• Sonuç bulunamadı

Verilerin Analizi ve Yorumlanması

Belgede Mantık ve Doğa Bilimleri (sayfa 80-110)

Araştırmada, doğa bilimlerinin mantığı yöntemlerine nasıl kullandıklarını ortaya koymak amaçlanmaktadır. Bundan dolayı fizik, kimya, astronomi ve biyoloji bilimleri ile ilgili bilgi barındıran kaynakların analiz edilmesi için belli kriterler belirlenmiştir. Kaynaklar bu kriterler çerçevesinde incelenmiş ve yorumlanmıştır. Bu kriterler kavramsal çerçevede ele alınan mantığın konularından oluşmaktadır.

68

BÖLÜM IV

BULGULAR VE YORUM

Temel ve uygulamalı doğa bilimleri, konu edindikleri canlı veya cansız sistemler hakkında gerçek dünyada doğru olan olumsal (yani ne zorunlu ne imkânsız) önermeler ortaya koymayı amaçlayan (fizik, kimya, biyoloji, mühendislik ve tıp gibi) bilimlerdir. Doğada var olan belli bir türden sistemler hakkında ileri sürülen önermeler kümesi bir bilimsel kuram oluşturur. Doğaya ilişkin bilimsel kuramları oluşturan önermeleri denetlemek için hem mantığa hem de gözlem ve deneye gereksinme vardır. Mantık ile gözlem ve deneye dayanan yöntem bilimsel yöntemdir. Bilimsel yöntem, mantığın doğa bilimlerine önemli bir rol uygulamasıdır. Ancak mantık doğa bilimlerinin mantıksal temellerini ortaya koymak için de gereklidir. Bir bilim dalının mantıksal temelleri, temel kavramları ve işlemleri, yasaları ve kuramları, pekiştirmeleri ve açıklamaları ayrıca bütün bunların değişim sürecinin mantıksal yapısı demektir (Grünberg, 2000, s. 241-242). Bu bağlamda araştırmanın bulguları şunlardır;

(Bu bölümde bulgular mantık konularının birbirini tamamlar nitelikte olduğu düşünülen bölümler altında beraber verilmiştir.)

4.1. Biyoloji

Kavramın, terimin, tanımın ve beş tümelin biyoloji biliminde kullanılmasına dair örnekler; Biyolojide Earpos=meyve, pricarp=tohum, vessel=pericarp gibi eski dönemlerde kullanılan terimler yer almaktadır. Bu terimlerden meyve ve pericarp’ı bu gün hala kullanılan bir terimdir. (Kahya & Öner, 2007, s. 105).

69

Hücre, Robert Hooke’un eserinde “yaşayan en küçük biyolojik yapı” şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca “küçük oda” anlamına da gelmektedir (Ateş, 2016, s. 19).

Ernst Mayr’a göre biyoloji, uğraştığı konular açı- sından olağanüstü çeşitlilik gösteren bir bilimdir (Küçüker, 2014, s. 11).

“İnsan, dik yürüyüşlü ve akıllı bir hayvandır” tanımı, insan kavramının yakın cinsi ve yakın ayrımı ile, onun diğer hayvan türüne nazaran ayrımını ifade eden dik yürüyüşlü ve akıllı kavramaları ile yapılmaktadır (Topçu, 2001, s. 17).

Avusturyalı Karl Landsteiner (1868-1943), A, B ve C (daha sonra 0) olarak adlandırdığı üç kan grubunu tanımlamış ve ardından da AB kan grubu bulmuştur (Tez, 2008, s. 27).

Arılarda, dişi ve erkek ayırımı kesin olarak ortaya koyulmadığı için Aristoteles dişi veya kraliçe arıya “idareci arı” olarak, işçi arıları da “adi arı” olarak isimlendirmiştir. Erkek arıların ayrımını fark etmiştir. Aristoteles adi arıların yavrularının farklı bir yolla kraliçeye dönüşmesi olan partenogeneze vurgu yapmıştır (Kahya & Öner, 2007, s. 101).

