Bizans İmparatorluğuna karşı iki asır kadar muzafferiyetle ve galibiyetle mücadele ve mukavemet etmiş olan uclarm düşmesinin ve Bizans'm galebesinin sebeplerini 10. yüzyılda cereyan etmiş olay
larda aramak gereklidir. İstiklâl kazanmış olan muhtelif bölgelerin emirlerini zorla kendine itaat ettirmek isteyen Halife El-Mu'tadıd, Irak ve El-Cezire ümerâsını tedip ettikten sonra 900 yılında uca gel
miş ve Tarsus büyüklerini tevkif ettikten başka ucun harp donanma
sını da yaktırmıştı. Bu hadise uc kıyılarının düşman taarruzlarına açık kalmasına ve Bizans'ın denizlerde İslâmlara üstünlüğüne sebep oldu.
Bundan sonra, yine 10. yüzyılda Deylemlilerin Irak'ı istilâsı ve Bağdad Türkler! ile mücadeleleri ve nihayet Büveyhoğulları ile El- Cezire'ye hâkim olan Hamdanoğulları arasında uzun ve kanlı bir mücadele başladı ve yıllarca devam etti. Ayrıca bunlara ilâveten Büveyhoğulları hânedanına mensup prenslerin birbirleri ile mücadele
leri de başladı. Bu yüzden ıramdanh emirleri El-Cezire ve Ermeniye ucunu iyi müdafaa edemediler. Nitekim evvelâ bu uc elden çıkmış
tır. Yalnız Şam (Suriye) ucu, yani Klikya bölgesi, Halep hükümdarı Hamdanoğlu Seyf el-Devle'nin şeciane mücadelesi sayesinde bir müddet daha mukavemet etti. Mısır'a ve Suriye'nin çoğuna hâkim olan Ihşitoğullan hükümeti Afrika'dan ikide birde gelmekte olan Fatimi orduları ile uğraştığından uca yardım etmek imkânını bula
mıyordu. İşte bu ve benzeri siyasi olaylar muhtelif ülkelerdeki uc vakıflarını da inkıraza şürüklemiş, asayişsizlik zenginlerin yardımla
rını azaltmış, bjrbirleri ile mücadele eden İslâm hükümdarlarının uçlara maddeten ve nakten yapmakta oldukları yardımların tamamen kesilmesine sebep olmuştur. Horasan ve Türkistan diyarlarından geknekte olan gönüllüler yollarda iaşeleri ve sair ihtiyaçları temin edilemediği için artık eskisi gibi sık sık gelemiyorlardı. Gelenler de çok defa yollarda sefaletten perişan olup dağılıyorlar, yahut geç
mekte oldukları memleketlerin hükümdarlarının siyasi ihtiraslarına
H O R A S A N 'D A N A N A D O L U ’Y A 45
alet edilerek uca gönderilmiyorlardı. Bizans'ın çeyrek asır süren sürekli mücadelelerine ve saldırılarına karşı Halep emiri Seyf el-Dev- le'den başka bir kimse mücadele etmek şöyle dursun, alâkadar bile olmamıştı. Bu emirin 967 yılında ölümünü müteakiben, halefleri ve ümerâsı arasında ortaya çıkan münazaalar ve ayrılıklar, ucun şim
diye kadar bin bir müşkilâtla dayanabilen kısımlarının da elden çıkmasına sebebiyet vermişti. BizanslIlar uc halkının bir kısmını her türlü vahşetle öldürmüşler ve bir kısmını da hicrete mecbur etmişlerdi. Orada kalanlar ise Hıristiyanlığı ve Bizans tâbiiyetini kabule mecbur tutulmuşlardı. (53)
İslâm ordularının İspanya ve Türkistan gibi Hilâfet merke
zinden çok uzak olan ülkeleri açtıkları halde, pek yakın olan Anado
lu ülkesini alamayışlarının diğer bir sebebi de, o yüzyıllarda Bizans İmparatorluğunun karada ve denizde en kudretli askeri teşkilâta sahip bir devlet olmasında ve bunun yanı sıra bir de istilâ hareketi
nin, bütün dağ silsileleri şarktan garba doğru birbirine muvazi olarak uzanan ve bilhassa Anadolu'nun güneyini çeşitli kademeli duvarlar halinde Suriye ve El-Cczire'ye karşı ören, yüksek dağ zincirlerinin aralarındaki dar geçitlerden vukua gelmesi ve Bizans kıtalarının İslâm ordularına karşı geçitlerde şiddetli müdafaaları ve hele İslâm orduları orta Anadolu'ya girdikten sonra gerek karadan ve gerekse denizden çıkarılan kuvvetlerin çekilmelerine mani olmak için ulaşım yolu olan bu dar g e ç iliri kapatmaları ve hareket üslerinden oldukça uzaklaşan İslâm kıtalarının Suriye ve El Cezire ve hattâ Suguur ile irtibatlarını kesmeleri ve bilhassa dönüş sırasında yolları kesilen bu kıtaları çok müşkil duruma sokmaları ve ekseriya perişan etmeleri gibi coğrafi durumun meydana getirdiği askeri harekâtta aramalıdır.
