• Sonuç bulunamadı

MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI VE MAKAM ÇELEBİLERİ

B. MAKAM ÇELEBİLERİ

1) Sultan Veled (d. 623 h./1226 m. - ö. 712 h./1312 m.)

a) Hayâtı:

Mevlânâ’nın büyük oğlu, Sultan Veled’in tam adı; “Mehmed (Muhammed) Bahâüddîn ibn Mevlânâ Celâleddîn Sultan Veled”dir.6525 Rebîulâhir 623/25 Nisan 1226 târihinde, Lârende (Karaman)’da dünyâya gelmiştir.66 Sultan Veled’in babası, Mevlânâ Celâleddin Rûmî;

annesi ise Mevlânâ’nın hocalarından Hoca Şerâfeddin Lala-yı Semerkandî’nin kızı Gevher Hâtun’dur.67 Sultan Veled, kendi doğumunu; “Büyük babamı Sultan, Konya’ya dâvet ettikten bir yıl sonra Emir Mûsâ tekrar Lârende’ye dâvet etti. Babam hazretlerini evlendirdiler. Ben de orada dünyâya geldim” sözleriyle ifâde etmiştir.68

Sultan Veled adını dedesi, Sultanu’l-Ulemâ Muhammed Bahâüddîn Veled’den almaktadır. Dönemin teşrîfâtı icâbı, dedesi torununa “Veled Sultan” olarak hitâp ederlermiş.

“Sultan Veled” ifâdesinin buradan ortaya çıktığı kaynaklarda rivâyet

64 Ahmed Remzi, Târîhçe-i Aktâb, Dımaşk, 1334

65 Küçük, Hülya, Sultan Veled ve Maârif’i, Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Konya, 2005, s. 41

66Sahîh Ahmed Dede, Mecmûatü’t-Tevârihi’l-Mevleviyye - Mevlevîlerin Târihi, (haz: Cem Zorlu), İnsan Yayınları, İstanbul, 2003, s. 145; Değirmençay, Veyis, “Sultan Veled”, DİA, c. XXXVII, s. 521; Ahmed Remzi (Akyürek) Dede, Târîhçe-i Aktâb isimli manzum eserinde Sultan Veled için şu mısrâları kaydetmiştir;

Dahî Sultan Veled ferzend-i âlem Cihâna geldi dindi hayr-ı makdem

Mübârek cum’a vakt-i firûz Rebî’-i sâni bist pencümin rûz Yiğirmi üçle şeş sâd sâl içinde Toğub ol mûmun ikbâl içinde (Ahmed Remzî, Târîhçe-i Aktâb, Dımaşk, 1334, s. 3-4)

67 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 145

68 Eflâkî, Ahmed, Menâkıbu’l-Ârifîn - Âriflerin Menkîbeleri, (haz: Tahsin Yazıcı), MEB Yayınları, İstanbul, 1989, c. I, s. 332

25

edilmektedir.69Kaynaklar, Mevlânâ Âilesi’nin Hz. Ebûbekir soyundan geldiğinde hem fikirdirler.70

625 h./1228 m. senesinde Sultan Veled, henüz iki yaşında, kardeşi Alâeddîn de bir yaşında iken, anneleri Gevher Hâtun vefat etmiştir.71 Bunun üzerine iki kardeşin bakımlarını, Hoca Lala-yı Semerkandî’nin eşi ve “Kerrâ-yı Büzürg” olarak bilinen ve velâyetiyle ünlü72 anneanneleri üstlenmiştir.73Alâeddîn Muhammed, Sultan Veled’in, Gevher Hâtun’dan 15 Cemâziyelâhir 624 h./2 Haziran 1227 târihinde doğan anne-bir kardeşidir.74 Bunun dışında, Mevlânâ’nın 625 h./1228 m.senesinde75 Kerrâ Hâtun’la olan evliliğinden, 627 h./1230 m.

senesinde doğan Muhammed Muzafferüddîn Emir Âlim Çelebi76 ve 628 h./1231 m. senesinde doğan “Efendi Bûle”77 nâmıyla tanınan Melike Hâtun78 Sultan Veled’in kardeşleridir.79

Sultan Veled’in evliliğine gelince; Sultan Veled, 644 h./1246 m. senesi, cemâziyelevvel ayının başlarında, Selâhaddîn Zerkûbî’nin 10 yaşlarındayken Mevlânâ’nın

