• Sonuç bulunamadı

bb 3) Vasi ve Nazır Tayini, Nafaka Takdiri

B- SOSYAL İLİŞKİLER

4- VAKIF

“Vakf” Arapça bir kelime olup lügatlerde alıkoyma, durma, durdurma, duruş, hapsetme, hareketten kalma, kımıldanmama gibi anlamlara gelmektedir.147 Istılah olarak VIII. asır ortalarından İslam devlet ve toplumlarının iktisadi hayatında ehemmiyetli bir rol oynayan dini-ictimai bir müessesenin adıdır.148

Vakıf, Türk tarihinin sosyal, kültürel ve ekonomik hayatında ehemmiyetli bir rol oynamış olan dini, hukuki ve sosyal bir müessesedir. Bir kişi mülkiyetine sahip olduğu menkul ve gayrimenkul mallardan bir kısmını veya onların tamamını Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle, halkın herhangi bir ihtiyacını gidermek üzere dini, hayrî ve içtimaî bir gayeye müebbeden tahsis ederse, malını vakfetmiş, yani bir vakıf müessesesi kurmuş olur.149

145 KŞS 83, 9/1,7/2,12/2,19/1,20/1.benzer hükümler veya sonuçlar için bkz.

146 Leslie Peirce, Ahlak Oyunları. ; Hülya Canbakal, 17. Yüzyılda Ayntâb. Geniş izah için bkz. 147 Bahattin Yediyıldız, Vakıf, İslam Ansiklopedisi, C. 13, Milli Eğitim basımevi, İstanbul 1986, s. 153. 148 Bahattin Yediyıldız, “Osmanlılar Döneminde Türk Vakıfları ya da Türk Hayrat Sistemi”, Osmanlı,

C. 5, Ankara 1999, s. 17.

149 Hasan Yüksel, “Osmanlı Toplumunda Vakıflar ve Kadın (XVI-XVII. Yüzyıllar), Osmanlı, C. 5,

Bugünkü modern, sosyal devlet kavramında yer bulan bir takım kamu hizmetlerine Orta ve Yakındoğu Türk ve İslam devlet teşkilatlarında rastlanmaz.150

Toplumun gereksinim duyduğu bütün sosyal ve kültürel hizmetler varlıklı kimselerce kurulan vakıflar tarafından yerine getirilmiştir. Daha doğrusu bu hizmetlerin hiçbiri devlet bütçesinden karşılanmamıştır.

Tarihi derinliği ve amaçlarındaki çeşitliliği sebebiyle vakıfları çok çeşitli açılardan ele almak ve değerlendirmek mümkündür. Nitekim bugüne kadar vakıflar genel olarak hukuk tarihi, kültür ve sosyal tarih, hukuki statü ve teşkilat yapısı açısından; amaçları itibariyle de eğitim, kültür, din ve sosyal hizmetler ile ülke ekonomisine yaptığı katkılar bakımından birçok defa araştırma konusu yapılmıştır.151 Ancak bu çalışmalara şöyle bir göz attığımızda vakıf hizmetlerini, sosyal ve ekonomik olmak üzere iki başlık altında toplayabiliriz. Biz burada vakıf hizmetlerine sosyal yönünden bakacağız.

Vakıfların sosyal boyutlu katkılarını; dini hizmetler, eğitim hizmetleri, belediye hizmetleri, diğer sosyal hizmetler diye gruplandırabiliriz. Günümüze ulaşan vakıf eserleri her ne kadar dini hizmetlerde olsa da, sosyal amaçlarla kurulmuş,ancak günümüze değin ayakta kalamamış,sadece kitâbe veya vakfiyesinin günümüze ulaşabildiği müesseselerin kabarık bir yekün tuttuğunu biliyoruz.152 Osmanlı vakıfları; Selçuklular, Beylikler ve Osmanlı döneminde kurulan vakıfların toplamından meydana gelmektedir. Günümüz Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde muhafaza edilen vakfiyelerin toplam sayısı 29.000 civarındadır.153 Ancak bu sayı o dönem kurulan vakıfların sayısını göstermekten çok uzaktır.

Konya’daki vakıf eserlerine gelecek olursak Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı döneminin önemli bir şehri olan Konya’da Selçuklular dönemindeki 14 medreseden dördü günümüze kadar ulaşırken, Osmanlılar dönemindeki 50

150 Nazif Öztürk, “Sosyal Siyaset Açısından Osmanlı Dönemi Vakıfları”, Osmanlı, C. 5, Ankara 1999,

s. 34.

