• Sonuç bulunamadı

1 2 ESNEKLİĞİN ÇALIŞMA HAYATINDAKİ YANSIMALAR

1.3. ESNEKLİĞİN ORTAYA ÇIKIŞINDA ETKİLİ OLAN FAKTÖRLER

1.3.3. Yönetsel ve Örgütsel Faktörler

1.3.3.3. Yeni Çalışma Modelleri ve Politikalarının Ortaya Çıkışı

1980'lerde istihdam biçimleri, tahmin edilenden çok daha hızlı bir biçimde değişime uğramıştır. Bu değişim, çalışma hayatının hemen her alanında görülmüştür. Özellikle çalışma sürelerinde, iş sözleşmelerinde, çalışanların niteliğinde, işyerlerinde ve organizasyonun yapısında olmuştur. Ayrıca bu dönemde hizmet ağırlıklı çok sayıda yeni iş ortaya çıkmıştır. Ancak, ortaya çıkan bu işler,

184

TEKİN, a. g. m. , s. 140.

genelde part-time, günlük veya geçici, düşük oranda bir nitelik gerektiren ve mesleki ilerleme şansı olmayan işlerdir. Endüstri ilişkilerindeki gelişmeler o derecede hızlı meydana gelmiştir ki, işçi sınıfı, büyük oranda kadınlardan ve “Cogniterya” adı verilen yüksek vasıflı işçilerden oluşan yeni bir sınıf haline gelmiştir. Bu yeni sınıf, sanayi toplumuna özgü olan proletaryanın bilinen anlamı dışında ve çalışmasıyla ne toplumsal bir kimlik ne de ekonomik, teknik veya- Marks'ın deyimiyle - politik iktidarı yürütme yeteneği kazanabilen bir sanayi -sonrası proletaryadır186. 1961 -1988 yılları arasında sanayi işçisinin gerçek sayısı İngiltere'de % 44, Fransa'da %30, İsviçre'de % 24, B. Almanya'da % 18 oranında azalma göstermiştir. Ayrıca birçok Avrupa ülkesinde, son on iki yıl içinde (1975- 1986) bütün sanayi işçilerinin üçte biri, hatta yarısı yok olmuştur. Geçen on iki yıl boyunca, Fransız sanayii 1890- 1968 yılları arasında yaratmış olduğuna hemen hemen eşit sayıdaki iş alanını ortadan kaldırmıştır. Kısacası 2000'li yıllardan önce hem çalışma ve hem de çalışanlarda da değişmiştir. Örneğin, kısmi süreli (part-time) çalışma sürekli yoğunluk kazanmış, çalışma saatleri esnekleştirilmiş ve çalışanlar işletme içinde farklı bir konuma yükselmişlerdir. 1971'de kısmi süreli çalışma tüm işlerin % 15'ini kapsayan, bu oran 1978'de % 20'ye ve 1985'de tüm çalışan nüfusun % 25'ine yükselmiştir. Yine kendi işinde çalışanların (self-employment) oranı 1970'larda toplam çalışan nüfus içerisinde ağırlıklı bir yer oluşturmazken 1978'de bu oran % 7. 4'e ve 1985'te % 10. 8'e yükselmiştir. Evde çalışma (homeworking) ve geçici çalışma'da hızla önem kazanan ve toplam çalışan nüfusun zamanla daha çok kısmını kavrayan çalışma biçimleri olmaktadır. Kuşkusuz, bu gelişme sürecinde geleneksel tam gün istihdam biçimi zayıflamaktadır187.

Yeni istihdam biçimlerinin ağırlık kazanması, şimdiye kadar işletmelerin kendilerinin yerine getirdikleri işleri başka firmalara sözleşmelerle devretmeleri yönünde oluşan yeni eğilimlerin sonucudur. Bu çerçevede birçok hizmet şirketiyle alt sözleşmelerin imzalanması ve bu uygulamanın yaygınlaşması yukarıda belirtilen eğilimin kuvvetlendiğini gösteren bir gelişmedir. Öte yandan bu gelişmeler, 1978'den bu yana imalat sanayindeki işletmelerin ve kuruluşların ölçeklerini de etkilemeye başlamıştır. Gerçekten, 1978'e kadar imalat sanayinde işletmeler ölçeklerini büyütürlerken, 1978 sonrasında birçok sanayileşmiş ülkede beş yüz veya daha fazla işçiye sahip işletmelerin oranı 1978 'de % 54'den 1982'de % 48'e düşmüştür. Yine

186GORZ, Kapitalizm, a. g. e. , s. 7–8.

187 BROWN, William; “The Changing Role of The Trade Unions in the Management of Labour”, British Journal of Industrial Relations, Vol. 18, Issue: 3, 24 July 1986, s. 161.

on bin veya daha fazla işçiye sahip işletmelerin oranı aynı yıllar arasında % 35'den % 30'a düşmüştür. Kuşkusuz, işletme ve fabrika ölçeklerindeki bu daralma, endüstri ilişkileri sistemini de yakından etkilemektedir188.

