• Sonuç bulunamadı

Yasemin Kapusuz

Belgede EKİM - KASIM 2021 SAYI 4 (sayfa 50-53)

Bilmiyorum. Gökyüzü, senindi bir zamanlar. Baharın çiçekleri sendin, gül mevsimi sen… Bir gül, demiştin.

Edebi sanatmış, bilmezdin. Bütün sanatlar seni iyi bilirdi ama. Bir an’ dı. Mevsimler değişmişti. Bir gülüm oldu bugün demiştim, yaşasak da güzeldi hayat, ölsek de… “Ölsek de sevinin, eve dönsek de.” Sen oldum, bildim. Ama ben aklımı, aklı evvelliğimi… Bitiremedim.

Yazdım, sustum. Sustum, yazamadım. Uzun bir suskunlukmuş bekleyiş… Hangi dilde susmalıydım, bilemedim.

Saat kaç?

Bilmiyorum. Peki, ölen kim? Ağustos yangınında dolaba koymayı unutmuşuz gibi karpuz çekirdeğini. Ben daha ölmeyecektim. Konjonktür gereği. Avare dolanacaktım ilden ile. Beylik laflar etmeyecektim. Beylik tabancam yoktu, beylik suskunluğum da. Ben ölünce şimdi eylül de ölecek miydim? Şair miyim ben? Şair değilsem bu yara ne? Sen de şair değilsen bu yarada işin ne? Ben eylülü seviyorum diye eylül de beni sevmeli mi?... Aşinayım, melale… Uzay çağında, yerimi yadırgıyorum haliyle. Yataklar yangın, sular yangın, gözlerine emanetim. Halden hali anlayan gönlüne misafir… Üç beş gün ya da bir gün veya daha kısa… Bir ömür…

Saat kaç?

B

ilmiyorum.

Bilmiyorum. Orman yangınları, alev topları, yağmurların içine gizlenen yalnızlığım, gözlerime kaçan kar suları, yaz ikindileri… Sanırım kırgın vakitler, vaktim. Bende bir telaş pür telaş… Denizler doğuyor gözlerimden, rıhtımlar, sallanan mendiller, seyrek bakışlar, bir bakış ki bin kurşunlar… Monolog:- Resmi evrak kadar değeri yok şu sözlerimin. Diyolog:- Ölümle barışmak için çok geç bu gece.- Güneş dürüldüğünde ancak, bize ne oluyor dediğinde insan. İşte o zaman… Vaktin esiriyim. O dehşetengiz güne, kıyametime dek.

Saat kaç?

Bilmiyorum. Sancılar sıklaşınca vuslat yakın derler. Bir çiçeğe siz diye hitap edermiş şairler, o da bir şey mi?

Ben kaç taşa, kaç akrebe, kaç yelkovana siz diyorum. Kaçsınız siz şimdi? Kaç doğumsunuz, kaç ölüm, kaç aşk?... Kanatsız kalmış karganın kanadının bir tüyü eder misiniz? Kanatsız olmanın acısı işlemez mi takvimdeki resimlerinize? Dakika düşelim mi senelik paydan? Yasağın meyvesi tatlı diye kovulmuş Adem dünyaya, siz kaç ademsiniz, kaç havva? Tedavülden kalkmış kum saati misiniz, imsak mı? Ya da sözlerim mi var, asılsız, darağacında son arzusu beklenen hükümlüler gibi bir bilen, bir anlayan… Altın mıdır kehribar mı bakır mıdır naylon mu diyebildiklerim? Yeterlilik kipinde ya diyemediklerim? Kaçıncı rekattayım şimdi? Kaç Allah gördü alnım, kaç rükuda kalbim göğe erdi, kıyama durdukça genişledi mi balkonsuz odalar? Kaç duaydım dilinde senin, kaç gece, kaç gündüz, kaç saniye, kaç hece? Gerisi hep aynı hikaye…

Saat kaç?

Bilmiyorum. Şiire hangi şehir yakışır, hangi renk, hangi vakit? Yazdıklarım sensen, hep şiirdir. Değilsen, kalsın. Kılavuzu yok derinliğimin. İnecek var diyorum, hemen ilk durakta, durdurun kelimeleri ki bin bir mana ile taşmışlar yollara, sel olmuş bembeyaz sayfaları kurutmuşlar. Şair sözüyse afetmiş, burada inilirmiş, son durağa kaç dakika?...

Saat kaç?

