• Sonuç bulunamadı

Yapısal-İşlevselci Yaklaşıma Göre Toplumsal Yapı

BÖLÜM 1: KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.2. Toplumsal Yapı Kavramı

1.2.2. Toplumsal Yapı

1.2.2.1. Yapısal-İşlevselci Yaklaşıma Göre Toplumsal Yapı

1.2.2.1. Yapısal-İşlevselci Yaklaşıma Göre Toplumsal Yapı

Yapısal-işlevselci görüşe göre toplumsal yapı, bir olayın nedenlerini ve toplum için yapısal sonuçlarını ele alan bireylerin kalıplaşmış beklentilerini ve davranış kalıplarının oluşmasında kendini gösteren normatif bir çerçeve oluşturmaktadır. Yapısal-işlevselci teorinin toplumsal yapı ile ilgili genel yaklaşımı bu şekilde olsa da, toplumsal yapıyı oluşturan temel ögelerin neler olduğu konusunda kendi içinde birbirinden farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Yapısal- işlevselci kuramını savunanların bazıları toplumsal yapıyı oluşturan temel ögenin kişiler arası ilişkiler olduğunu kabul ederken, bazılarına göre ise toplumsal yapıyı oluşturan temel öğenin kurumlar tarafından oluşturulduğunu, diğer bir kısmının ise, toplumdaki bireylerin farklı rol dağılımlarının bu temel ögeyi belirlediğini kabul etmektedir (Kalaycıoğlu, 2006: 6).

Yapısalcılık görüşünün gelişmesinde Durkheim’in yazılarının etkili olduğunu belirten Giddens, yapısalcı fikirlerinin en önemli kaynağının İsviçreli dil bilimci Ferdinand de Saussure olduğunu belirtir. Saussure’nin dil konusundaki fikirleri, sosyal bilimlerin birçok alanında tartışılmıştır (Giddens,2000: 595).

Yapısal işlevselciliğin yükselişi ile ilgili olarak Durkheim, modern toplumu “kendine ait bir gerçekliğe sahip organik bir bütün” olarak görür. Bütün bir yapının varlığını devam ettirebilmesi için bütünü oluşturan parçalar tarafından ihtiyaçların karşılanması veya bütünü oluşturan parçaların işlevsel olması gereklidir. Şayet bir toplumda bazı temel ihtiyaçlar karşılanmazsa patolojik bir durum ortaya çıkmış olur. Örneğin, toplumsal yapının bütünlüğü için ekonomik ihtiyaçların karşılanması zorunludur. Ekonomideki şiddetli dalgalanmalar ve istikrarsızlık, sistemin diğer parçalarını ve sonuçta da bütün sistemi etkileyecektir. Aynı şekilde toplumsal buhran ve bunalımlar, siyasal sistemi altüst edebileceği gibi, aile sistemini, dini yapıyı da değiştirebilir. Sistemdeki böyle bir sarsıntı, patolojik bir duruma yol açar ve sistemin kendi kendine çalışması ile yeniden normal durumuna gelmesi zaman alır (Poloma, 1993: 32-33).

Yapısal-fonksiyonel yaklaşımda yapılar fonksiyonları ile anlam taşırlar. Bu yönü ile yapılar var oldukları için fonksiyonlar ortaya çıkmış değildir. Diğer bir ifade ile fonksiyonlar, yapılardan önce ortaya çıkar ve kendilerini yerine getirecek yapıların oluşmasına yol açarlar. Yani, yapılar fonksiyonları değil, fonksiyonlar yapıları ortaya çıkarır. Yapısal-fonksiyonel modelin temelinde yapısal farklılaşma fikri de yer alır.

18

Aynı yapı tarafından yerine getirilen fonksiyonların zaman geçtikçe artması ve ihtisaslaşmalarıyla birbirinden farklılaşarak yeni yapılar ortaya çıkarması sonucu yapısal değişme meydana gelmiş olur. Örneğin önceleri ailenin yerine getirdiği üretim, eğitim vb. gibi çeşitli fonksiyonlar, sonradan, fabrikalar, okullar gibi yeni yapılar tarafından yerine getirilmeye başlanmıştır. Bu modelde toplumun alt sistemleri incelenirken bireye kadar inilir (Kongar, 1995: 153-154).

Yapısal-işlevselci yaklaşımın önde gelen isimlerinden birisi de Talcott Parsons’tır. Parsons, toplumsal sistemin aksamadan devam etmesi için bireylerin toplum tarafından onaylanan sosyal rollerin kusursuz ve eksiksiz olarak yerine getirilmesi gerektiğini, toplumda yürürlükte olan sosyal rollerde bir aksamanın yaşanması durumunda toplumsal hayatı düzenleyecek hiçbir şeyin kalmayacağını, tüm sistemin alt üst olacağını vurgular. Ayrıca bireysel anlamda kişilerin sosyalleşme süreciyle kimlik kazandıklarını ve toplum içinde kendi kültürel değerlerini öğrenerek içselleştirerek toplumun bir üyesi haline geldiklerini dile getirir (Wallace ve Wolf, 2002: 21–26).