Yeni istihdam biçimlerinin ağırlık kazanması, şimdiye kadar işletmelerin kendilerinin yerine getirdikleri işleri başka firmalara sözleşmelerle devretmeleri yönünde oluşan yeni eğilimlerin sonucudur. Bu çerçevede birçok hizmet şirketiyle alt sözleşmelerin imzalanması ve bu uygulamanın yaygınlaşması yukarıda belirtilen eğilimin kuvvetlendiğini gösteren bir gelişmedir. Bu uygulamaya alt- işveren veya taşeron uygulaması denir. Çalışma hayatında esneklik politikalarının uygulamalarından biri olan ve 1980’lerden sonra hızla yayılan alt-işveren uygulaması sayesinde işletmeler, küreselleşme ile artan rekabet koşullarına ayak uydurma ve ayakta kalmanın yollarından biri olarak benimsenmiştir189.

1.3.4. Devletin Değişen Rolü

Endüstri ilişkileri sistemlerinin hemen hepsinde hükümet ya da geniş anlamı ile devlet, sistemin baş aktörüdür. Devletin endüstri ilişkilerindeki rolü ve fonksiyonları ile ilgili faaliyetleri sanayileşmenin ilk dönemlerinden itibaren başlamıştır. Bu dönemde devletin endüstri ilişkilerine müdahalesi daha çok, yasal düzenleme çıkarma şeklinde olmuştur. Hem yasal sistemin genel çerçevesi ve hem de bu genel çerçeve içerisinde devletin endüstri ilişkileri sistemindeki rolü değerlendirildiğinde, 1960'lı yıllara kadar devletin dar anlamda endüstri ilişkileriyle ilgili hukuki düzenlemelere yöneldiği açık bir şekilde görülmektedir. Genel olarak devletin yasal çerçeveyi hazırlayıcı rolü, 1960 sonrası değişmeye başlamıştır. Bu dönemde gelişmiş sanayi ülkelerinde sendikal hareket güçlü bir konuma sahip olmuş ve üretim sürecinde de Fordist anlayış hâkimiyetini sürdürmüştür. Devletin benimsediği rol ise, 1960 öncesine oranla daha aktif bir zemine oturmuştur. Bu dönemde devletin endüstri ilişkilerine müdahalesinde görülen artışın önemli nedenleri, dünya ekonomisinde meydana gelen gelişmeler, teknolojik gelişmeler ve artan uluslararası rekabettir. Kuşkusuz, devletin endüstri ilişkilerinde daha aktif bir

188 BROWN, a. g. m. , s. 165.

rol benimsemesinde 1970'li yıllarda yaşanan petrol şokları gibi uluslararası nedenler ve bu dönemde kamu yatırımlarının artan önemi öncelikli yer almaktadır190.

1980’lerden sonra çalışma ilişkileri ve emek piyasalarının işleyişini piyasalara uygun bir yapıya oturtmak ve bu arada endüstri ilişkilerini düzenleyen yasal ve kurumsal düzenlemelerden arındırıp adem-i merkeziyetçi bir yapıya kavuşturmaya yönelik çabalar yoğunluk kazanmıştır. Bu çabalar ilk başta İngiltere’de ortaya çıkmış ve özellikle bu ülkede kuvvetlenmiştir. Buradan da farklı yapılara bürünerek, örneğin; işverenlerin ve hükümetlerin tutumları ve davranışları ekonominin yapısal durumuna bağlı olarak diğer kıta Avrupa’sı ülkeleri de az veya çok etkilemiştir191.

1980’lerden sonra devletin, çalışma ilişkileri konusunda izlediği politikaların odak noktasını değiştirdiği görülmektedir. Bu dönemde devletin emek piyasasını düzenleyici ve çalışanları koruyucu nitelik taşıyan kuralları kaldırma ya da azaltma girişimi içinde olmuştur. Ayrıca artan uluslararası rekabet baskısına maruz kalan işverenler de yasal düzenlemelerden faydalanarak, çalışma ilişkilerini toplu pazarlık yoluyla düzenlemek konusunda daha isteksiz davranma yoluna gitmişlerdir. İşverenler firma içinde insan kaynakları yönetimi uygulamalarını kullanarak tek taraflı hareket etme eğilimi göstermişlerdir192.

Yukarıda anlatılan gelişmelere paralel olarak, çalışma hayatında esneklik uygulamaları kaçınılmaz bir olgu haline gelmiştir. Çalışma hayatındaesneklik, gerek çeşitleri bakımından gerekse uygulama alan ve biçimleri bakımından gittikçe yaygınlaşmaktadır.