• Sonuç bulunamadı

Ulus İnşası ve Ulus Devlet Güvenliği

3. NEO LİBERALİZMİN GÜVENLİK ANLAYIŞI

3.3. Ulus İnşası ve Ulus Devlet Güvenliği

Ulus devlet, örgütlü bir siyasi yönetim modelidir. Siyasi bir yönetim modeli olan ulus devletin belirli coğrafi sınırlar içerisinde egemenlik hakkı iddiası 1648 Vestfalya Barışına dayanmaktadır. Ulus devlet gibi ulus temelli siyasi örgütlenme çabaları, ilgili alan yazınında ulus inşa süreci olarak ifade edilmektedir. Bir ulus inşa sürecinde, mevcut zamanın şartları, ortak bir kültür, vatan olabilecek toprak parçası ve belki de en değerlisi olan ortak bir tarih faktörleri önemlidir (Niyazi, 2011: 251). Ulus inşa sürecinde ulus devlet ile vatandaş ilişkisi ya vatandaşın beyanı temeli ya da vatandaşın ispatı temelinde kurgulanır. Her iki türlü inşa edilebilen ulus devlet yönetim modellerinin ortak noktası vatandaşlık bağı kurgulanırken biz duygusunu

öne çıkaracak ortak başarılar veya ortak acılardan sıkça yararlanmasıdır (Doruk, 2009: 197).

Artık ulus devlet, uluslararası politikanın tek aktörü değildir. Denilebilir ki ulus devlet bir gelişim süreci içerisindedir. Eskinin depolayan ve yığan ulus devleti, yerini teknolojik imkânlardan azami seviyelerde yararlanma çabasında olan hayali ulus devlet formuna dönüşmektedir (Bacık, 2006: 62). Elektronik devlet uygulamaları bu dönüşüm sürecinin belirgin örnekleridir. Bu dönüşüm sürecinin başka bir çeşidi, uluslararası ilişkilerin yeni aktörleri kabul edilen uluslararası örgütlenmeler, çokuluslu şirketler, çeşitli ülke içi dini gruplar ve benzeri sivil toplum kuruluşlarıdır. Uluslararası alanda yeni olan bu aktörler, ulus devlet kararları üzerinde belirleyici roller kazanabilmektedirler (Arı, 2002: 407).

Tabi ki, ulus devletin içte düzeni sağlamak ve dışta diğer ulus devletlerle rekabet edebilmek gibi amaçları, bir otorite olma konumu devam etmektedir. Fakat ulus devletin rakibi sadece diğer ulus devletler olmadığı aşikâr. Artık, uluslar üstü yeni örgütlenmelerin ve ulus devlet içi sivil toplum örgütlerin de güç kazandığı bir gerçektir (Eralp ve diğerleri, 2005: 101). Ulus devletin rakiplerindeki bu artışa rağmen yaşamını sürdürmek isteyen ulus devlet gelişim sürecine dâhil olmaktadır. Vestfalya Barışı döneminden beri uluslararası alanın tek yetkilisi olan ulus devlet artık, uluslararası örgütler, çokuluslu şirketler ve artan sivil toplum kuruluşları sayesinde daha fazla sorgulanıyor. Vestfalya döneminde, egemenlik ve yetki kullanım hakkı kraldan alınarak daha soyut bir kavram olan ulus devlete verilmiştir. Süreci takiben ulus devlet sistemi, toplumu merkeze koyan bireyi ve alt kimlikleri ön plana çıkarmayı hedef edinen bir hal almak yolunda ilerlemiştir (Sevim, 2006: 107). Ulus devletteki bu gelişimin yanı sıra uluslararası alanda birçok siyasal, ekonomik ve sivil toplum örgütleri gibi barışı ve işbirliğini desteklemek için yardımcı roller gelişmiştir.

Ulus devletin tekelinde olan doğal kaynakların işletme hakkını bile devreder olmuştur. Ulus devlet iç güvenliğin sağlanması için özel sektöre yetki devrinde bulunabilmiştir (Özdemir, 2006: 180). Vestfalya barışından bu güne ulus devlet sisteminin yaşamış olduğu bu gelişim süreci, ilgili alan yazınında “ulus devlet

ortadan kaldırılmak mı isteniyor? Yoksa bilinen devlet düzeni yeniden yapılandırma sürecine mi girdi?” gibi soruların sorulmasına neden olmuştur.

Ulus devlet yazınındaki kimi yazara göre uluslararası sistem ademi merkeziyetçi bir yapıdan oluşmaktadır. Eğer uluslararası sistem ademi merkeziyetçi bir yapıda ise neo liberal teoriden bahsetmek ulusların egemenlik haklarına müdahaleyi gizlemekten öte bir şey olmayacaktır (Burchill ve diğerleri, 2012: 99). Ulus devlet sistemi güç kaybına uğramıştır. Güç kaybını küreselleşme süreciyle ilişkilendirme çabasındaki yazarlar, küreselleşme sürecinin ulus devletin klasik rolünün aşındırdığını iddia ederler. Yazarların ulus devlet üzerine söylevleri ve güç kaybı iddiaları tamamen karşılıksız olmamakla birlikte hali hazırda ulus devlet bazı etkili mücadele araçlarına sahiptir. Bu etkili mücadele araçlarının ekonomi ile ilgili olanları kota ve teşvikledir (Tortop ve diğerleri, 2007: 603).