Çevreye bakıldığında hayvan ve bitkilerin rengarenk bir çeşitlilikte olduğunu görülmektedir. Renkler, canlılar dünyasında pek çok işlev görüyor: karşı cinsi etkilemek, korkutmak, hatta ortama uyarak gizlenmek gibi. Renklerin değişimi meyvelerin olgunlaşma zamanını, hayvanların uygun çiftleşme dönemlerini, ayrıca yeşil yapraklar sararıp kızarırken mevsimlerin değişimini işaret etmektedir (Arıcan, 2013). Bu örnekte renklerine göre özelliklerinin belirlenmesinde beş tümelden faydalanılmıştır. Bitkiler renklerine göre ayrıma tabii tutularak onlar hakkında bilgi edinilmiştir.

Omurgalı teriminin türleri; memeliler, kuşlar, kurbağalar, sürüngenler, balıklardır. Burada; yılan teriminin ayrımı, daha doğrusu türsel ayrımı; onun sürünücü olmasıdır. Yılanın bir sürünücü hayvan olmasının özelliği; yılanı kuştan ve kurbağadan ayırmaktadır (Kulen, 1972, s. 25-26).

Eski Hintlilerin Ayuvedik metinlerde bitkilerle ilgili açıklamalar vardır. Bu metinlerde, bitkilerle ilgili çalışmaları ağaç bilgisi ve tıbbı bitkiler bilimi olarak iki dala ayırmışlardır. Bu iki dalda da tohum seçimi, toprak seçimi, sulama, tohumların gelişmesi, bitkilerin yetiştirilmesi, estetik, bahçe bakımı, bitki hastalıkları ve hasta ve sağlıklı bitkilerin ayırımının nasıl yapılacağı konusunda bilgiler yer almaktadır (Kahya & Öner, 2007, s. 29).

70

İslamiyet’ten önce 535 yılında doğan Kroton’lu hekim Alkmaeon hayvanları açıklayarak (diseksiyon) toplardamarlarla atardamarların ayrımını yapmıştır (Tez, 2008, s. 13).

Sınıflamanın biyoloji biliminde kullanıldığına dair örnekler;

At kestanesi ve ada tavşanı terimleri aynı sınıflandırmaya girmez. Çünkü sınıflandırma yapılırken ana özellikler dikkate alınır. Örneğin, omurgalı ya da omurgasız olmak sınıflandırma yapılırken kullanılan bir özelliktir. Bunu temele alarak hayvanlar sınıflandırılmaktadır. Sınıflandırmadan çok fazla faydalanan bilim biyoloji bilimidir (Topçu, 2001, s. 17).

Hintliler canlıları üç grupta sınıflamışlardır. Bunlar; Oviparous(yumurtadan üreyenler), viviparous(doğurarak üreyenler) ile ısı ve nemden oluşan svedaja olarak sınıflandırırlar (Kahya & Öner, 2007, s. 17).

Jorge Luis Borges’nin (1899-1886) keşfettiği bir Çin ansiklopedisinde yer alan ve onun “Öteki Soruşturmalar” isimli eserinde hayvan taksonomisi (sınıflandırması) şu şekilde verilmiştir (Tez, 2008, s. 149);

1. “İmparatora ait hayvanlar, 2. Mumyalanmış olanlar, 3. Evcilleştirilmiş olanlar, 4. Süt domuzları,

5. Deniz kızları (Siren’ler), 6. Masal hayvanları, 7. Başıboş köpekler…”

Tyruslu Porphyrios kavramları, arbor Porphyriana denilen bir sınıflama yapmıştır. Bu sınıflama gerçek varlıktan başlayarak bitkileri, hayvanları ve insanları sınıflamıştır (Menne, 2005, s. 33).

El- Cahız, eserinde hayvanları, hareketlerine göre dört sınıfa ayırmıştır. Bu dört sınıf; yürüyenler(insan, dört ayaklılar, av hayvanları, böcekler gibi), uçanlar (vahşi kuşlar, av kuşları, sivrisinek gibi), yüzenler ve sürüngenler şeklindedir (Tez, 2008, s. 49).

