2.8. YENİ KURUMSALCILIK KURAMI
3.3.2. Bir Hedef Ülke Olarak Türkiye
kadar kabullenici olursa olsun, devlet ne kadar açık kapı politikası uygularsa uygulasın;
gerekli yasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik hazırlıklar yapılmazsa bu tür kitlesel göçlerin üstesinden iki tarafın da gelmesinin oldukça güç olduğunu söyleyebiliriz.
1980 sonrası yabancı sayısındaki hızlı artışı göstermesi için şu rakamları vermek faydalı olacaktır: Örneğin, 1995 yılında Türkiye’de 11 bin 362 düzensiz göçmen yakalanmışken, 1999 yılında bu sayı 47 bin 529’e, 2000 yılında ise 94 bin 514’e ulaşmıştır. 2002 yılında 82 bin 825 olan bu sayı 2008 yılına gelindiğinde 61 bin 228 seviyelerine inmiştir. Bu rakamların yalnızca yakalanan düzensiz göçmenleri ifade ettiği düşünüldüğünde, Türkiye’deki düzensiz göçün büyüklüğü görmek mümkündür. İçduygu, mevcut olan gerçek sayının ise yakalananların en az iki ya da üç katı olabileceğini belirtmektedir (İçduygu, 2014b, s.231-234). 2016 verilerine göre ise ülkemizde yakalanan göçmen sayısı 174 binden fazladır (GİGM, 2017b).
1990’lı yıllardan itibaren ülkemize farklı nedenlerle gelen ve ikamet alan yabancı sayısı da hızla artmıştır. Örneğin, 1995 yılında ülkemize gelen yabancıların sayısı 6 milyon 762 bin 956 iken, bu sayı 2010 yılında 27 milyon 024 bin 609 olarak gerçekleşmiştir. 1995 yılındaki ikamet izni sayısı 84 bin 727 iken, bu sayı 2010 yılına gelindiğinde 176 bin 944 olmuştur (TBMM, 2012b). 2008 yılında ise Türkiye’de oturma izniyle gelen yabancıların sayısı yaklaşık 180 bindir ve bu kişilerin 19 bini izniyle, 29 bini öğrenci statüsüyle Türkiye’de bulunmaktadır. Geri kalanlar ise Türkiye’de oturma iznine sahip, ancak halen çalışmayan ya da öğrenci olmayan kişileri kapsamaktadır. 2008 yılında yabancılara verilen oturma izinlerinin uyruğa göre dağılımına bakıldığında iş nedeniyle Türkiye’de bulunan yabancı ülke vatandaşlarının en çok Çin, Rusya, Amerika, Almanya, Ukrayna, İngiltere ve Fransa’dan geldikleri görülmektedir. 2008 yılına ait yabancılara verilen oturma izinleri verilerine bakıldığında, Türkiye’nin özellikle Azerbaycan, Türkmenistan, Bulgaristan, İran, Kırgızistan, Afganistan ve Kazakistan’dan öğrenci çektiği görülmektedir. Yabacıların çalışma ve yerleşeme amacıyla Türkiye’ye gelişlerindeki bu artışta Türkiye ekonomisinin gelişmişliğinin yabancı işgücünü ve göçmenleri çekecek biçimde artmasının önemli bir etkisi olduğu düşünülmektedir (İçduygu, 2014b, s.222-264).
Görüldüğü üzere rakamlar artış göstermekle birlikte dalgalanmalar da mevcuttur. Bu dalgalanmaların sebebi de bölgede yaşanan çatışmalar ve savaşların varlığı ile orantılıdır.
Irak-İran Savaşı, Sovyetler Birliğinin dağılması, Saddam Hüseyin’in Kuzey Irak politikası
sonucu yaşanan Kürt göçü, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşanan savaş ve Körfez Savaşı Türkiye’yi hedef ülke haline getirmiştir. Örneğin, Ağustos 1990-Nisan 1991 yılları arasında 7 bin 489 kişi sığınma amaçlı Türkiye’ye gelmişken, 1991 yılında sadece Kuzey Irak’tan gelenlerin sayısı 460 bine ulaşmıştır. 1999 yılında Kosova’da yaşanan olayların ardından ise 17 bin 746 kişi bu amaçla ülkemize gelmiştir (Ergüven ve Özturanlı, 2013, s.1012-1014).