151 Alpay Bizbirlik, “Osmanlı Toplumunda Vakıfların Sosyo-Ekonomik Boyutları ve Buna Dâir

Örnekler”, Osmanlı, C.5, Ankara 1999, s. 56.

152 Ziya Kazıcı, “Osmanlı Devletinde İmâret”, Osmanlı, C. 5, Ankara 1999, s. 44. 153 Nazif Öztürk, “Osmanlı Dönemi Vakıfları”, s. 37.

medreseden hiçbiri günümüze değin ayakta kalamamıştır.154 Kısacası vakıf eserlerine pek iyi sahip çıkamamışız.

İnceleme alanımız olan 83 numaralı Konya Şer’iyye Sicilindeki vakıfla ilgili belgelere baktığımızda 9 adet belgeye rastlamaktayız. Bu belgelerden 7 tanesi herhangi bir şer’iyye sicilinde karşılaşabileceğimiz sıradan belgeler diyebiliriz. İlk olarak bunlara bir göz atalım.

27/1 numaralı belge bir vakfiyedir. Vakfiye: Vakfın kuruluş senedi ve tüzüğü mahiyetinde hazırlanan belgeye denir.155 Bu belgede Konya sükkânından Atar Esseyyid Elhac Salih Efendi ibni Eşşeyh Abdülkadir Efendi’nin 7500 guruşu, şehrin dışındaki havuzun (su toplama alanı) tahripatının giderilmesi için vakfettiğinden bahsetmektedir.

32/1 numaralı belgede Sahipata Vakfı’nın mütevellisi Mustafa Dede İbni Mehmet, Kozağaç ve Sille karyesinde vakıf toprağında yaşayanlardan az çok öşür ve bağlarından mukataa almaktayım, ancak bağlardan öşür, hayvanlarından otlâkiye ve menzillerinden icar istemekteyim diye kadıya fetva danışmıştır.

36/1 numaralı belgede Sinan Ağa Vakfı mütevellisi (mütevelli vakfın şartları doğrultusunda kadı tarafından tayin olunur ve vakıf işlerini, vakfiye şartları ve şer’i hükümler doğrultusunda idare ederdi)156 Ahmet Beğ Bin Abdülgaffar, mevkisi bilinen arazinin kendilerine ait olduğunu iddia etmekte, Ömer Recâi Efendi ise bu arazinin paşa hassı mültezimi olduğunu savunmaktadır. Ancak araziyi vakıf kazanmıştır.

38/1 numaralı belgede Sinan Ağa Vakfı yöneticileri Kovanağzı civarındaki bir bağ arazisini sahiplenmiş, ancak arazinin sahibi karşı dava açmış ve şahitlendirerek davayı kazanmıştır.

42/1 numaralı belgede Karamanoğlu İbrahim Beğ Vakfının 1254 (Hicri) senesine ait gelir gideri kaydedilmiştir. Burada ağırlıklı üzerinde durulan konu, vakıf

154 Ali Baş, “Konya’daki Vakıf Eserlerinin Dünü Bugünü”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,sayı 5,Konya 1999,s.141-148.

155 Sak, Hayır ve Vakıflar, s. 1.

156 Mustafa Alkan, “Tanzimattan Sonra Vakıfların İdaresinde Yeniden Yapılanmaya Dair Bir Örnek:

Adana Evkaf Müdürlüğü”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi

mülkü hamamın hayırseverlerden ve vakıf yöneticilerinden gelen paralar, kaymakam ve valinin desteğiyle tamir edilişidir.

49/1 numaralı belgede Mevlevi Vakfı nazırı es-Seyyid Mehmet Sait Çelebi Efendi’nin vakfa bağışladığı 6500 guruş ve bu paranın nereye ne miktarda harcanacağını tafsilatlı bir şekilde anlatan vakfiye belgesi mevcuttur.

116/1 numaralı belgede Konya Öylebekledi Mahallesi’ndeki Hacı İshak Mescid-i Şerifi Nakşibendiyye Zaviyesi Vakfı’nın hisse-i vahide irad-ı muâyenesi olmadığından sefalete dücar olmuş ve bu durum karşısında Konya evkafı varidatından 300 guruş vakfa bağışlanmıştır. Ayrıca daha önce zikr olunan şehriye 250 guruş taamiyyenin tayin ve tahsisinin deftere kaydı hususu bildirilmiştir.