Theoprastus’un botanik alanındaki çalışmaları bu alan açısından önemlidir. Theoprastus bitkilerde görülen üreme şekillerini sınıflandırmıştır (Kahya & Öner, 2007, s. 105):

71 1. Kendinden,

2. Tohumdan,

3. Bitkinin kökünden, 4. Bitkinin bir parçasından,

5. Bitkinin bir dokusundan(dalından), 6. Gövdenin kendisinden,

7. Kesilmiş bir odundan üreyen bitkiler olarak.

Mezopotamya düşüncesinin temel yönlerinden biri, listeler bilimi diye adlandırılan disiplindir ve bu disiplinle maddeyi tanımlayan kelimelerden oluşan bir liste vermiştir. Burada kataloglardan bilgi dalları, biyoloji, botanik, mineraloji, teknoloji gibi alanları içermektedir. Bu listelerde hayvanlar belli gruplarda ele alınmıştır. Örneğin, köpek ailesi, köpek, aslan, çakal, porsuk, su samuru gibi hayvanlardan meydana gelmiştir. Çünkü Sümerlerde köpek işaretinden diğer semboller türetilmiştir. Balık ayrı bir grup olarak alınmıştır. Çekirge, peygamberdevesi gibi böcekler, kuşlarla birlikte sınıflandırılmıştır. Yılanbalığı balıklarla aynı grupta ele alınmıştır (Tameroğlu, 2001, s. 67-68).

Sınıflama sistemi çalışmalarında bir başka önemli isim Jean Bartiste Monet de Lamarck’tır (1744-1829). Lamarck’a göre canlılar en yüksek canlıdan en düşük canlıya doğru bir alçalış göstermektedirler. En yüksek canlılar memelilerdir. Bunlarda iskelet sistemi tam olarak oluşmuştur. Sınıflama sistemi şöyledir (Topdemir & Unat, 2012, s. 366):

Omurgalılar; 1. Memeliler 2. Kuşlar 3. Sürüngenler 4. Balıklar Omurgasızlar; 1. Tek hücreliler 2. Ahtapotsular 3. Solucanlar 4. Kurtlar

72

Analojinin biyoloji biliminde kullanılmasına dair örnekler;

Analoji, bilinen benzeyişlerden faydalanarak bilinmeyen benzeyişleri çıkarmaya yarayan akıl yürütmedir. Örneğin akciğerle solungacın, kuş kanadıyla balık kanadının birbirine benzemesi, birer analojiyi meydana getirir (Topçu, 2001, s. 83).

Saint Hilair, insanların kolları ile dört ayaklı hayvanların ön ayakları arasındaki benzerlikten, kuşun kanadı ve balığın yüzgeçleri arasındaki benzerliğe geçmiştir. Diğer hayvanlardaki ciğerlerle balıklardaki solungaçların benzerliğinden, böceklerdeki bronşlarla bitkilerdeki yaprakların benzerliğine geçilmiştir. Bernard ada tavşanları ile yaptığı deneyler sonucunda onlara ot verildiği zaman idrarlarının, ot yiyen hayvanların idrar özelliğini alması gerektiğini yaptığı deneylerle ortaya çıkarmıştır (Kulen, 1972, s. 215-216).

Analojik yöntem ile Pasteur, mayalanma olayından bütün mikropları keşfetmesini sağlamıştır (Taylan, 2011, s. 247).

17. yüzyıl biyoloji çalışmaları arasında canlı ve cansız arasındaki farklar ve benzerlikler dikkati çekmiş ve bazı bilim adamları ve özellikle fizik ve kimya dallarında araştırma yapanlar bu konu ile ilgilenmiştir. Bu alana ilgi duyanlar arasında Willis, Hooke, Mayow, Lower gibi bilim adamları vardır. Onlar yaptıkları çalışmalarda canlı ve cansızın temel yapılarının çok küçük parçacıklardan meydana geldiğini, temel yapılarının da benzediğini dolayısıyla fonksiyonlarının da birbirine benzer olması gerektiğini düşünmüşleridir (Tekeli vd., 2010, s. 253-254). Yani bu sonuca benzerliklerden yola çıkarak analoji yaparak varmışlardır.