Ü ç asır aralıksız bir şekilde devam eden ve bize büyük bir halk tarihi ve halk destanları ve edebiyatı bırakan ve zamanımıza kadar hamaset ve kahramanlık hatıraları yaşatan bu gazâ ve cihâd devri, 10. yüzyılın ikinci yarısında İslâmlarm hezimet ve felâketleri ile, şimdiye kadar ellerinde tuttukları Anadolu topraklarını bırak
mak gibi elim ve feci bir akibetle bitmiş olmakla beraber, bu devirde Anadolu'ya akın ederek Bizans'ın belli başlı dayanak noktaları olan bu ülkenin şehirlerinin ve müstahkem mevkilerinin çoğunu harap
46 Oğ u z ÜNAL
ili. B Ö L Ü M
Oğ u z l a r a n a d o l u’d a
1. o ğ u z ISTbLASI A R İF E S İN D E A N A D O LU
Kuzeyden ve güneyden büyük dağlarla çevrili bulunan ve bütün vadileri ve ovaları doğudan batıya doğru uzanan Anadolu kıt'ası, tarih boyunca, kuzeyden ve güneyden önemli bir iz bırakan taarruz
lara uğramadığı halde, tarihin muhtelif çağlarında doğudan «e batı
dan derin değişiklikler ve izler bırakan, büyük istilâ ve göçlere maruz kalmıştır.
H O R A S A N ’D A N A N A D O L U 'Y A 49
Anadolu'nun en eski ahalisinin adı ve menşei henüz tesbit edi
lememiştir. Şimdilik sadece "Proto-Hitit" veya '’Asianique" adı verilen bu halkın milâttan evvel 40. yüzyıldan itibaren bu kıt'ada yaşadığı ve daha sonraki yüzyıllarda şehirler kurduğu zannolun- maktadır. Milâttan evvel 25. yüzyıldan itibaren arya kavimlerinin büyük muhacereti başladığı sırada Anadolu'ya gelmiş bulunan Hititler ile diğer küçük kavimler, Anadolu'nun bu eski kavminin üzerine yerleşmiş ve onlarla karışmışlardır. (55)
Gerek Anadolu'nun bu eski kavminin ve gerekse Hititlerin Turani menşeden geldikleri ve dolayısiyle Türk oldukları yolundaki iddialar ise tamamen asılsız olup, ilmi bir görüşü aksettirmekten ziyade, bir zamanlar Cumhuriyet Türkiye'sine hâkim olur gibi olan yanlış bir tarih görüşünün mahsulüdür.
Milâttan evvel 11. yüzyıldan itibaren dağılmaya ve hâkimiyet
lerini kaybetmeğe başlayan Hititler'in üzerine gelen kavimler içinde, onların İmparatorluğunu ve devletlerini yıkanlar Trak kavmine men
sup olan Tön'ler, Miz'ler, Bitin'ler, Löt'ler, Frig'ler, Kapadok'lar, Muşhi'ler, Komagen'ler, Paflagon'lar, vb gibi küçük kavimlerdir.