Türkiye’nin özellikle kitlesel akınlarla Irak’tan gelen yabancılara yaklaşımı, Bulgaristan’dan gelenlerle kıyaslandığında daha farklı olmuştur. Halepçe’de yaşanan katliam sonrası Türkiye ilk başta sınırlarını açmak konusunda çekimser davranmış, ancak uluslararası baskıların da etkisiyle 50 binden fazla yabancıyı topraklarına kabul etmiştir. Bu kişiler için bölgede dört geçici sığınma kampı kurulmuştur. Kamplarda yaşayanlara ise
“misafir” denilmiştir. Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesine koymuş olduğunu coğrafi çekinceyi ileri sürerek bu insanlara mültecilik statüsünü tanımamıştır. Sonuç olarak gelenlerin bir kısmı Avrupa’ya gitmiş, bir kısmı ise Irak’a geri dönmüştür (Kirişçi ve Karaca, 2015, s. 303-304). 1991 yılında ise çok daha büyük bir kitle Türkiye sınırlarına dayanmış ve 460 bin kadar Kürt giriş yapmıştır. Türkiye özellikle güvenlik endişeleri yüzünden ilk başta sınırlarını açmasa da yasadışı girişlere engel olamamış ve ülke içi ile dışındaki baskı sonucu sınırlar açılmıştır. Türk hükümetinin ABD ve BM ile yürüttüğü çalışmalar ve süreç içinde Irak’ın 36 ıncı paraleline kadar olan kısmının uçuşa yasak bölge ilan edilmesi ve güvenli bir bölge oluşturulması kitlesel göçlerin önüne geçilmesinde etkili olmuştur. Bu dönemde sınır bölgesine yaklaşık kırk kamp kurulmuş ve göç etmek zorunda kalan Kürtler buralara yerleştirilmiştir. Bir kamp da Türkiye içinde kurulmuştur. Kuzey Irak’ta güvenliğin bir nebze sağlanması ile birçok Kürt evlerine dönebilmiş bir kısmı ise Halepçe katliamından kaçanlar gibi Batı ülkelerine mülteci olarak kabul edilmişlerdir (Kirişçi ve Karaca, 2015, s. 304-305).
Türkiye, Avrupa dışından gelen kitlesel akınlarında, bu kişilere geçici sığınma hakkı tanımış ve üçüncü ülkeye yerleştirilene kadar ülkede kalmalarına izin vermiştir. Bu süreci de UNHCR ve İçişleri Bakanlığı birlikte yürütmüştür. Artan sığınmacı sayısı ve düzensiz
göçmen geçişleri ve kitlesel akınlar Türkiye’nin koyduğu coğrafi çekincenin ise pratikte uygulanmadığının bir göstergesi haline gelmiştir. Tüm bu yaşanan kitlesel akınlarda sağlıklı bir sınır güvenliği, kayıtlama ve yerleştirme politikasının uygulanabildiğini söylemek de güçtür. Sonuç olarak ardı ardına gelen bu büyük göç akınları Türkiye’nin yeni düzenlemelere gitmesini elzem kılmıştır.
Türkiye’ye yönelik sığınmacı ve mülteci göçü ile düzensiz göç hareketlerinin zaman zaman birbiri içine girdiği de belirtmek gerekir. Bunun sebebi, her iki gruptaki kişilerin çoğunlukla sınırları yasadışı şekilde geçmeleridir. Ülkeye gelen sığınmacılar başvurularının reddedilmesi durumunda, geri dönmeyip, başvuru yaptıkları ülkede kayıt dışı olarak çalışmakta ya da yasadışı şekilde bir üçüncü ülkeye gitmeye teşebbüs edebilmektedirler. Bu durum ise göç hareketliğinin karmaşık bir hal almasına neden olmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin Avrupa ülkelerinden olmayanları mülteci olarak kabul etmeyişinin de düzensiz göç üzerinde birtakım etkileri olmaktadır (İçduygu, 2003).
1990 sonrası artan uluslararası göç hareketliliği Türkiye’nin iltica konusunda yeni politikalar geliştirmesine ve mevzuatı yeniden düzenlemesine neden olmuştur. Yaşanan kitlesel göçler ve 1995-2010 yılları arasında sadece yakalanan düzensiz göçmen sayısının 800 bin olduğu göz önüne alınırsa yeni düzenlemelere gidilmesi kararının ne kadar yerinde olduğunu daha iyi göstermektedir (İçduygu, 2015, s.283). Burada amaç, bundan sonraki süreçte iltica ile ilgili yaşanan sıkıntıları gidermek ve kitlesel göç hareketlerine karşı hazırlıklı olmayı sağlayacak düzenlemeleri yapmak olmuştur. Göç hareketliliğin uluslararası boyuttaki değişimi ve bunun Türkiye’ye etkileri yanında AB ile üyelik sürecinin bu dönemde hızlanmaya başlaması ve buna bağlı uyum süreci Türkiye’nin uluslararası koruma ve vize rejimine ilişkin yeni düzenlemeleri elzem kılan temel iki unsur olmuştur.
