• Sonuç bulunamadı

Ulus-Devlet’e Meydan Okuma: Küresel Sivil Toplum Kuruluşları

Aristo, Hegel, Hobbes, J.Locke, J.J. Rousseau, Marks ve A.Gramsci gibi birçok düşünür tarafından ele alınan ve tartışılan sivil toplum tezi, hiçbir iz bırakmadan yol aldığı 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar kısa ama dikkat çekici bir kariyere sahip olmuştur.126

II. Dünya savaşını takip eden süreçte ise, sadece siyaset biliminde değil, daha birçok farklı alanda da önemli ve vazgeçilmez bir olgu olarak, yerini daha da sağlamlaştırarak ortaya çıkmıştır. Kısacası, sivil toplumun ve sivil toplum kuruluşlarının tarihçesi eski olmasına rağmen, kurumsal bir yapı olarak hem siyasal alanda hem de özellikle toplumsal alanda etkili olması çok eski değildir.127

Soğuk savaşın bitmesiyle başlayan dönem, ulus-devletin varlığının ciddi olarak sorgulandığı, küreselleşmenin hâkim olmaya başladığı ve küreselleşmenin bir getirisi olarak karşılıklı bağımlılığın arttığı bir dönem olmuştur. Küreselleşme ile uluslararası arenada görünürlüğü artan devlet dışı aktörlerin, sınırlar ötesi ilişkileri yoğun bir şekilde geliştirmesine paralel olarak, uluslararası ilişkilerdeki aktör sayısı artmış ve çeşitlenmiştir.128

Merkezi alanın dışında gelişen bu devlet dışı yapıların sayılarının ve etkilerinin artmasına binaen, merkezi siyasal aktör olan devletler de bu gelişmelere ayak uydurmak zorunda kalmışlardır.129

İçeride devlete varlığını kabul ettiren bu hükümet dışı organizasyonlar, hem içerik hem de faaliyet açısından kendilerini geliştirerek, devlet ve toplum arasında bağlantı kurmanın ötesinde, küresel düzeyde, toplumlar ve iktidarlar arasında yeni bir bağ kurarak, iktidarların niteliğini değiştirici bir rol oynayabilmektedirler.130

Küreselleşmenin bir sonucu olarak ulaşım ve iletişim sektörlerindeki teknolojik ilerlemeler, devletlerin sınırlarını her zaman olduğundan daha çok geçişken hale getirdi.131

Sınırların geçişken hale gelmesi, malların, insanların, bilginin ve düşüncelerin daha önce hiç olmadığı kadar hızlı ve tüm küreyi etkileyecek derecede “hareketlilik” yaşanmasını mümkün kılmıştır. Bu hareketliliğin bir neticesi olarak da, saydığımız bu olguların hızlı bir

126

John Keane, “Giriş”, John Keane (Ed.), Sivil Toplum ve Devlet: Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar, Levent Köker v.d. (Çev.), Ayrıntı Yayınları: İstanbul, 2004, s. 9.

127

Şaban Çalış, Önder Kutlu ve Erdem Özlük,”INGOs: Uluslar arası Sivil Toplum Örgütleri”, Şaban Çalış, Birol Akgün ve Önder Kutlu (Ed.), Uluslararası Örgütler ve Türkiye, Çizgi Kitapevi: Konya, 2006, s. 725.

128

Kemal Başlar, Uluslararası Hukukta Hükümet Dışı Kuruluşlar, Nobel Yayınevi: Ankara, 2005, s. 68.

129

Büşra Ersanlı, “Toplumsallaşan Dış Politika”, Semra C. Mazlum ve Erhan Doğan (Ed.), Sivil Toplum ve Dış

Politika, Bağlam Yayıncılık: İstanbul, 2006, s. 26. 130

Cerit ve Mazlum, a.g.m., s. 18.

131

Dani Rodrik, “Küreselleşme Sınırı Aştı mı?”, İzzet Akyol ve Fatma Ünsal (Çev.), Küreselleşme-Temel

şekilde örgütlenebilmesini ve harekete geçebilmesini sağlamıştır. Nihai olarak da bu hareketlilik, devlet merkezli sistemin daha geçirgen ve kırılgan bir hale gelmesine neden olmuştur.132