69 Günümüzde çoğu zaman soyadı olarak kullanılan “Hatipoğulları”, “Çavuşoğulları” gibi ifâdelerin, önceleri

“Evlâd-ı Müderris”, “Veled-i Hatîb”, “Kasîdeci-zâde” şeklinde kullanılması hakkında bkz: Mehmed Veled Çelebi, Konya Ahvâl-i Umûmiyye-i Târîhiyesinden Mevlânâ ile Ricâli, Hacı Selim Ağa Kütüphanesi, Hüdayi Efendi böl. no: 1159, s. 814

70 Mevlânâ âilesinin Ebûbekir soyundan olmaları ile ilgili olarak bkz: Eflâkî, a.g.e. c. I, s. 1, 2, 26, 293, c. II, s.

223, 238, 455; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 58; Ahmed-i Sipehsâlâr, Terceme-i Risâle-i Sipehsâlâr - be-Menâkıb-ı Hazret-i Hüdâvendigâr, (terc: Midhad Bahârî Hüsâmî), İstanbul, 1331, s. 15-16; Ahmed-i Sipehsâlâr, Menâkıb-ı Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn Rûmî - Sipehsâlâr Tercemesi, (haz: Ahmed Avni Konuk), 1331, s. 15;

Hoca-zâde Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliyâ’dan Silsile-i Meşâyıh-ı Mevleviyye, 1318, s. 6; el-Kuraşî, Abdülkādir b. Ebi’l-Vefâ,el-Cevâhiru’l-Mudiyye fî Tabakāti’l-Hanefiyye, Kahire, c. I,s. 313; Taşköprü-zâde Ahmed Efendi, Mevzûâtu’l-Ulûm, (çev: Kemâleddin Mehmed Efendi), İkdam Matbaası, Dersaâdet, 1313, c. I, s.

747 (Eserlerde geçen soy kütüğü bazı farklılıklarla şu şekildedir: Hz. Ebûbekir → Abdurrahman b. Ebûbekir → Hammâd b. Abdurrahman → Mutahhir → Müseyyib → Sâbit → Mevdûd → Mahmûd → Ahmed Hatibî → Hüseyin Hatîbî → Muhammed Bahâeddîn Veled. Ancak bu zincir ve Mevlânâ âilesinin Hz. Ebûbekir neslinden geldiği tezi, Abdülbâki Gölpınarlı tarafından, özellikle Sultan Veled’in eserlerinde, Mevlânâ’nın ve Sultan Veled’in kabir kitâbelerinde bu şekilde ibâreler bulunmaması; kendilerine yazılmış medhiyelerde bu konuda bir îmâ olmaması sebebiyle hiçbir şekilde kabul edilmemektedir. Bkz: Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlânâ Celâleddîn, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1951, s. 34-38)

77 Mevlânâ’nın kızı Melike Hâtun, halk arasında “Hüdâvendigârzâde”, “efendizâde” anlamındaki “Efendi Bûle”

ya da “ Efendipula” olarak tanınmıştır. (Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 385)

78 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 151

79 Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 385

26

talebesi olup, ondan ders okuyan kızı Fâtıma Hâtun80 ile, kendisi 21, Fâtıma Hâtun 14 yaşındayken evlenmiştir.81 Bu evlilikten ondört çocuğu doğduğu ancak üçünün hayâta devam edip, diğerlerinin küçük yaşlarda vefat ettikleri rivâyet edilir.82 655 h./1257 m. senesinde, Âbide Mutahhare83; 658 h./1260 m. senesinde Ârife Şeref;84 8 Zilka’de 670 h./6 Haziran 1272 m. târihinde de Celâleddîn Emir Ârif Çelebi85 dünyâya gelmiştir. Âbide Mutahhare Hâtun,

679 h./1281 m. senesinde, Sultan Veled ağır bir hastalık dönemi geçirmiş ve başında bekleyen eşi Fâtıma Hâtun’la helâlleşmesi esnâsında Fâtıma Hâtun, Sultan Veled’i tesellî

86 Eflâkî’de, Mutahhare Hâtun’un kiminle evlendiğine dâir bir bilgi bulunmamakla berâber, Sahîh Ahmed Dede’de, Mutahhare Hâtun’un 673 h./1275 m. senesinde, 18 yaşındayken Germiyanoğlu Süleyman Şâh ile evlendiği belirtilmiştir. Ancak, bâzı târihçiler Mutahhare Hâtun’un evlendiği zâtın aradaki zaman farkından ötürü Germiyanoğlu Süleyman Şâh değil de (Zira, Süleyman Şâh, târih kaynaklarına göre, 789 h./1387 m.

