• Sonuç bulunamadı

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri İle Mülakat

Sivas’ta bulunan muhabir mahsusamız dün Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile vuku bulan mülakatını bize telgrafla tebliğ eylemiştir.

Mevzu-ı mülakat: Teşkilat-ı Millîye’nin kuvvet ve derece-i şümulü- Teşkilat-ı Millîye de İttihatçılık var mı?- Teşkilat-ı Millîye ve anasır-ı gayr-i Müslime- Asayiş-

157 Teşkilat’ın- ecnebilerle münasebeti- Tekilat-ı Millîye’nin ve Heyet-i Temsiliye’nin intihabattaki vaziyeti- Mustafa Kemal Paşa’nın mebusluğu.

-Sivas: 10 teşrinievvel 1335-

Bugün öğleden sonra Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile mülakat ettim. Paşa heyet-i temsiliye ile beraber Sivas’ın en büyük binalarından birinde ikamet etmektedir. Mülakat esnasında heyet-i temsiliye azasından bir kaçı da yanında idi. Simasında ve bilhassa gözlerinde büyük bir eser-i azim iltima eden Mustafa Kemal Paşa Bey mütevazı ve necibane bir tavır ile bütün suallerime cevap verdiler. Muhaveremizi harfiyen tebliğ ediyorum: Teşkilat-ı Millîye’nin kuvvet ve şümulü:

S: - Anadolu ve Rumeli müdafaa-i hukuk cemiyeti teşkilatının kuvvet ve derece-i şümulü nedir?

C: - Mütarekeden sonra millet iki büyük felaket altında kalmıştı. Bunların birincisi vatan ve milletin duçar olduğu hak-ı şiken muameleler, ikincisi de hükümet-i sabıkanın bu taruzat esnasında âdeta Yunanlılarla teşrin-i mesai eder gibi hareket etmesidir. Bu iki büyük sebep memleketin her tarafında bir galeyan-ı intibah vücuda getirdi. Memleketimizin her kısmında icra-yı tesir etmiş olan aynı esbap aynı maksat uğrunda her yerde Teşkilat-ı Millîye vücuda getirilmesini intaç etmiş ve nihayet bütün bu müteferrik teşkilat ittihat ederek bütün memlekete şamil olmuştur. Bütün millet ittihatçılıkla itham edilmiş olur. Fazla olarak gerek şimdiye kadar neşrettiğimiz beyannamelerle ve gerekse umumi kongrede kabul edilen yemin suretiyle hiçbir fırkaya mensup olmadığımız ve ittihatçılıkla alakamız bulunmadığını kâinata ilan ettik. Hatta zat-ı şahane bile son beyanname-i hümayunlarında Teşkilat-ı Milliye’nin münhasıran esbab-ı milliyeden mütevellit olduğunu ilan buyurmuşlardı. Fakat Ferit Paşa hükümeti yalnız milleti değil; (Tan) gazetesi muhabirine Anadolu hükümetinin ittihatçı tahrikâtından mütevellit olduğunu söyledi. Artık böyle bir iddiaya nasıl ehemmiyet verilebilir? Hatta son zamanda Bolşevikliği de aleyhimizde bir silah gibi kullanmak isteyen Ferit Paşa Trabzon ve Samsun’dan Anadolu’ya akın akın Bolşevikler geldiğini de vilayetlere resmî telgraflarla tebliğ ederek ilan etmek garabetinde bulunmuştu.

158 S:- Teşkilat-ı Millîye’nin anasır-ı gayr-i Müslime aleyhinde birtakım temayülat olduğuna dair de bir rivayet var. Bu husustaki fikir devletleri ne der ve Teşkilat-ı Millîye ile anasır-ı gayr-ı Müslime’nin münasebeti ne merkezdedir?

C:- Her şeyden evvel şunu söylemek maksad-ı iksası Vahdet-i Millîye ve tamamiyet mülkiyemizin halden masuniyetini teminden ibaret olan Teşkilat-ı Millîyemizi musavver

Teşkilat-ı Millîye ve İttihatçılık

S:- Teşkilat-ı Millîye’nin İttihatçı tahrikâtı olduğuna dair bir rivayet var. Bu husustaki metalime(?) devletleri ne merkezdedir?

