• Sonuç bulunamadı

2. İLGİLİ YAYINLAR

2.3. Utangaçlık ve İlişkili Kavramlar

2.3.1. Utangaçlığın Gelişimi

Literatür incelendiğinde “utangaçlık” kavramının son yıllarda çalışılmaya başlandığı, bu nedenle de doğrudan utangaçlıkla ilgili açıklamalardan çok utangaçlıkla aynı kavramsal zeminde yer alan ve utangaçlığa göre çok daha uzak geçmişi olan sosyal fobiye yönelik açıklamaların ağırlık kazandığı görülmektedir. “Psikanalitik” ve “Medikal Yaklaşım”

doğrudan sosyal fobiye yönelik açıklamalarda bulunurken, “Sosyal Öğrenme ve Bilişsel Yaklaşımlar”ın “utangaçlık” kavramını ön plana çıkardıkları ve bu zeminde açıklamalar getirdikleri görülmektedir.

2.3.1.1. Psikanalitik Yaklaşım

Freud (çev. 1994) sosyal fobiyi nevrotik bir korku olarak düşünmüş ve sosyal fobi yaşayan kişinin, görünürde gerçek bir nedene bağlı gibi korku yaşadığını ancak bu korkunun nedeninin kişinin içinde olduğunu savunmuştur. Psikanalitik yaklaşıma göre fobilerde iç tehlike, dış tehlikelerle yer değiştirmiş durumdadır. Fobi kişinin kendi içinden gelen korkulardan korunma şeklidir. Öte yandan Freud bu çabanın aslında boşa olduğunu, çünkü kişinin dış tehlikelerden korunmasının mümkün ama iç tehlikelerden korunmasının sanıldığı kadar kolay olmadığını belirtmektedir (Freud, çev.1994).

Psikanalitik yaklaşımda sosyal fobi ile ilgili üç temel dinamik üzerinde durulmaktadır.

Bunlar utanç yaşantıları, suçluluk duyguları ve ayrılma anksiyetesidir. Utanç yaşantıları onaylayıcı olmayan ebeveyn tutumlarının sonucudur. Kişiler bu hayali ve utandırıcı aşağılanmadan kaçınabilmek için başkalarından onay göremeyecekleri riskinin olduğu ortam ve durumlardan kaçınma eğilimi gösterirler. Suçluluk duyguları sıklıkla ebeveynlerinden ikisi ya da birinden istenen tam ve mükemmel ilginin alınamadığından ötürü yaşanan yetersizlik duygularından kaynaklanır. Yetişkin yaşamda kişi bu suçluluk duyguları nedeniyle diğerlerinden de bu tam ve mükemmel ilgiyi beklemeye devam eder. Bunu elde edemediği için de sosyal ortamlardan uzak durur. Ayrılma anksiyetesi ise bebeğin gelişmesi ile birlikte annesinden ayrılması ve annesinden aldığı ilginin bir kısmını de kaybetmesi sonucunda oluşur. Zaten anne de özerklik kazanması için çocuğundan uzaklaşmak eğilimindedir. Bu nedenle çocuk bütün otonomi girişimlerinin

terk edilmeyle sonuçlanacağını düşünür. Yetişkin yaşamda yaşanan kaçınma davranışı, kişinin diğerleri ile yaşadığı ilişkilerde görebileceği olası reddedilme tepkilerinden duyulan korku nedeniyle oluşur. Terk edilme ise kişinin hayatındaki önemli nesneyi (anne-baba ve bakıcılar) sembolik anlamda kaybetmesi anlamına gelmektedir (Türkçapar, 1999).

2.3.1.2. Medikal Yaklaşım

Medikal yaklaşım sosyal fobinin gelişiminde genetik ve kalıtımsal faktörlerin önemine dikkat çekmekte ve nedensel açıklamalar getirmektedir (Hyson ve Van-Trieste, 1987).

Medikal yaklaşıma göre kişinin sahip olduğu ve doğuştan getirdiği genetik yatkınlık ve biyolojik özellikler sosyal fobi gelişiminde en önemli faktörlerdir. Sosyal fobi yaşayan bireylerin sorunları biyolojiktir bu nedenle de sosyal fobi ile başa çıkmada ilaç kullanımı başvurulacak ilk yoldur (Walsh, 2002). Literatürde medikal yaklaşımın, sosyal fobinin gelişiminde kalıtımsal faktörleri ön plana çıkaran bu tutumuna karşıt görüşler olmakla birlikte (Benton, 2004), utangaçlığın özellikle aşırı şekilde yaşandığı kişiler için biyolojik temelli nedenlerin ve genetik yatkınlığın çok daha muhtemel olduğu ve bu faktörün de göz önünde bulundurulması gerektiği vurgulanmaktadır (Antony ve Swinson, 2000; Walsh, 2002).