Vakıflarla ilgili diğer iki belgeye gelmeden evvel şöyle bir açıklama iyi olacaktır zannımca.

Tanzimat devrine kadar, Osmanlı Devleti’nde vakıflar, kendilerine vakıf hukukunun verdiği geniş yetkilere dayalı olarak, kurucuların vakfiyelere koyduğu hükümlerle, mütevelli ve nazırlar tarafından yarı özerk bir statü ile idare edilmişlerdir. II. Mahmut döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nin idari yapısında takip edilmeye başlanan merkeziyetçi siyaset, vakıfların idaresine de yansımıştır.157 Önce İstanbul’da Evkaf Nezareti kurulmuş, daha sonra bu nezarete bağlı olarak eyaletlerde Evkaf Müdürlükleri teşkilatlandırılmıştır.158 Daha önceleri vakıf gelirlerinin şer’iyye sicilleri dışında merkezi bir kaydının tutulmamasından, “Evkaf-ı Lâzime-i Sahiha”dan birçoğunun varlığından merkezi hükümetin çoğu zaman haberi bile olmuyordu.159

II. Mahmut devrinden itibaren Osmanlı Devleti’nin idaresinde merkeziyetçi bürokrasinin gittikçe güçlendiği bilinmektedir.160 Bu durumun vakıflara; Evkaf Nezâreti ve Evkaf Müdürlükleri kurularak yansıdığını yukarıda söylemiştik. Buradaki çok önemli bir husus ise Tanzimat’ın ilanından önce Evkaf-ı Hümayun ve Haremeyn Nezaretleri’ne bağlı, mütevellilerin yönetiminde yapılan vakıf

157 Ömer Demirel, “Osmanlı Dönemi Sivas Vakıfları’nın İdari Organizasyonu”, AÜDTCF Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 17, Sayı 28, Yıl 1992, s. 65.

158 Mustafa Alkan, “Adana Evkaf Müdürlüğü”, s. 13. 159 Mustafa Alkan, “Adana Evkaf Müdürlüğü”, s. 14.

taşınmazlarının ferağ ve intikallerine nezaret etmek, harçları tahsil ve bağlı bulundukları Evkaf Hazinesi’ne göndermek üzere önemli yerleşim merkezlerine “muaccelat nâzırları” tayin edilmesidir. Evkaf-ı Hümâyun Nezareti’nin kurulmasından sonra taşradaki Muaccelât Nezâretleri birleştirilerek, vilayet merkezleri ile önemli sancaklara birer Muaccelat Müdürü atanmıştır.161

83 numaralı Konya Şer’iyye Sicili’nin 77/1 numaralı belgesi tam da bu konuya aittir. 12 Ramazan 1254 (29 Kasım 1838) tarihli bu belge Konya, Bağşehri, Seydi Şehri, Akşehir sancaklarına Muaccilat Müdürü olarak atanan Mustafa Seyyid Bey’in atama kararnâmesidir. Bu belgeden Haremeyn ve Evkâf-ı Hümayun Nezareti ve hizmetleri birleştiğinden taşra Muaccelat Nezaretleri’nin birleştiğini de görüyoruz.162 Yine buradan Niğde, Aksaray, İç İl, Alâiye gibi birçok sancağın Muaccelat Müdürlüğü azl ve atamasını öğrendiğimiz gibi, Muaccelat Müdürleri’nden merkezin beklentilerini de öğrenebiliyoruz.163

83 numaralı Konya Şer’iyye Sicili’nde vakıflarla ilgili belki de en önemli belge 95/1 numaralı lâyihadır. 3 sayfa uzunluğundaki bu ıslahat lâyihası164, Mülhak Vakıflar hakkındadır. Tarihi olmayan bu belgenin Mart-Ağustos 1839 arasındaki bir döneme ait olduğunu düşünüyoruz.