Özellikle soğuk savaş sonrası ortaya çıkan sorunlar, sorunların çözümünde devletlerin işlevsizliği ve uluslararası sistemden kaynaklanan eksikliklerin sonucu olarak, devletlerin dolduramadığı boşluğu, hükümet-dışı organizasyonların doldurduğu gözlendi. Bu konuda en etkili örgütlerden birisi olan sivil toplum kuruluşları, bizzat devletle de iş birliği yaparak, özellikle insani yardımlar konusunda etkili aktörler olarak ortaya çıktı. Ortaya çıkan sivil toplum kuruluşları, etnik çatışmalarda, savaşlarda ve diğer farklı krizlerde önemli roller üstlendiler. Mesela, Sudan, Etiyopya, Somali, Bosna-Hersek, Ruanda, Irak ve Gazze bilinen yakın zamanlı örneklerdir.133

STK’lar, bu alandaki çalışmalarını yaparken, gerek hükümet temsilcileri, gerekse hükümet dışı aktörlerle temasa geçip bilgi paylaşımında bulunabilmektedirler. Aynı zamanda kriz durumlarında, bazen taraflar arasında arabuluculuk rolü ya da tarafları yönlendirmek gibi müdahalelerde bulunabilmektedirler. Her ne kadar “devlet”in son söz söyleme yetkisi devam etse de, sivil toplum kuruluşları, alınan kararların şekillenmesinde etkili rol oynayabilmektedirler.134

Ateş, sivil toplum kuruluşlarının bu tür girişimlerde bulunmasını, üç faktöre bağlamaktadır. İlk faktör kapitalizm süreci ile bağlantılıdır. Kapitalist zihniyetin küresel bazda çevreye verdiği tahribatın bir sonucu olarak, bu alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları’nın küreselleşmesine neden olmuştur. İklim değişiklikleri, ozon tabakasındaki incelme ve diğer çevresel sorunların ortaya çıkışı, bu alanda ilgilenen “çevreci” diye nitelendirilebilecek sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.135 Ozon tabakasına zarar veren maddeler hakkında “Montreal Protokolü”, “KYOTO Protokolü” gibi yapılan protokollerde, kısmi de olsa sonuçların alınması, bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının bir başarası olarak nitelendirilebilir.

İkinci olarak, yine kapitalist sürecin bir yansıması olarak devletler arasındaki refah seviyesinin gittikçe artmasıdır. Küresel ölçekte ortaya çıkan bu adaletsiz dağılım, gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki uçurumu arttırarak, dünyadaki istikrar ve güvenliği tehlikeye sokmaktadır. Üçüncü olarak da, ulus-devletlerin, küresel çapta ortaya çıkan sorunları

132 Rodrik, a.g.m., s. 12. 133 Çalış, vd, a.g.m., s. 737. 134 İbid, s.737. 135

çözmedeki beceriksizlikleridir. Sorunları çözmek yerine nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlanmaya devam etmekte ve bu konuda önemli harcamalar yapmaktadırlar.136

1990’lı yılların hemen başında Doğu Bloğu’nun çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan süreçte, etnik ve sınır çatışmalarının en önemli konusu olan insan hakları ve çevre merkezli açılımlar, ulusal hatta uluslararası STK’ları ciddi olarak uluslararası toplumun gündemine taşımıştır. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler (BM), ECOSOC ve Avrupa Birliği (AB) gibi örgütlerin aldığı kararlarla, STK’lara yeni roller ve görevler verildi.137

Sivil toplum kuruluşları, bir taraftan günümüzde devletlerin bıraktığı boşlukları doldururken bir taraftan da 364 yıllık geçmişi olan, Westphplian paradigmasına göre oluşturulmuş “uluslararası sistemi”, derinden etkilemiştir. Bu dönemde, uluslararası sistemin yapısı, devletlerin tekelinde bulunan alanlar olmaktan çıkmış, uluslararası sistemde güç ve otorite, devlet dışı aktörlerle paylaşılmaya başlanmıştır.138

Ortaya çıkan bu yeni güç, artık insanların bağlı oldukları ulus-devletlerinden çözüm konusunda bekleyişleri yerine, gönüllülük ilkesi üzerinden yükselen sivil toplum aracılığıyla yerelden küresele tüm sorunlara çözüm aramaya başlamalarıdır. 139

Küresel sivil girişimlerin artmasındaki bir diğer önemli ana faktör de, güçlü devletlerin demokratikleşme ve özellikle de insan hakları konularındaki çifte standardıdır. Zaten çalışmamızın merkezi olan “Mavi Marmara” olayı, insan hakları konusunda yıllarca Gazze’de yaşanan sorunu, devletlerin çöz(e)mediğini düşünen sivil toplum kuruluşlarının “sivil itaatsizlik” örneğidir.