Önermenin, tümevarımın, tümdengelimin ve kıyasın biyoloji biliminde kullanılmasına dair örnekler;

“Bu şey insan ise hareketlidir (Kömürcü, 2011, s. 237).”

“Bir kemirici türü olan sumaymunları Trakya’da Meriç Nehri üzerinde yayılış gösteriyor (Gözcelioğlu, 2009, s. 85).”

“Bazı yılanlar tehlikeli hayvan değildir.

Ancak tüm yılanlar sürüngendir, bu yüzden bazı tehlikeli hayvanlar sürüngen değildir (Jenks, 2008, s. 47).”

73 “1.Öncül: Her memeli hayvanda kalp vardır. 2.Öncül: Her at memeli hayvandır.

Sonuç: Her atta kalp vardır (Gauch, 2016, s. 164).” “Serçe, kanarya, güvercin uçucudur,

Serçe, kanarya, güvercin kuştur,

Bütün kuşlar uçucudur (Topçu, 2001, s. 22).” “Bütün kargalar siyahtır

a bir kargadır ve a siyahtır (Grünberg, 2000, s. 271).” “Bütün omurgalılar kırmızı kanlıdır. Bütün memeliler omurgalıdır. Bütün memeliler kırmızı kanlıdır. Bütün memeliler kırmızı kanlıdır Bütün et yiyenler memelidir Bütün et yiyenler kırmızı kanlıdır Bütün et yiyenler kırmızı kanlıdır Bütün kedigiller et yiyenlerdir

Bütün kedigiller kırmızı kanlıdır.” Örneği kıyasa bir örnektir. (Öner, 2014, s. 156). “Safrasız hayvanlar uzun ömürlü olur,

İnsan, at ve katır safrasız hayvanlardır,

Öyle ise, insan, at ve katır uzun ömürlüdür (Çaldak, 2006, s. 78).

4.2. Astronomi

Kavramın, terimin, tanımın ve beş tümelin astronomi biliminde kullanılmasına dair örnekler;

Tanım, bir terimin içleminde bulunan esaslı karakterlerinin belirlenmesinden oluşmaktadır. Uzay, mutlak boşluktur (Topçu, 2001, s. 44).

Gezegen terimi, güneş sisteminde yer alan ve güneşin çevresinde düzenli olarak dolanan belli türden nesneleri ifade eden terimdir (Ural, 2016, s. 21).

74

Batlamyus, sistemindeki açıklaması olanaksız durumlar için dış merkezli model ve episikl model olmak üzere ayrım yaparak iki geometrik düzeni kurgulayarak sorunları çözebileceğini düşünmüştür (Unat, 2004, s. 192).

Güneş sistemimizde gezegen olamayacak kadar küçük ama asteroit olamayacak kadar da büyük gök cisimlerine “Cüce Gezegen” denir (Özbaş, 2016).

Analojinin astronomi biliminde kullanılmasına dair örnekler;