Konya, Bağşehri, Akşehir sancakları Muaccel Müdürü’ne gönderilen bu belgede, vakıf mallarının taliplerine kiraya verilip, gelirlerinin deftere kaydedilip 3 aylık periyotlarla mean müdir bulunan tarafından hazineye yollanılması tenbihiyle başlıyor ve vakıf kayıtlarının nasıl tutulacağına ne oranda vergilendirileceğine dair en ince ayrıntılarına kadar izah getiriliyordu.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Osmanlı toplumunun ihtiyaçlarının tamamını karşılamaya çalışan vakıf kurumu bu dönemde de faaliyetlerini sürdürmüş ve şehir hayatının en önemli sosyal unsuru olmaya devam etmiştir. Muhakkak bu kurumun da birçok eksik ve yanlış yerleri vardı ve merkezi idare bunları düzeltmek için ıslahatlar yaptı. Ancak bu süreç içerisinde Osmanlı halkının bu kurumlara olan ilgili hiç azalmadı.

161 Mustafa Alkan, “Adana Evkaf Müdürlüğü”,s. 15. 162 KŞS 83, 77/1.

163 KŞS 83, 77/1.

5- SEYAHAT

En basit tanımıyla bir yerden başka bir yere herhangi bir sebeple yapılan yolculuk, diyebileceğimiz seyahat; insanoğlunun sosyalleşmesindeki en önemli âmillerden bir tanesidir. Bu önemli konu, hatta bu insâni ihtiyaç 19. yy Osmanlı’sında bazı sebeplerden ötürü kısıtlanmıştır. Aslında bu seyahat kısıtlaması Osmanlı devletinde 17. yüzyılın ortalarından itibaren mevcuttu.165 Ancak, ciddi manada uygulanması 19. yy’da olmuştur.

19. yüzyılın başlarında görülen Osmanlı-Rus, Osmanlı-Fransız savaşlarının ortaya çıkardığı ekonomik bunalım sonunda, daha iyi korunması, sosyal yaşantısının daha iyi olması166, iş çeşitliliği gibi sebeplerle İstanbul’a doğru olan göç hareketinde bir hızlanma oldu. Ayrıca 19. yüzyılın başında patlak veren Yunan isyanı ülke içerisinde bir nüfus hareketlenmesine neden olmuş, bazı azınlıklar devlete karşı düşmanca tavır almış, bazı casuslar Rum tebaayı kışkırtmak için ülke sathında kol gezer olmuştu.167 Devlet-i Aliye bir nebze olsun bu nüfus hareketini kontrol altına

alabilmek ve asayişi temin ve İstanbul’a nüfus akımını kontrol için, ülke dahilinde seyahatleri disiplin altına almaya çalıştı. Bu amaçla mürur tezkeresi uygulaması getirildi.168

İncelediğimiz dönemde, Osmanlı tebaası, bir yerden başka bir yere gidebilmek için ellerinde, mürur tezkeresi denilen izin belgesi taşımak zorundaydı.169

Mürûr tezkereleri her şahsın isim ve özellikleri elle doldurulmak üzere matbu olarak hazırlanmıştı. 14x28 cm ebadında bir çerçeve içinde üst iki köşede birer ay ve ortalarında altı köşeli bir yıldız, aralarında beyzî bir çerçeve içinde sülüs yazı ile mürûr tezkiresi yazısı, kağıdın tam ortasından başlamak üzere metin, metinin sol altında tarih vardı. Sol tarafta ise alttan 2.5 cm’lik bir boşluk üzerine 2.5x14 cm.lik bir çerçeve içinde mürûr tezkiresi verilen şahsın eşkâli, (sin, boy, sakal, bıyık, göz

165 Musa Çadırcı, Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, s. 69. 166 Çadırcı, Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, s.69. 167 Köstüklü, Hamid sancağı ,s. 85.

168 Köstüklü, Hamid sancağı ,s. 85.

169 Hamiyet Sezer, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Seyahat İzinleri (18-19. yüzyıl)”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C.21, Sayı: 33, Ankara 2003, s. 106.

maddelerini içermekte idi) belirtilmişti. Bunun altında defter numarası bulunmaktaydı.170

İnceleme alanımız olan 83 numaralı Konya Şer’iyye Sicilinde mürûr tezkiresiyle alakalı 4 belge bulunmaktadır. Bunlardan birincisi 64/1 numaralı belgedir. 10 Mayıs 1838 tarihli belgede; daha önceki emirlere rağmen bazı yerlerde mürûr tezkeresiz seyahatler yapıldığı bunların kesinlikle önlenmesi gerektiği işi olmayanlara kesinlikle mürûr tezkeresinin verilmemesi, eğer ki bir kişinin mürûr tezkeresi, defterde kayıtlı değilse yakalandığı yerde, kefili olsa bile geri gönderilmesi gerektiği, işini düzgün yapmayan hakim ve zabitlerin cezalandırılacağı ifadeleri yer almaktadır.171 Bu belgeden yaklaşık 1 ay sonra 14 Haziran 1838 tarihinde kaydolan diğer bir belge de içerik bakımından yakındır.

