• Sonuç bulunamadı

2 TÜKETİCİ ODAKLI ENDÜSTRİLEŞMENİN GELİŞİMİ ve

3.2 Yapı Üretiminde Endüstrileşme

Üretim eylemlerinin en eskilerinden biri olan yapı üretimi toplumsal hayatın gelişmesine paralel olarak çeşitli kollara ayrılmış ve örgütlü bir iş dalı haline gelmiştir. Yapı üretimine ayrışmış bir meslek dalı olarak mimarın katılması ise toplum içinde iş bölümünün ortaya çıktığı döneme rastlamaktadır. Yakın zamana kadar mimarlık mesleği, belirli bir işlevin karşılanması amacıyla geniş olanaklarla sanat eseri yaratmak olarak kabul edilmiş; yapımın ekonomik, teknolojik ve toplumsal sorunlarına gereken önem verilmemiştir (Sey vd., 1987). 19. yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanan Endüstri Devrimi ve kentleşme kamu, endüstri yapıları ve konuta olan gereksinimi artırmıştır. Ağır ve pahalı olan geleneksel yapım yöntemleri bu talep karşısında yetersiz kalmıştır. Erken endüstrileşmiş sektörlerde kullanılan bilimselliğe dayalı yeni yöntem ve tekniklerin yapı üretimi süreçlerine uyarlanması ve yeni yapı malzemelerinin kullanımı ile yapı üretiminde endüstrileşme hız kazanmıştır.

Berköz’e göre endüstrileşme, herhangi bir üretim alanında girişimci kullanıcıların yerini piyasaya hazır mal veya hizmet arz etmek amacını güden profesyonel girişimcilerin alarak sürekli ve büyük ölçekte üretime geçilmesi ve bu doğrultuda üretkenliği arttırmaya yönelik belirli teknik ve ekonomik çözümlerin yaygın bir biçimde uygulanmaya başlanmasıdır (Berköz,1986). Cansun (1986), endüstrileşme kavramının temelinde geleneksel el emeği kullanmadan belli bir işte uzmanlaşmış işçiler tarafından kullanılan makineler, hatta mümkünse otomatik makineler yardımıyla üretme işlemi yatmakta olduğunu ileri sürmektedir (Cansun, 1986). Endüstrileşmeyi organizasyonel bir süreç olarak ele alan Eser’e göre endüstrileşme; üretimdeki devamlılığı, talepteki düzenli akışı, standardizasyonu, üretim sürecinin değişik aşamalarının planlanmasını, işin yüksek derecede organizasyonunu, mümkün olan her yerde el emeği yerine mekanizasyonu getirmektedir (Eser, 1981).

Yapı üretiminde endüstrileşmenin gelişiminde yapı üretiminin zanaatkar araçlarla, salt biçim ve estetik odaklı olarak gerçekleştirildiği durumu eleştiren ve gelişmiş endüstrilerdeki benzeri

yaklaşımların uyarlanmasını savunan mimarlar ve onların düşünceleri önemli yer tutmaktadır. Le Corbusier, Walter Gropius, Van der Rohe ve Buckminister Fuller gibi öncü mimarlar yeni nesil yapı üretimi sürecinin bilimsel yöntemler kullanılarak rasyonelleştirilmesi ve verimin artırılmasını savunmuşlardır. Le Corbusier üretim ekonomisine uygun olarak biçimlenişleri, görünüşten önce amaç ve ekonomi odaklı olmaları ile dönemin fabrika ve depo türü gibi endüstriyel yapılarını yeni mimarlık için örnek göstermiştir. Le Corbusier’e göre makineleşmiş bir yapı üretimi yüksek sayıda konut gereksinimine yanıt verecek bir potansiyele sahipti. Konut tıpkı otomobil fabrikalarında hareketli bantlarda bir araya getirilen otomobil gibi üretilebilirdi (Kieran ve Timberlake, 2004). Wachsmann, “Yedi Tez” adını verdiği makalesinde yapı üretiminde endüstrileşmenin önemini şu şekilde vurgulamaktadır : “Makine çağımızın aracıdır. Etkilerini sosyal düzende gördüğümüz olguların nedenidir. Yeni malzemeler, yöntemler süreçler statik ve dinamik alanlardaki bilgiler, planlama teknikleri ve sosyal koşullar kabul edilmelidir. Yapı, endüstrileşmenin koşullarına uyarak hücre ve öğelerin çoğalmasıyla dolaylı olarak meydana gelmelidir. Modüler sistemler, deneysel yöntemler otomasyon kuralları yaratıcı düşünceyi etkilerler. Çok karmaşık statik ve mekanik sorunlar için ustalardan kurulu ideal ekiplerde, endüstri ve uzmanlarla mümkün olan en sıkı işbirliği sağlanmalıdır” (Wachsmann, 1957).

