Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesini imzalamış olmakla birlikte, coğrafî çekince nedeniyle uluslararası koruma statülerini mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma statüleri olarak üçe ayırmıştır. Ancak, uluslararası koruma başvurusunun temel şartları, başvuru kriterleri, karar ve itiraz aşamaları, barınma ve idari gözetim şartları, mülakat, karar ve itiraz aşamaları bu ayırım üzerinden ayrıntılı olarak 1951 Cenevre Sözleşmesine uyumlu şekilde belirlenmiştir.
Bu anlayışla YUKK’a göre, “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü”
verilmektedir31.
31 YUKK Md. 61
1951 Cenevre Sözleşmesi mülteci statüsünün verilmesini beş temel şarta bağlamaktadır.
Bunlar dini, ırkı, tabiiyeti, bellirli bir toplumsal gruba mensubiyetinin bulunması ve siyasi düşünceleridir. Bu beş şarttan dolayı kişinin mülteci statüsü alması için zulme uğrama korkusu, bu korkunun haklı nedenlerinin olması ve kişinin ülkesi dışında olması gerekmektedir. Görüldüğü üzere YUKK bu noktada 1951 Sözleşmesi ile bire bir uyumludur. Bu statünün sadece Avrupa ülkelerinden gelenlere verilmesi ise uzun yıllardır tartışma konusudur.
Şartlı mülteci ise, “Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tâbiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasî düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişi” olarak tanımlanmaktadır. Kanun, şartlı mülteci statüsü alan kişinin, üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar Türkiye’de kalmasına izin vermektedir.32
Tekrar belirtmek gerekirse, şartlı mülteci statüsü ile Avrupa dışından gelenlerin de uluslararası korumaya başvurmasının önü açılmaktadır ve içerik olarak mülteci ile aynı koşullar kabul edilmektedir. 1994 Yönetmeliği incelendiğinde şartlı mülteci kavramının karşılığının yönetmelikteki sığınmacı kavramıyla eşleştiği görülecektir. Türk mevzuatı bu sayede, tüm dünyadan gelen ve 1951 Sözleşmesinin benimsediği beş şarta sahip kişileri uluslararası koruma altına alma yükümlülüğünü benimsemiştir.
Şartlı mültecinin, mülteciden temel farkı bu statünün güvenli üçüncü bir ülkeye yerleşene kadar sürecek olması ve Avrupa dışı bir ülkeden gelen bir başvuru olmasıdır. Bu süre zarfında şartlı mültecilere Türkiye’de kalmaları noktasında geçici ikamet verilmektedir.
Yabancı bu statü ile bir mültecinin sahip olduğu tüm hak ve yükümlülüklere sahiptir.
Ancak Türkiye’nin yaptığı bu ayırım eleştiriyi de beraberinde getirmiştir. Temel iddia bu
32 YUKK Md.62
ayırımın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 14 üncü maddesine göre, “sözleşmede tanınan hakların ve özgürlüklerin kullanılması cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyaset veya diğer düşünce, sosyal ve etnik orijin, belirli bir azınlığa, mülkiyete, doğuma veya diğer bir statüye mensup olma açısından ayırım yapılmaksızın herkes için sağlanması” hükmüne aykırı olduğudur. Yapılan bu değerlendirme üzerinden de AİHM’ye Türkiye aleyhine dava açılmıştır. Ancak mahkeme, coğrafi çekinceden kaynaklı bu ayırımın 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Ek Protokolüne göre uygun olduğunu ve AİHS 14 üncü maddesinin Türkiye tarafından ihlal edilmediğini belirtmiştir (Ekşi, 2015, s.49).