81/2 numaralı KŞS belgesinde Anadolu tarafından gelenlerin Üsküdar’da, denizden gelenlerin Yemen’de kontrol edilmesi gerektiği, İstanbul’a gelenlerin tezkerelerinde işlerinin yazılı olması gerektiği, bazı kişilerin askerlik çağı geldiği zaman kendilerini tüccar gösterip İstanbul’a geldiklerini, gençlere kesin emin olunmadıkça tüccarlık için tezkere verilmemesi, verilirse de eşkallerinin açıkça yazılması gerektiği vurgulanmıştır.172

Bu belgeden sonra, aradan 1 ay geçmeden gönderilen bir diğer belge ise KŞS 83, 78/1 numaralı belgedir ki: Bu belgede bazı hakim ve zabitlerin mürûr tezkeresi kontrolünü bi-hakkın yerine getirmediği özellikle asker kaçaklarının bundan faydalandığını, mürûr tezkeresi olmayanın kesinlikle bir yerden başka bir yere gitmesine izin verilmemesi tembih olunmuş, bırakın başkenti, bir kazadan diğerine gittiğinde bile mürûr tezkeresiyle o kazanın defterine kaydettirilmesi emrolunmuştur.173

Mürûr tezkeresiyle ilgili KŞS 83’teki son belge ise Ekim 1839 tarihli, vesâleti 25 Kasım 1839 olan 102/1 numaralı belgedir. Bu belge de içerik bakımından diğerlerinden pek farklı değildir. Belgede; bazı kişilerin sahte mürûr tezkeresi yaptığı, bunlara göz açtırılmaması gerektiği, Dersaâdet’e gelmek isteyenlerin geçerli

170 Kütükoğlu, Belgelerin Dili, s. 254. 171 KŞS 83, 64/1.

172 KŞS 83, 81/2. 173 KŞS 83, 78/1.

sebepleri olmadıkça geldikleri yerden kesinlikle mürûr tezkeresi verilmemesi, eğer ki tezkeresiz bir yerden başka bir yere giderse, derhal geri gönderilmesi, bu fermâna sıkı sıkı uyulması emrolunmuştur.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki 19. yüzyılda Osmanlı Devleti sosyal hayatı düzenlemek adına her ne kadar seyahat hakkı kısıtlamasına gitse de, kısmen başarılı olmakla beraber, sosyal ve ekonomik şartların sıkıntılı olduğu bu yıllarda tam bir sonuç alamamış, çeşitli yolsuzluklara başvurmakta dahil, Osmanlı halkı seyahat hakkını kullanmaya gayret etmiştir.

II. BÖLÜM EKONOMİK HAYAT

Osmanlı toplumsal yapısı genel olarak eskiçağlardan beri Türk toplumlarında hâkim anlayışa uygun olarak, düzenin temeli “toplumsal âhenk” veya denge esasına dayanmaktadır174. Hatta bazı araştırmalarda “altı yüzyıl süren Osmanlı yönetimi toplumsal ve ekonomik hayatta dengenin sağlanması ve sağlanan dengenin yitirilmemesi çabaları ile doludur”175. şeklinde yorumlanmaktadır. Osmanlı Devleti’nde hâkim olan bu anlayış ve devletin dengeyi koruma endişesi onu merkeziyetçi ve müdahaleci bir yapıyla da ortaya çıkaracaktır. Öyle ki devlet üretimin cinsinden, üretim biçiminden, pazarlamasına kadar ekonominin birçok kolunda denetleyici, müdahaleci olmuştur176.

Osmanlı iktisâdi ve toplumsal sistemini, klasik ve yenileşme dönemleri olarak iki dönemde ele alabiliriz.177 Osmanlı Devleti 14-16. yüzyıllardaki yükselişi içinde teşekkül eden ana vasıflarıyla “Klasik” diye nitelenen kimliğinde 19. yüzyılın ilk yarısına kadar köklü bir değişiklik geçirmeden yaşadı. 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren ise klasik diye nitelenen kimliğinden birçok unsur ortadan kalktı. Buna karşılık birçok yeni unsurlarla beslenen yeni ve değişik bir kimlik ortaya çıktı.178 Bizim inceleme alanımız tam da bu geçiş sürecine denk gelmektedir.

