• Sonuç bulunamadı

SES-IŞIK- RENK DOKU VE DOKUNUŞ İMGELERİ VE KAHVEHANE YANGINI

Belgede EKİM - KASIM 2021 SAYI 4 (sayfa 53-57)

Recep Garip

D

aha önceki, yazılarımızda da birçok kez ifade ettiğimiz gibi şiir, resim ve musiki birbirini tamamlayan sanatlarımızdandır. Bu alana mimariyi, matematiği ve bedii sanatların diğer alanlarını da ilave etmek mümkün olsa da biz daha ziyade bu üç alan üzerinden yorumlamayı tercih ettik. Şiirde ses, renk, imge, doku nasıl eksik olmaması gerekliyse musikide de, resimde de bunların hiç birini eksik edemeyiz. Birinin eksikliğiyle sanatın kendisini tamamen ifade edemediği kanaatine varılmış olur. Sanatta ses, renk, doku, imge konuları üzerinde 19. ve 20 yüzyılda üzerinde durulmuş plastik sanatlarla olan ünsiyetleri konusu da gündeme alınmıştır. Ritim dediğimiz şey, sadece çalgılardan çıkarılmış sesler değil, duyduğumuz ve duymadığımız her şeyde-eşyada var olan sesin getirdiklerinin de kabulüdür.

noktaya taşımış demektir. Renklerin imgelerle, ışık ve dokularla bir araya gelmesi, bir mekân işaretine, duygu çağrışımına, büyük bir resmin alıp götürmesine, bir musikinin terennümüne vesiledir. Işık yansımayla, gölgeyle hareketlidir, tıpkı musiki gibi, ritim gibi.

Buradan farklı bir alan açalım ve diyelim ki bir tablo üzerinde, bu bahsi geçen hususların çözümlemesini yapalım. Uygun bulduğum tablo kendi çalışmalarımdan biri üzerinde olsun ve en azından rahatlıkla konuşabileceğim, söz söyleyebileceğim bir özgünlüğü ve özgürlüğü de elimde tutmuş olayım. Böyle söylesem bile, diğer sanatçılar-ressamlar içinde aynı hassasiyetle söz söyleyebileceğimin altını çizmiş olayım. Eleştirel bakış, sanatın en çok muhtaç olduğu bakıştır. Kişi evvelemirde kendi çalışmalarının dedektifliğini yapabilmeli kaldırıp tokuçlamayı, suyunu sıkıp güneşte kurutabilmeli ki sözü başkalarına söylerken etkin-etkili olabilsin.

Çözümlemeyi düşündüğüm, 2003 yılında yağlıboya çalışmalarımdan biridir. Bugünkü çözümlemede döneme de uygun düşeceği üzere resmin adını “Kahvede Yangın” koymuş olalım. Renkler, dokular, imgeler, ritimler, sesler ve ışıklar açısından tabloyu gözümüzün önünden ayırmayalım.

Resme baktığımızda ilk gördüğümüz sarının bas bas bağırmak için kendisini yırttığını gözlemlesek de diğer dokular buna pek izin vermediği için sarıda kırılmaların olduğunu görüyoruz. Kahve rıhtıma yakın bir mahaldir ve bildiğimiz kadarıyla sahilden dalgaların sesi duyulmaktadır. Yer yer fırtınayı, rüzgârı içine çeken bu Anadolu Kıraathanesinde genel anlamıyla yorgun emekliler oturmaktadır. Balıkçıların dönüşlerinde demli birer çay ve kahve içtikleri bir kahvehanedir. Dingin, içli ve geçmişin izlerini duvardaki dokulardan anlayabiliyor olsak da yangın sardıkça dokular renklerden renklere girmektedir.

Çevrede bulunan makiler-ağaçlar yapraklarını bıraktıkça dumanla birlikte yeşili tonladığını görebiliyoruz.

Daha çok ahşap hissi veren “Kahvehane Yangını” bölgede bulunan yediden yetmişe insanların hatıraları, yaşanmış hikâyeleri yanmaktadır. Ocak başında uzun yıllarca hizmet vermiş olan ocakçı başının yaptığı çaylar, oraletler ve nadiren kıymetli misafirlere ikram edilen kahvelerin yanışı izlenilirken korkunun duvarlara boydan boya mor ve siyah olarak çöktüğünü de görmekteyiz. Yangın çıkınca kahvenin içindeki bütün ahali dışarıya fırlamış ve uzaklaşmış olduklarından her bakışın kendince bir hikâyesi de yanmaktadır. Bir değişimin uğrattığı acının zerre zerre hissedilişi verilmek istenilmiştir tabloda.