C:- Teşkilatımızın ne gibi Avâmil-i Millîye’den doğduğunu izah ettim. Binaenaleyh esas maksadımız vatan ve milleti kurtarmak olduğuna göre karşımızda iki muhasım zümre bulunması pek tabii idi. Bunların biri menafi-i şahsiyesine menafi-i umumiyeyi feda eden hükümet sabıka, ikincisi de inkırazımızı bekleyen bir takım dâhili düşmanlarımızdır. Bunlar cihan nazarında hareket-i millîyeyi kirletmek ve kendilerini kurtarmak için zaman icabı kuvvetli bir silaha malikti. Bu silah ise ittihatçılık iftirası idi. Fakat gerek faaliyet-i millîyemiz ve gerekse hükümetin tebdilinde gösterdiğimiz bi-taraflık cihan-ı efkâr umumiyesinde hatrasat sefileden ne kadar münezzeh olduğumuzu isbat etti. Bize ittihatçı diyenler unutuyorlar ki hareket- i millîye bütün millet tarafından icra edilmektedir. Eğer işin içinde ittihatçılık olmak lazım gelse isterim ki Teşkilat-ı Millîye’nin anasır-ı gayr-i Müslime aleyhinde hiçbir fikir müzmir yoktur. Filvaki bir takım gayr-ı Müslim anasırın devlet ve milletimiz aleyhinde bazı tahrikât ve teşbisata girişecek kadar temayülat müzmire besledikleri vakayla sebat olmuşsa da hak-ı meşruine istinat eden milletimizin sükûn ve ciddiyeti karşısında hiçbir netice elde edemeyeceklerini hissetmeye başladıkları memul addolunabilir. Bu takdirde arada hiçbir sebeb-ı zıddiyet kalmayacaktır. Biz onların her türlü hukuk taniyetlerini tamamıyla temin ederek beynel-anasır bir müvazenet ve ahenk ihyasını makâsıd-ı esasiyemizden addedeceğiz.

Teşkilâtın Ecnebilerle Münasebeti

C:- Şimdiye kadar tesadüfen ve gerekse Anadolu ahvalini tedkik için memuren bu havliye gelen muhtelif milletlere mensup ecnebilerden birçoklarıyla temas edildi. Bunların bize söyleyecekleri ilk ihtisasat uzaktan müthiş bir heyula gibi tasvir

159 ettikleri Anadolu’yu bilakis en şayan-ı dikkat bir sükûn ve asayiş içinde görmekten mütevellit hayretlerine dair oluyordu. Bilhassa Teşkilat-ı Millîye’nin vesait ve ehemmiyetiyle milletin vahdet-i azimkâranesini gözleriyle görüp mutalip umumiyemizi etrafıyla tedkik ettiklerinden aman-ı milliîyemizin meşruiyeti ile teşkilatımızın nezahet-ı maneviyesi hakkında mensup oldukları memleketler efkâr-ı umumiyesine mükerreren raporlar yazmaktan hali kalmadılar. Bu suretle bugün Avrupa ve Amerika’da hakikatin inkişafa başladığını görmekle memnun oluyoruz. Teşkilat-ı Milliye ve İntihabat:

S:- Alelumum müdafaa-i hukuk cemiyetinin alelhusus heyet temsillerinin intihabat esnasındaki vaziyeti ve tarz-ı faaliyeti ne olacaktır?

C:- Cemiyetimiz bir fırka-i siyasiye değildir. Bu sebeple intihabat esnasında ne alelumum cemiyetin ve ne de alelhusus heyet-i temsiliyenin doğrudan doğruya hiçbir faaliyet müdahalesi olmayacaktır. Bu sebeple bu meselede bize tertip eden vazife-i hukuk medeniyeden müstefit olan her vatandan her ferde müterettip vazife-i millîyenin tamamıyla aynıdır. Yalnız bizim bu hususta fazla olarak söyleyebileceğimiz yegâne bir söz var ise o da milletin heyet-i umumiyesini temsil edip en mühim mukadderat millîyemiz hakkında muayyen bir takım esasata malik olduğumuzdan bu esasatı müdafaa edecek ve bunlara taraftar olacak bir ekseriyet-i Mebusan intihap edebilmesini temenniyeden ibarettir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Mebusluğu

S:- Zat-ı aliyeniz mebusluğa namzetliğinizi koyacak mısınız?

