• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM

3.2. Yabancılaşma – Yalnızlık Kavramları

3.2.1. Yabancılaşma

İnsanın sosyal bir varlık olduğu hemen hemen her toplumda kabul edilen bir gerçektir. Aristo’nun insanın sosyal bir varlık olduğunu ileri sürdüğü günden bugüne insanın asosyal bir varlık olduğunu ileri süren kimse çıkmamıştır. Yalnızlığın düzenli bir yaşam şekli aldığı durumlarda düşünürler, yalnız yaşayanların iyi bir gözlemci olacakları kadar yaşadıkları toplumla da yabancılaşabileceklerini ileri sürmüşlerdir.

Bu bağlamda yabancılaşma; “bireyin toplumsal, kültürel ve doğal çevresine olan uyumunun azalması, özellikle de bireyin üzerindeki çevre denetiminin kalkması, bu denetim ve uyumun giderek azalması, bireyin yalnızlık ve çaresizliğine yol açması olarak tanımlanmaktadır” (Kongar, 1979, s. 464).

İnsanın yaşadığı toplum ve bu toplumun değer yargılarına dair yabancılaşmasını en iyi anlatan yazar kuşkusuz Camus’dur. Camus insanın, topluma ve doğaya yabancı olduğunu ileri sürmüştür. İnsanın bilinci ile yaşamı arasında sürekli bir kopuşun olduğunu belirtmiştir. Bu kopuş ile birlikte her şey sürekli olarak tekdüzelikten ibarettir. En önemli eserlerinden birisi olan Yabancı isimli romanının kahramanı Meursault, hemen hemen her toplumda neredeyse ortak değerler olarak kabul edilen “dogma”lara bile yabancıdır. Dil – töre – din – aile gibi birçok kavrama karşı olmasından ötürü toplumdan dışlanmış ve bu nedenle de yalnızlaşarak toplum ile yabancılaşmıştır. Meursault’nun, içinde yaşadığı toplum ile yabancılaşmasının

temelinde ise, Meursault’un toplumsal normlardan soyutlanmış nesnel mantığı ile toplumun törelere dayalı normatif mantığı arasında sürüp giden mantığı yatmaktadır. (Mahiroğulları, 1994, s. 312 - 313).

Meursault’un toplum uyumsuzluğu ve toplum ile yabancılaşması özellikle günümüz sanayi toplumlarında çok sıkça karşılaşılan bir durum halini almıştır. Özellikle yabancılaşma konusundaki çalışmalarıyla tanınan Melvin Seeman, yabancılaşmayı güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık, soyutlanma, öz yabancılaşma olmak üzere beş gruba ayırmış ve bu yabancılaşma türlerinin özellikle sanayi toplumuyla birlikte artış gösterdiğini belirtmiştir (Aktaran Tezcan, 1985, s. 121 - 122).

Birçok düşünüre göre de, sanayileşmenin artmasıyla birlikte aile yapılarının çekirdek yapıya dönüşmesi, kadının da işgücü olarak çalışma hayatına girmesi ile birlikte, toplumun en küçük parçası olarak adlandırılan aile kurumu zarar görmüştür. Çocukluk yaşlarından itibaren aile kavramı içerisinde büyümeyen bireyler, ilerleyen dönemlerde toplumsal faaliyetlerden, gelenek – göreneklerden uzaklaşmaktadırlar. Sanayileşme ile birlikte herhangi bir maddeye aşırı tapınma olarak nitelendirilen parasal ilişkilerin yüceltilmesi; insan ilişkilerini çıkara dayalı, nesneler arası ilişkiye dönüştürmüş, dolayısıyla insanı yabancılaştırmıştır.

Sanayi toplumu olarak nitelendirdiğimiz toplumsal yapıda özellikle kitle iletişim araçlarının yerleşik bir hal alması ile birlikte, insan davranışları, tutumları kanaatleri, düşünceleri ve eylemleri de bir standartlaşma içerisine girmiştir. Sanayi toplumlarında bireylerin topluma ve siyasete etkin olarak katıldığı kamu toplumu yerine, insanların kitle iletişim araçları vasıtasıyla yönlendirildiği ve güdüldüğü kitle toplumu biçiminde yapılanmıştır. İnsanlar kitle toplumunda yabancılaşmaktadır. 21. yüzyıla doğru, iletişim araçlarının gelişmesi ve etkinliğiyle, dünya bağlamında ekonomik, sosyal ve siyasal küreselleşmenin yanında, özellikle etkisi daha yoğun olarak görülen kültürel küreselleşme yaşanmaktadır. Kültürel küreselleşmenin boyutu, uydu yayınları aracılığıyla medyaların etkinliğinden artmaktadır. Marshall McLuhan’ın ifade ettiği gibi dünya “global bir köy”e dönüşmektedir. Dünyanın her yerinden her an haberdar olunurken, TV tek boyutlu kültürel ürünler sunmaktadır. Bu

nedenle de özellikle yayıncılıkta, kültürel enformasyon üretimini elinde bulunduran hâkim ülkelerin “kültür kodları” ve “kültür modelleri” diğer ülkeleri ve diğer ülkelerin toplumsal yapılarını etkilemektedir. Bu nedenle de, yabancılaşma her toplumda çok sık görülen bir sorun halini almıştır. Milli kültür kodları ile yabancı kültür kodlarının çatışması ve uyumsuzluğu, sosyo - kültürel hayatta ikilemlere, bunalımlara ve anomik yapılanmalara neden olmaktadır (MEGEP, 2007, s. 13-14). Aynı zamanda özellikle gençler toplumsal olaylara kayıtsız kalarak, gerçek ortamlarının yerine, daha geniş bir ortam olarak adlandırılan internet ve internet üzerindeki sosyal ağlarda sosyalleşmeye çalışmaktadırlar.

İnternetin ve kitle iletişim araçlarının yaygın kullanımı çeşitli araştırmalara konu olmuştur. Bu araştırmaların sonuçlarının ortak noktası olarak internetin ve kitle iletişim araçlarının çok sık kullanımının, kullanıcıları üzerinde bağımlılık yarattığı saptanmıştır. Bireyler üzerinde yaratılan bu bağımlılık ile bireyler sosyal ortamlarda vakit geçirmek yerine kitle iletişim araçları ve onların ürünleri ile yalnız kalarak vakit geçirmeyi tercih eder duruma gelmişlerdir. İnternet, bireyin gerçek dünya ile yabancılaşmasının ve kendisini bir yerde ötekileştirmesinin en belirgin örneğini oluşturmaktadır. İnternet aracılığı ile bireyin sanki karşısında birisi varmış gibi yaptığı konuşmalarda/yazışmalarda Baudrillard'ın deyimiyle "kendini gerçekleştirme anı"nı yok etmektedir. Yani karşısında bir öteki olmadığı için hiçbir kimse veya bir şey ile yabancılaşmaz, “Ben” ve “Öteki”ni kişi kendisi üretmek zorunda kalır (Baudrillard, 2006, s. 139-140). Yani birey, istediği kişinin kılığına veya karakterine bürünerek istediği kişilerle görüşme çabasına girmektedir. Bu da bireyin gerçekten ziyade sanal ortamdaki konuşma ortamlarını ve sosyal ağları tercih etmesinin nedenlerinden birisi olarak durmaktadır.