• Sonuç bulunamadı

Avrupa’da Çokkültürlülük:

2. Bölüm: Çokkültürlü Yapı Örnekleri:

2.1. Avrupa’da Çokkültürlülük:

Belki gelecekte Avrupa yada Amerika bugüne baktığında tarihinde hiç de farklı kültürlere ve kimliklere imkân tanıyan bir çokkültürlü siyaset göstermediğini düşünebilir. Avrupalı ülkelerdeki kozmopolit yapılar şehirlerde tüm farklılıklarla birlikte insanların yaşamasını pratikte gösterememektedir. Avrupa’nın ulusal değil ulus-üstü bir yapılanmaya sahip olduğu unutulmamalıdır çünkü Avrupa Birliği oluşumu bu noktada Avrupa’nın en belirgin özelliğini ulus-üstü bir birlik niteliğini gösterir.

Avrupalılık olgusunun gelişim tarihi bilinmiyor. Bu bir birleşim midir, özgüllük müdür sorusunun yanıtı da açık: Avrupalılık bir birleşimdir dolayısıyla Avrupalılığı oluşturan öğelerdir söz konusu olan ve söz konusu edilmesi gereken. Bu bağlamda özellikle Arap dünyasının İlkçağda ve Ortaçağda büyütüp geliştirdiği kültürün daha sonra Hellenistlik gizemlilikle birleştirilmesi onun da özgül bir Hıristiyanlık gizemliliğine doğru evirilmesi Avrupalılık kozmogonisini oluşturan ana izlektir. Belli bir felsefenin ortaya çıkmasında izlenen bu doğrultu daha sonra Aydınlanma dönemiyle iç içe geçmişse de, o dönemin temel özelliklerinin de daha farklı olmadığını düşünmek ve bilmek gerekir –Avrupalılık-evrensellik ekseninin oluşturulması temelinde eşitlik gerçekleştirilmesi güç hem de Avrupa’nın dışladığı bir konudur- ( Tazegül, 2005: 141 ). Modernleşme ve çokkültürlülük arasındaki ilişkide toplumsal bir durum ve gerçeklik vardır ve bunun da en önemli tarafı sosyolojik olarak bireyleri ve toplumları etkileyen özelliklerde olmalarıdır.

Avrupa’daki yapısal özellikler, ülkelerdeki çokkültürlülük politikalarının uygulamalarında da farklılıklar gösterirken, çokkültürlülük siyasetleri de örnek devletlerle çeşitlenmiştir. Avrupa Birliği bir çeşit ulus-üstü birlik olarak nitelendirilmektedir.

Her ulusallık özgül bir kozmogoniye -bir toplumun benlik özellikleri- dayanmaz. Ortadoğu kültürlerinin kendisine özgü mitolojik düzeni özgün bir düzlem oluşturur. Fakat o kültüre içkin her kültür, bütün farklılığına karşın bu genel anlayışın izlerini taşır. Ondan bütünüyle kopamaz. Bu Orta Asya kozmogonisi içinde temellenmiş Kazak kültürü veya Türkmen kültürü için de geçerlidir. Bu nedenle

ulusal kozmogonilerin ancak bölgesel ve onun içinde anlam bulan kültürel atlas kozmogonileriyle belirlendiklerini unutmamak gerekir. ( Kahraman, 2002: 147–148).

Değişen ve geliştirilen birçok şey olmasına karşın Avrupa’da bir zihniyet dönüşümünün gerçekleştirilmesi yer yer mümkün ise de bu zor ve süreç içinde birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bunlardan en önemli olanı Avrupa’ya yapılan göçler sonucunda bir çokkültürlü yapının ortaya çıkmasıdır.

Avrupa, Akdeniz uygarlığı çerçevesinde derin bir birleşim arayışı içerisine girmiştir. Zaten temel çatışması da uygarlık-kültür ikilemi etrafında büyümüştür. Bu durumda sorun Avrupa’nın sentezi kendi belirlediği bileşenlerle yapması, bunu yaparken ötekileri geniş ölçüde dışlaması ve elde edilen sonucu da mutlak bir mantıkla dayatmasıdır. Kısacası birleşim de olsa başka bir yöntemle elde edilmiş de bulunsa Avrupa, kendi ürettiği gerçekliği evrensellik ve insancılık adına ve o adlar altında dünyanın kendi dışında kalan birikimlerine monist bir mantıkla hatta yeri geldiğinde de zor kullanarak kabul ettirmiştir. Kapitalizm de Avrupalılık kimliğini belirleyen etmenlerden birisidir ( Kahraman, 2002:144 ). Avrupa bu gücünü Batı kültüründe bularak hegomanyasını da kapitalizmle kurmaktadır. Tarihten günümüze gelene kadar toplumlar birlikte yaşamak için çözümler üretmişlerdir. Toplumlar ve devletler, kültürel olarak farklılıklarla karşılaşmışlardır. Farklı hayat pratikleri, farklı inançlar, farklı gelenekler ve farklı değerler gibi birçok kültürel unsur tüm farklılıklarına rağmen ortak bir yaşam için toplumda bir arada olmuşlardır.