Anadolu bu istilâdan itibaren Oğuzlar'ın gelişine kadar bu şekilde derin ve muazzam iz bırakan istilâ ve göçler görmemiştir. Helen- ler'in Anadolu sahillerindeki şehirleri ve müstemlekeleri içerilere doğru pek fazla nüfuz edemeyip kenarlarda kalmış ve ırki olmaktan ziyade kültürel ve iktisadi bakımdan müessir olmuştur. Iran İmpara
torluğunun istilâsı, yalnız siyasi değişiklik yapmış, Hititlerin en haşmetli devrinde birleşmiş olan, fakat hemen daima parçalanmış bir halde yaşayan A n ad o lu lu Iran hâkimiyetine sokmuştur. Make
donya İmparatorluğu'nun istilâsı, hem siyasi olmuş ve hem de Helen medeniyetini Anadolu!nun her tarafına yaymış olmak iti
bariyle kültürel bakımdan çok ehemn>iyetli ve derin tesir yapmış ve bu tesir yüzyıllarca devam etmiştir. Romalılar'ın istilâsına gelin
ce; onlann hâkimiyetinden Anadolu ırk bakımından pek az müteessir olmuş, ancak Anadolu'da kurmuş oldukları teşkilât, bu ülkeye ol
dukça uzun süren bir sulh ve sükun devri açmış ve Anadolu İranlI
ların bütün gayretlerine rağmen istilâdan korunmuştur. Romalılar, yaptıkları büyük yollar ve bu yollar üzerinde vücuda getirdikleri müstahkem kaleler ve şehirler sayesinde, Hititlerin yıkılışından beri siyasi birliği kaybolan ve Iranlılar tarafından geçici olarak kurulan birliği çok kuvvetli bir şekilde kurmuşlar ve bir dereceye kadar da
50 Oğ u z ÜNAL
bu ülkeye kültürel ve iktisadi bir birlik ve düzen vermeğe uğraşmış
lardır. Ancak romalıların Anadolu'da Helen kültürünü yaymak husu
sundaki faaliyetleri de ancak bir dereceye kadar başarılı olmuş ve fakat tam bir semere vermemiştir.
Milâttan sonra 3. yüzyıldan itibaren bu ülkede Hıristiyanlığın yayılışı ve daha sonra Ortodoks kilisesinin kuruluşu ve kilisenin din lisanı olan Helen dilinin ibadetler ve dini kitaplar sayesinde yayıl
ması çok tesir etmekle beraber yine bu ülke ahalisini Elenleşîireme- miştir. Helen lisanı ancak büyük şehirlerde geçen dİn, ilim ve edebi
yat dili halinde kalmış, sahillerde ve belki ancak bir kısım büyük şehirlerde konuşulabilmiştir. Ortodoks kilisesini tanımayan ve ayrı bir kilise meydana getiren Ermeniler Trak dilleri grubundan olan kendi lisanlarmı muhafaza ederek Elen dil ve edebiyatına şiddetle mukavemet ettikleri gibi, Anadolu’nun eski Asianique, Hitit ve Trak ırklarma mensup olan kavimlerinin evlâdı bulunan ve şimdiye kadar vukua gelen bu kadar istilâ ve göçlere rağmen Anadolu yerli halkının ekseriyetini meydana getiren asıl kitle de, bütün siyasi ve dini tesirler karşısında yine kendi âdetlerini ve mahalli dillerini mu
hafaza etmişlerdi. İlk İslâm gazâları ve bundan sonra vuku bulan Türk fütuhâtı zamanında Anadolu'da yaşayan bu Hıristiyan halkın Hitit dillerinin o zamana kadar gelmiş olan şekillerini veya Trak dillerini konuşup konuşmadıkları münakaşa edilebilirse de, ülkenin çeşitli bölgelerinde her iki büyük kavmin dillerinin de varlıklarını devam ettirebilmiş olması ihtimali kuvvetle mümkündür.