Benton ise (2004) sosyal fobideki utangaçlığın bir hastalık semptomu olarak ele alınmaması gerektiğini, bunun bir kişilik özelliği olduğunu belirtmekte, utangaçlığın gelişiminde öğrenme ve bilişsel süreçleri ön plana çıkarmaktadır. Bu iki görüşün utangaçlıkla ilgili olarak yaptıkları açıklamalarda buluştukları ortak nokta; hem kalıtımsal hem de sosyal, davranışsal ve bilişsel öğrenme ilkelerinin utangaçlığın gelişmesinde rol oynadığı ve bu faktörlerin sosyal fobinin sağaltımında farklı derecelerde kullanılması gerektiğidir.

2.3.1.3. Sosyal Öğrenme ve Bilişsel Davranışçı Yaklaşımlar

Sosyal öğrenme ve bilişsel davranışçı yaklaşımlar utangaçlığın gelişimde öğrenme yaşantılarının en önemli faktör olduğunu savunmaktadırlar. Erken çocukluk

dönemlerinden itibaren içinde bulunduğu sosyal çevre, kültürel özellikler ve ebeveyn tutumları, bireyin utangaçlıkla ilişkili pek çok özellik kazanmasına yol açar (Antony ve Swinson, 2000; Hyson ve Van Trieste 1987). Öğrenme yaşantıları içinde hem davranışsal hem de bilişsel öğeler bulunmaktadır. Örneğin model alma, gözleyerek öğrenme ve doğrudan deneyimleme gibi öğrenme yaşantılarının hem davranışsal hem de bilişsel boyutları olduğu söylenebilir. Bilişsel davranışçı yaklaşım model alma, gözleyerek öğrenme ve doğrudan deneyimlenmiş yaşantıların utangaçlığın gelişmesinde temel öğrenme biçimleri olduğunu savunmaktadır. Bu öğrenme biçimleri utangaçlıkla ilgili hem bilişsel ve duygusal hem de davranışsal özelliklerin edinilmesini sağlamaktadır.

Utangaçlıkla ilgili ilk deneyimler bireyin anne babası ile olan ilişkisinden türemektedir.

Anne-babalar hem çocuklarına model olarak hem de çocuklarının belli şekillerde davranmalarına yön vermeye çalışarak, onların pek çok kişisel özellik gibi, utangaçlığı da öğrenmelerine yol açarlar. Antony ve Swinson (2000) nadiren sosyal ilişkiler içinde bulunan veya utangaç olan kaygılı anne babaların çocuklarının, ebeveynlerini gözleyerek bu duyguyu ve ilişkili davranışları edindiklerini belirtmektedirler. Öte yandan utangaçlık yaşayan bireylerin çocukluk dönemlerinde ebeveynleri tarafından konuşmaya ve girişimlerde bulunmaya teşvik edilmemiş; konuşma veya girişimde bulunsa da bu çabaları pekiştirilmemiş olan bireyler oldukları belirtilmektedir (Jere, 1996). Bu tür çocuklar sosyal becerilerini geliştirmelerine yardımcı olacak sosyal etkileşimlere katılmamışlardır. Bu nedenle de okul çağına gelindiğinde utangaçlıkla ilgili olarak bu çocukların okul fobisi geliştirdikleri görülür. Bu tür çocuklar kendilerine güvenmediklerinden, ebeveynlerinden ayrılmak istemezler ya da okul veya öğretmenlerine karşı olumsuz bir bakış açısı geliştirirler (Jere, 1996).

Diğer taraftan okul çağındaki bu tür kaygılı çocuklar sosyal becerilerde zayıflık gösterirler ve beklenenin altında akademik başarı sergilerler. Bu nedenle de çevrelerinde hep olumsuz değerlendirilirler. Bu durum onların kendileri ile ilgili olumsuz düşünce şemaları geliştirmelerine neden olur (Walsh, 2002). Bu görüşü destekler biçimde Jere (1996) utangaçlığın tekrarlayan başarısızlıklar, yanlış değerlendirilmeler veya akranları ve yetişkinler tarafından sürekli olarak dışlanmaları nedeniyle oluşabildiğini

belirtmektedir. Nitekim bilişsel modele göre, utangaç kişilerin kendileri ve çevreleri ile ilgili işlevsel olmayan inançları (Antony ve Swinson, 2000; Dilbaz, 1997; Sungur, 2000) ve sosyal öğrenme sürecindeki bilişsel çarpıtmaların sonucunda gelişen bu inançların da içinde bulunduğu daha geniş pek çok işlevsel olmayan düşünce şeması bulunmaktadır (Walsh, 2002).

