• Sonuç bulunamadı

Uluslararası Çevre Sözleşmeleri

2.3. Çevre Kavramı

2.3.11. Uluslararası Çevre Sözleşmeleri

Çevre sorunlarının birçoğu insanın varolması ile birlikte başlamıştır. Önceleri nüfusun az olması ve teknolojinin günümüzdeki boyutlarına ulaşmamasından dolayı insanlar doğayla uyum içinde yaşamışlardır. Ancak, sanayi ve endüstrileşme, nüfus artışı, teknolojik gelişmelerle birlikte insanlar doğayı hızla tahrip etmeye başlamışlardır. Bilinçsizce doğayı tahrip eden insanlar bir süre sonra doğanın bir parçası olduklarını, doğal dengenin önemini ve bu sistemle uyum içinde yaşamaları gerektiğini anlamışlardır. Çevre sorunları, insanları doğayı koruma konusunda ciddi önlemler almaya yöneltmiştir. Böylece önemli çevre faaliyetlerine girişilmiş ve konu küresel boyutta ele alınmaya başlanmıştır (Ören ve Tatar, 2006:168). Bunun için uluslararası boyutta çok sayıda antlaşma, sözleşme ve protokol hazırlanmıştır.

Çevre sorunlarına eğilme, örgütlenme, çevre bilinci ve sorunlarla ilgili işbirliği girişimleri 1920’lerde Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) çalışanlarının işyeri çevresindeki hasar verici etkenlere karşı korunma standartlarını belirlemeleri ile başlamıştır. 1922’de İtalya Alp’lerde yaban hayatını korumak için Gran Paradiso National Park’ı kurdu. Fransa’da İtlayan girişimine paralel olarak Vanoise Milli

Parkı kuruldu. 1925’te Hollanda ile Çekoslavakya doğanın korunmasına ilişkin olarak Krakow Protokolünü imzaladırlar. İkinci Dünya Savaşı’nın çıkması ile diğer girişimler durdurulmuş oldu. Daha sonra ise hem BM (Birleşmiş Milletler) hem de çevre örgütlerinin hareketleri hız kazanmaya başladı (Erdoğan, 2003:239). Fakat yapılan bu faaliyetler ya ulusal düzeyde kalmakta ya da tüm dünya’ya hitap eden etkinlikler olamamıştır.

Çevre sorunları konusunda, uluslararası düzeyde ilk toplantı, 1972 yılında Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından düzenlenen Stockholm I. Çevre Konferansıdır. Bu toplantı sonunda, çevreye verilen önemi vurgulamak için 5 Haziran tarihi Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmiştir (Yıldız ve diğ., 2005:264). Kısaca Stockholm Bildirgesi olarak bilinen “Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Deklarasyonu” nda çevre sorunlarının hem bölgesel hem de uluslararası alanlara yayılması nedeniyle, ülkeler arasında yaygın bir işbirliğinin yapılması ve uluslararası kuruluşların ortak hareket etmelerinin gerektiği belirtilerek, bütün insanlar ve hükümetler çevrenin korunması ve geliştirilmesi için ortak çabaya davet edilmiştir (Keleş ve diğ., 2005:203).

Stockholm Çevre Konferansı’nın önemli sonuçlarından birisi de şüphesiz Akdeniz Eylem Planı’dır. Stockholm’deki konferans tarafından uyarılan çevre bilinciyle uyumlu bir şekilde denizlerin kurtarılması amacıyla 1975 yılında UNEP, Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın çağrısıyla Barcelona’da bir konferans toplanmış ve bu konferans sırasında Akdeniz’de kıyısı olan 16 hükümet Akdeniz’in korunması için bu eylem planını onaylamıştır. Plan, Akdeniz ülkeleri hükümetleri tarafından düzenlenip imzalanacak, yasal bağlayıcılığı olan bir dizi anlaşmayı, kirlenmeyi izleme ve araştırma ağının kurulmasını, hayati kalkınma öncelikleriyle sağlıklı bir Akdeniz çevresini bağdaştıracak bir sosyo-ekonomik programın hazırlanmasını öngörmektedir.