3.3.3. 1994 Yönetmeliği
Türkiye’nin yoğun şekilde düzensiz ve kitlesel göçlere maruz kalması ve buna bağlı olarak uluslararası koruma rejimi düzenleme ihtiyacı sonucu 14 Eylül 1994 tarihinde, 6”169 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” kabul edilmiş ve 30 Kasım 1994 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanmıştır16. “Yasal veya yasal olmayan yollardan ülkemize gelerek münferiden iltica etmek isteyen veya başka ülkelere iltica etmek üzere izni talep eden yabancılar ile topluca iltica veya sığınma amacıyla sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara ve olabilecek nüfus hareketlerine karşı alınacak tedbirleri, yapılacak işlemleri, müracaat, karar ve işbirliği yapacak makamlar ile bunların görevlerini ve yabancıların tabi olacakları esasları”17 içeren bu yönetmeliğin en önemli özelliği, özellikle bireysel ve kitlesel sığınma olayları karşısında yapılması gerekenleri düzenleyen ilk belge özelliği taşımasıdır.
1994 Yönetmeliği, önceki dönemde olduğu gibi coğrafi çekince anlayışını sürdürmeye devam etmekle birlikte, tüm başvurularda, iltica usulleri açısından hiçbir ayırım gözetilmeksizin, 1994 Yönetmeliği 6 ncı maddesi 1951 Cenevre Sözleşmesi ile 1967 tarihli Ek Protokolü esas almaktadır (EGM, ty.). Ancak yapılan düzenleme, sadece Avrupa ülkelerinden gelen ve iltica talebinde bulunan yabancılara mülteci statüsü vermekte ve ülkede sürekli ikamet etmesine izin vermektedir. Avrupa ülkeleri dışındaki ülkelerden gelerek Türkiye'den koruma talebinde bulunan yabancılar ise bu yönetmeliğe göre mülteci değil, sığınmacı olarak kabul edilmektedir. Bu noktada sığınmacılar üçüncü bir ülkeye yerleştirilene kadar geçici olarak Türkiye’de koruma altındadırlar. Türkiye’de sığınma başvurusunda bulunanlar UNHCR’a da üçüncü ülkeye iltica etmek için başvuru yapmakta
16 Yönetmelik için bundan sonraki yazımda “1994 Yönetmeliği” ifadesi kullanılacaktır.
17 1994 Yönetmeliği Md.2
ve inceleme süreci devam ederken Türkiye’de yasal olarak kalabilmektedir (Başak, 2011, s.6).
Bu esasla, Türkiye'ye iltica etmek isteyen veya başka bir ülkeye iltica etmek için Türkiye'den ikamet izni talep eden yabancıların talepleri18, İçişleri Bakanlığınca karara bağlanmakta, Bakanlığın uygun göreceği hallerde karar verme yetkisi valiliklere devredilmektedir. Valiliklerce ya da İçişleri Bakanlığınca verilen kararlar valilikler tarafından yabancıya tebliğ edilmektedir. İltica başvurusu olumlu değerlendirilen yabancı, İçişleri Bakanlığınca belirlenen bir misafirhaneye yerleştirilmekte veya yine Bakanlıkça gösterilen bir yerde serbestçe ikamet etmektedir. İçişleri Bakanlığı, Türkiye'ye iltica etmek isteyen veya başka bir ülkeye iltica etmek için Türkiye'den ikamet izni talep eden yabancılara ilişkin iş ve işlemlerde diğer bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile UNHCR ve IOM gibi uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içinde bulunmayı kabul etmektedir.19
Yönetmelik, Türkiye sınırlarına yönelik kitlesel mülteci ve sığınmacı akınlara ilişkin ise yabancıların kabul edilmeleri halinde öncelikle askeri makamlar tarafından silahtan arındırılacağını, yabancı ordu mensupları ve sivillerin birbirlerinden ayrılarak kimlik tespitlerinin yapılacağını, sivillerin kamplara sevki amacıyla polis ya da jandarma makamlarına teslim edileceğini, yabancı ordu mensupları içinse “4104 sayılı Muharip Yabancı Ordu Mensuplarından Türkiye'ye İltica Edenler Hakkında Kanun” hükümlerinin uygulanacağını, mülteci ve sığınmacıların barınmalarını sağlamak amacıyla ileri toplama alanlarının Genelkurmay Başkanlığı koordinesiyle ve mümkün olduğunca sınır bölgesine yakın şekilde İçişleri Bakanlığınca belirlenip valilikler tarafından kurulacağını belirtmektedir20.