1929’da gökbilimci Edwin Hubble, galaksi kümelerinin hem birbirinden hem de Dünya’dan uzaklaştığını, Doppler Etkisi denilen bir olguyla ispatlamıştır. Bu olguyu basit bir örnekle açılanırsa, bir ambulans sesi (ses kaynağı) bize (gözlemciye) yaklaştığı zaman farklı, bizden uzaklaştığı zaman farklı çıkar. Bunun nedeni, gözlemcinin kaynağa doğru yaklaştıkça ses dalgasının frekansının artması ve uzaklaştıkça azalmasındandır. Işık dalgalarında ise frekans, görebildiğimiz renkleri belirler: Frekans arttıkça ışık maviye, azaldıkça kırmızıya kayar. Hubble, uzak galaksilerden bize ulaşan ışığın frekansını ölçümleyerek bizden uzaklaşan galaksi kümelerinin ışık renginin kırmızıya kaydığını, yani bütün galaksi kümelerinin bizden (ve dolayısıyla birbirinden) uzaklaştığını gözlemlemiştir (Şenyiğit, 2016). Evrenin genişlediği sonucuna varmıştır ve onun verileri genişleyen evren modeli ile uyumludur (Ocak, 2015) . Burada ses dalgalarının ve ışık dalgalarının kaynağı ve onu gözlemleyen arasındaki mesafeye göre frekansı değişir. Bu benzerliklerden faydalanarak Hubble, Evrenin genişlediği sonucuna ulaşmıştır.

Yıldızsal yaşanabilir bölgeler, en azından bir zaman aralığında sıvı su bulundurabilmiş, yıldızın enerji verimiyle tanımlanan bölgelerden oluşmaktadır. Güneş-benzeri yıldızsal sınıflar olan F ve G sınıfları, dünyasal yaşam için uygundur. Ancak, soğuk K ve M sınıfı yıldızların etrafındaki yaşanabilir bölge, yıldızın yakın civarında değildir (Buluç, Yamaç, & Altan, 2012, s.133). Sıvı su benzerliğinden yola çıkarak yıldızsal yaşanabilir bölgeler belirlenmektedir.

2004 yılında gerçekleştirilen Cassini-Huygens Titan keşif programı ile deniz, göl ve ırmakların kol gezdiği Titan gezegenin yüzeyinde kayaç yapılar ve kutuplarda da canlılık konusunda umut sağlayan hidrokarbon denizleri bulunuyor. Ayrıca gezegenin yüzeyi yine azotça zengin organik molekülleri barındıran bir sisle kaplıdır. Bu nedenle organik bir yaşam barındırması ya da yaşam öncesi ortama sahip olduğu düşünülen gökcismidir (Uyar,

75

2012). Bu örnekte de analoji yolu Titan’da yaşam olabileceğine dair düşünceler ortaya atılmıştır.

Sınıflamanın astronomi biliminde kullanıldığına dair örnekler;

Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından uzaya gönderilen Gaia adlı uydunun topladığı veriler kullanılarak hazırlanan bugüne kadarki en kapsamlı yıldız sayımının sonuçlarına göre çoğunluğu gökadamızda olmak üzere 1,7 milyar yıldızın konumu belirlendi ve çok sayıda duyarlı verinin yer aldığı kapsamlı bir katalog oluşturulmuştur. Bu yıldızların bir milyardan fazlası için uzaklık, hareket, parlaklık ve renk bilgileri de yayımlanmıştır (Soydugan, 2018, s.10).

Yıldız ışığı teleskopta odaklanarak tayfölçerden geçirildiğinde yıldızın tayfı oluşturulur. Yıldızların tayflarında gökkuşağındaki renklerin üzerine binmiş karanlık çizgiler görülmektedir. Bu çizgiler, bulundukları renklerde (dalga boylarında) normalden daha az ışık geldiğini göstermektedir. Bunun sebebi ise yıldızın atmosferi, iç kısımlarından daha soğuk olmasıdır. İç katmanlardan gelen ışığın bir kısmı, yıldız atmosferindeki atomlara çarparak soğurulduğu için bu çizgilere soğurma çizgisi denmektedir. Yıldızlar, tayflarında görülen soğurma çizgilerine göre sınıflandırılmıştır. Daha sonra bu sınıflamanın özellikle bir sıcaklık sıralamasına karşılık geldiği anlaşılmıştır (Işık, 2012, s. 14-15).