Bilmiyorum. “Bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.” Umudun şehrinde nefes alırsın, nefes veremezsin, Yunus’tur bağın, buğday bile fuzulidir. Bana ben gerektir, sana da ben gerek. Cebimde taşıdığım zamanlar, kolumda, duvarda veya kalbimde zamansız zamanlar… Orada, çölün aydınlattığı sevgili yurdunda, Yusuflarla, kuyularla, okyanuslarla, Tur’da, Zeytindağı’nda, Kudüs’te, Hira’da, Sevr’de, sureta uzak yakınlarda… Biraz daha kalsam yanında, biraz daha ve sonra biraz daha. Dünyanın dünyası kopsa başına, yeni baştan yaratılsa kainat.

Olmaz değil ya? Benim hikayem değil nasılsa, onun hikayesiyse… Zaman durabilir aniden. Durur mu? Öğlen, akşam, yatsı. Fark etmez. Senin durduğun yerde, senin gittiğin yerde… Ağır ağır çıkarım merdivenleri, seherlerde. Çağları aşan sesleri duyuyorum bu manzarada. Gökdelenler arasında güneşimi ararken. Züleyha’yı duyuyorum sağır ellerimle. Kınayıcılardan değilim. Dünyanın en güzel yüküne talibim. Bilinsin. Bilinmesin. Yün eğiren ihtiyar kadın kadar karınca duasıyım. Bilinmezlerde… Şimdi asr-ı saadetteyim. Kördüğüm gibi. Şehadet kokusu satın almak istiyorum mağaralardan. Örümcek ağı taze, geç kalmışım anlaşılan. Hiç vakit kaybetmemeliymişim kaleme and olsun ki… Vakitsiz açmış narçiçeği kadar talanmışım. Ziyanmışım özüme.

Saat kaç?

Bilmiyorum. Yolumuz nerede kesişiyor? Dünya saati ile saatim, vakitsizim. Pilim bitmiş, şarjım yok. Rutine bağlanmış bir dağınık zamanım var, hayat bana güzel, her şey yolunda zira her şey ondan… Her şey ondan olunca gelinler için yüksek yüksek tepelere ev kuruyorlarken ben annemin beşiğini sallıyorum tıngır mıngır.

Ninem kadın sesleniyor berzahtan: “Aman güzel kızım, katip mi olacaksın, yorma güzel gözlerini, öyle de geçer bu dünya, böyle de yürür bu kervan…” Aşrı aşrı memleketler geziyorum, ellerimi kınalayarak vatanımı arıyorum ezelden. Tayy-ı zamanda… Bahçem tarumar olsa da ömrüm, bahar… Kışımı alkışlıyor turnalar… Gecem leyla şakıyor, gündüzüm mecnunun başkentinde, kendi endişesine müşteri, esenlik dilekleriyle… Arz ve talep dengesi lazım, muteber günler için, dijital saatler, hiç durmayan, durdurmayan zamanlar… Zamansızım. Bir meczuptan ödünç aldım zamanını, hiç bitmiyormuş, hocanın kazanı gibiymiş. Hiç bilmiyor o da saat kaç? Hiç bilmiyorum. Siz söyleyin.

Saat kaç?

Sanat çalışmalarında, tuval resmi, teknolojinin getirdiği imkânlar, fotoğrafçılık, video türü belgesel ve filimler alandan uzak değildir. Bazı hususiyetleri göremezsiniz lakin hissedersiniz, tutamazsınız lakin varlığından emin olursunuz, duyamazsınız ama bilirsiniz ki onu duyuran-ilham verenin olduğundan mutlak emin olursunuz ve eserlerinizde temayüz ettiğini de görürsünüz. Dolayısıyla duyularımızda algılayabildiğimiz, zihinlerimizde tasarlayabildiğimiz düşünme yöntemleri olarak da kabul edilen imgenin gücü, sanatın vazgeçilmez hususiyetidir. Evvela hayaller kurarak düşünürsünüz, sonra tasarımına dair imgelerle onu kurgularsınız. İzleme, gözlemleme, hayal ve tasarım gücü oranında sanat kendini inşa eder.

Hissedebilme yetimizin güçlüğü, sanatımızın da güçlülüğünü artırır. Bu yolculuk sanatın, musikinin, şiirin, resmin doğuşunu sağlar.

Resim; figüratifli ya da değil, çizgilerle, lekelerle, renklerle, tonlarla, ışıklarla, sesler ve imgelerle birbirinin içine girerek bir bütüne dönüşür. Estetik yakalayış;

ressamın, sanatkârın, şairin, müzisyenin, dinleyenin izleyenin gönlünde, ruhunda, hissettikleriyle değer kazanır. İcra eden ürettiğinden hoşnutsa-mutlu ve huzur veriyorsa sanat eseri görevini yapmış demektir. Sözünü söylemiş, dokunması gereken noktalara dokunmuş, hissettireceği, çağrıştıracağı duyguları en yüksek

SES-IŞIK- RENK DOKU VE DOKUNUŞ

Belgede EKİM - KASIM 2021 SAYI 4 (sayfa 50-53)

Benzer Belgeler