senesinde vefat etmiştir. Mutahhare Hâtun’un 18 yaşındayken kendisiyle evlendiği varsayıldığında aralarında 120 yıl kadar bir yaş farkı ortaya çıkmaktadır) Germiyanlı Savcı Bey oğlu Umur Bey’le evlenmiş olmasının mümkün olduğu kanâatini taşımaktadırlar. Germiyanoğulları’nın silsilelerinde de, Umur Bey’in kızı, Germiyanoğlu Süleyman Şâh’ın eşi olarak gösterilmektedir. Bu izdivâcdan da, Germiyanoğulları’nın son hükümdârı II. Yâkub Çelebi dünyâya gelmiştir. Mutahhare Hanım’ın Umur Bey’le evlendiği varsayıldığında da, Mutahhare Hanım ve Umur Bey’in kızları Süleyman Şâh’ın zevcesi bulunmakta ve Mutahhare Hanım da, II.

Yâkub Çelebi’nin anneannesi olmaktadır. Biz çalışmamız boyunca, Sefîne’nin verdiği mâlumâta sâdık kalarak, Mutahhare Hanım’ın Germiyanoğlu Süleyman Şâh ile evlenmiş olduğunu esas aldık.

(ayrıntılı bilgi için bkz: Uzunçarşılıoğlu, İsmâil Hakkı, Kütahya Şehri, Devlet Matbaası, İstanbul, 1932, s. 51;

Daşdemir, Latif, “Afyonkarahisar’da Mevlevîlik”, Sultan Dîvânî ve Afyonkarahisar’da Mevlevîlik, (haz: Yusuf İlgar), AKÜY, Afyon, 2002, s. 180-181; İlgar, Yusuf, “Afyonkarahisar Mevlevîhânesi Postnişînleri ve Mevlevî Meşhurları”, Sultan Dîvânî ve Afyonkarahisar’da Mevlevîlik, (haz: Yusuf İlgar), AKÜY, Afyon, 2002, s. 271-272)

87 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e.,s. 196-197; Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 387

88 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 205; Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 387

89 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 206; Eflâkî,a.g.e., c. II, s. 300

27

söylemiştir.90 Bu hâdiseden bir sene sonra, 680 h./1282 m. senesi Zilhicce ayında Fâtıma Hâtun 50 yaşında vefat etmiştir.91 Fâtıma Hâtun’un vefâtının ardından Sultan Veled 681 h./1283 m. senesinde 58 yaşındayken Nusret Hâtun ile evlenmiştir. Bu evlilikten de 682 h./1284 m. senesinde Şemseddîn Emir Âbid Çelebi dünyâya gelmiştir.92 Sultan Veled’in diğer eşi Sünbüle Hâtun’dan da 686 h./1287 m. senesinde Selâhaddîn Emir Zâhid Çelebi93 ve 689 h./1290 m. senesinde Hüsâmeddîn Emir Abdülvâcid94 dünyâya gelmişlerdir.

Netîce olarak, Sultan Veled, hayâtı boyunca üç evlilik yapmış; bu evliliklerden Âbide Mutahhare, Ârife Şeref, Celâleddin Emir Ârif, Şemseddin Emir Âbid, Selâhaddin Emir Zâhid, Hüsâmeddin Emir Abdülvâcid adlarında altı çocuğu; Âbide Mutahhare Hâtun ile Süleyman Şâh Germiyanî95 evliliğinden Çelebi Hızır ve Çelebi İlyas; Ârife Şeref Hâtun’un evliliğinden Muzafferüddin Ahmed ve Emir Şâh; Celâleddin Emir Ârif Çelebi ile Devlet Hâtun’un evliliklerinden Emir Âlim, Emir Âdil ve Melike Hâtun; Şemseddin Emir Âbid’in evliliğinden Çelebi Muhammed, Çelebi Âmir Âlim ve Çelebi Şâh Melik; Hüsâmeddin Emir Abdülvâcid’in evliliğinden Ahmed Selçuk ve Cihân Melek adlarını taşıyan on iki torunu dünyâya gelmiştir.