Çevre sorunları ve çevrenin korunması konusunda uluslararası düzeyde gerçekleştirilen bir diğer çalışma da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1983 yılında Norveç Başbakanı G.H. Brundtland başkanlığında, insanlığı tehdit eden çevre

sorunları konusunda bir komisyon kurulması konusunda aldığı kararla kurulan ve İtalya, S.Arabistan, Zimbabwe, Almanya, Hindistan, Çin, Japonya, Kanada ve diğer bazı ülkelerin temsilcilerinden bir grubun hazırladığı ve 1987 yılında yayınlanan “Ortak Geleceğimiz” isimli Brundtland raporudur (Keleş ve diğ., 2005:206). Rapor genel olarak çevre sorunlarının gelişmiş-az gelişmiş bütün ülkelerin insanlarını, bütün yerküreyi tehdit ettiğini ve dünya’daki krizlerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu, çevre sorunlarının diğer sorunlardan ayırt edilemeyeceğini belirtmektedir (Görmez, 2003:89). Ayrıca raporda, sürdürülebilir gelişmenin bir değişim sürecini ortaya koyduğu, bu değişim süreci içerisinde kaynakların kullanımının, yatırımların yönlendirilmesinin, teknolojk gelişmenin yönünün seçilmesinin ve kurumsal değişikliklerin uyum içinde yapılmasının gerekliliği vurgulanmıştır (Kılıcoğlu, 2005:43).

Stockholm Konferansı’nın 20. yıldönümü nedeniyle hazırlanan Dünya Çevre Konferansı ise 1992 yılında Brezilya’nın, Rio De Janeiro’da şehrinde toplanmıştır. Konferansta geçen 20 yılın genel bir değerlendirmesi yapılmış ve geleceğe yönelik politikaların belirlenmesi amaçlanmıştır (Keleş ve Hamamcı, 2005:200). Ayrıca Rio Konferansı’nda, çevre ve ekolojiyi etkileyen tüm alanlarda hükümetlerin, kalkınma teşkilatlarının, Birleşmiş Milletler kuruluşlarının ve bağımsız sektörlerin yapması gereken faaliyetleri içeren bir eylem planı olan “Gündem 21” oluşturulmuş ve “Gündem 21” in 2000 yılına kadar olan dönemi kapsayan uluslararası bir program olması kararlaştırılmıştır (Görmez, 2003:90).

Rio Konferansı’nda sosyal, ekonomik ve çevresel unsurların birbirleriyle etkileşim içinde olduğu kabul edilerek, uzun vadede sürdürülebilir sonuçların elde edilmesi için bu gereksinimlerin dengeli bir şekilde karşılanması gerektiği vurgulanmıştır. 1992 Rio Konferansı daha sonra düzenlenen tüm Birleşmiş Milletler toplantılarının gündemini belirleyici rol oynamıştır. Bu konferanslardan bazıları; 1994 Kahire Dünya Nüfus ve Kalkınma Konferansı, 1995 Kopenhag Dünya Sosyal Kalkınma Zirvesi, 1996 İstanbul Habitat II İnsan Yerleşimleri Konferansı ve 2000 New York Bin Yıl zirvesidir (Keleş ve diğ., 2005:222).

Rio De Janeiro, Çevre ve Gelişme Konferansı’nın üzerinden 10 yıl geçtikten sonra Birleşmiş Milletler, 26 Ağustos-4 Eylül 2002 tarihleri arasında, Dünya Sürdürülebilir Gelişme Konferansı düzenlenmiştir. Konferans sonunda açıklanan Sürekli ve Dengeli Gelişme Bildirisi 37 ilkeden oluşmaktadır. Toplantıya katılan devlet ve hükümet bakanları sürekli ve dengeli gelişme ilkesine bağlılıklarını yinelemiş ve bu ilkenin yerel, ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde’ de yaşama geçirilebilmesinin, ekonomik ve toplumsal gelişme ile çevrenin korunması öğeleri arasındaki karşılıklı bağlılığa dayanması gerektiğini vurgulamışlardır (Keleş ve Hamamcı, 2005:206).

Benzer Belgeler