C:- Ben sırf vatan ve milletime böyle bir dakika-i tarihiye de nemasile hasr veyahut edebilmek gayesiyle meslek-i mukaddesimden ayrılıp millete tevdi-i mevcudiyet ettim. Bunu yaparken alelade bir ferd-i millet olarak elimden gelen her fedakârlıktan geri kalmamak azminde idim. Binaenaleyhe tamamıyla milletimin irade-i umumiyesine tabi ve mikâdim. Eğer millet beni mebus-ı intihap etmek arzusunu izhar ederse maalmemnuniye kabul ederim. Fakat kendiliğimden hiç bir teşebbüste bulunmayacağım.

[Teşkilat-ı Millîye’ye dair topladığımız gayr-ı münteşir malumat ve vesaik-i kesret-i mündericat hasbiyle-yarınki nüshamıza talik ettik] [S.204, s.1]

160 Kâbus

Bu (Yeni Gün) muharrirliği tekin değil… Havası mı ağır, menazırı mı karışık nedir, geçen martın yirmi yedisinde yattım.

Dün sabah:

- Kalk, geliyorlar, hâlâ mı uyuyacaksın diye kulağıma bir ses geldi, uyandım. Fakat ne rüyalar, ne rüyalar!...

Bir taraftan (Tevkifat), (Divan-ı Harpler Teşkili), (Jandarma Kumandanlığı), (Polis Müdüriyet Umumiyesi), (Şehir Eminliği), (Tehcir ve Takdîl) kanlı davaları, (Hürriyet ve İtilaf) ın dik dik bağırışı, bir tarafta (Rum Mesail-i Milliyesi), (Ermeni) davaları, Karadeniz Rum ahalisinden Asurîlere, Kalenderîlere hatta Musevilere varıncaya kadar cümlesinde fikr-i istiklâl, (Arabistan), (Irak) müfterik, (Müdafaa-i Milliye Mülga), (Haham Başı) söz ister, bankalara vaziyet (Hicaz) da bir hükümet müstakile, millî şirketlere vaziyet, ev kiraları, lokantalar, oteller, kömür fırlak, İstanbul ve civarında şekavet. Şeker ticaretine karşı tedabir,

- Bize muhalif mi, alın aşağıya ittihatçıdır! Tehditleri memurine beynel-ahali (Sadaka-yı Feter) denilen tertipte (buğday zammı), (arpalık) diğer taraftan (Mukaddemat-ı Sulhiye). (İttihad-ı Akvam) bizim (Millî Kongre). (İstanbul ve gazlar meselesi) (Wilson), (Lloyd George), (Klemanso), (Sonnino), (Orlando), (Ferit Paşa), türlü türlü dâhiliye, şekil şekil harbiye nazırları, polis müdürleri, İstanbul muhafızları. Jandarma kumandanları, çeşit çeşit sivil, taharri memurları Türk teslihat, harp mesulleri, Marshall (Forch), (Alsas- Loren), alelumum pahalılık, Alman satvet bahriyesinin inhidamı Müdafaa-i Hukuk Osmaniye cemiyeti bunlar, yetmiyormuş gibi (Venizelos) (Ermeni Patrik) i havai yollar tesisi, açlığa tahmil-i milleti bir torba kemik haline getirmekle bihakkın öğretmiş olan (iaşe), en sonda (Figaro) gazetesinin muhabiri (Jurij Bordon) un İstanbul beynelmilel mi kalacak veya kalmalıdır hakkındaki vızıltısı, müttefikin meclis-i alisi sadâları öyle bastırmış idi ki göz açmak kabil değildi. Bereket versin ki (Ferit Paşa) nın, (Jurij Bordon) mülakatını bahane-i ittihaz ederek zavallı (ben) i mahkemeye sevk etmesi biraz nefes aldırıyor, bizim muharrir merkumu hırpaladığımız gazetenin ilk sütununda durup dururken doğrudan doğruya itham ve tercimim yoluna

161 gidilmiş olması esna-yı muhakemede cümleyi güldürüyor, bu küşayiş ile bir türlü tahalli-i hak ile bir yanımdan diğer bir yanıma döndürüyordu.