Yapısalcı yaklaşım, antropolojiden sosyolojiye varıncaya kadar birçok disiplin tarafından kullanılmaktadır. Yapısalcılık kavramının özellikle sosyolojide popülerlik kazanmasında Levi-Strauss etkili olmuştur. Efsane, din, akrabalık vb. alanlarla ilgili yapısal çözümlemelerde bu yaklaşım kullanılmaya başlanmıştır. Ancak, daha çok iletişim, ideoloji ve kültürel konularıyla ilgili çalışmalarda yapısalcı yaklaşımla ilgili kavramların kullanıldığı görülür. Kuramla ilgili çalışmalar yapan birçok araştırmacı, bu görüşten etkilenmiştir. Yapısalcı düşüncenin sosyoloji kuramları içerisinde eleştirildiği yönleri de bulunmaktadır. Özellikle yapısalcığın dilbilim alanındaki çözümlemelerle ilgili geliştirilmiş bir kuram olması, nedeniyel toplumsal hayatla ilgili ekonomik ve siyasi konulara uygulanabilirliğinin az olduğu yönünde eleştirilmiştir (Giddens, 2000: 597).

Levi-Strauss, her toplumun çeşitli seviyelerde bir yapılar bütününden oluştuğunu belirtir. Bu yapılar;

a) Aile sistemleri,

b) Sosyal organizasyon

19

Aynı şekilde Levi-Strauss, sosyal yapının bazı modeller aracılığıyla tahlil edilebileceğini, sosyal ilişkilerin sadece sosyal yapının analizini sağlayan modellerin kurulmasına malzeme teşkil edeceğini söyler (Gezgin, 1997: 22).

Sosyal yapı kavramının amprik gerçekle ilgisinin olmadığını belirten Levi-Strauss, bu kavramın amprik gerçekten hareketle kurulmuş modellerle ilgili olduğunu, sosyal yapı ile sosyal ilişkiler kavramlarının birbirine çok yakın olduğu için çoğu zaman karıştırıldığını vurgulamıştır. Hâlbuki sosyal ilişkilerin sosyal yapıyı açığa çıkaran modellerin kurulması için kullanılan birer hammadde olduğunu, bu sebeple sosyal yapının hiç bir zaman belirli bir toplumda gözlemlenen toplumsal ilişkilerin bütünüyle ilgili bir şeymiş gibi gösterilemeyeceğini belirtir. Levi-Strauss, yapının özelliklerini şu şekilde sıralar: Birincisi, bir yapının her şeyden önce bir sistem niteliği taşıması gereklidir. Bu yapıyı oluşturan unsurların birbirleri ile yakın ilişki içinde olması ve bu unsurlardan birinin bir değişikliğe uğraması durumunda geri kalan diğer bütün unsurlarda değişikliğe yol açmalıdır. İkincisi, her model bir grup biçimsel değişmelerle ilgilidir, öyle ki bunlardan her biri aynı çeşit bir modele karşılık gelir ve bu değişmelerin bütününden bir modeller grubu ortaya çıkar. Üçüncüsü, iki maddede belirtilen nitelikler, modelin unsurlarından birinde herhangi bir değişikliğe uğradığı zaman nasıl bir tepki göstereceğini öngörmeye imkân tanır. Dördüncüsü, model öyle kurulmuş olmalı ki işleyişi bütün gözlemlenen olayları açıklayabilmelidir (Levi-Strauss, 1965: 683).

Yapısalcı yaklaşımda bireyin davranışlarını temel alan tüm ideolojilere karşı çıkış vardır. Buna göre, düşünce, tavır ve eylemlerin doğrudan bireyden kaynaklanmadığı, aksine bunların bireylerin üzerinde, ideolojik, iktisadi ve siyasi ilişki ve düşünce sistemlerinin bir ürünü olarak ortaya çıktığına vurgu yapılır. Yapısalcı görüşte nesneler bütün olarak ele alındığı gibi, bu bütünleri oluşturan kısımlar ise parçalar şeklinde incelenir. Burada bütünü oluşturan parçalar, kendi başlarına özsel olarak bir anlam taşımazlar, bütüne yaptıkları katkı açısından bu parçaların bir değere sahip olduğu vurgulanır (Ozankaya, 1996: 176-178).

Yapısal işlevselci kuramlara göre toplumsal yapı, bireylerin kurumsallaşmış beklentilerini ve davranışlarını belirleyen birtakım normatif yapılar vardır. Ancak bu kuram içinde yapıyı oluşturan unsurlar farklı tanımlanmıştır. Yukarıda da ifade edildiği

20

gibi, bazıları toplumsal yapı kişilerarası ilişkilerden oluştuğunu kabul etmekte, bazıları ise, toplumsal yapıyı oluşturan temel unsurların kurumlar olduğunu kabul etmektedir. Bu konudaki bir başka görüş ise toplumsal yapı, toplumdaki bireylerin rol dağılımlarına göre belirlenmektedir (Sturrock, 2003: 21). Yapısal-İşlevselci yaklaşım içerisinde birbirinden farklı bu üç görüşü savunanlara göre toplumsal yapıyı oluşturan temel öğeler bireylerin kurumsallaşmış davranışlarını şekillendirmektedir.

Geleneksel toplumdan modern topluma geçilmesiyle toplumların nüfusunda artış olmuş, o toplumdaki hizmetler çeşitlenmiş ve bu hizmetlerin farklı kişiler tarafından yerine getirilmesi zorunla hale gelmiştir. Yapısal-işlevselci görüşe göre, toplumsal iş bölümü içinde belirlenen toplumsal rollerin ve bu rollere atfedilmiş toplumsal konumlar toplumsal yapıyı belirlemektedir. Yapısal işlevselci kuram, toplumsal değişimin bir sonucu olarak insanlığın ve toplumların çeşitli gelişim evrelerinden geçmesi ile yeni işlevlerin ortaya çıktığını, toplumsal yapının sürekliliği için bunlarla uyum ve bütünleşmenin esas olduğunu kabul etmektedir (Sturrock, 2003: 21-22).