Hertzsprung-Russell diyagramı 1911’de Danimarkalı Ejnar Hertzsprung ile ABD’li Henry Norris Russell tarafından oluşturulmuştur. Bu diyagramda soldan sağa doğru gidildikçe yıldızların sıcaklığı düşer, sol alttan sağ üste doğru çapraz gidersek yarıçapları artar, sağ alttan sol üste doğru çapraz gidersek kütleleri artar, aşağıdan yukarıya gidildikçe ışınım gücü ve mutlak parlaklıkları artar, soldan sağa doğru gidildikçe, sıcaklıkla bağlantılı olarak renk maviden kırmızıya doğru kayar… Bu şekilde birçok bilgi buradan elde edilebilir. (Yeliz, 2016).

1915’ten 1924’e kadar Henry Draper Kataloğu adı verilecek kataloğun üstünde çalışan Canon, 225.300 yıldızın tayfını çıkararak düzenledi. Cannon O, B, A, F, G, K, M, L, T harfleri ile sınıflandırma sistemi kurmuş ve bu sınıflama bugün hala gökbilim öğrencilerine öğretilmektedir. (Langone, Stutz, & Gianopoulos, 2008, s. 63).

Önermenin, kıyasın, tümevarımın ve tümdengelimin astronomi biliminde kullanıldığına dair örnekler;

76

“Dünya güneş sisteminde bir gezegendir (Yıldırım C. , 1999, s. 35).”

“Güneş ışınımı, Güneş’ten yayılan elektromanyetik dalgalardır (Yüzlükoğlu, 2017, s. 15).” Tümevarım ve tümdengelim ile ay tutulması hakkında görüşler ileri sürülmüştür;

“Işık doğru çizgiler boyunda yol alır.

Opak (donuk, saydam olmayan) cisimler gölge oluştururlar.

Işık bir nesnenin yakınında bulunan iki opak nesneden birinin gölgesi diğerini örter; ya da biri diğerinin gölgesinde kalır gibi.” Bilim adamları bu sayede Yer ve Ayın opak olmasından ay tutulmasına ilişkin fikirler ortaya atmışlardır (Topdemir, 2000, s. 25). Ortaçağ aydını dünya ve evren tasarımında, bilgi üretirken kıyas yöntemini kullanmıştır. Kıyasın öncülleri çoğunlukla Kutsal Kitap’tan ya da otorite kabul edilen diğer kitaplardan çıkartılmıştır (Topdemir & Unat, 2012, s. 65). Başka bir ifadeyle Ortaçağ’da kıyas yöntemi astronomi bilimde kullanılan yaygın bir yöntemdir.

Kalıntı kuramına göre astronomi tümevarım örneği Neptün gezegeninin bulunmasıdır. Güneş’e en yakın gezegenden başlayarak sayıldığında yedinci büyük gezegen olan Uranüs gezegeninin hareketi, özellikle Güneş’in ve bilinen diğer gezegenlerin etkileri göz önüne alınarak, bilinen hareket kanunlarına göre açıklanmaktadır. Fakat burada açıklanamayan bir kalıntı, Uranüs yörüngesinde bir sapmadır. Urbain Le Verrier (1811-1877) sapmanın Uranüs’ün ötesinde yer alan farklı bir gezegenle açıklanabileceğini söylemiştir. Ayrıca Le Verrier varsayılan gezegenin bulunması gereken yeri de hesaplamıştır. Bu hesaplamaya dayanarak gözlemlerde bulunan Alman astronom Johann Gottfried Galle (1812-1910) gezegeni hesaplanan konumunda bulmayı başardı (Topdemir, 2011, s. 75).

MÖ 2. yüzyılda Batlamyus kütlelerin hareketini açıklamak için Aristoteles’in sistemine başka daireler eklemeye başlamıştır. Fakat bu eklemler bir süre durumu kurtarsa da Mars öngörülen yörüngesinden sapmayı sürdürmüştür. Bunu çözmek için 15.yüzyıl ortalarındaki Kopernik devrimine kadar, gittikçe artan sayıda daireler eklemiştir. Kopernik, dünyanın güneş çevresinde daireler çizdiğinin benimsemesiyle öngörülerin basitleşeceğini savunmuştur. Kopernik’in bu sapkınlığı Galileo ve Kepler gibi önemli astronomlara etki etmiştir. Galileo anlaşmazlığın deneyle çözülebileceği düşüncesindeydi. Etkili bir tümdengelimle, dünyanın güneş çevresinde dönmesi durumunda, bunun bir sarkacın

77

devinimini etkileyeceği sonucuna varılmıştır. Gerçekten de etkiler (Cryan, Shatil, & Mayblin, 2011, s. 111-112).