Aman Allah!.. Hala tüylerim ürperiyor, (Hürriyet ve İtilaf) mevki-i iktidara gelmiş, (tevkifat) civcivli zamanını idrak etmiş, (Mütareke) istilaya yol açmış. (Wilson) prensipleri âlemin dilinde destan, vatan ve istiklâl neuzibillah taht tehlikede!... (Kaysar) hâl-i firarda, Avusturya İmparatoru mutekif, Rusya Çarı maktul Sultan (Muhammed Hamiz) azm-i cennet eylemiş, İstanbul (laterna) sesleri içinde rakssan her köşeden tabanca sesleri fes yırtılmaları mahallelerde sabahlara kadar

- Zito! Venizelos! - Yetse antranin!..

Avazları işitiliyor, her iki türlü hapishaneden firarlar vukua geliyor. Uzaktan uzağa (Teşkilat-ı Milliye) haberleri (Yeni Gün) ü bütün bütün küsufa uğratmış, yarım asırdan beş on senesi kalmış ve bunca müzeyim müşkülat ile kazanılmış bir ömr-i namuskâraneye şüphesi kendi narlarına(?) ait olmak üzere yan bakanlar çoğalmış idi. Dün gözümü açtığımda sülale-i azhab-ı kâfiden inmişim gibi şaşırdım kaldım: (Ferit) Paşa düşmüş, (Teşkilat-ı Milliye) büyümüş, başımıza bir (İzmir) işgali çıkmış, eski isimlerden (Mustafa Kemal), (Rauf) ve (Refet), yenileşmiş, hiç haberimiz yok iken (Erzurum) da, (Sivas) ta kongreler kurulmuş, cereyan-ı millî buralardan taşarak şehrin kapılarına kadar gelmiş, (Almanya), (Avusturya), (Bulgar) sulhları meydan almış, darısı başımıza, şair (Danonçiyo), (Fioume) ya girmiş, (Bolşevizm) tezelzülde (Kolçak), (Dehnikin) mutarız, (Lenin), (Troçki) sükûta mütemayil, fırkalarımız (Kesir-Allah adâdıhım) çoğalmış (Ahrar), (Sulh-ı Selamet), (Radikal-ı Avam), (çiftçiler), (İngiliz Muhipler Cemiyeti) kısalmış, intihabat bermutat:

- Olacak, oluyor, İstanbul vilayeti ile şehri emaneti

- Birleşecek, birleşiyor (birleşmez olsun!) iaşe:

- Yoluna giriyor, girecek (girmez olsun!) Aradan koca bir (Şaban) ile bir (Ramazan) ve iki bayram geçmiştir, tramvaylar tünel işliyor, tenvirat başlamış, (elektrik) bile konmuş, (Tarik), (Mesuliyet), (Yirminci Asır), (İfham), (Akşam), (Akvam), (İslam) (Zaman),

162 (Hayam), (Türk Dünyası), (Yeni Dünya), (Utarit) velhelm-i ceri münteşir ve gayr-i münteşir kıyafetler, maişetler, mevsim değişmiş, büyük dolandırıcılıklar, ihtilaslar (siyah pençe) ler meydana çıkmış, (Chryasantos)

- Ha tutuldu, ha tutuluyor,

Fakat rüfekasından (zefiri), (Arap Mesut) gibi yadigârlar haklanmış, (ahlak-ı encümeni) kurulmuş, Darülfünun tadilata uğramış, geniş bir mektepsizlik, derin bir işsizlik, hükümferma, yangın arsaları artmış, hamallar kâhyalığı İstanbul’u kaldırıp götürecek hale gelmiş, önümüzdeki kışta değil öbür kışta provası icra edilmek üzere bir (numune mahallesi) yapılması takarrür etmiş (Klemanso) nutkunda:

- (Hayatın daimi bir mücadeleden ibaret olduğunu kabul etmelidir) diye kestiriyor. Otomobil, tramvay cinayetleri bir devam, (Şirket-i Hayriye), (seyri sefain), (Haliç) kumpanyaları yine işliyorlar, (Wilson) seyahatte hastalanmış, (Lloyd George) (istikbal) tertibatı ile meşgul, tahsisat-ı mestureden yine paralar alınmış, postane sirkatlerle emniyet ve itibarını kaybetmiş, (Kambiyo) Berai idam-ı mahbese atılmış, şehremini paşa cerrahi-i kadim hatıratıyla meşbu olduğu münasebetle:

- Pars muahedesiyle Avrupa devletleri miyanına dâhil olduğumuz günden beri ıslahat icrasına teşebbüs ettiğimiz halde ne ilmen, ne iktisaden, ne siyaseten, ne de idareten bir hatve terakki edemedik. Diyebilir bilmez ağzından bir söz kaçırmış, ayan-ı kiramın adedi alabildiğine efzâyiş-i pezir olmuş, İtalya da (Titoni)

- Belçika, Romanya, hatta Fransa sükût-ı hayale uğradı!