Anadolu'nun ancak çok mahdut bir kısmına yerleşmiş olan Samiler hariç olmak üzere diğer kavimler, yani bu kıt'anın eski ahalisi olan Asianique'ler ile bunların üzerine gelmiş olan Hititler ve bunların üzerine gelmiş olan üçüncü kesif insan tabakası olan Traklar birbirlerine karışmışlar ve Oğuzlar'ın Anadolu'ya gelişlerine kadar Anadolu halkının büyük bir kısmını teşkil etmişlerdir. (56)
Milâdi 6 . yüzyıl ile 7. yüzyılın başlarında vukua gelen İran- Bizans mücadeleleri, Anadolu için büyük bir felâket olmuş ve bu ülkenin şehir ve kasabalarının büyük bir kısmının bu yüzden harabe haline gelmesi ile sonuçlanmıştır. Bunu takip eden İslâm-Bizans mücadelesi ise birkaç yüzyıl sürekli olarak devam etmiş ve bu çarpışmalar Anadolu'nun daha fazla harap olmasına sebep olmuş
tur. (57)
HORASAN’DAN ANADOLU’YA 51
Bizans'ın Makedonya hânedanı zamanında Bardas Sclerus ile Bardas Fokas tarafından çıkarılan ihtilâller ve bu yüzden meydana gelen iç harpler, İslâm taarruzlarının duraklamasından beri sulh ve sükuna kavuşmuş ve yeniden tanzim ve imar edilmeğe başlanmış olan Anadolu'nun haraplığmı ve sefaletini bir kat daha artırdı.
Bizans Anadolu'su, ekonomik ve sosyal yönden tam bir kargaşa ve aıiarşi görüntüsü verir. B a durum, ülkeyi yüzlerce yıllık Doğu Roma medeniyetinden büsbütün yoksun kılmıştır. Bundan dola
yıdır ki, Malazgirt’ten sonra yeşeren ve genel bir adlandırma ile 'Türkiye Selçuklu Medeniyeti" denilen kültür ve medeniyet hamle
sinde Doğu Roma ya da Bizans kültürü ve medeniyetinin hiç bir izi yok gibidir.
di:
Oğuzlar'dan önceki Anadolu, Bizans için iki noktadan
dnemliy-- Vergi almak,
— Asker toplamak.
Bu imkânların sürekliliği amaciyle de gerekli tedbirlere başvuru
lur; kaleler onarılır, Anadolu uğruna savaşlara girişilirdi. Ne var ki bu savaşlar halka kan kusturan birer âfet olurdu. Bizans tarihçileri, Bizans komutanlarının savaşa giderken kendi topraklarını yağmala
dıklarını yazarlar. Bir de, Bizans Anadolu'su din ve mezhep kavga
larının sahnesidir. Kilise baskıları, Hıristiyan mezhep imtiyazlarının boğazlaşmaları gibi... Sürgünler, kıyımlar, zulümler ve bunları bUtün- leyen felâketler, salgınlar, kıtlıklar... İşte bugün, Oğuzlar'dan önceki Bizans Anadolu'su için tarihlerden bîlnları buluyoruz. Eser olarak da sanatsız, bücür kilise yıkıntıları ve kaba kale duvarlariyle karşılaşı
yoruz. (58)
BizanslIlar, 730 yılından başlayarak Türkler'in Hilâfet ordusu saflarında ve "i'lâ-yi Kelime-t-ulİah" uğrunda "fi-sebil-illâh" giriş
tikleri akınları engelleyebilmek için köklü tedbirlere başvurdular.
En akıllıca çare olarak da "Türkler'in karşısına Türkler'! çıkartmak"
düşünüldü. 755 yılında bir kısım Bulgar Türkleri Tohma ve Ceyhan ovalarına yerleştirildi. Daha sonraları Balkanlar'dan getirtilen Hıris
tiyan ve Şamani Peçenek, Kuman ve Uz gibi Türk ulusları Suguur'da savaşan Müsliman Türkler'e karşı Bizans sınır vilâyetlerine yerleşti
52 Oğ u z ÜNAL
rildi. Bu gayri müslim Türkler, Bizans sınırını yüzyıllarca Müsliman Türkler'e kar^ savundular. (59) 947 yılında, Seyfüddevle ile Bardas arasındaki savaşta Bizans İmparatorluk ordusunun önemli bir bölü
münü Kapadokya'da yaşayan Türkler meydana getirmişti. Demek oluyor ki, Anadolu, 8. yüzyıldan başlayarak karşı ideallerin ve dinle
rin güçleri durumunda olan Türkler’e vuruşma alanı olmuştu. Bu uzun dönem boyunca Hilâfet sancağı altında İslâmiyet uğrunda savaşan Türkler'in tek kazançları, Anadolu’nun coğrafyasını, strate
jik konumunu ve diğer bütün özelliklerini yakından tanımak oldu.