Selâhaddin Emir Zâhid Çelebi’nin zürriyet bırakmaksızın 734 h./1334 m. senesinde vefat etmiştir.96

Babası Mevlânâ ile Sultan Veled’in münâsebetlerine göz attığımızda Mevlânâ’nın Sultan Veled’in hem babası, hem hocası; Sultan Veled’in de Mevlânâ’nın her tür sırrına vâkıf olan sırdaşı olduğunu söyleyebiliriz. Mevlânâ, Sultan Veled’e olan muhabbetini, “Ey

Bahâeddîn! Benim dünyâya gelişim, senin dünyâya gelişin içindi. Çünkü, benim bütün bu söylediğim sözler, benim sözlerimdir. Halbuki, sen benim eserimsin (fiilimsin)97sözüyle ifâde etmiştir. Mevlânâ’nın

90 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 198; Eflâkî,a.g.e., c. II, s. 227

91 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 198

92 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 199

93 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 202

94 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 203; Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 228

95 Bir diğer rivâyete göre Germiyanlı Savcı Bey oğlu Umur Bey ile evliliğinden (ayrıntılı bilgi için bkz: İlgar, Yusuf, “Karahisar-ı Sâhib/Sultan Dîvânî Mevlevîhânesi”, Anadolu’nun Kilidi Afyon, s. 231-257; Eravcı, Mustafa, “Afyonkarahisar Mevlevîhânesi”, Sultan Dîvânî ve Afyonkarahisar’da Mevlevîlik, (haz: Yusuf İlgar), AKÜY, Afyon, 2002, s. 205

96 Eflâkî, “Şecere Cetveli”, (haz: Tahsin Yazıcı), a.g.e., c. II, s. XLVIII; Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 385-388

97ینم لعف وت و تسنم لوق نم نانخس نیا هچ دوب وت روهظ تهج ملاع نیرد نم ندمآ نیدلاءاهب ifâdesi, Hz. Mevlânâ’dan sonra Hz.

Mevlânâ’nın fikir ve muhabbetinin, Sultan Veled sâyesinde, Mevlevîlik bünyesinde Hz. Mevlânâ’nın ef’âli olarak zuhûr edeceğine ve Mevlevîliğin teşekkülüne işâret etmektedir.

28

çeşitli toplantılarda, kendine sorulan soru ve yorumların cevâbını Sultan Veled’den istemesi,98 onun ilmine güvendiğinin, aralarında iyi bir hoca-talebe ilişkisi olduğunu göstermektedir.

Kaynaklar, Mevlânâ’nın Sultan Veled’e muhabbetli davranmasının bir diğer sebebini;

Sultan Veled’in anne-bir kardeşi olan Alâeddîn Muhammed’in99 Sultan Veled’den farklı bir

(Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 203, el-Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, Süleymaniye Kütüphânesi, Hacı Mahmud Efendi böl., no: 4530, vr: 329; el-Eflâkî, Ahmed, Menâkıbu’l-Ârifîn ve Merâtıbu’l-Kâşifîn, Süleymaniye Kütüphânesi, Dârülmesnevî böl., no: 365, vr: 101; Mehmed Veled Çelebi, Konya Ahvâl-i Umûmiyye-i Târîhiyyesinden Mevlânâ ile Ricâli, s. 818)

