• Sonuç bulunamadı

Neslin çoğalması, toplumun devamının sağlanması için çocuk yapma, ailenin en önemli işlevleri arasında bulunmaktadır. Çocuğa duyulan sevgi, ilgi, yaşama anlam ve değer kazandırmaktadır. Bunun yanı sıra, kendini aşma ve çevreye ispat etme insanların en önemli gereksinimlerindendir. Bir şeyleri yapma veya ortaya çıkararak doygunluğa erişmenin en doğal ve başarılması en kolay olanı, anne-baba olmak ve dünyaya getirdiği varlığa karşı ilgi ve sevgi beslemektir (Özabacı, 2004, 45). Aile kurmak ve çocuk sahibi olmak, kişiye sorumluluk ve paylaşma duygularını aşılayarak, onu hem bencillikten korumakta hem de toplum ve insanlar arasında anlamlı bir ilişki kurmasına yardımcı olmaktadır (Ersanlı, 1997, 18).

Aile, bireye içinde yaşayacağı toplum ve kültüre ait bilgilerin ilk ve en somut şekliyle aktarıldığı; sosyal çevre ve diğer insanlarla ilk temasın başlangıcının gerçekleştiği yerdir (Gökçe, 1996, 155). Başta dil olmak üzere toplumdaki kültürün bazı temel ögeleri aile içinde bireye aktarılır. İlk aşamada belirli saatlerde yeme ve yatmayı aile içinde öğrenen çocuk, daha sonra hareketlerinde başkalarını dikkate alma; gelenek ve göreneklere göre yaşamayı kavrayarak sosyal yaşama hazırlanmaktadır (Durkheim, 1994, 41). Bilindiği üzere eğitim ancak gözleme, deneye ve yapmaya dayalı olursa yaratıcılığa götürür. Öğrenilerek uygulamaya geçirilen günlük hayattaki birçok bilgi aile içinde bireye aktarılmaktadır (Yörükoğlu, 1997, 120-121). İnsan, en basit bir makineyi kullanmadan, bir ağaç dikip meyvesini almaya, temizlik alışkanlığından, bir şiir yazabilmek ya da bir resim yapabilmek için gerekli olan alt yapının hazırlanmasına ve daha sayılabilecek birçok şeyi aile içinde aldığı eğitime borçludur.

Çocukları manevi duygu ve düşüncelerle donatma, onlara şahsiyet kazandırma ailenin hizmetleri arasındadır. Dolayısıyla toplum üyelerinin ilk toplumsallaştığı yer ailedir (Sayın, 1990, 2-3). Ekonomi, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda faaliyet gösteren insan, söz konusu alanlarda uyguladığı ve başarılı olduğu her türlü tutum ve davranışı, içine doğduğu ailede erken yaşta, kolay, çabuk ve doğrudan öğrenmektedir. Bu bilgiler, kişiye hazır olarak aile büyükleri tarafından sunulmaktadır (Şentürk, 2008, 10).

Toplumsal ilişkilerin, özellikle de birincil ilişkilerin en yoğun olduğu toplumsal birim ailedir. Toplumun küçük bir minyatürü olarak görülen ailede herkesin bir konumu, ona uygun rolleri ve statüsü mevcuttur. Böyle olmakla birlikte bu rollerin anlaşılması, benimsenip uygulanarak toplum tarafından onaylanan davranış kalıplarına dönüştürülmesi en iyi ve anlamlı şekliyle aile içinde gerçekleşebilmektedir (Sezal, 2003, 172). Bu açıdan bakıldığında aile, kadın ve erkeğin çocukluktan başlayarak toplumsal rolleri kazanmaları gibi önemli bir görevi üstlenmiş olmaktadır.

Aile üyeleri, psikolojik doyumlarına aile içinde ulaşırlar. Aile içi ilişkilerin bozuk olması, aile bireylerinin psikolojik ve psikiyatrik hastalıklara yakalanmalarına yol açabilmektedir (Arslantürk ve Amman, 2008, 294). Bunun yanı sıra bir bütünün parçası olma durumunu ortaya çıkaran aile üyeliği kişiyi mutlu kılmaktadır. Daha düzenli ve istikrarlı bir yaşamı vaat etmesiyle aile, eşlere psikolojik ve sosyal destek sağlamaktadır. Birlikte olmaktan zevk alan ve birbirini tamamlayarak mutluluğu yakalayan anne- baba; karı-koca üzerlerine düşen sorumlulukları büyük bir zevkle yerine getirmektedirler (Sezal, 2003, 175). Farklı fizik, ruh ve yapıya sahip olan kadın ve erkek, aile birlikteliğinde eksikliklerini gidermekte ve yaşamlarını belirli bir düzene kavuşturmaktadır (Aktaş, 2000, 55).