Sözü edilen bu düşünceler ve yaklaşımlar yapı üretimi yöntemlerinin gelişimini etkilemiş, yapıyı oluşturan bileşenlerin standartlaştırılması, yapı sürecinde makineleşme düzeyi, kullanılan hazır eleman yoğunluğu (prefabrikasyon), yapım sürecinde üretim verimliliğini arttırıcı işlemler (rasyonelleştirme) hep birlikte endüstrileşmiş yapı üretimi kavramını olanaklı kılmışlardır. Özellikle Avrupa’da 1950’ler ve 60’larda yapı üretim süreçlerinde prefabrike elemanların yaygın kullanımı, kalite kontrolünün yaygınlaşmasına yönelik çabalar, programlama yöntemleri ve dokümantasyon sistemlerinin kullanılmaya başlanması yapı endüstrisinin gelişimini hızlandırmıştır. Üreticiler yeni yapı ürünlerinin geliştirilmesi ve pazarlanması ile endüstrileşmiş sistemlerin tanınmasında önemli rol oynamışlardır. Müteahhitler standartlaştırılmış parçaların yapı bileşenlerini ucuzlatabileceği, yapım sahasında kullanılan iş gücünü azaltabileceğini böylelikle yapım hızının artırılabileceğini, kontrol altında gerçekleştirilen üretim süreci sonunda kalitesi yüksek ürünler üretebileceklerini fark etmişlerdir (Gann, 1996).

Endüstrileşmiş yapı üretimi standartlaşma, rasyonelleşme, makineleşme, prefabrikasyon olmak üzere dört temel ilke üzerine kuruludur.

Standartlaştırma: Standartlaştırma, bileşen özelliklerinin bilimsel tanımlarının yapılması,

performans, strüktür, tolerans gibi farklı işlev ya da özelliği temsil eden kategorilerin oluşmasına neden olmuştur. Yapı bileşenlerin fabrikada üretilebilmesi için öncelikli şarttır.

Rasyonelleşme: Yapı üretimi süreci verimliliği artırmaya yönelik olarak bilimsel ilkeler

doğrultusunda gerçekleştirilir.

Makineleşme: Yapı üretimi sürecinde ele emeği yerine makineler ile üretim esastır.

Prefabrikasyon: Prefabrikasyon yapı sahasında bir araya getirilmek üzere yapı bileşenlerinin

fabrikada üretilmesidir. Hazır bileşenlerin yapı sahasında bir araya getirilmesi ile iş gücü kullanımı ve malzeme sarfiyatı en alt düzeye indirgenmiştir. Tasarım ve yapı tipinin bilgisi olmadan üretilen ve tasarımı bitmiş belirli bir bina için üretimi yapılan iki tip prefabrik bileşen gelişmiştir. İlki genel pazara yönelik stok olarak üretilirken ikinci durumda siparişe göre üretim söz konusudur (Barlow vd., 2000).

Yapı üretim sistemlerinde üretkenliğin artırılması ve maliyetin düşürülmesi olarak belirlenen başlıca amaçlara ulaşabilmek için diğer endüstrilerde gözlenen gelişmelerin bu üretim dalına uygulanmasını güçleştiren etkenler bulunmaktadır. Bu etkenler, ürün ve talep karakteristikleri olmak üzere iki grupta ele alınabilir (Sey vd., 1987):

Ürün Karakteristikleri :

Ürün yerinin sabitliği : Yapı belirli bir toprak parçası üzerine kurulmaktadır. Gaz, su, kanalizasyon, elektrik gibi altyapı hizmetlerine ulaşım gereksinimi yapının bir şekilde zemine bağlanmasını gerekli kılmaktadır. Yapının toprakla olan zorunlu bağlantısı, yapı üretiminin belirli bir bölümünün şantiyede geçmesine neden olmaktadır. Böylece üretim süreci dış hava koşullarından etkilenirken bu durum sürekli bir üretim yapılması zorlaşmaktadır.