11. Yüzyıl artık Türkler'in Anadolu’yu açma, Anadolu'ya yayılma çağlarıydı.
Bu çağa girerken Doğu Anadolu hemen tümüyle ” Ermenistan"
adını taşıyordu. Halbuki Ermeniler gerçek anlamda, ” Büyük Erme
nistan" denilen ve bugünkü Erzincan, Erzurum, Muş, Kars, Van ve Diyarbakır yörelerini kapsayan geniş bölgede bile tam bir vatan an
layışı ile yerleşememişlerdi. Büyük Ermenistan, Ararat Dağı çevre
sinde 15 il’e; Küçük Ermenistan (Fırat'ın batı yakası) ise 3 il’e bö
lünmüştü. Ermenilerin, Anadolu içlerine böylesine girmelerinin başlıca sebebi, 6 . ve 7. yüzyıllardaki Bizans-Iran savaşlarıydı. Bu sa
vaşlarda yurtları büyük zulümlere, baskılara ve yıkımlara uğrayan Ermeniler, ilkin Doğu Anadolu'ya, daha sonra Yeşilırmak, Kızıl
ırmak ve Tohma havzalarına göçmüşlerdi. Müsliman Türkler'in Anadolu akınlan, Ermeni göçlerini daha da etkiledi. Bir kısım Ermeniler Dersim’in sarp arazisine sığındılar. (60)
Türk fetihlerine kadar Anadolu karışıklıklardan kurtulamadı.
Akınlar, el değiştirmeler, ayaklanmalar, tabii felâketler, kilise kavgaları, göçler... İşte bütün bu durumlar nedeniyle Bizans, Doğu Anadolu'da sık sık yeni teşkilâtlanmalara girişmişti.
Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu'da yapmış olduğu mülki ve askeri teşkilât 7. yüzyılda İmparator Heraklius'un halefleri zamanında büsbütün değiştirilmiş ve Anadolu 18 temaya (Eyalet) ayrılmıştı.(61) 11. yüzyılda Doğu Anadolu'daki temalar;
(9.) Mezopotamya Temi. İmparator Romanos Le Kapen zama
nında teşkil edilen bu tem, yukarı Fırat'ın suladığı bir kısım arazi ile Murat suyu yakalarını ihtiva ediyordu. Erzincan'ın merkez ol
duğu bu tem, Kemah, Divriği, Arşamoşat, Palu, Harput ve
havali-HORASAN’DAN ANADOLU'YA 53
sini jçine alıyordu. Bu temin büyük bir I<i5mını İslâmlardan geri alınan toprai<lar teşkil ediyordu.
(10.) Kolonya Temi. Merkezi bugünkü Şebinkarahisar olan bu tem, Armenyak ve Khaldea temlerinin güneyinde bulunuyordu.
(11.) Sebast Temi. Kapadok'un bir kısmını ihtiva eden bu temin merkezi Sivas şehri idi. Anadolu'daki büyük eyaletlerden birisi olan bu teme Kapadokya adı da veriliyordu.