Dediği halde İstanbul da (frengi) (veren) mücedelatı vukua gelmeye başlamış, şehrin planı müsabakaya çıkmış, İran şahı gelip geçmiş, bilaharen dâhil-i havze-i tavzif olan paşalardan bir kısmı (külli şeyin yerciu illa aslihi) ferman-ı celil’el- şanane tevfiken yine birer birer tekaüde sevk edilmiş, esirlerimiz henüz gelmemeye mahkûmen el ellerinden sefil ve sergerden bırakılmış,

163 (Petro) beş sene sonra (Belgrat) a gelmiş, saatler bir saat geriye alınmış, İzmir tahkikatı Lehmire tutmuş, İngiltere ile İran arasında bir itilaf akdedilerek işbu Devlet- i İslâmiye’nin de istiklâli temin kılınmış, birtakım öküz kafalı vatanperverler ağza almayacak kadar calip istikrah olan (manda) münakaşatına dalmış, tezyit ihtiyacata medarı fikriyle bir (havaic-i zaruriye komisyonu) teşkil edilmiş, (Thrace) meselesi büyümüş, (Cemiyet-i Akvam) henüz perişan-ı mukarrerat içinde pûyân, (Pera Palas) oteli, (Bodosaki) Efendi’ye seksen üç bin liradan ciro edilirken iş meydana çıkmış, (hissemi isterim!...)

Gümülcineli (İsmail) Bey’den sonra (Hüdavendigar) a bilmem kaç vali tayin edilmişte dikiş tutturamamış, (Emir Faysal) (Londra) ya gitmiş, ekmek meselesi düzelir gibi olurken (mezbaha) münazaası çıkarak kan gövdeyi götürmüş, lider (Sadık Bey) köşenişin(?) iken tebeddül-i vükela üzerine sadrazamı ziyaret etmiş, Şeyhülislam Sabık (muhafazakâr kalmış) başta yine (Ferit) Paşa ile (Adil) Bey oldukları halde Anadolu Teşkilat-ı Milliyesi’nin Bolşevizm ve ittihatçılıktan arma olduğu ilan edilmiş ise de kimse inanmamış, (Azerbaycan) ile (Gürcistan), Ermenistan’ı yarı yolda bırakmış, (Malta) dakiler (futbol) ile (tenis) oyunlarına, İngilizce tahsiline koyulmuşlar, (Mondros) takiler mevsim-i şitayı geçirmek üzere (Malta) ya nakletmişler,.. Dillerimiz henüz (Mustafa Kemal) Bey demeye alışmadan Anafartalar kahramanı (Mustafa Kemal) Paşa demekte devam etmiş, İzmir valisi (İzzet) Bey ölmüş, dirilmiş, (Harekât-ı Milliye) esasları neşredilmiş, Hükümet-i Cedide beyannamesinde (müttehit bir devlet-i müstakile) şeklinde (bir an evvel sulh) akdini Wilson prensiplerinden behak-ı istifade edilmesini, intihabatın tarik-i askerle icrasını, kanuni esasının nuhbe-i amal ittihaz edildiğini bildirmiş. Millet ile padişah zaman arasındaki hailler kalkmış, mütarekeden dolayı şehirde yetmiş iki millet efradı bulunmakla ortalıkta bütün dünya dedikodusuna muadil-i muazzam bir dedikodu uyanmış.. Velhasıl (mış mış) ama… Eski kâbus geçmiş, daha yeni bir gün doğmuş, bakalım bu eyyam-ı no-enver de neler göreceğiz? [S.204, s.1]

164 Vahdet-i Millîyenin Eşkâl-i İptidaisinden

İstiklâl-i Osmaniye’den evvelki senelerle onu takip eden senelerdeki vakayı alır gözle tahlil edilecek olursa vaka-yı mezkûrede Kurun-i Vüstâ evaririne mahsus bir (İnkılap fikri) başlangıcını tasvir eden bir şekl-i içtimaı görülür. Bu şekil (Bilecik) de bir zaviye derununda tersim edilirdi.

