• Sonuç bulunamadı

Türkiye Devleti, Birinci Dünya Savaşı'ndan 1918 yılında mağlup ve perişan olarak çıkmış ve düşman sürüleri orta Anadolu'ya kadar ilerlemişlerdi. Ancak Anadolu Türkü, Moğol istilâsı sırasında olduğu gibi, yine silâha sarılmış ve amansız bir mücadeleye başlamış ve Türk İstiklâl Savaşı adı ile anılan muhteşem ve uzun bir bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinden sonra yine istiklâline kavuşmuş ve dev­

letini ihya etmiştir.

Cumhuriyet Devri adıyla anılan bu devre, işte bu tarih süreci içerisinde Osmanlı hanedanının artık tarihi-siyasi fonksiyonunu kaybederek iktidardan düştüğü ve Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı ve Cumhuriyet'in üân edildiği 1920-1923 yılla­

rından başlar ve günümüze kadar gelir.

İşte Türkiye tarihinin devreleri bundan ibarettir. Bu büyük tarih sürecinin dikkatle incelenmesinden anlaşılacağı üzere, Türkiye Dev­

leti bir bütündür ve zaman zaman bazi kesintilere ve değişikliklere uğrasa da günümüze kadar devam ederek gelir.*

Bu devrelerden birincisinin tarihini yazarken, Anadolu'nun fethine bir başlangıç teşkil eden ve 7. yüzyılda ilk Halifeler zamanın dan başlayarak 11. yüzyıla, kadar Emevi ve Abbâsi ve daha sonra F a ­ tımi Halifeleri zamanında devam eden, ya bizzat Halifeler veya H ilâ­

fet hanedanına mensup prensler veyahut da Bizans'a karşı gazâya memur olan hudut (uc) kumandanları ve emirleri tarafından sevk ve idare edilen Anadolu sefer ve gazâlarının tarihini de yazmak lâzım­

dır. Çünki evvelâ; Selçukoğullarmın idaresinde Anadolu'yu fetheden

*Türkiye Devleti'nin bir bütün olduğu şeklinde ifade edilebilecek olan bu tezim iz, ilerde yayınlanacak olan bir başka araştırm am ızda ele alınm ıştır.

22 Oğ u z ÜNAL

Oğuzlar, eski İslâm mücâhidleri gibi din uğrunda ve " i ’lâ-yi Kelime t- ullah" yolunda ''fi-sebll-illâh" gazâ ve fütuhât yap m ağa gelmişler ve kendilerini onların halefleri addederek "G azi" Unvanını almışlardır.

İkinci olarak; Emevi Halifeleri zamanında Anadolu gazâlarım ya­

panların çoğu Arap mücâhidleri olsa bile Abbasi Hilâfeti devrindeki gaziler ekseriyet itibariyle Türk soyundandırlar ve binaenaleyh ken­

dilerinden sonra Anadolu'yu fethedenlerle aynı menşedcndirler. (4) Üçüncü olarak; Anadolu'nun Türkler tarafından fethinden önceki bu gazâ ve cihâd devresi Bizans İmparatorluğu'nu zayıflatmış ve gelecek Müslüman Türk fatihlerine uygun bir zemin hazırlamıştır. Gerçekten Emevi ve Abbâsi Halifeleri Anadolu'nun fethini yıllarca mukaddes bir mefkure olarak yaşatmışlar (5) ve bu mefkureyi İslâmiyet! yeni kabul etmiş olan Türk gazilerine miras bırakmışlardı. Bundan başka;

Anadolu fatihlerinden bazılarının, kendilerini eski İslâm mücâhid- lerinin soyundan addedecek kadar eski İslâm gazâlarım ve gazilerini benimsemiş olmaları ve Anadolu halk edebiyatı arasında, bugüne kadar yaşamakta olan "Battal Gazi", "Kerb Gazi", "Cüneyd Gazi"

destanları başta olmak üzere eski İslâm fütühat ve gazâlarından bahseden birçok hikâyelerin bulunuşu ve bu devir kahramanlarına ait birçok türbe ve makamların -sahih olmasalar bile— halk arasında meşhur ve çoğu zaman kutsal birer ziyaretgâh olmaları, bu ilk İslâm gazâları devresinin Anadolu'nun Türkler tarafından fethine bir baş­

langıç olduğunu göstermektedir. (6)