Utangaçlığın öğrenilmesinde, kişinin duydukları veya okudukları gibi, pek çok öğrenme yaşantısının etkili olabileceği belirtilmektedir. Sözgelimi kişinin, ebeveynlerinden veya başkalarından, “eğer bir şeyi yapacaksa bunu mükemmel bir şekilde yapması gerektiği”ni duyması ve bu duyumun bir süreklilik halinde bireyin yaşamında olması utangaçlık için bir neden olabilir. Diğer yandan örneğin televizyon ya da diğer iletişim araçlarında “birinin görünüşünün, bir açıklama yaparken çok önemli olduğu”nu duymak utangaçlığı başlatabilir (Antony ve Swinson, 2000). Ayrıca bir sunum esnasında aşırı şekilde eleştiri alan bir akranını görmüş olmak, bir sunum yaparken çok huzursuz olan bir arkadaşını görmek veya akranlarından birisinin okul ortamında ciddi şekilde aşağılandığına tanıklık etmek gibi spesifik durumlar kişinin utangaçlığının başlatıcısı olabilir (Antony ve Swinson, 2000).

Utangaçlığın gelişmesinde doğrudan deneyimlenmiş travmatik yaşantıların özellikle önemli olduğu belirtilmektedir (Jere, 1996; Antony ve Swinson, 2000). Bu yaşantılar içinde; ciddi bir sataşma ya da aşağılanmaya maruz kalmak, büyüme çağında kendisini sürekli olarak fiziksel ve duygusal olarak rahatsız eden akranlarıyla beraber büyümüş olmak, eleştirel anne-baba, arkadaş veya öğretmene sahip olmak, bir sosyal ortamda;

çok belirgin bir hata yapmak, kusmak, panik atak geçirmek gibi kişinin mahcup olmasına yol açan bir davranışta bulunmuş olmak bulunmaktadır (Antony ve Swinson, 2000).

Utangaçlığın gelişimine yönelik olarak yapılan açıklamalar, utangaçlığın kökenlerinin çok erken çocukluk dönemlerine kadar indiğine ve gelişimsel süreç içinde de yaşanma biçiminin değiştiğine dikkati çekmektedir (Antony ve Swinson, 2000; Hyson ve Van-Trieste, 1987; Jere, 1996; Kemple, 1995; Walsh, 2002). Bebeklik döneminde insanlar yabancılara karşı hem bir merak hem de onlardan kaçınmak eğilimleri

göstermektedirler. Bu dönemde bebekler yabancılara karşı yaklaşma ya da kaçınmada bir tereddüt gösterirler. Bu utangaçlığın en ilkel formu olarak düşünülebilir (Hyson ve Van Trieste 1987; Walsh, 2002). Diğer yandan biraz daha büyük olan bazı çocuklar yalnız başlarına oynamayı tercih ederler ve sanki sosyal etkileşime ihtiyaçları yokmuş gibi görünürler. Bu duygular utangaçlıkta yaşanan duygusal gerilimin tıpatıp aynısı olmasa da utangaç kişilerin yaşadığı kaygıyla çok benzerlik gösterir (Hyson ve Van-Trieste, 1987).

Kemple (1995) utangaçlığa özgü düşük benlik saygısı ile ilgili belirtilerin dört yaş civarında görülebildiğini belirtmektedir. Buss ise gerçek utangaçlık korkusunun bebeklerde yabancı birilerinin ortama girmesi ile ortaya çıktığını ve bunun iki yaş civarında meydana geldiğini belirtmektedir. Çocuktaki bilişsel ilerleme ile birlikte sosyal ortamlarla ilgili hassasiyetin artması kişiyi kendisinin farkına varmaya yöneltir.

Kişinin benliği ile ilgili farkındalığı arttıkça utangaçlık duygusu da gelişir ve çocuk 4-5 yaşlarına geldiğinde gerçek anlamda utangaçlık ortaya çıkar. Ergenlik döneminde de kişisel farkındalık en üst noktaya çıktığından utangaçlık da en üst seviyesine ulaşır (Akt.

Hyson ve Van Trieste 1987).