• Sonuç bulunamadı

Ulus Devlet ve Çokkültürlülük:

Ulus kelimesi her ne kadar millet yerine kullanılıyor ise de millet karşılığı değildir. Ulus, milletin modern zamanlardaki görünümüdür. Ulus kelimesinin aslı “uluş” dur. Ve Moğol’cadır. 13. asırda Moğol hâkimiyeti devrinde görülmüştür. Batı’daki feodalitenin malikâne rejimine benzer bir yapılanmadır. Moğol idari yapısında kabileler birliğine ad olarak verilmiştir ( Erkal, 2005: 201).

Paradoksal olan bir nokta var ulus-üstü örgütlenmelerin tam da ulus-devlet örgütlenmelerine benzemeleri ve ideolojik olarak mikro-milliyetçiliği Ulus, birden bire oluşmaz. Bir ulus, bir cemaat içindeki anlamlı sayıda insanın bir ulus oluşturduğuna inandığı zaman vardır. Ulus terimi bir bütünleşme sürecinin ürünüdür. Ulus ne etnik topluluk ne de devletle karıştırılmamalıdır.

cesaretlendirmelerdir. Avrupa Birliği ortak savunma ve güvenlik politikası, hukuk sitemi ve para birimi oluşturmak suretiyle bir ulus-devlet gibi davranırken, aynı zamanda ulu-devletin en önemli unsurlarından olan milli marş ve bayrak gibi sembollerle kendi vatandaşlarını ulus-devlet vatandaşları olarak karakterize etmeye çalışmaktadır. Kendi içinde “Avrupa Kimliği” ne dayalı yepyeni bir milliyetçi refleks sergilemeye çalışan bu ulus-üstü örgüt, dışa karşı mikro- milliyetçilikleri savunur bir tutum takınmakta, bunu da hoşgörü, insan hakları, çokkültürlülük gibi kavramlarla açıklamaya çalışmaktadır ( Göka-Beyazyüz, 2005: 23 ).Çokkültürlülük ulusal-kimlik konuları karşı karşıya getirilerek zıt kutuplara yerleştirilmektedir.

Ulus-devlet ve modern dönemde oluşan ulusal-kimlik birlik, bütünleşme ve tek bir millet vurgusundan dolayı farklı kültürlere düşmanmış gibi algılanmaktadır. Farklılıklar, farklı kimlik ve kültürlere karşı bir duruş sergilemeyen ulusal-kimlik eşit hak ve özgürlükler temelinde zaten tüm farklılıklara tek bir merkez çevresinde olma hakkı verir. Farklılıkların kendi özgürlüklerini tamamen kazanması olayı ise başka bir konudur.

Çağımızda sadece ekonomiler değil, siyaset de küreselleşmektedir. Ulus- üstü karar alma süreçlerinin ortaya çıkması ve bu düzeyde gelişen yeni yönetişim yapılarının ulusal siyasal sistemlere eklemlenmesi küreselleşmenin siyasal etkileri arasında sayılmaktadır. Küreselleşmenin baskısı altında hükümet olmadan yönetmek amacıyla tasarlanan çok-düzeyli yönetişim yapılarına dayanan Avrupa Birliği kimi zamanlar yerleşik liberal demokrasiler açısında da ciddi ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar yaratmaktadır... A.B.’nin karar alma sisteminin çoğulculuğu desteklemekten ziyade basit bir çoğunluk sistemine dönüştüğü ileri sürülmektedir ( İrem, 2006: 58– 59). Avrupa Birliği bir bakıma küreselleşmeye yön ve şekil vermek istemektedir. Bugün küreselleşme Amerikanlaşma gibi de anlaşılmaktadır ve aynı şekilde zaman zaman Avrupalılaşma olarak da algılanabilmektedir.

Farklı kültürlere, dinlere hayat ve yaşam alanı açarken diğer kültürlerin tehlikede olması da düşünülebilir bu yüzden bütün farklılıklara eşit mesafede olunmalıdır. Örneğin farklılıklardan kaynaklanan farklı bir kültürün geleneksel özellikleri evrensel değerler ile ters bir algıya sahipse ortada içinde çıkılmaz bir durum vardır.

Çünkü son günlerde meydana gelen töre, kan davası gibi dogmatik yada gelenekselleşmiş bir takım yanlış değerler sonucu kültür ardına saklanılarak ortaya olumsuz durumlar çıkartılmıştır ve insanlar öldürülmüştür.Genel geçere kurallar, insan hakları ve evrensel değerler gibi tüm insanlığın ortak paydada buluştuğu bir takım davranış kalıpları dışına çıkan farklı bir kültüre tanınan farklı haklar “Benim kültürümde var.” savunması ile kabul edilemez bir noktaya getirilmemelidir. Hukuk sisteminin temelinde var olan yurttaşlık anlayışı eşit bireyler olarak gördüğü insanları tüm farklılıklara verilen haklar ve özgürlükler ile ancak milli çıkarlara ve değerlere ters düşen evrensel ölçütler ile bütün toplum adına farklılıkları evrensel değerler ve insan hakları değerleri ile sınırlandırır. Tüm dünyadaki farklılıklara ne kadar farklı olacağı konusunda bir çizgi çizilmesi aslında onları sınırlandırmak yerine diğer farklılıkları koruma amacındadır.