Ulus devletin vatandaşlarının iktisadi refahlarını artırmaya yönelik sorumlulukları vardır. Ulus devlet vatandaşlarına yönelik bu sorumluluklarını yerine getirirken artan nüfus, göç hareketleri, ulus devletlerarası rekabet gibi problemleri aşması gerekir. Bu problemleri aşmak için gelişim sürecine girebilen ulus devlet, eski kamu yönetimi idare şekillerinden olan emret yaptır politikalarının yerine özendir yapılsın tarzı politikalara geçebilir (Arslan, 2007: 104). Bu tarz gelişim süreci içerisinde olabilen ulus devlet, neo liberal teorinin ilkeleriyle benzerlik gösterecek şekilde, özelleştirmeyi teşvik eder, rüşvet ve yolsuzluklarla mücadeleleri özendirir. Buradan anlaşılan odur ki günümüz ulus devletleri gümüz problemlerinin tümünü kendi başlarına çözme kabiliyetine sahip değildir (Doğan, 2008: 85). Ancak, ulus devletin vatandaşlarına karşı sorumluluklarını yerine getirme, onların çıkarlarını savunma ve onların refah ortamını sağlama gibi eski sorumlulukları devam etmektedir.

Tecrübelerle sabitlenmiş birçok düşünce ön yargılara dönüşür. Bu ön yargıların doğruluk payı sıfır olmakla birlikte gerçek dışı sonuçlara da ulaştırabildiği bilinir. Bu bağlamda, önyargı ile sosyal medya ilişkisi önemlidir. Bu ilişkinin önemi özellikle güvenlik üzerine etkilerinden kaynaklanır. Orta Doğu bölgesi ulus devletlerinden Mısır ve Suriye güvenliğini tehdit eden bir süreç olarak “Arap Baharı”nın tetikleyicisinin ve örgütleyicisinin ön yargı ve sosyal medyadır.

Kökenini zaman ve düşüncenin hareketinden alan korku, insanla özdeşleşmiş bir duygudur. ‘Yeni’ olan her bir şey, korku duygusunu hem arttırır hem de var olanları iyice güçlendirip yaşam biçimlerini etkileyebilir. Yeni olana aşina olundukça korkudan arınılır ve korku yerini güven duygusuna bırakır (Arslantaş, 2008: 79). Her bir birey güven duygusunun önemli olduğunu bilir ama güvenin ne olduğu sorgulandığında farklı birçok tanıma ulaşılır.

Korku duygusuyla özünde zıt olan güven duygusunun bir tanımına göre biz güveni, ötekiler güvenilmezi temsil eder. Güvenilmezin sembolü olan ötekiler, genellikle biz’in sahip olduğu özelliklere sahip olamayan varlıklardır (Doruk, 2009: 199). Biz duygusu, çoğu zaman ötekilere karşı iktidarı haklılaştırmak için gerekçeler üretir ve bu gerekçeler sayesinde diğerini kendisi için ötekileştirir. Korku duygusu ötekilerin sayısıyla orantılı, bizimkilerin sayısıyla ters orantılı olacak bir şekilde dağılım gösterir.

Ön yargı; ötekiler ve biz ayrımının bir sonucu olarak ortaya çıkan ötekinin kötülüklerinin korkulacak biçimde abartılmasıyla adalet, hoşgörü normlarının daha geri plana itilmesiyle sağlanır. Bir birey için ön yargı ne ise bir ulus devlet içinde o dur. Kimi zaman ön yargı, bir toplumun ya da bir ulus devletin tanınması yolunda büyük bir engel olabilir. Yerel kültürler ile diğer kültürler arasındaki imaj yanılsamalarının temelinde ön yargılar yatar (Arı ve Arslan, 2010: 226). Ön yargı sonucu oluşturulan öteki hakkında bilgisizlik veya kasıtlı olarak yanlış bilgilendirmeler vardır. Ön yargı, yaşamın öyle bir parçası olmuştur ki çoğu kez farkında olamadan düşünce ve davranışlarımızı yönlendirir. İletişimin en başında beklentilerimizi karşı tarafa en yalın haliyle iletmek, ön yargıları baştan önleyebildiği gibi ön yargıları azaltıcı etki de gösterebilir (Eralp ve diğerleri, 2005: 28).

Televizyon, radyo ve internetin etkileme güçleri birbirinden farklıdır. Ancak her biri çekicilikleri yüksek birer medya organlarıdır. Etkileme güçleri birbirinden farklı olan bu medya organlarının uluslar üzerinde tarihsel hafıza kayıpları oluşturacak biçimde sonuçları vardır (Doruk, 2009: 110). Bu medya organlarından birkaçının aynı anda kullanılması durumunda iletilmek istenilen mesajın hedef kitle üzerindeki etkisi daha çok olur. Bu medya organları kullanılarak belirli merkezlerden uygulanacak propaganda mesajları, hedef ulus kültürler üzerinde aşınım ve alışkanlıkların

yönlendirilmesi gibi sonuçlarla neticelenebilir (Bülbül, 2006: 213). Etki gücü biri birinden farklı ama çekiciliği yüksek bu medya organları, ulus devlet güvenliğine tehdit sayılabilecek seviyede ulus kültür unsurlarını da yeniden tanımlayabilir.