HORASAN'DAN ANADOLU'YA 23

de ise Suriye ve Anadolu. Karşılarına devrin iki büyük imparatorluğu olan İran ve Bizans ordularının çıkmasına rağmen İslâm ordularını durdurmak mümkün olmadı. Bizans'a karşı kazanılan zaferler netice­

sinde bütün Suriye ve El-Cezire bölgeleri İslâm devletinin sınırları dahiline girdi. Böylece İslâm Orduları Halife Hz. Ebu Bekir (R .A .) ve Halife Hz. Ömer (R .A .) devirlerinde bütün Suriye ve El-Cezire bölgelerini fethederek hemen hemen Toros dağlarına dayanmışlardı.

Islâm orduları daha sonraları bugünkü Güney-Doğu ve Doğu Ana­

dolu bölgelerinden kuzeye doğru ilerleyerek Kafkaslar'a varmışlardı.

Bu şekilde Ermeni'ye ve Azerbaycan'ın da fethiyle Bizans İmparator­

luğu ile hudutlar oldukça uzamıştı. Fakat Müslimanlarla BizanslIlar arasındaki mücadeleler daha ziyade "Suguur El-Şam iye" ve "Suguur El-Cezire" denilen Tarsus, Adana, Maraş ve Malatya hattı üzerinde cereyan ediyordu. İkinci Halife Hz. Ömer (R .A .) zamanında varılan hudut bölgesi, büyük değişikliklere uğramadan yüzyıllar boyunca İslâm-Bizans mücadele bölgesi haline gelmiştir.

Suriye'yi kaybeden Bizans İmparatoru Heraklios, hudut bölge­

leri ahâlisini iç bölgelere çekerek Müslimanların ilerlemelerini önle­

mek maksadiyle geniş bir bölgeyi boş bıraktı. Bu boş hudut bölge­

sinde bulunan Bizans garnizonları, İslâm ülkesine devamlı saldırıyor­

lar, yağma ve katliamda bulunuyorlardı. Bizans akınlarını önlemek maksadiyle Müslimanlar da bu boş hudut arazisine birlikler yerleş­

tiriyorlardı. Müslimanlar, bu sahalara "Z a vâh i" (dış kısımlar, dış arazi) adını veriyorlardı. (7)

Bu şekilde devamlı olarak Bizans'a karşı gazâya çıkan İslâm orduları bu boş araziyi işgâl etmeye başladılar. Burada bulunan eski istihkâmları tamir etmek suretiyle içlerine askeri birlikler yerleştir­

diler. Stratejik bakımdan ehemmiyetli olan ve bazı geçitlerin giriş­

lerinde bulunan Tarsus, Misis, Maraş ve Malatya'dan meydana müs­

tahkem mevkiler, Emeviler devrinde Suriye'deki ordugâhlardan (cund) Kınnesrin'e bağlı idiler. Emevi Halifeleri zamanında bu bölgenin fethi tamamlanmış (8) ve bugünkü Kuzey-Doğu Anadolu (Karadeniz kıyılan hariç) ile Güney Kafkasya'nın en büyük bölümün­

de " E R M E N İY E " adı ile bir eyalet teşkil edilmişti. (9)

Abbasiler devrinde bu hudut bölgesi oldukça gelişti. Bizans'a karşı yaz ve kış (Şayifa ve Şatiya) gazâlarına katılan birliklerin sayıları çoğalmıştı. İmparatorluğun hemen her bölgesinden gazâ