4.3. Kimya

Tanımın, kavramın, terimin ve beş tümelin kimya biliminde kullanılmasına dair örnekler; Tanım, bir terimin içleminde bulunan temel özelliklerin belirlenmesidir. “Su, oksijenle hidrojenin birleşmesinden meydana gelme bir bileşiktir. (Topçu, 2001, s. 17)”.

Robert Boyle 1661’de elementi, "daha basit bir nesneye ayrılamayan bir madde" olarak tanımlamıştır (Mckie, 2007).

Mısırlıların Leiden Papirüsünde çinko ile cıvadan, çinko ile bakırdan veya çinko, kurşun ve kadmiyum kullanılarak elde edilen altın veya gümüş benzeri alaşımlar ile bunlara az miktarda diğer maddelerin katılmasıyla sağlanan farklı bileşimlerin tanımları yapılmıştır (Priesner, 2012, s. 17).

Helmont, “gas sylvesteris” olarak adlandırılan karbondioksiti buharın özel bir türü olarak tanımlamıştır (Priesner, 2012, s. 116).

Jung’un simya anlayışında “yansıtma’’ kavramı önemli bir rol oynamıştır. Bu kavramla anlatmak istediği, kişinin kendi psişik yapısındaki arketiplerin, egosu dışında, diğer kişilerle veya nesnelerle ilişkilendirilmesi olgusudur (Priesner, 2012, s. 136).

Bacon çalışmalarında spekülatif veya kuramsal simya ile operatif veya uygulamalı simya birbirinden ayrılmıştır (Priesner, 2012, s. 47).

Örneğin; suyun, hidrojenle oksijene ayrışması gibi. Bölümlerin ikisi yani hidrojen ve oksijen, bütün olan suda farklı şeylerdir. Bu tür bölmede, bütün ile parçaları (eleman) arasında kaplamsal ve içlemsel bir ilişki olmaması onları birbirinden ayıran özelliktir (Emiroğlu, 2016, s. 94).

Sınıflamanın kimya biliminde kullanıldığına dair örnekler;

Kimya biliminde sınıflandırmaya polimerleri mekanik özelliklerine göre sınıflandırması örnek verilebilir. Akışkan, yüksek elastik ve katı polimerler olarak sınıflandırılır. Ayrıca

78

polimerlerin monomer çeşitlerine göre sınıflandırılması, homopolimer, kopolimer, terpolimer şeklindedir (Milli Eğitim Bakanlığı, 2014, s. 16-17).

Cabir’e göre 17 ve 28 özel birer öneme sahiptir ve özellikle ikincisi metallerin bileşiminde belirleyici bir rol almaktadır. Metallerde, sıcak, soğuk, kuru ve ıslak gibi özelliklerin her biri yedişer kademe halinde ortaya çıktığından, her metalin yedi farklı hali, toplam yirmi sekiz bölüme ayrılmış bir alan üzerinde bulunur. Buna bağlı olarak, Arap alfabesinde yer alan toplam yirmi sekiz harf ile bu metallerin Arapça isimlerinin kısaltmalarını oluşturmuştur (Priesner, 2012, s. 56).