98 Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 201-202

99Alâeddin Muhammed Çelebi: Sultan Veled’in anne-bir kardeşi olan Alâeddin Muhammed Çelebi, 15 Cemâziyelâhir 624 h./2 Haziran 1227 m. târihinde Lârende/Karaman’da dünyâya gelmiştir. Ağabeyi Sultan Veled 2, kendisi 1 yaşındayken, annesi Hoca Şerâfeddin Lala-yı Semerkandî’nin kızı Gevher Hâtun 19 yaşında vefat etmiştir. Ağabeyi ve Alâeddin Muhammed Çelebi’nin terbiyelerini anneanneleri Kerrâ-yı Büzürg Hâtun üstlenmiştir. Gençlik zamânlarında, ağabeyi Sultan Veled ile birlikte Şam’a ilim tahsîli için gitmiştir. Kaynaklar, Hz. Mevlânâ’nı her iki evlâdının yetişmesi aynı imkânları sağladığını, ancak Alâeddin Muhammed Çelebi’nin ِميِظَعْلا ِل ْضَفْلا وُذ ُ َّاللََّو ُءاَشَی ْنَم ِهيِتْؤُی ِ َّاللَّ ِدَيِب َلْضَفْلا َّنَأَو (Hadîd, 57/29) [Lütuf bütünüyle Allâh’ın elindedir. Onu dilediğine bahşeder. Allâh büyük lütuf sâhibidir] âyeti gereğince, birtakım yanlış münâsebetler netîcesinde, Şems’e muhâlif davranıp, onun Hz. Mevlânâ’nın yanından uzaklaştırılması hâdisesinde bulunduğu ve bu hâdise netîcesinde altı arkadaşıyla birlikte öldüğü rivâyet edilmektedir. Nitekim, Sultan Veled 7, Alâeddin Muhammed Çelebi 5 yaşındayken, bir mecliste, Hz. Mevlânâ’nın sağ yanında Sultan Veled, sol yanında ise Alâeddin Muhammed Çelebi oturmakta imişler. Bu esnâda meclise gayb âleminde birtakım kimseler gelerek Sultan Veled’i alıp götürmüşler. Bir müddet sonra da geri getirerek; “Bu genç, Baba Veled’in neslinin devamı için insanlara lâzımdır” demişler ve Alâeddin Muhammed Çelebi’yi götürmüşler. Mecliste bulunanlar, Sultan Veled’in götürülmesinde şaşkınlığını gizleyemeyen Hz. Mevlânâ’nın, Alâeddin Muhammed Çelebi’nin götürülmesi karşısında sessiz kalmasının hikmetini Hz. Mevlânâ’dan suâl ettiklerinde Hz. Mevlânâ; “Bahâaeddin’i bizim neslimizin devamı için bir müddet dünyâda saklayacaklar,. Fakat Alâeddin’i çok tutmayacak, yakında götürecekler” buyurmuştur. Buna benzer bir diğer hâdise, Çelebi Hüsâmeddin tarafından aktarılmaktadır: Çelebi Hüsâmeddin, Hz. Mevlânâ’nın sağlığında, hergün Bahâeddin Veled ve Selâhaddin Zerkûbî’nin kabirlerini ziyâret edermiş. Birgün yine kabir ziyâreti esnâsında duâsını bitirip çıkacağı sırada, geri dönmüş ve türbeye bir nazar atmış; “Hayır, onu götürmek doğru değildir” diyerek bağırmış ve bir an gülümseyerek türbeden çıkmıştır.

Etrâfındakiler bunun hikmetini suâl ettiğinde; “Ben gayb âleminden azap meleklerinin geldiklerini ve Alâeddin’in ellerini-ayaklarını ağır zincirlerle bağlayıp götürmek istediklerini gördüm. O, beni görünce ağladı, sızladı. Onun bu hâli benim yüreğimi yaktı. Hüdâvendigâr Hazretleri’nden ve onun sayısız nimetlerinden utandım. Bağırdım ve şefâat ettim. Melekler de benim şefâatimi kabul edip, onu bıraktılar. Bu Alâeddin, Mevlânâ’nın oğlu ve Sultan Veled’in anne-bir kardeşi idi. Allâh’ın takdîri îcâbı babasına isyân edip, onun hakkını gözetmedi. Mevlânâ Şems-i Tebrîzî’ye karşı mücâdeleye girişti. Nihâyet âsîlerle berâber oldu.

Alâeddin’i onların azdırıdığını ve bu işi yaptırdıklarını söylediler. Bunun üzerine Mevlânâ Hazretleri ondan incinip, onun sevgisini mübârek kalbinden çıkarmıştı. Sultan Veled’den başkasına babalık inâyet-i nazarıyla bakmazdı. Öldüğü gün, cenâzesinde bulunmadı, namazını kılmadı. Bu değişmeyi ancak Allâh bilir” cevâbını vermiştir. Alâeddin Muhammed’in sûret-i vefâtı kaynaklarda yer almamakla berâber, Alâeddin Muhammed, 645 h./1247 m. târihinde, 21 yaşındayken vefat etmiştir.

Ancak Eflâkî’de rivâyet edilen başka bir hâdise de Alâeddin Muhammed Çelebi’nin evlendiğini ve evlatlarının da Kırşehir taraflarında hayâtlarını devam ettirdiğini göstermektedir. Nitekim, Ulu Ârif Çelebi, zamân-ı meşîhatinde, Kırşehirli Alâeddin Hişâvend isminde bir zât ile büyük bir tartışmaya girmiştir. Alâeddin Hişâvend isimli bu zât, kendisinin de çelebiyândan bulunduğunu iddiâ etmiş ve “Ben de Hüdâvendigâr’ın neslindenim.