Dünyada olup bitenlere toplumsal açıdan bakılarak küreselleşme ve çokkültürlülük ilişkisi incelendiğinde tüm devletlerin konjektürel olarak yada kültürel olarak önemli etki alanlarına sahip olduğu görülür. Çokkültürlülük, farklı dil, din, etnisite, kimlik yada kültürleri kabul etmesine karşın farklı hukuki yapıların kabulünde tereddüttedir.

Avrupa efsaneye göre “Europa” Sur şehri kralının Anegor’un kızıdır. Zeus, güzeller güzeli Europa’ya aşkı olur ve O’nu Girit’e kaçırır. Avrupa’yı tarih sahnesine hazırlayan Yunan uygarlığıdır. Perslere karşı savaşı kazanarak Avrupa önderliğini yapan Yunanlardan sonra Büyük İskender ile Roma dünyanın merkezi olmuştur (Uçak, 2006: 69 ). Tarihsel olarak öykülediğimiz Avrupa’nın efsanesi kısaca bu şekildedir. Ulusal düşüncenin doğduğu Avrupa’da ve dünyada uluslar daima birtakım mitoslar ve etik değerler yaratmışlardır. Kutsal bir toprağa, kahramana ihtiyaç

duyarlar çünkü vatandaşlarda topluluğa mensubiyet duygusunu besleyen bir etken gereklidir. Geleneğin icadı ise her ulusun varolma şartı olmuştur.

Çokkültürlülük tüm farklılıkları kabul etme noktasında hem fikirdir ama farklılıkların hukuki olarak hak talep etme noktasındaki ısrarlarından endişe duyar. Farklı hukuki yapıların kabulü yani bir çok hukukluluk kabul edilmez.

Toplumsal bir gereklilik olarak insanların haklarının tek bir merkezi hukuk sistemi tarafından daha iyi korunacağı öngörüsü olduğu için farklı hukuki yapıları devletler kabul etmez çünkü bir anarşi ortamının oluşması yada sorunların federal devlet tehlikelerinin tehdidi olabilir endişesi duyulur. Yalnız hukuki olarak bir istismar yada yanlılık varsa zaten bütün farklılıkların birlikte çatışmadan yaşaması tehlikeye girer.

Madem birlikte yaşama becerisine sahip devletlerarasında tutkal görevi gören bir unsur var o da hukuk, din yada her neyse bütün kültürlere yani tüm farklılıklara eşit mesafede olmalıdır. 1960’lı yıllarda başlayan çokkültürlülük politikalarını sadece Batı ile sınırlandırmak eksiktir ve çokkültürlülük, 19. yüzyılda sadece Kanada ve Amerika’da olan bir olgu değildir. İnsanlığın başından beri varolan çokkültürlülük adı konmamış bir toplumsal gerçekliktir.

Avrupa ve Batı tarihinden örnek verirsek günümüze kadar gelen süreçte yaşanan Yüzyıl Savaşları yada etnik kıyımlar, Batının geçmişte hiç de masum olmadığını gösterir. Bugün değişen çehresine rağmen aslında saklanan bir Batı tarihi, bugüne ışık tutmalıdır çünkü hiçbir toplum, kültür yada medeniyet kendi geçmiş tarihinden ayrı tutulamaz. Batı yada Doğu geçmişte yaptıklarıyla bugün cezalandırılamaz ancak bu bize o toplumu bazı yönlerden daha kolay anlamayı sağlar.

Çokkültürlülük farklı bir dünyayı bize sunmak istemektedir. Ne kadar çeşitlilik olacağı kestirilemediğinden farklılıkların kontrol edilebilirliği, edilememesi yada edilmesi gerekip gerekmediği ortaya çıkmaktadır.

Farklılıklar kendilerini kültürel bir ifadelendirme ile sunmak istiyorlarsa sorun yoktur ancak özerk yada federal devlet olma amacında iseler sorunlar ortaya çıkar. Devletler ne kadar demokrasi, eşit hak ve özgürlükler söylemleriyle farklı kültürlerin, kimliklerin sorunlarını çözmek istese de temeldeki gerçeklik değersel olarak çözülmelidir.

Çokkültürlülüğün sorun halinde durması bir yandan çokkültürlülüğün iyi bir toplum alternatifi sunması diğer taraftan çokkültürlülük işlevsel olarak bazı sorunlara çözüm olmasına karşın bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Çokkültürlülükten kaynaklanan sorunlar olmasına karşın dünyada ve ülkemizde çokkültürlülük söylemleriyle birlikte tartışmalara çözümler aranmaktadır.