• Sonuç bulunamadı

Yapının Bizans Devri Tarihi

Bu bölümde, kullanılan kaynaklar arasında Alexander Van Millingen’in “Byzantine Churches in Constantinople, Their History and Architecture” adlı kitabında Aya İrini Kilisesi üzerine hazırladığı makalesi ağırlıkla öne çıkmaktadır. Millingen’in kitabının içinde bir bölüm olarak yer alan bu yazı, yapının Bizans devri tarihini anlatan mevcut başlıca yayın gibi görünmektedir. Nitekim zaten yapının teknik incelemesinin ötesine gitmediğini önsözünde itiraf eden Walter S. George ve yapı üzerine en detaylı çalışmayı ve ana referans kitabı olacak nitelikteki yayını hazırlayan Peschlow da yapının tarihi ile ilgili aynı yayından faydalanmışlardır. George’un zaten Aya İrini Kilisesi üzerine hazırladığı çalışmada Millingen ile birlikte hareket ettiği bilinmektedir. George’un monografisinde yapının tarihi ile ilgili kısım “A Historical Notice” başlığı ile bizzat Millingen tarafından yazılmıştır.

Bizans kenti, Konstantinopolis kurulmadan önce de bir piskoposluk merkezidir. Erken Bizans tarihçisi Konstantinopolisli Sokrates’e göre Aya İrini’nin yerinde şehir kurulmadan önce de bir dini yapı bulunmaktadır (Socrates, ii, c.16). Kilisenin şehrin erken tarihinde özellikle önemli olması ve çok yerde “Antik”, “Eski Kilise” gibi isimlerle anılmasının sebebi de bu olabilir. Orijinal yapı küçük iken, Bizans Doğu’nun başkenti haline geldiğinde Büyük Konstantinus tarafından genişletilip güzelleştirilmiş ve kilise onsekiz yıl süren iç savaş sonrası şehrin kurucusunun Roma dünyasına kazandırdığı sakin dönemin onuruna “barış”a adanarak bu anlama gelen “İrini” adını almıştır (Millingen, 1912, s. 84).

Ayasofya’nın İmparator Konstantinus tarafından ibadete açtırıldığı 360 yılına kadar Aya İrini şehrin katedrali olarak öne çıkmaktadır. Yapıdan bazen “Patrikhane” olarak söz edildiği de görülmektedir (Banduri, ii, s. 52). Ayasofya’nın inşasından sonra da önemini kaybetmediği söylenebilir. Aksine iki kilisenin birleşip tek bir mabet oluşturduğu ve aynı rahipler sınıfı tarafından hizmetleri görüldüğü, ortak bir avlu

içine alınmış olduğu ve “Büyük Kilise” – Μεγάλη Ἐκκλησία - şeklinde aynı isimle anıldıkları görülmektedir (Socrates, ii, c.16).

Patrik Chrysostomos’un sürgüne gönderilmesiyle sonuçlanan olaylar sırasında 404 yılında Ayasofya yanıp harap hale geldiğinde Aya İrini’nin onbir yıl boyunca yine tek başına şehrin katedrali konumuna yükseldiği bilinmektedir.

Aya İrini, tarihte, Yeni Roma’nın kuruluşundan yarım yüzyıl sonra gerçekleşen İznik öğretisinin takipçileri ve Arius destekçilerinin arasındaki çatışma sırasında göz önüne gelmektedir. Barışın korunmasına büyük önem veren İmparator Büyük Konstantinus bu iki dini parti arasındaki çatışmanın temel bir sorundan kaynaklanmayışı ve olaylarda kışkırtma görülmesinden yola çıkarak otoritesini kullanıp anlaşmazlığı bastırmaya çalışmış, bu yolda Patrik Alexandros’a Ariusçu olduğunu toplum önünde ilan etmesi konusunda baskı yapmıştır. İznik öğretisinin önde gelen destekçilerinden olan Alexandros bu emre itaat etmeyi reddetmiştir. Bunun üzerine Arius’un takipçileri şiddete başvurmuşlardır. Ancak harekete geçecekleri günün arifesinde Arius Konstantinus Forumu’nda aniden hastalanmış ve ölmüştür. Tarihçi Sokrates bu olayı ‘Tanrının işi’ olarak nitelemektedir. Bunun sebebi, patriğin ‘kafirlerin’ planlarını öğrendiğinde kendini Aya İrini’ye kapatıp burada gece gündüz dua edip, ağlayıp büyük acısı içinde yardım dilerken dualarında “Arius’un fikirleri doğruysa ölmeme izin ver, ancak eğer yanlışsa onu yargıla” demesi üzerine Arius’un trajik sonunun gerçekleşmesinin bir cevap olarak yorumlanmasıdır (Millingen, 1912, s. 86).