Bana niçin yabancı nazarıyla bakıyorsun? Bana niçin kıymet vermiyorsun? Bir babanın kabahati nedeniyle oğluna riâyetsizlikte bulunmak doğru değildir” demiştir. Bunun üzerine de Ulu Ârif Çelebi’nin; “Senin Mevlânâ Hazretleriyle hiçbir ilgin yoktur. Senin bu hânedânla olan ilgin, vücûddan kesilip atılan ölü bir uzvun bedenle münâsebeti gibidir. Senin dalın, o kutlu ağaçtan kesilip atılmıştır. Sizin hakkınızda; ُهَّنِإ َكِلْهَأ ْنِم َسْيَل ُهَّنِإ ُحوُن اَی َلاَق حِلاَص ُرْيَغ ٌلَمَع (Hûd, 11/46) [Allâh buyurdu ki: Ey Nûh! O aslâ senin âilenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü

29

yapıda olup, babası Mevlânâ’yı üzmüş olması olarak göstermektedirler. Zîrâ, Mevlânâ her iki oğluna da başlangıçta aynı şekilde muâmelede bulunmuş, tahsil hayatlarına önem vermiş, ikisini birlikte Haleb’e ve Şam’a ilim tahsîli için göndermişse100 de aynı netîceyi alamamış;

Muhammed Alâeedîn, babasının Şemseddîn Tebrîzî’yle 101 olan münâsebetini takdir

bir iştir] âyetinin okumuştur. Bunun üzerine Alâeddin Hışâvend, “Sen kimsin ki, bana bilgi satıyor ve kendini benden üstün tutuyorsun?” demiş, Ulu Ârif Çelebi de; “Ben Mevlânâ’nın kılıcıyım” buyurmuştur. Alâeddin Hışâvend ise; “Hayır sen kılıç değil, uğursuz bir aslansın” demiştir. Ulu Ârif Çelebi de; “Hayır, ben üçüncü aslanım” buyurarak çelebiler arasındaki yerini beyân etmiştir. Bu hâdise ise bize, Alâeddin Muhammed Çelebi’nin Konya’dan başka bir memlekette hayâtını devam ettirdiğini gösterebilir. Esâsen Abdülbâki Gölpınarlı da, herhangi bir kaynak göstermeksizin Alâeddin Muhammed Çelebi’nin kendini bildiğinden beri babası ve ağabeyine muârız bir tavır içerisinde bulunduğunu ve Eflâkî’nin de Alâeddin Muhammed Çelebi’ye hırsızlıkla suçladığını, aynı zamânda Çelebi Hüsâmeddin ile de münâsebetlerinin müsbet olmadığını belirtmektedir. Ayrıca, Alâeddin Muhammed Çelebi’nin Mevlânâ’nın türbesindeki kabir taşında müderrisleri için kullanılan “es-sadr”

ifâdesinin bulunması, Alâeddin Muhammed Çelebi’nin bir müddet müderrislik vazîfesinde bulunduğunu göstermektedir.

(Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 145, 153, 170; Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 180-181, 214-215, 312-313, 385; Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, s. 93)

100 Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 230

101 Şemseddîn Tebrîzî: Asıl adı; Muhammed b. Ali b. Melikdâd olan Şems-i Tebrîzî 1186 (582 h.) senesinde Tebriz’de doğmuştur. Kaynaklarda, “Şems”, “Şemseddîn”, “Şems-i Tebrîzî”, “Şemsü’l-Hak ve’d-dîn”, “Şems-i Perende” olarak isimlendirilen Şemseddîn Tebrîzî’nin tam bir medrese tahsîli görmediği konusunda kaynaklar hemfikirdir. “Yüksek mânevî kābiliyetler”i hâiz bulunan Şemseddîn Tebrîzî’nin, Tebriz yakınlarında bir tekkede şeyh olan, sepet örerek maîşetini temin eden, mürîdânına hırka giydirmeyen, fütüvvet ve melâmet ehli bir zât olan Tebrizli Şeyh Ebû Bekr-i Selebâf’a müntesib olduğu bilinmektedir. Sipehsâlâr, Şems’i “kendini halktan gizleyen, kerâmetlere îtibar etmeyen, sürekli mücâhede hâlinde bulunan, medrese ve tekkelerden ziyâde kervansaraylarda konaklayan, sırlarla dolu bir derviş” olarak tanıtır.

