• Sonuç bulunamadı

Mustafa Sâkıb Dede, müddet-i hayâtında IV. Mehmed (Avcı) (ö. 1104 h./1693 m.), II.

Süleyman (ö. 1102 h./1691 m.), II. Ahmed (ö. 1106 h./1695 m.), II. Mustafa (ö. 1115 h./1703 m.), III.

Ahmed (ö. 1149 h./1736 m.) zamân-ı meşîhatlerine şâhit olmuştur.

Bu zamân diliminde artık duraklama devrini yaşayan Osmanlı Devleti Avrupa’nın etkisini hissetmeye başlamıştır. Pâdişahların sık sık değişmesi, devlet kadrosunun da sık sık değişmesi, hattâ memûriyetlerin alınıp satılması, netîcesini doğurmuştur. Şeyhülislâm ve kadıların da bu çarkın içerisinde olması toplumun ve devletin çürümesine sebep olmuştur.

1111 h./1699 m. târihinde imzâlanan Karlofça Antlaşması Osmanı İmparatorluğu’nun Avrupa’da ilk kez toprak kaybetmesine sebep olmuş ve bu antlaşmayla Budin, Eğri, Kanije, Mora gibi eyâletler Osmanlı hâkimiyetinden çıkmıştır. Askerî ve siyâsî olarak büyük çalkantılar yaşayan Osmanlı İmparatorluğu, teknik olarak gelişmiş olan Avrupa karşısında teknoloji olarak da erimektedir.

İmzâlanan Karlofça Antlaşması, yalnızca siyâsî ve askerî sıkıntıya değil, aynı zamânda iktisâdî sıkıntıya da sebebiyet vermiştir. Nitekim, kaybedilen topraklardan elde edilen vergiler ve diğer gelirler kesilmiş ve devlet bir darboğazın eşiğine gelmiştir.

Alınmaya çalışılan tedbirler, yapılan ayarlamalar bir nebze olsun rahatlamaya sebep olmuştur. Bu düzelme ictimâî hayâta da yansımış; kültür ve kalkınma hamleleri olarak kendini göstermiştir. Köşkler, saraylar, câmiler, medrese ve çeşmeler yaptırılmıştır.

Toplumun çeşitli kesimlerinde, bilhassa üst tabakalarda eğlenceye düşkünlük gözlenmektedir.

Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’nın uzun sadâret yıllarını içine alan ve 1730’da Patrona Halil İsyanı ile sona eren ve “Lâle Devri” olarak anılan bu dönem Osmanlı’nın Avrupa’dan istifâde etmeyi tasarladığı; bu sebeple birtakım hamlelerde bulunduğu ancak bununla birlikte eğlence hayâtında da aşırılığa kaçıldığı bir zaman dilimi olmuştur. Paris, Viyana ve Moskova’ya

29 Arı, a.g.t., s. 13-21; Arı, Ahmet, “Sâkıb Dede”, DİA, c. XXXVI, s. 4-5

9

gönderilen elçilerden sâdece diplomatik ve ticârî antlaşmaları imzâlamaları değil Avrupa diplomasisi ve askerî gücü hakkında bilgi edinmeleri de istenmiştir. Paris’e XV. Louis nezdine gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi başta eğitim olmak üzere Fransa’dan çok etkilenmiş ve bunu İstanbul’a taşımıştır. Bu arada ticârî ilişkiler de gelişmiş, iki ülke arasında yılda beş yüz ticaret gemisi gidip gelmiştir.

Yenileşme politikasının en önemli göstergesi; Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin oğlu Mehmed Saîd Efendi (ö. 1175 h./1761 m.) ve İbrâhim Müteferrika’nın (ö. 1158 h./1744 m.)

gayretleriyle 1139 h./1727 m.’de Müteferrika’nın İstanbul Yavuzselim’deki evinde kurulan matbaadır.

Bir Fransız mühtedîsi olup Gerçek Dâvud Ağa adıyla anılan kişi Şehzadebaşı’nda ilk modern yangın söndürme kurumu olan Tulumbacı Ocağı’nı kurmuş. Bu dönemde Boğaz güvenliği için Kız Kulesi’ne fener konulmuştur. Bu arada tersâne ıslâh edilmiş ve ilk defâ üç ambarlı gemilerin yapımına başlanmıştır. Teknoloji alanında, Seyyid Vehbî ve Mehmed Hâzin’in eserlerinde dönemin sünnet eğlencelerinde kullanılan ve içinde beş altı kişi bulundurabilen timsah şeklinde deniz altıdan da söz edilmektedir. Sanat ve edebiyattan hoşlanan Sadrâzam Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa (ö. 1143 h./1730 m.) dönemin ünlü şâir, musikîşinâs ve sanatkârlarını etrafına toplamış, dışarıya el yazması kitap çıkarılmasını yasaklamıştır. Ayrıca resmî bir tercüme heyeti kurularak Doğu’dan ve Batı’dan önemli eserlerin Türkçe’ye çevrilmesidir.