343 yılında doksansekiz yaşındaki Alexandros’un ölümünden sonra iki parti kimin patrik olarak onun yerine geçeceği konusunda yeniden karşı karşıya gelmiştir. Ölen başrahip yerine geçebileceğini düşündüğü iki kişiyi önermiştir: Bu kişiler yetenekleri dolayısıyla seçilen papaz Paulos ile yaşı ve saygıdeğer duruşu göz önüne alınarak belirlenen diyakoz Macedonius’tur. Ariusçular fikirlerine daha yakın buldukları Macedonius’un tarafında yer almaktadırlar. Ancak Ortodokslar seçimi kazanıp Paulos’u Aya İrini’ye yerleştirdiler. Yenilen parti bu duruma boyun eğmiş gibi görünse de sıkı bir Ariusçu olan dönemin imparatoru Konstantius seçimi iptal edip Arius’un fikirlerinin önde gelen savunucularından Nicomedialı Eusebius’u başkent piskoposu olarak atamıştır. 346’da Eusebius’un ölümü üzerine din savaşçıları güç gösterisi yapmak için yeni bir fırsat elde etmiştir. Ortodokslar Paulos’u geri çağırmış, Ariusçular ise Macedonius’u kutsamıştır. Bu hareketleri duyan ve o sırada

Antakya’da bulunan Konstantius Trakya’daki magister militum Hemogenes’i Konstantinopolis’e gitmesi ve Paulos’u şehirden çıkarması için görevlendirmiştir. Ancak Hemogenes bu talimatları yerine getirmek için harekete geçtiğinde ayaklanma çıkmış, Hemogenes’in evi yakılmış, kendisi de sokaklarda sürüklenerek öldürülmüştür. İmparator çok kızgın olarak Konstantinopolis’e dönüp Paulos’u sürgün etmiş ve halka dağıtılan ekmek miktarını ceza olarak yarıya indirmiştir. Bu şartlar altında Roma’ya kaçan Paulos papanın da desteğini alıp piskoposluk görevinin kendine ait olduğunu savunarak Konstantinopolis’e geri dönmüştür. Bu dönemde de Suriye’de olan imparator yokluğundan faydalanılmasına izin vermeyip daha da kızgın olarak Konstantinopolis valisi (prefect) Philip’e, Paulos’u uzaklaştırıp Macenodius’u tanımasını emretmiştir. Becerikli ayarlamalarla Paulos sessizce sahneden uzaklaştırılabilmiştir. Ancak Macedonius’un yerleştirilmesi daha zor bir görevdir. Vali arabasını (chariot) hazırlatıp yanına Macedonius’u oturtarak çekilmiş kılıçlarıyla hazır bulunan bir grup askerin eskortluğunda Aya İrini’ye doğru hareket etmiştir. Keskin çekilmiş kılıçlardan bir tehlike işareti alan sokaklardaki kalabalık mezhep ve sınıf ayrılığı olmaksızın kiliseye hücum etmiştir. Kısa sürede binaya tüm giriş imkanları boğulurcasına mekanı dolduran kalabalıkla kapanmıştır ve valinin arabasının ilerleme imkanı kalmamıştır. Askerler kalabalığın dağılması için kılıçlarını boşa savurmuşlardır. Kalabalık belki çekilme niyetinde olabilir ancak kıpırdamak mümkün değildir. Askerler bunun üzerine harekete geçip kiliseye kadar bir yolu insanları keserek açmışlardır. Bu olay bir kısmı kılıçlarla bir kısmı da ezilerek olmak üzere 3150 kişinin hayatına mal olmuştur. Bu şekilde Macedonius “barış” mabedindeki tahtına oturtulmuştur (Socrates, ii, c.16).