(12.) Likandos Temi. Tohma suyu kaynağından Fırat'a kadar olan sahayı içine alan bu temin merkezi Malatya idi. Büyük bir kısmı İslâmlardan geri ahnan topraklar üzerinde teşkil edilen bu tem, İmparator Akil Leon zamanında kurulmuştu. (62)
11. yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nun Doğu sınırı, Asi Irma
ğını geçtikten sonra Hiyerapolis (Menbiç) güneyinde, Urfa ve havali
sini içine alarak, Fırat'ı geçiyor, İmparatorluğa vergi vermekte olan küçük bir İslâm hükümetinin yani Mervanoğulları emaretinin mer
kezleri olan Meyyafarikin (Silvan) ve Amid (Diyarbakır) şehirlerini güneyde bıraktıktan sonra Dicle'yi ve onun ilk kollarını Murad suyu ile birbirinden aylran dağ silsilelerini takip ediyor ve Bitlis şehrini İs- lâmlar'da bırakarak Ahlat şehrinin kuzeyinden Van gölüne doğru uzanıyordu. Bütün Van gölü sahilleri, Ahlat şehri müstesna olmak üzere, bu gölün kuzey-doğusundaki Bargiri ile gölün batısında bulu
nan Malazgirt ve Aras nehri kaynağında bulunan Olti şehirleri Bizans'a ait bulunuyordu. Bu şekilde Bizans'ın doğu sınırı, doğuda Azerbaycan ile Anadolu'yu ayıran kalın dağ silsilesini takip ederek kuzeye doğru uzanıyor ve Ani şehrinin doğusundan geçerek Çoruh nehrinin döküldüğü yere kadar varıyordu. (63)
11. yüzyılda, Anadolu ismi henüz yaygın hale gelmeden evvel, bu ülkeye '"Küçük Asya” deniliyordu. İslâmların "Memâliki Rum ",
"Bilâd-ı R u m " ya da sadece "R u m " adiyle andıkları bu ülkeye BizanslIlar 'Them a Anatolica" (Anadolu Eyaleti) adını veriyorlardı.
Bugün Türkiye'nin Asya kıt'asındaki topraklarına verilen Anadolu ismi "Anatolica" ya da "Anatolia" şekliyle, orta çağdan itibaren, bazan idâri bölge (Thema Anatolica'da olduğu gibi), bazan da bir memleket adı olarak kullanılmış ve bu memleketin sahası zamanla Doğuya doğru genişlemiştir. (64)
54 Oğ u z ÜNAL
Bizans'ın Doğudaki sınır temalarına, "D u k ", "Kapetano" yad a
"Magistros" ütıvanları ile tayin edilen askeri valilerin yetkileri çok genişti. Bunlar, hem mülki teşkilâtı idare etmek hem de ordu teşkil etmek ve bunun yanısıra sınırları müdafaa etmek ve kaleleri tahkimle görevliydiler. Yalnız sınır temaları değil, bu temalara yakın olan temalardaki şehirler bile çok müstahkem bir halde idiler. Güney-batı- dan itibaren Antakya, Deluk, Zamantı, Gogusos (Göksün), Maraş, Keysun, Malatya, Neoksarea (Niksar), Tefrike (Divriği), Samsat, Urfa, Harput, Palo (Romanopolis), Kemah, Arsamosat, Paypert (Bayburt), Kolonya (Şebinkarahisar), Tedosyopolis (Erzurum), Malazgirt, Kars ve Ani şehirleri ile Müslimanların Meryemnişin dedik
leri Van şehri ve bu göl etrafındaki diğer kasaba ve şehirler güçlü ka
lelerle savunmaya hazırlanmışlardı. En mühim stratejik noktalar üze
rinde bulunan bu müstahkem şehirlerde Bizans İmparatorluğu daimi olarak büyük miktarda asker bulunduruyor ve İmparatorluğun en seçkin generallerini buralara tayin ediyordu. (65)
Askeri ve mülki geniş bir teşkilât ve kadroya sahip olan Bizans İmparatorluğu zaten harap bir hale gelmiş ve nüfusu oldukça.azalmış bulunan Anadolu halkına ağır vergiler ve teklifler yüklüyor ve kendi bünyesinde eritip temsil edemediği bu ülke halkını kendisinden büs
bütün soğutuyordu. İşte bu sebeplerledir ki, Anadolu'nun yerli halkı, 11. yüzyılda vuku bulan Türk fetihlerine karşı mukavemet gösterme
miş ya da çok az mukavemet etmiş ve gelen fatihlere kapılarını aç
mıştır. B ir çok yerlerde ise gelen Türk fatihler adeta bir kurtarıcı gibi karşılanmışlardır. Zira Bizans idaresinde vergiler müthiş bir şekilde artmış, topraklar belirli şahısların ellerinde toplanarak, bir toprak aristokrasisi sınıfı meydana gelmiş ve halk da giderek toprak
sız esir bir duruma düşmüştü. Bu sebeple din hürriyetine kavuşmak ve toprak sahibi olmak, sefaletten kurtulmak isteyen halkın Selçuk
lulara sığınmalarını önlemek maksadıyla Bizans Aristokrasisinin sert tedbirler almaya kalkıştıkları bile görülmüştür. (66) Anadolu'da
ki Türk devletinin kuruluşundan itibaren pek az zaman zarfında yerli halkın gelen fatihlere ve yeni devlete bağlanmasının sebeple
rinden biri ve belki de en önemlisi olarak Bizans'ın zalim ve feodal idaresi göz önünde tutulmalıdır. Buna karşılık Türkler, Anadolu’ya yapıcı ve koruyucu niteliklerle girdiler. Bütün ülke, Türk egemenli
ğinde bir kalkınma ve ylikselme dönemine kavuştu.