(Ahmed-i Sipehsâlâr, Terceme-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-ı Hazret-i Hüdâvendigâr, (haz: Midhat Bahârî Hüsâmî), s. 164-165; Ahmed-i Sipehsâlâr, Menâkıb-ı Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn Rûmî - Sipehsâlâr Tercemesi, (haz:

Ahmed Avnî Konuk), s. 116-117)

Şemseddin Tebrîzî ise meşrebini eseri Makālât’ta şeyhi Ebûbekir Selebâf’ın hırka giydiren bir mürşid olmaması, dolayısıyla Ebûbekir Selebâf’ın hâlifesi olmadığı üzerinden anlatır. “Hırka giyme”nin “sohbette bulunmak”

olduğunu; Mevlânâ’nın sohbetinde bulunduğu gibi, rüyâda Hz. Peygamber’in sohbetinde de bulunduğunu ifâde ederek, kendini bir çeşit “Üveysî-meşreb”olarak tanıtır. Şems, şeyhi Ebû Bekr-i Selebâf’ın yanından ayılmasından sonra, “abdal ve kutubların sohbetlerinde bulunmak, gerçek dostu bulmak ve mânevî feyizlere mazhar olmak” amacıyla geniş bir coğrafyayı dolaşarak, Bağdat, Şam, Haleb, Kayseri, Aksaray, Sivas, Erzurum ve Erzincan’da bulunmuş; Bağdat ve Kayseri’de Evhâdüddîn-i Kirmânî ve Seyyid Burhâneddîn Muhakkık Tirmizî, Şam’da Muhyiddîn İbnü’l-Arabî ve devrinin birçok âlim, sûfî ve filozofuyla görüşmüştür. Şemseddîn Tebrîzî, eserinde, görüştüğü bu kişileri tavırlarının hilâfına imtihân ettiğini, ancak hiçbirinin kendisini tatmin edemediğini, uyguladığı imtihânlarda başarızlığa uğradıklarını ve cedelle vakit geçirdiklerini ifâde etmiş;

Şam’da görüştüğü Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’den -bâzı noktalarda eleştirmekle ve aralarında meşreb farklılığı olduğunu belirtmekle berâber- övgüyle ve dostlukla bahsetmiştir. Şems, Makālât’ında, “Beni velîlerinle tanıştır”

diye duâ ettiğinden bahseder. Bunun üzerine rüyâsında kendisine “Seni bir velîye yoldaş edelim” denir. Şems, o velînin nerde olduğunu sorduğunda, Anadolu’da olduğu cevâbını aldığını; ancak henüz tanışma vaktinin gelmediğinin kendisine bildirildiğini kaydeder. Kaynaklarda, Şemseddin Tebrîzî ve Mevlâna’nın ilk nerede ve ne zaman karşılaştıkları, aralarında geçen ilk diyaloğun nasıl olduğu konusunda farklı rivâyetler vardır.

Şemseddîn Tebrîzî, daha önce karşılaştığı isimlere yaptığı gibi Mevlânâ’yı da “Hızır-Mûsâ Kıssası” benzeri birtakım imtihânlardan geçirmiş ve “mânevî istidâd” ve “yüksek irfân”ını yeterli bulunca da aralarındaki muhabbet başlamıştır. Sultan Veled, Şems-Mevlânâ münâsebetinin seyri ile ilgili olarak İbtidâ-nâme’de;

Şems’ten önce Mevlânâ’da zühd ve takvânın baskın olduğuna; içinde babasına, hocalarına ve oğlu Sultan Veled’e beslediği aşkın Şems’le buluşmasıyla kemâle erdiğine ve Mevlânâ’nın “insan-ı Mâşuk” mertebesine eriştiğine işâret eder. İbtidâ-nâme’de ve İntihâ-nâme’de Mevlânâ’nın Şems’den önce, gece-gündüz ilim, ibâdet,

30

edemeyerek, Şemseddîn Tebrîzî’nin öldürülmesi olayında âsîlerle birlikte bulunmuş102 ve 21 yaşındayken altı âsî arkadaşıyla berâber ölmüştür.103 Mevlânâ’nın, Muhammed Alâeddîn’in bu şekilde davranması sebebiyle onun sevgisini tamâmen kalbinden çıkardığı, cenâzesinde bulunmadığı ve bütün himmetini ve sevgisini Sultan Veled’e yönelttiği rivâyet edilmektedir.104 Mevlânâ’nın Sultan Veledile ilgili olarak medresenin duvarına;

zühd ve takvâ ile uğraşan, ve bu yolla belli makāmlara erişen bir zâhid olduğunu; Şems’le karşılaşmasıyla onda biriken aşkın meydana çıkıp kemâle erdiğini anlatır.