Ekonominin, birçok yardımcı bilimi, değişkenleri, istatistikleri vardır. Biz burada ne incelediğimiz dönemin Osmanlı ekonomisini, ne de Konya şehrinin her yönüyle ekonomik yapısını aydınlatma iddiasında veya gayretinde değiliz. Ancak üzerinde çalıştığımız sicildeki mevcut ekonomiyle ilgili belgeleri göz önüne alarak incelediğimiz dönemin Konya’sı hakkında, bazı ekonomik tespitler yapma gayreti içinde olacağız.

174 Ayfer Özçelik, Osmanlı Devleti’nin Çöküşünde Ekonomi-Politik baskılar Üzerine bir Deneme (1838-1914), Ecdad Yayınları, Ankara 1993, s. 1.

175 Orhan Türkdoğan, Sanayi Sosyolojisi, Türkiye’nin Sanayileşmesi-Dün Bugün Yarın, Ankara 1981,

s. 10 vd.

176 Özçelik, Ekonomi-Politik baskılar ,s.1

177 Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul 2003, s. 129.

Şer’iye sicilleri Türk halkının ve özellikle Anadolu insanının hayat ve geçim tarzı, yetiştirdiği zirâi ürünler, îmal ettiği sanayi mâmülleri, meşgul olduğu zanaat ve meslek çeşitleri, ithâlat ve ihracata yönelik emtia, câri para, cins ve değerleri ile toplanan vergi gibi birçok ekonomik konuyla ilgili bilgi vermektedir179. Buradan hareketle, evvela devletin gelir kaynağı olan vergiye değineceğiz, sonra yine çok önemli bir ekonomik unsur olan ticarete, daha sonra da paraya ve şehir hayatındaki mülk satışlarına bir göz atacağız.

A- VERGİ

Osmanlı devlet düzeninde meydana gelen sarsıntılara çözüm arama çabaları daha 16. ve 17. yüzyıllardan itibaren ıslahat önerileriyle yüklü, çeşitli risâle ve lâyıhaları ortaya çıkarmıştır. Ayni Ali Efendi, Koçibey, Tatarcık Abdullah Ağa, Defterdar Şerif Efendi risâle ve lâyihalarında önerilen ıslahat tedbirleri tımar sistemi, vergi düzeni, müsâdere, sikke tağşişi, narh gibi geleneksel iktisat politikası araçları üzerinde yoğunlaşmıştır.180 Ancak tanzimatla birlikte birçok alanda olduğu gibi ekonomik alanda da köklü değişiklikler yapılmıştır. Ekonomiyle ilgili bu köklü değişikliklerin birçoğu devlet ekonomisinin en önemli unsuru olan vergiyle alakalıydı. Tanzimat Fermanı’na bakıldığında; evvela eşitlik kavramı dikkati çekmekte,181 daha sonra verginin devlet için gerekliliği vurgulanmaktadır.182 İltizam usûlünün kötülüğünden ve kaldırılmasının hayır getirileceğinden bahisle, kaldırıldığı ve yeni vergi usulünün şu anda meclislerde görüşüldüğü, en kısa sürede yeni vergi usulünün duyurulacağı bildirilmekte183, böylelikle herkesin gücü miktarınca, vergi ödeyeceği müjdelenmektedir184. 1839 yılı için görevli memurların vergiye konu olan kalemlerin sayımını yetiştiremeyeceğinden, iltizam usûlünün devam edeceği, 1 yıl sonra yeni vergi usulüne geçileceği zikredilmektedir185. Yine, Tanzimat

179 Said Öztürk,İstanbul Tereke Defterleri(Sosyo-Ekonomik Tahlil), Osmanlı Araştırmaları Vakfı,

İstanbul 1995, s23.

180 Abdüllatif Şener, “Tanzimat ve Meşrutiyet’te İktisâdî ve Mâlî Politikalar”, Osmanlı, C.3, Yeni

Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s. 549.