Uluslararası koruma statüsünün üçüncüsü ise ikincil koruma statüsüdür. Bu koruma statüsü, gerek uluslararası alanda gerekse AB hukukunda uzun bir geçmişe sahiptir. Sığınma hareketlerinin uluslararası hukuk altında düzenlemeye başlanmasından buyana, devletler, koruma arayanların, tek bir hukuki tanımlama kapsamına dâhil edilemediğini tecrübe ettiğinden, devletler mülteci tanımlamasına uymayan; ancak uluslararası korumaya ihtiyaç duyan kişilerin, “de facto mülteci”, “savaş mültecisi”, “insani sığınmacı” gibi statüler altında ülkelerinde kalmalarına izin vermektedir. Bazı devletler bunu sadece geri göndermeme ilkesinin gereklerine ve barınmaya izin vermek şeklinde uygulamışken;
bazıları ise, barınma dâhil bazı temel hakları yasal olarak bu kişilere tanımışlardır. Burada esas olan 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Ek Protokolünden yararlanamayan; fakat kaçmak zorunda oldukları ülkelere dönmek noktasında haklı korkuları bulunan kişilere, uluslararası koruma sağlamaktır. (Ergüven ve Özturanlı, 2013, s. 1035-1036).
YUKK, “mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri döndüğü takdirde ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek; işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak; uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında verilen uluslararası koruma biçimini” ikincil koruma olarak
tanımlamaktadır33. Bu noktada, vatansız olan yabancı eğer Suriye’den kitlesel akınlar sonucu Türkiye’ye gelmişse, kendisinin bahse konu korumalardan değil, geçici korumadan yararlanacağının altını çizmek gerekir.
YUKK’ta ikincil koruma olarak adlandırılan statü, 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Ek Protokolü kapsamı dışında kalan, ancak korunma ihtiyacı olan kişilere koruma sağlamak için oluşturulan “tamamlayıcı koruma” olarak ifade edilebilecek bir statüdür. Tamamlayıcı koruma sağlayan bu statü Türk mevzuatına ilk kez YUKK ile girmiştir (Ekşi, 2015, s.52-53). Böylece taraf olunan uluslararası sözleşmelere uyum noktasında önemli bir adım atılmıştır.
Örneğin, AİHS’nin 3 üncü maddesi, hiç kimsenin işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamayacağını söyler. Bu prensip, bahse konu muameleye maruz kalma riski olan kişinin o ülkeye geri gönderilmemesini ve sınır dışı edilmemesini öngörmektedir (AİHM, ty.). Ayrıca, Türkiye’nin taraf olduğu “1984 tarihli BM İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmenin”
3 üncü maddesindeki işkenceye tabi tutulma tehlikesinin olduğuna dair esaslı sebeplerin bulunduğu kanaatini uyandıran durumlarda kişinin başka bir ülkeye geri gönderilemeyeceği, sınırdışı edilemeyeceği ya da iade edilmeyeceği hükmü geçerlidir.
Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi de iadesi istenen kişinin cinsiyet, ırk, din, milliyet, siyasi kanaat sebebiyle takip ve cezalandırma durumu varsa, ilgili ülke o kişiye ilişkin iade talebini reddedebilmektedir. Bu durum “BM Sınır Ötesi Organize Suçlara İlişkin Sözleşmesi” için de benzer şekilde geçerlidir (Ekşi, 2015, s.53-54). “BM Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinin” 7 inci maddesi, hiç kimsenin işkence ya da zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılmayacağını belirtmektedir (OHCHR, 2015). Türk mevzuatında ilk kez yer alan bu statünün, uluslararası korumada önemli bir boşluğu doldurduğunu söylemek gerek. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ile AB hukukuna uyum temelinde insan haklarına ilişkin hükümler de bu tür bir statünün mevzuatımızda yer almasını bir nevi elzem kılmıştır diyebiliriz.
33 YUKK Md.61
Türkiye’de şartlı mülteci ve ikincil koruma statüsü elde eden yabancılara Uluslararası Koruma Statü Sahibi Kimlik Belgeleri verilmektedir. Bu belgenin geçerlik süresi bir yıldır ve bu süre birer yıl olarak uzatılmaktadır. Oysa geçici koruma atında olanlar için bir süre sınırlaması getirilmemiştir. Bakanlar Kurulu son bulmasına karar verene kadar bu statü geçerli kılınmıştır. Ayrıca, uluslararası koruma başvurusu kabul edilen yabacılara vatandaşlık verilmesinin yolu kapalıdır.