HORASAN'DAN ANADOLU'YA 55
2. T Ü R K İS T İL A V E F Ü T U H A T IN IN DOĞU A N A D O LU 'D A N O R T A A N A D O L U 'Y A G E L İR K E N T A K İP E T T İĞ İ
İS T İK A M E T L E R
Anadolu'nun Türklerce açılması çok uzun sürdü. İlk mesele, coğrafyadan doğuyordu. Yüksek dağlar, derin vadiler ve müstahkem kalelerle dolu olan bu yeni ülke, açık arazi savaşlarına alışkın olan Oğuzlar için birçok zorluklar çıkarıyor, sıkışan göçebeler, aileleri, sürüleri ile birlikte tekrar Azerbaycan’a dönüyor; Anadolu'da uzun süre kalamıyorlardı. Bu ilk giriş denemelerinin ardından, doğudan batıya uzanan ve sarp dağları yaran vadiler, Türkler'in Anadolu'da ilerleyişlerini kolaylaştırdı. (67)
Türk istilâ ve fütuhâtı. Doğu Anadolu’dan Orta Anadolu'ya doğru ilerlerken Kuzey’den itibaren Güneye doğru şu istikametleri tâkip etmiştir:
1) Çoruh kaynağından itibaren Karadeniz sahilindeki dil. (Bu istilâ Giresun civarından ileriye gidememiştir.)
2) Kura, Çoruh, Kelkit, Yukarı Kızılırmak vadileri. Karadeniz kıyı şeridine ve Kastamonu, Çankırı dolaylarına kadar olan bölge.
(Bu istilâ bütün Yeşilırmak havzasını kapladıktan sonra aşağı Kızılır
mak bölgesine ve Paflagonya içlerine kadar uzanmıştır.) 3) Aras, Karasu, Kızılırmak vadileri, kıvrımını kaplamış ve Batıya uzanmıştır.)
(Bu istilâ, Kızılırmak
4) Aras, Murad suyu. Yukarı Fırat vadileri. (Malatya, Adıya
man, Urfa dolaylarına, Konya'ya doğru akınlar bu yoldan yapılmış
tır. Bu istilâ, bir taraftan Tohma vadisini ve diğer taraftan Orta Kızıl
ırmak havzasın; kaplamış ve bütün Kapadokya'yı ve daha sonra Galatya ve Likonya’yı örtmüştür.)
56 OĞUZ ÜNAL
3. A N A D O L U ’NUN T Ü R K L E R T A R A F IN D A N F E T H İN İ H A Z IR L A Y A N S E B E P L E R
Abbasi Halifeiiği'nin sancağı altında bulunan Suguur Türkle- ri'nin Anadolu'dan çıkarılışından yarım asır sonra Orta Asya'dan
Abbasi Halifeiiği'nin sancağı altında bulunan Suguur Türkle- ri'nin Anadolu'dan çıkarılışından yarım asır sonra Orta Asya'dan