Gözler önünde yanıp çökmekte olan “Kahvehane”

de siluet olarak görebildiğimiz bir suretin yangında nasıl bir sarmala dönüştüğü hissini de göz ardı edemeyiz.

Yangın bir anda sarıp sarmalamış, ortalık afete dönmüş hiçbir bakışın, dokunuşun, suyun çare olmadığı duygusunu yaşarken boğazımın düğüm düğüm olduğunu, susuzluktan biçare düştüğümü de ifade edeyim. Ateş yakıcıdır. Ona yakması söylendiğinden beri yakmaktadır. Ödevini harfiyen yerine getiriyor. Yine de insana ağır geliyor bu yangın fırtınası.

Yangın, hayatın içinde hep mevcut olsa da ateşin düştüğü yeri yaktığı söylenir. Yakmayan ateş İbrahim as’ın mancınıkla atıldığı ateşe yaratıcının “yakma ey ateş” emriyle yakmadığı bilinir yalnızca. Ateş, su, toprak ve hava elementlerinin tabloda kendisine yer bulduğu muhakkak. Yangını hissediyorsanız, çıkardığı sesleri de duyuyorsunuz demektir. Ressam tablolarında yalnızca spatula cinsi malzemeler kullanıyor. Fırçayı sevmiyor. Boyayı çözümlemeye ihtiyaç duymadan doğal halini diğer renklerle yaptığı buluşmalardan elde ettiği deneyimlerini yerleştiriyor. Bunu çok net olarak lekelerde görebiliyoruz. Ateş korkutucudur. Dikkatlice kullanıldığında insanın elinde oldukça faydalar sağlamaktadır. Bugün itibariyle sekiz on gündür

dün-yayı kasıp kavuran orman, köy, kasaba yangınları var. Özelde Akdeniz havzasındaki yangınların yürekleri nasıl titrettiğini, insanın çaresizliğini gözlerimizin önüne seriyor. Güç ve kudretin kimde olduğuna dair işaretler koyuyor.

Ressamımız 2003’lü yıllarda bu tabloyu çalışırken neler yaşamıştı, neler hissederek, nerelerden ne gibi ilhamlarla bu lekelerle intisaplı olan seslere, ahenklere, musikinin içli çığlıklarına yangını yerleştirmişti. Bu sosyolojinin alanına giriyor. Ya da resim tahlillerinde ressamın psikolojisinin çözümlenmesinde resimlerin-şiirlerin-musikilerin nasıl ipuçları verdiğinin bulunması gerekiyor. Biz bunları daha ziyade ehillerine bırakalım.

Renklerin uygulanması açısından baktığımızda, zıt renklerle kavga yapacağını zannederken bir uyumun yakalandığı görülebiliyor. İzleyiciyi tedirgin ediyor mu peki diye soruyoruz? Bilakis tedirginlik hissinden ziyade, içine doğru çeken bir duygu seli yakalıyor beni. Derhal koşup içine girmek ve elimden gelen yardımı yaparak oradaki bulunan hikâyelerin yanıp kül olmamasına, gördüğümüz göremediğimiz canların-varlıkların-kuşların-kurtların, börtü böceklerin feda edilmemesine koşmak gerektiğini söylüyor. Biraz duygusallık hâkim, birazcık yanıp kül olmaya doğru yönelen hayatlar içinde yine de yeşilin, ışığın, güneşin doğuş hissine kapılar açtığını da göz ardı etmiyorum. Dahası bir bahara doğru çağrıyı hissediyor, umudu büyütmem gerektiğine dair ışıklar alıyorum. Tedirginlikten ziyade dingin bir tablonun izlenebilirliği gözlerimizin önünde duruyor.