Birçok göç alan ulus-devletin kendi sınırları içinde sürekli yaşayan ve kendi vatandaşları olmayan oldukça kalabalık nüfusları barındırır duruma gelmesi söz konusu olmuştur. Öte yandan göç veren birçok ulus-devlet kendine vatandaşlık bağı ile bağlanan binlerce insanın sürekli olarak kendi sınırları dışında yaşamaları gerçeği ile yüz yüze kalmışlardır. Göçe katılan vatandaşlar açısından durum daha karmaşıktır. Ne vatandaşları oldukları ne de yaşadıkları ulus-devletler içinde vatandaşlık hak ve sorumluluklarını kullanma şansları vardır. Ama vatandaşlık kavramı bu şekilde çizilen boyutta sorunludur.

Ulusalcılığın siyasal karakterini inceleyebilmek için ulus, devlet ve ulusalcılık arasında temel bir kavramsal ayrım yapılmıştı. Ulus tanımı için de önce devlet tanımlanmalıdır. Weber’e göre devlet, verili bir toprak üzerinde fiziki güç kullanımının yasal tekelini başarıyla elinde tutan insan topluluğudur. Ulus ise, bir topluluk oluşturma bilincine sahip, ortak bir kültürü paylaşan, açıkça belirlenmiş bir toprak üzerinde yerleşik, ortak bir geçmişe ve gelecek projesine sahip ve kendi kendini yönetme hakkına sahip bir insan grubudur... Ulus-devlet ise sınırları belirlenmiş bir toprak parçası içinde yasal güç kullanma hakkına sahip ve yönetimi altındaki halkı türdeşleştirerek, ortak kültür, simgeler, değerler yaratarak gelenek ile köken mitlerini canlandırarak birleştirmeyi amaçlayan modern bir olgudur (Guibernau, 1997: 92 ). Bu tanımlama ulusu devletten ve ulus-devletten farklı bir yere koymaktadır. Ulusalcılık ise üyeleri bir yaşam tarzları ile özdeşleşmiş ve kendi

ortak siyasal kaderlerine ilişkin ortak karar verme iradesine sahip topluluğa ait olma duygusudur.

“-Bir ulus-devlet kendi azınlık ya da azınlıklarının kültürel farklılıklarını yalnızca onların kendi kültürlerini geliştirip, yükseltmelerinden ve sosyo-kültürel geleneklerinin derinlerdeki bazı unsurları korunmasından fazlasına izin vermeksizin tanıyabilir. İngiltere’nin İskoçya ve Galler’e karşı tutumu bu şekildedir.

—Devlet içinde belli derecede özerklik seçeneği olanlar vardır. Buna örnek olarak İspanyadaki Katalonya ve Bask bölgesi örnek verilebilir.

—Bir diğer durumda ise Quebec gibi bir federasyona dâhil ülke içinde kendi kaderini tayin hakkı olan, bağımsızlıklarını kazanmadıkları halde, kendi toplumsal ekonomik ve siyasal yaşamları konusunda karar vermek için çok geniş bir siyasal güçten yararlanmaktadır.

—Bir de yaşadıkları devletin kendilerini hiçbir biçimde tanımadığı uluslar vardır. Devlet, kendi toprakları içinde farklılığı ortadan kaldıracak politikalar uygulamak için aktif faaliyetler yürütmektedir. İsrail’de Filistinliler ya da Tibet halkının Çin hükümetine kendini tanıması için verdiği mücadele örnekleri verilebilir.” Bu ulusal azınlık hareketlerinin ortak özelliği mevcut durumdan duyulan bir rahatsızlığın olmasıdır. Daha fazla özgürlük ve bağımsızlık isteği mevcuttur (Guibernau, 2000: 164 ). Dün, farklılıklar adına yıkılan sistemin ulus tarafında gerçekleştirildiği bugün ise ulusun yıkılmaya çalışıldığı bir gerçektir. Buna örnek olarak Devletsiz Uluslar vardır. Devletsiz Uluslar, ulus-devlet olmayan azınlıkların bir kategorileştirilmesidir.

Ulusal azınlıklar, taleplerine, karakterlerine ve yoğunluklarına bağlı olarak değişen derecelerde kendilerine bilinç oluşturmaktadırlar. Ulusal azınlıkların baskılarına karşı devletin geri adım attığı iki durum vardır. Belçika’daki Flamanların ve Kanada’daki Quebec’lerin bağımsızlık yanlısı hareketleri ve ulusal talepleri karşılanmaya çalışılmaktadır. Bu örneklerde devlet egemenliğine bir meydan okuma vardır. Ulus-devletlerin geleneksel biçimlerini alt üst eden radikal değişimler ile yeni devletlerin içinde oluştuğu yeni düzenlemelere katkıda bulunmaktadır.