İki parti arasındaki çelişkiler hala devam etmektedir. Altı yıl boyunca süren uğraşlardan sonra Paulos, Roma’da papanın, İmparator Konstans’ın ve Sofya (Sardica) Meclisinin desteğini alarak bu pozisyona getirilmiştir ancak bu kısa bir başarı olmuş, 350 yılında Kafkasya’ya1

ömür boyu sürgüne mahkum edilmiş, yerine yine Macedonius gelmiştir (Socrates, ii, 13, 15, 16). Devam eden otuz yıl boyunca Aya İrini ve başkentin diğer kiliseleri Ariusçuların elinde kalmıştır.

Bu süre boyunca İznik inancı Azize Anastasia’ya adanmış küçük bir şapelde Nazianzoslu Gregorios tarafından öğretilmeye devam etmiştir (Socrates, v, 7).

Büyük Theodosius’un tahta gelişiyle birlikte İznik öğretisinin takipçileri üstün gelmiş ve 381 yılında Konstantinopolis’te toplanan İkinci Genel Konsül öğretiyi Hristiyan kilisesinin asıl inancı olarak kabul etmiştir. Altı evrensel konsülü numaralayan ve çoğunun toplanma yerlerini de not eden, Genç S. Stephen’in (S. Stepheni Junioris) biyografi yazarından öğrenildiği üzere bu çok önemli Konsül Aya İrini kilisesinde toplanmıştır (Vita & Migne, 100, col. 1144). Ancak Theodor Lector konsülün bu olay için toplanan başrahiplerin arasındaki uyuma adanarak adını almış olan Homonia (armoni) kilisesinde yapıldığını iddia etmektedir (Theodore Lector, 1748, s. 533). Millingen, yazarlar arasındaki bu farklılığın sebebinin iki kilisenin adlarının anlamlarının birbirine benzemesinden kaynaklandığını öne sürmektedir. Anonymus’a göre hileyle tahta gelen Basilius 477’de tahttan indirilip yerine imparator Zeno tahtı tekrar ele geçirdiğinde karısı ve çocuklarıyla birlikte Aya İrini’ye sığınmıştır (Bandurii, ii, s. 25). Paschal Chronicle’a (Ad Annum, 478) göre ise Basilicus Ayasofya’ya sığınmıştır. Ancak Millingen’e göre aralarındaki vaftizhanenin hem Ayasofya hem de Aya İrini’ye hizmet ettiği düşünülürse iki açıklama arasındaki fark önemsizdir.

İki yüzyıl kadar ayakta kalan Konstantinus eseri yapı, 16 Ocak 532 günü Nika ayaklanması sırasında yakılmıştır. Praetorium’dan (Romalı general çadırı) rüzgar ile yayılan alevler olmasa büsbütün yangından sıyrılabilecekken, bu sebeple büyük ölçüde yanmış ancak Ayasofya gibi tümüyle yok olmaktan kurtulmuştur. Praetorium’dan Aya İrini’ye yürüyen yangın yolda Alexander hamamı, Eubulus düşkünler evi ile hastalarıyla birlikte Sampson hastanesini de yok etmiştir.

Kilisenin restorasyonu Iustinianus’un isyancıların yaktıkları yerler üzerinde geliştirdiği geniş yeniden inşa planının içinde yer almaktadır. Bu şekilde Aya İrini, Ayasofya’dan sonra şehrin en büyük mabedi olarak harap halinden yeniden doğmuştur (Procopius, i. c.2 ve Procopius, 1994, s.25, md.8). Atriumun kuzey duvarının önünde inşaatta kullanılan ve üzerlerinde ‘Büyük Kilise’ işareti bulunan tuğlalar Aya İrini’nin yeniden inşa tarihini kesin olarak belirtmektedir.2

2 Millingen bu bilgiyi George’dan edindiğini belirtmektedir. Millingen çalışmaları sırasında yardım

ettiği George’un Aya İrini üzerine yaptığı çizim çalışmalarını George’un monografisi yayınlanmadan önce almış ve onun da onayını alarak yardımları karşılığı kendisinden önce Byzantine Churches in Constantinople adlı kitabında yayınlamıştır.