181 KŞS 83, 105. 182 KŞS 83, 105. 183 KŞS 83, 105. 184 KŞS 83, 103. 185 KŞS 83, 105.

Fermanı’ndaki adaletle yargılanma186, hukuksuz olarak yapılan idamların önlenmesi ve müsâdere187 usulünün kaldırılması gibi hususlar bu bağlamda değerlendirilebilir.

Görüldüğü üzere fermanda ekonomiyle alakalı birçok konu vardı. Ancak bu ekonomik yeniliklerin uygulanması çok kolay değildi.

Vergi uygulamalarına başlamadan önce ilk olarak uygulamaları kolaylaştırmak adına eyaletlerin sınırlarında değişiklik yapılarak işe başlandı.188 Bu doğrultuda Konya Müşiri el-Hâc Ali Paşa’ya gönderilen Haziran 1840 tarihli bir fermanla Eskil, Turgut ve Eynesun kazalarının Gaferyad’a 55 saatlik bir mesafede olmasından ötürü Konya muhassıllığına, Larende’nin ise Konya’ya uzak oluşundan Gaferyad muhassıllığına bağlandığı bildirilmiştir.189 Ayrıca bu belgeden o dönemin maliye nazırının el Hac İbrâhim Sâib Beğ olduğunu ve Konya muhassılının ise Ahmed Hulusi olduğunu öğreniyoruz.190

Osmanlı Devleti’nin en uzun ve köklü uygulamalarından olan iltizam usulünün191 kaldırılmasına gelirsek iltizam, terim olarak: Özel bir şahsın devlete ait

herhangi bir vergi gelirini toplamayı belirli bir yıllık bedel karşılığında üzerine alması demektir.192 Bu işi yapan kişiye mültezim denir. Osmanlı Devleti’nin erken döneminden itibaren kullanılan bu yöntemde devlet, belirli bir mukâtaadan vergi toplama işini açık artırma yoluyla, bir ya da 3 senelik193, bazen kayd-ı hayat şartıyla194 mültezimlere devrediyor ya da satıyordu. Mültezimler kiraladıkları süre

içerisinde bölgeden en çok kârı elde etmek istiyordu.195 Bu yüzden reâya vergi yükü

altında ezildiği gibi, devlet hazinesi de yeteri kadar faydalanamıyordu.

186 KŞS 83, 104. 187

KŞS 83, 103.

188 Musa Çadırcı, Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, s. 191. 189 KŞS 83, 123/2.

190 KŞS 83, 123/2.

191 Mehmet Genç, İltizam, DİA, C.22, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları ,İstanbul 2000, s. 154. 192 Mehmet Genç, Devlet ve Ekonomisi, s. 100-101.

193 Şevket Pamuk, Yüz Soruda Osmanlı-Türkiye İktisâdi Tarihi, (1500-1914), K Kitaplığı, İstanbul

2003, s. 178.

194 Mehmet Genç, İltizam, s. 155; Devlet ve Ekonomi, s. 101.

195 Suraiya faroqhi, “Krizler ve değişim”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal Ve Ekonomik Tarihi,C

II,(Edit:Halil İnalcık-Donald Quataert),Eren yayıncılık,İstanbul 2004,s.663-664.; Pamuk,Yüz

Tanzimat Fermanı’nda “âlat-ı tahrîriyyeden olub hiçbir vakitde semere-i nâfiası görülemeyen iltizâmat usul-ü muzırrası”196 diye iltizam usulünün kaldırılma

sebebi belirtilmiştir. Pekî iltizam usulünün yerini ne alacaktı?

Mart 1840 tarihli ferman yeni vergi usulünü uzun uzadıya anlatan tam 4 sayfalık bir fermandır.197 Vergiyle alakalı hemen her hususun ayrıntıyla vurgulandığı bu fermanda gözümüze çarpan hususlardan biri: Mültezimlerin reayadan zorla ve fazlaca vergi almasına rağmen bu vergilerin hazineye varmadan, mültezimler elinde çarçur edildiği hususuna dikkat çekilmesidir.198 Belgede iltizamın yerine getirilen muhassıllık199 sistemi anlatılırken; devlet görevlilerinin nüfus ve mal sayımını henüz tamamlamadıklarından bu yıl iltizam usulünün devam edeceği200, muhassılların vergiyi nasıl ve kaç kişiyle toplayacağı201, gayrimüslimlerin vergilerinin nasıl

Benzer Belgeler