Bu dönemin edîblerinden Seyyid Vehbî dönemin eğlenceye dönük ictimâî hayâtını Sûrnâme’sinde, Pasarofça Antlaşması’nı ise Sulhiyye’sinde ele almıştır. Dönemin “reîs-i şâirân”ı Osmanzâde Ahmed Tâib ile şuarâ tezkiresi müellifleri olan Safâî, Sâlim ve İsmâil Belîğ’in birçok tercüme ve telîfi vardır. Bâzı eserler ise Türkçe’den Fransızca’ya çevrilmiştir.

Topkapı Sarayı’nda, Yeni Câmi’de ve Dâmad İbrâhim Paşa’nın Şehzâdebaşı’ndaki külliyesi içinde kütüphâneler tesis edilmiş; şâir Nedîm’in hâfız-ı kütübü olduğu saray kütüphânesinde dersler yapılmış; çiniciliği geliştirmek için Tekfur Sarayı’nda bir çini imâlâthanesi kurulmuş;

İznik ve Kütahya îmalâthâneleri restore edilmiş; kiremit îmâline başlanmıştır. Bu arada bir dokuma atölyesi açılmış; esnaf denetlenmiş; iç ve dış ticâret geliştirilmiştir. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin ülkeye dönmesinden sonra İstanbul’da başta mîmârî olmak üzere hemen her alanda Fransız tesiri, süsleme sanatında ise barok ve rokoko tarzları kendini göstermiştir.

Belgrad ormanlarındaki tatlı suların İstanbul’a nakli için bentler; şehrin çeşitli

10

yerlerinde de çeşmeler yaptırılmıştır. İstanbul’da yeni yollar ve iskeleler inşâ ettirilmiş. Kapalı Çarşı’nın yanan Sandal Bedesteni yenilenmiştir. Çarşılarda ekmek satışı ve kahve ithâli denetlenmiş; tabâbet geliştirilmiş; diplomasız tabipler meslekten uzaklaştırılmıştır.

Tıp alanında başta Derviş Ömer Şifâî tarafından olmak üzere birçok eser kaleme alınmıştır. Nitekim İstanbul’daki İngiltere elçisinin eşi Lady Montagu, Türkiye Mektupları’nda Türkiye’de bâzı hastalıklara, özellikle çiçek hastalığına karşı aşı yapıldığından söz etmektedir.

Boğaziçi ve Haliç kıyıları köşkler ve kasırlarla donatılmıştır. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Fransa’dan getirttiği plânlara göre inşâ edilen yapılarda Avrupa mîmârisinin tesirleri görülmeye başlamış, duvarlar Avrupalı ustalar tarafından Batı tarzında süslenmiştir. Köşklerin en önemlisi İbrâhim Paşa’nın gayretiyle iki ayda tamamlanan Kâğıthâne’deki Sâdâbâd Kasrı idi. Devlet adamları tarafından bu mekân kısa sürede şenlenmiş; Kâğıthâne Deresi’nin iki tarafı beyaz köşklerle donatılmış, âdetâ Paris civârındaki Versailles’a nazîre olmuştur. Bu dönemde inşâ edilen çeşmelerin en önemlisi Bâb-ı Hümâyûn önündeki III. Ahmed Çeşmesi olup bu yapı daha sonra Azapkapı, Tophâne ve Üsküdar meydanında yapılanlara örnek olmuştur. Bu arada şehrin temizliğine özen gösterilmiş; surlar onarılmış; birçok köşesi latif bahçelerle süslenmiştir.30

Bu kültürel hamlelerin bir netîcesi olarak, bu zamânda edebî hayat son derece canlıdır.

Hattâ bu zamânda edebiyatın zirve isimleri bulunmaktadır. Nâbî (ö. 1123 h./1712 m.) , Nedim (ö.

1142 h./1730 m.) gibi Dîvan Edebiyatı’nın en mühim isimleri Sâkıb Dede ile çağdaştırlar. 31 Mustafa Sâkıb Dede, böyle bir dönemde içerisinde yaşamış ve eserlerini meydana getirmiştir.

II. SEFÎNE-İ NEFÎSE-İ MEVLEVİYÂN

Mustafa Sâkıb Dede’nin eseri Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’ın Türkiye kütüphânelerinde birçok yazma nüshası mevcuttur. Gerek Konya Mevlânâ Dergâhı İhtisas

30 Özcan, Abdülkadir - Pala, İskender, “Lâle Devri”, DİA, c. XXVII,

31 Arı, a.g.t., s.VIII-X; Muslu, Ramazan, Osmanlı Toplumuna Tasavvuf - XVIII. Yüzyıl, İnsan Yayınları, İstanbul, 2004, s. 37-54

11

Kütüphânesi’nde, gerekse Kütahya Gedik Ahmed Paşa Kütüphânesi’nde Sefîne nüshalarını bulmak mümkündür. Bunlar hâricinde, Topkapı Sarayı Kütüphânesi’nde 1195 ve 1196 numaralarda; Süleymâniye Kütüphânesi Hâlet Efendi Bölümü 65/1-2-3 ve 235 numaralarda da kayıtlı yazma nüshalar bulunmaktadır. Biz çalışmamız esnâsında, bu nüshalara zaman zaman mürâcaat etmekle berâber, eserin matbû hâlini kullanmayı tercih ettik.

Benzer Belgeler