26 OĞUZ ÜNAL

için gelen gönüllüler ve Halifelerin gönderdikleri birliklerin sayıları­

nın artması bazı idari güçlüklere sebep oluyordu. Bu kadar geniş bir sahanın bir ordugâhtan yönetilmesi zorluğunu anlayan Halife Hâ- run El-Reşid, Güney-Doğu Anadolu'da "Eyalet i Şam iye" ve "Eya- let-i Cezriye" adı ile iki hudut âmiiliği (vilâyet) kurdu. Eyaiet-i Şamiye'nin merkezi Tarsus idi ve Kınnesrin valisine tâbi idi. Eya- let-i Cezriye'nin merkezi ise Malatya idi ve bu eyalet de, El-Cezire (Harrân) valisine tâbi idi. Bu vilâyetlerle "Suguur" yani hudut, uc vilâyetleri deniliyordu. Bu şekilde bu iki uc vilâyeti daha sonra

"El-Avâsım" adiyle müstakil bir idari bölge haline getirildi. (10) Asya ve Afrika'nın en mühim kısımlarını ele geçiren Emeviler, Anadolu'yu fethetmek için aralıksız uğraştılar. Hemen her sene Şayifa ve Şatiya yani yaz ve kış gazâlan tertip ettikten başka birçok defalar, büyük ordular ile Anadolu içlerine, Marmara ve Ege denizleri kıyılarına kadar geldiler ve hattâ iki defa da İstanbul'u kuşattılar.

Gerçekten ilk Emevi Halifesi olan Hz. Muaviye (R .A .), Bizans'a gazâ yapmayı en önemli vazifelerinden biri saymış ve Hz. Peygamber (S.A.S.)'in müjdesindeki büyük mertebeye ulaşmak için Konstanti- niyye'yi feth etmeyi plânlamıştı. Daha Halife Hz. Ömer (R .A .)'in valisi iken tertip etmiş olduğu büyük bir donanma ile 649 yılında Kıbrıs adasını kuşatması, Anadolu fethinin ön hazırlıkları mahiye­

tindedir. Hz. Muaviye (R .A .), 655 yılında bir vali iken, tertip etmiş olduğu büyük bir İslâm ordusu ile Konstantiniyye'ye kuşatmayı plânlamış, önüne çıkan İmparator Heraklios'un oğlu ikinci Kons- tans'ı Likya sahillerinde büyük bir bozguna uğratmış, fakat asıl he­

define varamamıştı. Muaviye (R .A .), Halife olur olmaz bu büyük idealini gerçekleştirmek amacı ile kudretli bir donanma teşkil et­

miş ve 674 yılında Bizans'ın başkenti Konstantiniyye üzerine sevket- mişti. Marmara iç denizine kadar girip Bizans karasularında tam yedi yıl tutunan bu İslâm ordusu, zuhur eden iç mücadeleler olmasaydı, belki de Konstantiniyye'yi daha o zaman fethedebilecekti.

Hz. Muhammed (S.A.S.)'in İstanbul hakkındaki hadisi Müsli- manları devamlı olarak İstanbul'a çekiyordu. Bu şekilde Müsliman- larla BizanslIlar Anadolu'nun bu merkez kısmında bir asır kadar çarpışmışlardır. (11)

Abbâsiler Hilâfeti elde edince Anadolu fetihlerine ve Rum gazâ- larma büyük bir ehemmiyetle devam olundu. Halife Mehdi, Suguur

HORASAN'DAN ANADOLU'YA 27

vilâyetlerine Horasan ve Maveraünnehir'den getirilen yeni birlikleri yolladı ki, bu birliklerin büyük bir kısmını Türkler teşkil ediyor­

du. (m2) Türkler'in şecaati ve askerlik kabiliyeti malum olduğu için, bu birliklerin ardı kesilmedi. Esasen Halifenin hassa ordusu da Türk birliklerinden teşkil edilmişti. (13) Gerek bu şekilde Hilâfet ordu­