564 yılının Aralık ayında Iustinianus döneminin otuzyedinci senesinde yeni büyük bir yangın Ayasofya’nın yanındaki bölgede imparatorun yeniden inşa etmiş olduğu yapıları tehdit altında bırakmıştır. Sampson hastanesi yeniden yanmış, Büyük Kilisenin garsonostasion adı ile bilinen atriumu ile Aya İrini yakınındaki iki manastır kaybolmuştur. Aya İrini’nin kendisinin ise atriumu ve narteksinin bir kısmı yanıp yok olmuştur (Theophanes, s. 341). Bu hasarların ne zaman onarıldığına dair kayıt yoktur.

Aya İrini Iustinianus tarafından yeniden yaptırılışından sonra 176 yıl kadar tarih metinlerinde yer almamaktadır. İmparator İsaurialı III. Leo’nun hakimiyetinin son yılı 740’ta Konstantinopolis’te gerçekleşen büyük bir deprem Aya İrini’yi de etkilemiştir (Millingen, 1912, s.89).3

Theophanes bu felaketin zamanını çok kesin olarak vermektedir: deprem 26 Ekim’de4, bir Çarşamba günü saat 8’de gerçekleşmiştir (Theophanes, s. 634). Hem başkentte hem de Trakya ve Bitinya’da meydana gelen hasar çok büyük boyutlardadır. İznik’te sadece tek bir kilisenin ayakta kaldığı yazılmaktadır. Konstantinopolis’te ise hem karasurlarının bir kısmı hem de pek çok kilise, manastır ve kamu anıtı yerle bir olmuştur. Aya İrini de sallanmış ve George’un incelemelerinde ortaya çıkardığı üzere büyük hasar görmüştür. İmparator Leo felaketin altı ay ardından ölmüştür. Kilisenin onun ölümünden önce mi sonra mı onarıldığı belirsizdir. İnşa faaliyetleri başlarken ilk sıraya muhtemelen şehir surlarını almış olmalı ki bu surların üzerinde ismi yıkılmış savunma duvarlarının banisi sıfatıyla kendinden sonra tahta gelen oğlu Konstantinus Kopronimus’unki ile birlikte hala durmaktadır. Her ne kadar Aya İrini’nin yıkılan kısımlarının yeniden inşasının kesin tarihine dair bir belge olmasa da tamirata III. Leo’nun zamanında başlanmasa bile Konstantinus Kopronimus’un zamanında muhakkak ele alındığı düşünülebilir. Aya İrini uzun süre harap durumda bırakılamayacak kadar önemlidir ve bugüne izleri ulaşmış bezeme düzeninden ikonoklastik dönemde5

yeniden inşası tamamlanmış gibi görünmektedir.

Kilise 857’de Ignatius ve Photius adında iki rahipten hangisinin patrik olacağına dair yaşanan çatışma ile tekrar tarih sahnesinde gündeme gelmiştir. Photius yanlıları

Ignatius’a karşı Havariler kilisesinde toplanırken Ignatius yanlıları bunları kınamak için Aya İrini’de toplanmışlardır (Millingen, 1912, s. 90).6

Kilisenin adı 907 yılında bilge lakaplı IV. Leo’nun dördüncü evliliği sebebiyle ortaya çıkan tartışmalar vesilesiyle bir kez daha tarih belgelerinde anılır. Bu birleşme kanun dışı olduğundan Patrik Nikolas evliliği kutsayan rahibi görevden almıştır. Üstüne üstlük dördüncü eş Zoe’yi dışlar. Bu davranışlarının sonucu olarak Nikolas işini kaybetmiş ve yerine daha esnek bir din adamı getirilmiştir. Bunun ardından gelen kaçınılmaz son şu şekildedir: din dünyası kilise ve devletin ilişkisini onbeş yıl boyunca zorlayan ayrılıklarla karşılaşmıştır. Sonunda karmaşa I. Romanus’un topladığı bir din adamları konsilinin 921’de dördüncü evliliğin kınanacak bir davranış olduğuna ancak üçüncü evliliğe sıkı kısıtlamalarla izin verilebileceğine karar vermesiyle barış yeniden sağlanmıştır. Bu karar öyle önemlidir ki her yıl Temmuz ayında imparatorun ve patriğin bir arada bulunduğu bir törende okunur. Törenin bitiminde de imparator Aya İrini’den çıkıp Ayasofya üzerinden geçen alaya (prosesyona) katıldıktan sonra buradan Büyük Saray’a gider.