleştirilir. Roman gerek doğa, gerek kişi tasviri bakımından zengin içeriklerle doludur. Romanın dili, halkın anlayacağı sade bir dille yazılmıştır.

2.1.2. Şiir

Yeni Gün gazetesi siyasi ilmî edebî bir gazete olsa da şiire pek fazla yer vermemiştir. 311. sayısında birkaç beyit ve dörtlük bulunmaktadır. Gazetenin, 181-365 sayıları arasında Hakkı Naşir’in “Gazel”i, Ahmet Cevat Bey’in “İstanbul” adlı şiiri, Ali Ekrem Bey’in “İstanbul”a adlı şiiri, Ali Ekrem Bey’in “Âlem-i İslam”a, “Cereyan-ı Zamane-i Nazar” adlı şiirleri ve Ziya Gökalp’in “Türk’ün Hitabı” yer almaktadır. Aşağıdaki tabloda şiirlerin temalarına göre dağılımları gösterilmektedir.

Tablo 2.2. Şiir Metninin Sayı ve Temalarına Göre Dağılım

Yazar Yazının Başlığı Tema Tür Tarih Sayı Sayfa Adet

Hakkı Naşir Gazel Siyasi eleştiri Şiir 15 Ekim

1919 208 3 1 Ali Ekrem Cereyan-ı Zamane-i Nazar Memleketin durumu Şiir 13 Ocak 1920 298 2 1

Ali Ekrem İstanbul’a Vatan Sevgisi Şiir 26 Ocak

1920 311 1 1

Ali Ekrem Âlem-i İslam Vatan Sevgisi Şiir 5 Şubat 321 1 1

Ziya Gökalp Türk’ün Hitabı Millî Şuur Şiir 28 Ocak

1920 313 1 1

Ahmet Cevat

İstanbul Hayranlık Şiir 26 Ocak

1920 311 1 1

Toplam

6

Hakkı Naşir tarafından kaleme “Gazel”, Yeni Gün gazetesinin 208. sayısında bulunmaktadır. “Böyle yangınlar devam eylerse bir gün ehl-i din, Belki eyler bâb-ı ‘âliyi tavaf ihrâmsız” (S. 208, s.3). Devlet ve devletin nasıl işleyişine karşı yapılan dokundurmalara yer verilir. Gazetede neşredilen bu şiir aşağıda örnek olarak gösterilmiştir:

“Emri hâkim herkese kanunsuz ilamsız En küçük bir iş görülmez ondan istilamsız Öyle bir sadr-i karide nail olduk kim bugün

30 Etmez icra-ı siyaset bir zaman ilhamsız

Böyle yangınlar devam eylerse bir gün ehl-i din Belki eyler Babıali’yi tavaf ihrâmsız

Sadr-i dehrin hüsn-i icraatını izhar için İstatistik yapmışım baştanbaşa erkâmsız Bittesadüf hazır oldum meclis-i nezrede

Birde baktım onda mest olmuş kamus-i camsız.” (S. 208, s.3)

Ahmet Rasim’e itafen yazılan “Cereyan-ı Zamane-i Nazar” başlıklı şiir gazetenin 298. sayısının 2. sayfasında yer almaktadır. Ahmet Rasim’in gazeteci, tarihçi ve ve milletvekili kimliğinin ve aynı zamanda mutlakıyet, meşrutiyet, cumhuriyet dönemlerine canlı tanıklık etmesi bağlamında bakıldığında daha açık seçik anlamları göz önüne sermektedir. Şiir genel manada memleketin ahvalinden bahsetmekte ve bu ahvale duyulan hayret ve aynı zamanda gizli bir alışılmışlığı gözler önüne sermektedir:

“Tembeller hep çalışkandır, Çalışkanlar bütün haylaz; Taassuplar kumar oynar

Kâfirlikler kılar namaz!” (S.298, s.2)

Dizelerinden de anlaşılacağı gibi dünyanın adeta tersine döndüğü anlatılmakta ve buna benzer birçok örnekler arka arkaya sıralanmaktadır:

“Bugün meclis açılıyor, Fakat kim der ki kapanmaz? Bak hele şu mebuslara, Birbirinden hep yaramaz: Daha seksen kişi yok da

Yüz seksenden çok hokkabaz…”(S.298, s.2)

Siyasi eleştirinin belirgin örnekleri, belirtilen dizelerde olduğu gibi devam etmektedir.