(Tercüme-i Şakayık) a göre aslı (Karaman) lı ve diğer tarihlerde kendisi (Adanalı) lı gösterilen Şeyh (Edebali) bu zaviyede oturuyordu. Müşarünileyhe mahallinde malumat-ı iptidaiye edindikten sonra ikmal-ı tahsil etmek o zamanlar âdetince çile doldurmak ve yine zamanın pek ziyade bir ehemmiyet-i ilmiye tarzında telakki ettiği seyahat maksadıyla (Suriye), (Şam) taraflarında hayli müddet oturmuş, usul ve füru, (tefsir) ve bilhassa (fıkıh) da yed-i tuli sahibi olarak bade (Sultan Önü) sancağının merkezi olan (Eskişehir) civarındaki (İtburnu) köyünde ihtiyar-ı ikamet eylemişti. Şeyhimiz buraya niçin gelmişti?.. Bu ciheti tarih izah etmiyor, fakat vukuat açıktan açığa söylüyor. (Mal Hatun) ile Sultan (Osman) ın muaşakatına bir roman süsü veren müverrihler nice aldanmışlardır. (Mal Hatun) un kendisine mâl etmek dayesinden dolayı (Eskişehir) Beyi ile Sultan Osman arasında zuhur eden nizamın o derecede ehemmiyeti yoktur. Asıl mesele Şeyh’in (Eskişehir) Beyi’nin talebini reddettikten sonra (Ertuğrul) Bey yurduna çekilmiş olmasındadır.

Bahusus Gazi’nin yüz obaya pek çok gelip gitmiş olması ve bir gece meşhur rüyayı görerek Şeyh ile temin-i mesaharet eylemesi acaba suret-i mutlakada (Mal Hatun) alakası mı idi?

(Şakayık), (Edebali) nin servet-i azime ve kudret-i tammeye malik, meslek-i sufiye salik olduğunu zikrettiği sırada umur-ı ibat ve gerü-dâr meham-ı emaret hususunda Osman Gazi’nin daima kendisiyle istişare eylediğini yazıyor. Filvaki pir-i muhterem mesail-i şeriye ve diniye de adeta merci-i kül olmuştu. Bu cihet tarihimizce müttefik- i aleyhidir. Bundan da anlaşılıyor ki İstiklâl-i Osmani cenab-ı azizin irşadat-ı hakimânesinden son derecede hissedar olmuştur. Hatta mesail-i siyasiye de dahi müsteşar, daha iyisi mürşit sıfatını takmış idi. Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin müessesin-i marufesinden biri olan Şehzade (Alâeddin) Paşa’nın da hem büyük babası, hem de muallim ve mürebbisi idi. Bu mazhariyetten naşittir ki Paşa, Şeyh-ı Fazıl’ın telkinat, tedrisatı sayesinde yetişmiş ve Devlet-i Osmaniye’yi böyle bir

165 yetişmenin bereketiyle behre-dar-ı teşkilat eyleyerek Avrupa Kıtası’na kanuni bir devlet kıyafetiyle duhule müsait olacak surette ihzara muvaffak olmuştur.

Diğer taraftan (Mevlâna Alâeddin Esvet) gibi asrının güzinde bir sahib-i ilmi olan zattan şakirdi (Çandarlı Kara Halil) de hem ilmi, hem siyasi, hem de askeri bir sahib-i teceddüt olarak zuhur eylemişti, bu zat evvel emirde Kazaskerlik makamında bulunur, teşkilat-ı esasiye-i devlette ruh-ı tesis addedilecek derecede asar-ı kiyaset gösteriyor, bunlar arasında da Ferzend-i Ercüment Orhan’ı Şehzade ( Süleyman Paşa) bulunuyordu, görülüyor ki muhit seçmeler mecmua olmuştur.