Yönetmelik esaslarına göre belirlenen bölgelerde toplanan yabancıların ana dilleriyle veya anladıkları bir başka dille mülakatlarının yapılması ve deklarasyonların alınması
18 Bu başvurular İl Emniyet Müdürlüğü Yabancılar-Pasaport ve Yabancılar Şube Müdürlüğüne yapılmaktaydı.
19 1994 Yönetmeliği Md.6 ve Md.7
20 1994 Yönetmeliği Md.9 ve Md.11
öngörülmüştür. Bu noktada yabacıların isimleri, soy isimleri, doğum yerleriyle doğum tarihleri, ülkelerindeki statüleri, Türkiye’ye gelme nedenleri, Türkiye’de veya yurtdışında akraba ve yakınları olup olmadığı, eğer varsa adreslerini bildirme zorunluluğu vardı. Aynı süreç esansında mülteci ve sığınmacıların fotoğraf ve parmak izleri alınarak uyruklarına göre tasnifi yapılmakta; terörist, huzur ve güven bozucu, tertipçi, casus ve sabotörlerin ayrılmalarına özen gösterilmekte, ardından mülteci ve sığınmacıların imkanlar ölçüsünde örf ve adetlerine uygun olarak yerleştirilme işlemleri gerçekleştirilmekteydi. Kayıt süreci tamamlandıktan sonra bu yabancılara valilikler tarafından tanıtım belgesi verilir, kimlikleri kütük defterine kaydedilirdi21. Yönetmelik bahse konu yabancıların temel dini, sağlık ve haberleşme haklarını da koruma altına almış, eğitim ve çalışma konusunda genel hükümlerin esas alınacağını belirtmiştir.
Başvuru sahiplerinin kayıtlarında en önemli husus kuşkusuz kimlik tespitidir. Pasaport Kanununun 4 üncü maddesine göre pasaportu veya vesikası olmadan ya da usule uygun veya güvenilir olmayan pasaport ya da vesikalarla ülke sınırına gelen yabancılar geri çevrilmektedir (RG, 1950b). Sahte pasaport ve vize ile gelen yabacılar da yaptırıma tabi tutulmaktadır. Ancak 1951 Cenevre Sözleşmesi hükümleri temelinde 1994 Yönetmeliği bu şekilde giriş yapan yabancıları cezalandırıcı bir prensibe sahip değildir (Başak, 2011, s.58).
Bir diğer husus da uluslararası ve ulusal mevzuatın ön gördüğü kriterleri taşımayan ve ekonomik kaygılarla ülke sınırlarını yasa dışı olarak geçen bir yabancının koruma alabilmek için yanlış bilgi verebilmesinin yaşanabilmesidir. Örneğin bir Pakistanlının, Afgan olduğunu belirtip Taliban’dan kaçtığını söylemesi; bir İranlının kendisinin bir eşcinsel olduğunu belirtip ölüm korkusuyla kaçtığını belirtmesi gibi bir durum yaşanabilir.
Bu kişiler genelde kimlik bilgilerini sınırda imha eder ya da saklarlar. Böylesi bir durumda başvuru sahibinin geliş güzergâhında kullandığı bilet, aldığı eşya, üzerinden çıkan mektup ve benzeri her türlü unsur delil olarak kullanılır, ayrıca menşe ülkesine ilişkin doğru bilgileri sorgulanır. Kimlik tespiti çalışmaları sonucunda başvuru sahibinin verdiği
21 1994 Yönetmeliği Md.12
bilgilerin aksine bir kanıt bulunamaması durumunda ise yabancının beyanı dikkate alınmaktadır (Başak, 2011, s.29).
1994 Yönetmeliğini, Türkiye’deki mülteci ve sığınmacılara ilişkin hukuki boşluğu doldurma çabası açısından çok önemli bir belge olarak görmek mümkündür. Ayrıca politika oluşturucular tarafından ülkenin artık bir geçiş ülkesi olması yanında hedef ülke olma konumunda olduğunun da kabul gördüğünün önemli bir göstergesidir.