J. Von Fraunhofer (1787-1826), 1814’de merceklerin kırınım indislerini ölçmek için yaptığı çalışmalarda, bir prizmadan geçen Güneş ışığının tayfında karanlık çizgilerin varlığını saptamıştır. Bugün kendi adıyla anılan bu 574 çizgiyi, konumlarına göre A’dan K’ya kadar harflerle belirlediği sınıflara ayırmıştır (Tameroğlu, 2001, s. 238). 1859 yılında Gustav Robert Kirchhoff da bu konu üzerine araştırma yapmıştır. Spektum (tayf), beyaz ışık ortadan kalktığında soğurma spektrum çizgilerinin önceden görüldüğü dalga boylarında, parlak çizgileri ya da emisyon çizgilerini gösterir. Kirchhoff, yayma ve soğurma çizgilerinin oluştuğu dalga boylarının kullanılan gaza bağlı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Her elementin ya da bileşiğin kendine özgü dalga boyu seti olduğunu saptamıştır (Yaşar, 2016).

Mendelyev, kartları kütlelerine ve kimyasal özelliklerine göre dizmiş ve yaptığı bu düzenlemelerin sonucunda benzer olan elementlerin aynı dikey sırada yer aldığını fark etmiştir. Böylece Mendelyev 1869’da “periyodik tablo” sunu ortaya çıkarmış (Langone, Stutz, & Gianopoulos, 2008, s. 185).

Analojinin kimya biliminde kullanılmasına dair örnekler;

Lavoisier, nefes almada oksijenin rolünü göstermek için, nefes alma ile kanda geçen olayı yanma olayına benzetmesi analoji örneğidir (Topçu, 2001, s. 83).

Priestiey, yanma ile geri kalan pas arasındaki benzerliğe dikkat edilerek bütün oksitlenmelerin yavaş bir yanma eseri olduğu görülmüştür (Kulen, 1972, s. 217).

Daha sonraları 1859’da, Güneş tayfındaki karanlık D çizgileri ile sodyum alevinin tayfındaki parlak sarı çizgilerin çakıştığını saptayan Kirchhoff, sodyum alevinden geçirdiği Güneş ışığı tayfında, beklentisinin tersine daha karanlık D çizgilerinin oluştuğunu görünce,

79

düşük sıcaklıktaki sodyum alevinin kendi saldığı dalga boyundaki ışınımı soğurabildiği sonucuna varmıştır. Böylece bugün Kirchhoff yasası olarak bilinen ve (bir gazdan geçen ışığın, gaz ısıtıldığı zaman salacağı dalga boyundaki bileşenleri, içinden geçtiği gaz tarafından soğurulur) biçiminde açıklanan ilkeyi ileri sürmüştür. Bu ilke ile bir yandan atomun, diğer yandan da evrenin anlaşılması yolunda önemli bir adım atılmış oldu (Tameroğlu, 2001, s. 238).

Önermenin, kıyasın, tümdengelimin ve tümevarımın kimya biliminde kullanılmasına dair örnekler;

“Aynı sıcaklık ve basınçta gazların eşit hacimlerinde eşit sayıda tanecik vardır. (Avogadro Yasası)(Atasoy, Kadayıfçı, & Akkuş, 2003, s. 70)”

“Hidroklorik asitte çinko erir (Yıldırım C. , 1999, s. 35).” “Bütün metaller ısıtılınca genleşir.

Tümel yasal önermesini içine alan

a bir metal parçasıdır ve a ısıtılıyor, bütün metaller ısıtılınca genleşirler, o halde a genleşiyor (Grünberg, 2000, s. 282).”

‘’su (deniz seviyesinde) 1 atmosfer basıncıda 100 derecede kaynar veya oksijen azottan daha ağırdır.’’Tümel-evetleme, karşılıklı-koşul, tikel-evetleme, evrik-koşul olarak bu önerme doğrudur (Menne, 2005, s. 45).

Deneyini yaptığım birinci maden (bakır) ısı karşısında genleşti. Deneyini yaptığım ikinci maden (demir) ısı karşısında genleştir. Deneyini yaptığım üçüncü maden(gümüş) ısı karşısında genleşti. O halde bütün madenler ısı karşısında genleşir (Taylan, 2011, s. 238).

Belgede Mantık ve Doğa Bilimleri (sayfa 80-110)