311. sayıda İstanbul’a dair yazılar ve şiirlere yer verilmeden önce birkaç şairin şiir ve gazellerine örnek olarak yer verilmiştir. Bu gazel ve şiirler İstanbul’un güzelliklerini,

31 özelliklerini, Türklere ait oluşunu özetlemektedir. Bunların içinde Ziya Gökalp, Abdülhamid, Nedim gibi şairlerin eserleri önem arz etmektedir. Bu örneklerden bir kaçı şu şekildedir:

“Bu şehr-i İstanbul ki bi- misl ü bahadır

Bir sengine yek- pare acem mülkü fedadır.” (S.311, s. 1).

Nedim

“Sensin ki ol şehinşah bir kavm-i cenk-cûya Ebhâr bahşişindir emsâr yadigârın

Beyt-i Hüdâya konmuş câhın muta-ı İslam

Durmuş başında bekler bir kavm-ı türbedarın” (S.311, s. 1).

Abdülhamid

“Çoban dedi: Hep ülkeler gitse de Kopmaz benden Anadolu ülkesi Bülbül dedi: Düşman hasat etse de

İstanbul da şakıyacak Türk sesi” (S.311, s. 1).

Ziya Gökalp

Ahmet Cevat, 1914’de başlayan 1. Dünya Savaşı’na katılmasıyla birlikte birçok cephede bulunmuştur. İngilizlerin İstanbul’u kuşatmasından dolayı birçok şair gibi endişe duyan Ahmet Cevat, düşüncelerini dile getirmek adına birçok şiir yazmıştır. Gazetenin 311. sayısının 1. sayfasında bulunan “İstanbul” adlı şiirini kaleme alan Ahmet Cevat, İstanbul’u sevgiliye benzeterek ve bunun üzerinden yola çıkarak İstanbul’un düşman işgali altında olmasını etkili bir biçimde anlatmaktadır. Ulaşılamayan yahut elden kaçırılan sevgiliyi yurdun ve İstanbul’un işgal altında olmasıyla harmanlayarak okuyucuya sunmaktadır. Bir yandan İstanbul’un güzelliklerinden bahsederken bir yandan da işgalinden söz etmektedir. Şiirde birden çok teşbih ve kişileştirmelere yer verilmiştir. “Ah, ey solgun yüzlü, dalgın İstanbul, Mavi gözlerin pek baygın İstanbul!” (S.311, s. 1). Şiir anlam yönünden epik olsa da anlatılış bakımından liriktir. Nazım biçimi şarkı olan bu şiir, dörtlük ve nakarat bölümlerinden oluşur. Şiir, aşağıda örnek olarak verilmiştir:

32 “Ben sevdiğim mermer sineli yârin,

Diyorlar, koynunda yabancı el var. Bakıp, afaklara, uzak yollara Ağlıyormuş mavi gözler akşamlar. Ah, ey solgun yüzlü, dalgın İstanbul, Mavi gözlerin pek baygın İstanbul. Benim sevdiğim kız, dünya güzeli Ona bu dünyada eş yaranmamış Diyorlar: gönlünü felek bozalı, Sırmalı telleri hiç taranmamış Ah, ey solgun yüzlü, dalgın İstanbul,

Mavi gözlerin pek baygın İstanbul” (S.311, s.1).