Aynı resmin farklı bir yorumunu, çözümlemesini de pek ala yapabilirim. Örneğin bir bahar muştusu içinde, pencereye gün vurmuş ve dışarıda coşkulu bir atmosferin beni çağırdığını düşünebilirim. Bunun üzerinden resmin anlamı da, değeri de, çözümlemesi de farklılıklarla izleyicinin zihninde yer edecektir. Zaman zaman paylaşımlar yapıldığında resme-şiire dair notlar düşen iyi okuyuculardan-izleyicilerden tahliller aldığımız da olur. Bu resimle ilgili Türkan Ayyıldız hanımefendinin şöyle bir not düştüğünü gördüm;

Bilindiği üzere sürrealist-soyut çalışmalarda kişiler kendi kültürel, sosyal, siyasal vs.ler açısından resme bakarak tahlillerde bulunurlar.

Herkesin yorumu, algısı, gördükleri farklı farklıdır. Işıklandırmanın, resme bakılan konumun, o andaki haleti ruhiyenin de resmin yorumlanmasında önemli olduğu bilinir. Bugün gördüğünüzü yarın başka türlü görebilir, farklı yorumlar yapabileceğiniz gibi uzun yıllardır görmediğinizi bir anda farklı bir bakış açısıyla yeni yorumlar yapılmasına da imkân tanır. Bu açıdan bakıldığında soyut resmin oldukça zengin yorumlarla izleyicide yer ettiğini da kabul edelim.

Ressamın hangi düşle, duyguyla ya da hislerle resmi yaptığının pek bir önemi yoktur. Aslolanın kişinin neler görüp yakaladıkları üzerinden resim anlamlar-değerler kazanmış olur.

“Ufka çizilmiş rengârenk hayaller, kimi yerlerde silik, puslu ve gölgeli. Ağaç, ateş, su bir aradadır. Ormanlık bir yerde insan ruhlarının buz kütleleri içinde haps olduğu bir atmosfer... Renkler ve tabiat öyle iç içe geçmiş ki, fluluğun içinde gizemli bir atmosfer yaratılmış.

Renkleri karan gözyaşı var. Renkler mi gözde, gözde mi yaş belirsiz... Sanki bütün yaşanmışlıklar, tatlı anılar, acı günler alındaki kara yazı birbirine geçmiş.” Değerli okuyucularımıza, izleyicilerimize bizlere ufuk açtıkları, katkılarda bulundukları için her birine müteşekkiriz.

Üç temel renkten bahsedilir; kırmızı, mavi ve sarı, diğer bütün renkler bu ana renklerden doğar. İkinci renk kümesi ise; mor, turuncu ve yeşildir. Karıştırılarak elde edilen birbirinden eşsiz, çılgın, çıldırtıcı renkler bulmak mümkündür. Renklerdeki ana vurgu, koyuluk ya da açıklık dereceleriyle belirlenir. Rembrandt’ın koyu, Claude Monet’in açık tonlar kullandığı bilinir.

“Kahvehane Yangını” adını vererek aslında resmin alanını belirlemiş oluyoruz. Ki bunu pek doğru bulmuyorum.

Kişiler kendileri resimlere isimler koymalıdır. İsimsiz tablolar doğal haliyle kişiliklerini kendileri ele vererek izleyicinin ruhi, akli, kültürel, duyuş zenginliğine göre anlamları genişleyecek ya da daralacaktır. Benim gördüklerimi, görmek istediklerimi, o anki ruhsal-psikolojik durumum üzerinden bir değerlendirme olarak kabul edilmelidir. İzleyici tam tersi düşler peşinde koşabilir, bizim yakaladıklarımızın dışında çok farklı yakalayışlarla mutlu, üzgün, sevinçli, buruk hallere yelkenler açabilir. Soyut resmin, zengin düşleri her daim genişleterek elinde tuttuğu-tutacağı savlarına götürür bizleri.

Hayat bütün güzellikleriyle devam ediyor ve biz içimizdeki şenliği, baharı yaşamak ve görmek istiyoruz.

Filmimizin konusundan bahsedecek olursak; Lee Isaac Chung'un yönetmenliğini yaptığı Minari, 1980'li yılların Amerikasından Arkansas’a göç ettikten sonra kendilerine sıfïrdan çiftlik kurma çabaları içindeki göçmenleri anlatıyor. Baba Jacob'un hayallerine sımsıkı sarılmasıyla eşi ile geldiği yol ayrımında yaşanan üzücü olaylar neticesinde aile olmanın ve birliğin önemini bir kez daha ensenizde hissediyorsunuz.

MİNARİ

Belgede EKİM - KASIM 2021 SAYI 4 (sayfa 53-57)

Benzer Belgeler