Ağırlık ve kütle : Yapılar içlerinde farklı eylemlerin gerçekleştirilebilmesine yönelik olarak büyük hacimli; kendi strüktürü, barındırdığı donatılar, teknik hizmetler bağlamında da ağır ürünlerdir. Sözü edilen bu nitelikleri yapının tümünün ya da parçalarının arsa dışında üretilip edilip getirilmesinde özellikle taşıma ve kaldırma açısından zorluklar yaratmaktadır.

Tiplerin çokluğu : İnsan eylemlerinin çeşitliliği yüksek sayıda farklı yapı türünün oluşmasına neden olmaktadır. Buna ek olarak kullanıcıların gereksinimlerinin ve beklentilerinin çeşitliliği ile yapılar farklı teknolojilerle üretilmiş yapı sistemlerinin bir araya geldiği her biri bir diğerinden farklılık gösteren karmaşık bir ürün bütünü özelliği göstermektedir. Yapının türüne ve talebin farklılığına bağlı olarak ortaya çıkan esneklik yapı üretiminde kitlesel üretimin sürekliliğine engel olmaktadır.

Dayanıklılık ve uzun ömürlülük : Yapı diğer ürünlere oranla daha uzun bir süre kullanılmak üzere üretilen bir üründür. Bununla birlikte gerekli bakım ve onarımlar gerçekleştirildiğinde yapıların ömrü uzatılabilmektedir. Bu özellikler yeni yapı üretimi talebini etkilediğinden sürekli bir kitlesel üretimi güçleştirmektedir (Bilgin 1994, Sey vd., 1987).

Talep karakteristikleri :

Yapı endüstrisindeki talep hacmi büyük oranda değişken bir özellik göstermektedir. Bu durumun başlıca nedeni olarak yapı talebinin esnek bir nitelik taşıdığı gösterilmektedir. Bir diğer deyişle yapı talebi belirli zorunluluklar karşısında ertelenebilmektedir. Yapı üretiminde talebe ilişkin bu özellik kitlesel üretim yapılabilmesine sınırlılık getirmektedir (Sey vd., 1987).

Yapının ürün ve talep nitelikleri açısında yukarıda özetlenen karakteristikleri yapı üretiminin endüstrileşmesinin özgün bir biçimde gelişim göstermesine neden olmuştur.

a) Ürünün toprağa bağlı olma zorunluluğu ve ağırlığı yapı talebinin yerel karakteri ile birleşerek üretimin yerel araçlar ve yöntemler aracılığı ile gerçekleştirilmesine neden olmaktadır. Yönetmeliklerin etkisi ve alt yapı hizmetlerinin etki alanlarının sınırlamaları bu duruma katkıda bulunmaktadır.

b) Yapının uzun ömürlü bir ürün oluşu ve bakımla ömrünün uzatılması yeni yapıya olan talebi azaltmaktadır.

c) Yeni yapıya olan talep kullanıcının gelir durumuna ve ürün fiyatına bağlı olarak ertelenebilmekte ve kararsız bir durum göstermektedir (Sey vd., 1987).

Gerek bir ürün olarak yapının ve buna bağlı olarak yapı üretimi sürecinin özellikleri, öte yandan talebin esnekliği, diğer sektörlerde olduğu gibi sürekli bir kitlesel üretimin gerçekleşmesine olanak tanımamıştır. Bu duruma bağlı olarak yapı üretiminde endüstrileşme sözü edilen sınırlılıklara bağlı olarak daha çok yapı sistemleri düzeyinde gelişim göstermiş, yapının taşıyıcı sistemleri ile yapıya yönelik altyapı hizmetlerinin üretiminde zanaatkar işgücü kullanımı varlığını devam ettirmiştir. Öte yandan talebin esnekliğinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan farklı gereksinim ve beklentileri karşılamak adına tasarım ve üretim süreçlerinde alternatif yaklaşımların geliştirilmesi zorunluluğu doğmuştur. Yapı elemanları ve bileşenlerinin ortak boyutların katlarında tasarlanıp üretilmesini ve farklı birleşim düzenlerinde bir araya getirilmesini sağlayan boyutsal ve modüler koordinasyon kavramları endüstrileşmiş yapı üretimi süreçlerinde çeşitlilik olanakları sağlama yönünde kullanılmışlardır.