Yeni Gün gazetesinin 311. sayısının 1. sayfasında yer alan “İstanbul”a başlıklı şiir Ali Ekrem tarafından kaleme alınmıştır. Kırk üç beyitten oluşmuştur. Ali Ekrem’in de bu sayıda yer verdiği “İstanbul”a adlı şiirinde vatan aşkından, ülkenin içinde bulunduğu genel ahvalden ve yoksunluktan bahsedilmiştir. Avrupa ve diğer medeniyetlerin galibiyetleri, kabulleniş gibi görülse de vatandan vazgeçilmeyeceğini, memleketin son kaynağı olan evlatlarını ve kadınlarını dahi bu uğurda feda edilebileceğini ortaya koyan cümlelere yer verilmiştir:

“Seni vermek mi? Değil Avrupa, dünya-ı denî Bütün eşrarı gönderse, ukab-ı medenî

Küre-i arzı sıkıp pençe-i melûnunda, Boğsa ecrâm-ı semayı şüheda hûnunda; Kûhlar inlese, bin rad-ı fezâ-peymâdan Asuman çınlasa hep velvele-i heycâdan Topların gövdesi altında çocuklar kalsa, Süngüler annelerin bağrına kök salsa, Gülleler göklere insanları perrân etse, Bombalar yerlere volkanları rizan etse. Nazargâhında Huda’nın açılıp makbereler

33 Arşa aksetse vücut şühedadan bereler

Fatih’in türbesi bir mevce-i hunin olsa Şüheda na’şı ile sakf-ı cevâmı dolsa Seni biz vermeyiz ey şehr-i İslam

Her minaren ebediyen duracak arşa selam!” (S.311, s. 1)

Millî tarih şuuruyla kaleme alınan “Türk’ün Hitabı” başlıklı şiir gazetenin 313. sayının 1. sayfasında yer almaktadır. Dörtlüklerle yazılan bu şirin teması tarih şuuru ve vatan sevgisidir. Ey Avrupa diyerek başlayan şiirde hitap unsurun, kişi veya Avrupa olduğu söylenebilir. Kendi devleti ile Avrupa’yı kıyaslayan şair ulusundan başka güçlü bir devlet görmediğini şiirinde anlatmaktadır.

Kendi milletini üstün gören şair: “Hilkatle başlayan bir milletim ben/Pençeme girer mi ezeli derya?/Ufuk ufuk doğan bir devletim ben/ Alnımın bir eski tuğudur ziya” diyerek varlığını milletine ve yaradılış itibariyle yüce Allah’a bağlamıştır. Devletinin başına daima taç giymenin yakışacağını söylerken, galip geldiği zafer oyunlarında kurttan koyunu seçmekte ki başarısını da söylemektedir. Şiirin son dizesinde yer alan “senden çocuklarım nefret eylesin” kısmındaki çocuklarım diyerek gelecek nesilden bahsetmektedir. Bu şiirin orijinal metninde şaire ait imza veya bir not düşülmemiştir. Ancak sonraki araştırmalarda şiirin Ziya Gökalp’e ait olduğu tespit edilmiştir:

“Ey Avrupa, benim tarihim vardır, O büyük dimağın, irfanın kadar; Biçtiğin kaftanlar ruhuma dardır, Küçük görme beni vicdanın kadar!

Hilkatle başlayan bir milletim ben, Pençeme girer mi ezeli derya?... Ufuk ufuk doğan bir devletim ben, Alnımın bir eski tuğudur ziya…

Taç giyen başıma yakışmaz diken, Ben de çok oynadım zafer oyunu

34 Ve lakin seçerim kurttan koyunu,

Müntakim değilimdir muzaffer iken!

Demek ki sen benden büyük değilsin, Bunu İzmir’deki diller söylesin! Benim hâtırama güneş eğilsin,

Senden çocuklarım nefret eylesin!” (S.313, s.1).

Ali Ekrem Bey’in yazmış olduğu “Âlem-i İslam”a başlıklı şiiri Yeni Gün gazetesinin 321. sayısının 1. sayfasında bulunmaktadır. Serbest nazım biçimleri arasında yer alan şiir, dizelerin kümelenişi ve uyak düzeni bakımından farklılık göstermektedir. Bentleri altı dize olan ve bir artık dizesi bulunan şiirin teması kâinatın özellikleri, İslam’a ait bilgiler olarak değerlendirilmektedir. Şiirin başında verilen “Âlem-i

Benzer Belgeler