(Sultan Veled, İbtidâ-nâme, s. 48-50, 249-250; Sultan Veled, İntihâ-nâme, (haz: Hülya Küçük), Ataç Yayınları, İstanbul, 2010, s. 416-417)

Ankaravî, Mevlânâ’nın, “üstâd” iken, Şems’i tanıdıktan sonra, okumaya yeni başlamış biri gibi, “aşk”ın O’na yeni bir ilim olarak göründüğünü söyler.

Mevlevî kaynakları, Mevlânâ-Şems ilişkisini, “mürid-mürşid” münâsebetinde değerlendirmişler ve aralarında bir

“mürid-mürşid” münâsebeti olmadığı noktasında mutâbık kalmışlardır. Zîrâ, Şemseddin Tebrizî Mevlevî silsilelerinde zikredilmez ve Mevlânâ’nın “seyr ü sülûk”daki rehberleri Sultanu’l-Ulemâ Bahâeddîn Veled ve Seyyid Burhâneddin Muhakkık Tirmizî’dir. Şemseddîn Tebrîzî ise, Mevlânâ’nın sohbet arkadaşıdır.

(Silsile-i Hilâfet-i Mevleviyye için bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e.,c. I, s. 122-123; Silsile-nâme-i Evlâd u Ahfâd-ı Mevlânâ, (haz: Veled Çelebi İzbudak-Feridun Nâfiz Uzluk), SÜMAM no: 131; Konuk, Ahmed Avni, Mesnevî-i Şerîf Şerhi,(haz: Mustafa Tahralı-Selçuk Eraydın), Kitabevi, İstanbul, 2006, c. I, s. 93)

Büyük bir âlim olan Mevlânâ’nın Şems’in sohbetinden talebelerini ihmâl etmesi sebebiyle Konya halkının tepki göstermesi üzerine Şemseddin Tebrîzî ansızın Konya’yı terk etmiştir. Nereye gittiği konusunda rivâyetler muhteliftir. Bâzı kaynaklar Şam’a, bâzı kaynaklar Tebriz’e gittiği üzerinde dururlar. Bu gaybûbet netîcesinde Mevlânâ’nın 20 kişilik bir grubu Şems’i getirmeleri için göndermiş, kendisi de defâlarca mektuplar yazarak dönmesi için ricâlarda bulunmuştur. Bu ayrılıktaki hikmeti Şemseddin Tebrîzî; Mevlânâ’ya karşı münâfıklık etmemek için kaybolduğu; o zamâna değin Mevlânâ’nın Şems’in hep “cemâl” yanını müşâhede ettiği; şimdi kendisinden ayrılıp Mevlânâ’ya “celâl” yönünü göstererek, Mevlânâ’nın Şems’te hem cemâli hem de celâli müşâhede etmesini sağladığı şeklinde açıklar. Şems’in bulunup, Mevlânâ ile kavuşmasından sonra, Mevlânâ Şems’i evlâtlığı olan Kimyâ Hâtun ile evlendirir. Evlenmelerinden kısa bir süre sonra Kimyâ Hâtun vefat eder.

Şemseddin Tebrîzî, bu defâ tamâmen ortadan kaybolur ve Mevlânâ’yı derin bir hüzne boğar. Şems’in ikinci defâ kaybolmasından sonra Mevlânâ birkaç defâ Şam’a Şems’i aramak amacıyla gittiği rivâyet edilir. Konya’da bulunmadığı bu süre zarfında yerine Hüsâmeddin Çelebi’yi bırakmıştır.

Şemseddin Tebrîzî’nin âkıbeti hakkında da farklı rivâyetler vardır. Bâzı rivâyetler (Eflâkî’de geçmektedir), Şems’in katledildiği, geriye cesedi de dâhil birkaç damla kandan başka bir şey kalmadığı şeklindedir. Bâzı rivâyetler de (Ulu Ârif Çelebi ve annesi Fâtıma Hâtun’dan rivâyetle Eflâkî’de geçmekte) Şems’in katledilip,

Şemseddin Tebrîzî’nin âkıbeti hakkında da farklı rivâyetler vardır. Bâzı rivâyetler (Eflâkî’de geçmektedir), Şems’in katledildiği, geriye cesedi de dâhil birkaç damla kandan başka bir şey kalmadığı şeklindedir. Bâzı rivâyetler de (Ulu Ârif Çelebi ve annesi Fâtıma Hâtun’dan rivâyetle Eflâkî’de geçmekte) Şems’in katledilip,

Benzer Belgeler