Aile ve evlilik kurumu, insanın biyolojik veya fizyolojik bir ihtiyacı olan cinselliğin en iyi, sağlıklı ve güvenli bir şekilde giderilmesini mümkün kılmaktadır. Bununla birlikte kişi, evlilikte sadece cinsi doyum ve rahatlık elde etmemekte; birçok güvenlik tedbirine de kavuşmaktadır (Arslantürk ve Amman, 2008, 294-295). Bu gereklerin yokluğu veya eksikliği, özellikle kadında pek çok ruhsal şikâyetlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Kişinin, arzu edildiğini ve kendisine ihtiyaç duyulduğunu bilmesi, ona psikolojik doyum ve güven duygusu vermektedir (Ziyalar, 1999, 105). İstatistiklere göre, evli ve çocuk sahibi olan kişilerde intihar vakalarına daha az rastlanılmaktadır. Ailenin büyüklüğünün artması, intihar konusunda, genellikle kişiler üzerinde koruyucu bir etkiye yol açmaktadır. Dolayısıyla, evlilik, aile ve çocuk sahibi olmanın, kişiyi bazı olumsuz davranışlardan koruduğunu söylemek mümkündür (İbrahimoğlu, 2004, 126).

Aile üyeleri birlikte sevinir, birlikte üzülürler. Doğum, düğün, sünnet, ölüm gibi törenlere ve eğlencelere birlikte katılırlar. Bu da ailenin eğlenme, eğlendirme ve birbirine destek olma işlevleri arasında değerlendirilebilir (Sayın, 1990, 2-3). Bu bağlamda, yakın sevgisi ve anlayış duygusunun en iyi karşılandığı mekân olan aile (Kasapoğlu, 1990, 51), insanı bireycilikten kurtarıp sosyalleştirdiği gibi, aynı zamanda yalnızlıktan ve ruhi boşluktan da uzaklaştırmaktadır. Aile, kişiye, toplumun bir üyesi olduğu duygu ve düşüncesini vererek sorumluluk yüklemektedir. Onu düzenli bir hayat kurmaya, toplumun beklentilerine, kanun ve nizamlara uymaya, diğer insanlarla iyi ilişkiler geliştirmeye yöneltmektedir (Peker, 1990, 363). O kadar ki aile üyeleri arasındaki hak ve görevler hukuk kurallarıyla belirtilmekte, aile hukuku, hukuk içinde önemli dallardan biri olarak görülmektedir (Sayın, 1990, 2-3).

Aile, özellikle de geleneksel aile, ekonomik bir birimdir. Beslenme, barınma ve korunma, sağlıklı yaşama gibi ferdi ihtiyaçların giderilmesi aile içinde olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında ailenin hem üretim hem de tüketim birimi olduğunu söylemek mümkündür (Arslantürk ve Amman, 2008, 295).

Ziya Gökalp, aileyi cemiyetin küçük bir modeli olarak görmekte, güçlü aileyi güçlü millet ve devletin temeli olarak düşünmektedir (Erdoğmuş, 1977- 78, 315). Sahip olduğu işlevler ve sağladığı faydalarla, önemli bir toplumsal yapı unsuru olan aile söz konusu olunca doğrudan “kadın” akla gelmektedir. Nasıl ki toplumun temel öğesi aile ise, ailenin de ana unsuru kadındır. Hatta Türk toplumunda kadın tek başına aileyi temsil etmekte; bir erkek “ailem” derken çoğu zaman doğrudan karısından bahsetmiş olmaktadır. “Yuvayı dişi kuş yapar” atasözünde de vurgulandığı gibi aile kurumunun oluşumu ve devamı “kadınla” hayat bulur (Doğdu, 2005, 13). Kadın, aile içinde karşılıklı saygı, sevgi, dayanışma, bağlılık ve iş bölümünün önderi; toplumdaki geleneksel rollerin yeni nesillere aktarıcısı; kültürün, değişen şartlara bağlı olarak güncellenmesinde vazgeçilemeyen sosyal bir müessese gibidir.