Bizim cenab-ı (Osman) a isnat ettiğimiz (Seyyiat-ı İslamiye) nin mefhumu ne idi? Hristiyanları imha veya İslam etmek mi idi? Bilakis kendisinden sonra yapılan devşirme usulünde imha değil, ihya politikası kullanılmıştır. Tarihen mümbittir ki müşarünileyh Gazi Sadullah içtihadı olmayan ve suret-i itaat gösteren tekfurları yerli yerinden ipka etmiş ve yalnız cizye almıştır. İnce düşünülecek olursa tasdik edilir ki Osmanlıların bilahare dâhil oldukları (Balkan) şebe-i ceziresi hükümetleri ile onların maverasında bulunan diğer hükümetler de din politikasına salik ve münhemin idiler. Bütün tahrikât evvelce yekdiğerinden ayrılmış olan iki (Roma) uzvundan sudur ediyor, Ortodoksluğuyla beraber (Roma) Kilisesi’nden yüz çevrilmiş olan İstanbul İmparatorluğu en ufak harekât-ı askeriyesiyle Katolik Kilisesi reisi bulunan Papa’ya müracaatla Milel-i Nasara’yı kışkırtıyor, hatta bununla da iktifa etmeyerek (Sinop) emareti ile bilhassa (Karaman) Hükümet-i İslamiye’sini aleyhimize kaldırıyordu. Osmanlıların Rumeli’de Hristiyanlar hakkında ittihaz eyledikleri siyaset iki şıkkı haiz idi. Biri: Herhangi Hristiyan Hükümeti olursa olsun onu alel-hâle ipka ederek senevî bir vergi alıyorlar veyahut öşür ve rüsum vermekten ibaret olan haraca kesiyorlardı. Vergiyi vermeyen hükümetler nakız-ı ahit eylemiş addolunarak aleyhlerinde hareket-i askeriye icra kılınıyordu. Hatta Bulgar Kralı (Şişman) 778’de Sultan Murat-ı Evvel’e kızını vermiş iken ertesi sene vergiyi vermeyince (İnce Balaban) namındaki serdarımız ( Sofya) yı işgal eylemişti. Demek ki sistem hiçbir şeyle değişmiyordu.

Tarihte (738) senesinden (758) senesine kadar temadi eden yirmi senelik bir fasıla-ı sükûn ve salah vardır. Bu yirmi sene imaret ve teşkilât-ı siyâsiyeden tadilat ile geçmiş ve fakat bir sene sonra Osmanlı ahval-ı siyasiye ve ictimaiyesi yeni bir tarihe girmiştir. Çünkü bu sene zarfındadır ki Şehzade (Süleyman) Paşa Rumeli’ye mürur

166 eylemiştir. Devr-i Osman namedar da fütuhat şimal ve şimal-i garbiye matuf iken ahd-i Orhan Gazi’de garba müteveccih olarak (Karasi) diyarı alınmış ve diğer cihetten yine evvelki istikâmet takip edilerek (İzmit) ve (Gemlik) gibi sahil memleketler ilhak edilerek Marmara’nın sahil-i cenubisi (Çanakkale) ye kadar yedimize geçmiştir.

İlk zamanlarda (Balkan) şebh-i ceziresinde yerlilerden gördüğümüz mukavemet, sonrakilere nispetle pek cüzidir. İlk Balkan ittihadı (Sırp Sındığı) ile (Kosova) muhaberatında görülmüştür. (Beyazıt) ı Evvel ‘in (Niğbolu) muharebesinde Murat-ı Sânî’nin (Varna) melhamesinden tesadüf ettiği ordular Ehl-i Salib’e mensup idiler. Bizzat (İstanbul) İmparatorluğu’nun, Bulgar, Sırp Krallıklarının harem-seray hümayuna girmelerinin kabulleri delaletleriyle de anlaşılıyor ki şebe-i cezirede zaman zaman bir ittifak ve tesanüt arzuları uyanmıştır. Maahaza bu arzuyu her zaman suya düşüren yine kendileridir. (Balkan) da vakit vakit (Papalık), (İmparatorluk), Macarlık, (Nemse)7 lik politikası sırasıyla roller oynamış ve bu türlü bir silsile-i siyasiyat ve anane şeklini bağlayarak bilahare Ruslar ve onlardan da devl- i muazzime denilen hükümet-i malume istifade etmişlerdir. Fakat asıl dikkat edilecek nokta (teşkilat-ı esasiye) nin büyük ve kavi bir (vahdet-i millîye) vücuda getirerek Padişah ile milleti yekdiğere bağlamış olmasıdır. Filvaki bu irtibat bir şekil-i istibdadi de idi. Fakat (şeriat), yani kanun-i İslamı bu şekli her istediği zaman tadil ve menafi-i amme namına sevk ve tevciye edebiliyordu. [S.204, s.3]

Ahmet Rasim

Benzer Belgeler