sunda ve gerekse gönüllü olarak kendiliğinden gelen bu Türk birlik­

leri, Tarsus, Misis, Aynzarba, Adana, Maraş, Göynük, Malatya, Di­

yarbakır, Silvan, Ahlat, Malazgird ve Erzurum gibi serhad şehirlerine yerleştirildiler. Bu suretle Anadolu'nun güney ve doğu kısımları kısmen Maveraünnehir Türkleri tarafından iskân olunmuştu. Halife Mehdi’nin halefleri zamanında ve bilhassa Halife Harun El-Reşid ve oğulları Halife Me'mun ve Halife Mu'tasım zamanlarında, özellik­

le 9. yüzyılın ilk yarısında bu Türk nüfus fevkalâde arttı. (14) Halife Mu'tasım zamanında Türk ordusu Halifenin esas ordusu olarak teşekkül ettiğinden daha sonra Anadolu gazâlarına memur edilen emirler de tabii olarak, Türk beylerinden ve komutanlarından seçil­

diler. (15)

9. yüzyılın ortalarında Halife Mütevekkil zamanında Halifelik, bütün Arap birliklerini terhis etti ve İslâm İmparatorluğunun ordusu Türkler'den ve ikinci derecede de İranlılar'dan ibaret kaldı.(16) Bu suretle Suguur vilâyetlerindeki Türk kumandanları, büyük bir muhtariyet içinde, çok defa Halife'ye sadece ismen bağlı olarak, güç ve nüfuz kazandılar. Başkumandanlar, "E m ir" (Prens) ve hattâ

"M e lik " (Kral) unvanmı taşırlar ve uc kumandanları arasından seçi- lirlerdi.(17) Türkler, Anadolu fütuhatını ikmal ve devamlı olarak Rumlar'a karşı cihâd yapmak vazifesi ile mükellef bulunuyorlardı.

Eski deyimle "M u râb ıt" yani serhadde kalıp, Allah yolunda cihâd yapan kimsedirler. (18)

28 Oğ u z ÜNAL

1. İSL A M H İL A F E T İ H İZ M E T İN D E T Ü R K L E R

A. E M E V İL E R D E V R İ

Türkler ile Müslimanlar arasındaki ilk askeri ve siyasi münase­

betlerin Halife Hz. Ömer (R .A .) devrinde başladığı bilinmektedir.

Bu ilk devirlerde Islâm Devleti, askeri, idari, siyasi, vs. bakımlardan tam manisiyle teşkilâtlanmadığı için gayri Arap unsurlardan ne maksatla olursa olsun istifade cihetine gidilmemiştir. Türklerin İslâm devleti hizmetine girmeleri Halife Muaviye (R.A.)'nin son yıllarında başlamıştır. (19)

Emeviler devrinde İslâm devletinin çeşitli kademelerinde çalı­

şan Türkler'in sayıları son derece azdır ve bunlar da umumiyetle askeri maksatlarla istihdam edilmişlerdir. Emevi hânedanının bir asır kadar devam eden iktidarı sırasında fevkalâde büyük fetihlerin yapılmasına ve muhtelif milletlerin İslâm devleti hâkimiyetine girmelerine rağmen, bu devrede Arap olmayan unsurlardan (Mevâli) genellikle istifade cihetine gidilmediği ve bu sebeple Mevâli'nin devlet kademelerinde fazla tesirli olmadıkları görülmektedir. Fet­

hedilen ülkelerin sakinlerinin büyük bir kısmı zamanla İslâmiyeti kabul ettikleri halde, devletin idari ve askeri kadrolarında söz sahibi olamamaları, Emevi hânedanının takip ettiği siyasetin bir netice­

sidir. (20)

B. A B B A S İL E R D E V R İ

İslâm devleti, Emevi Hilâfeti zamanında, çeşitli milletleri içine alan büyük bir imparatorluk haline gelmişti. Ancak devlet kan bağı ile birbirine bağlı olan sosyal bir sınıfın (Arapların) meydana getirdi­

ği hâkimiyet esasına dayanıyordu. İslâmiyeti kabul etmiş olan Arap olmayan unsur yani Mevâli, devlet işlerine nüfuz edemediği gibi, ik­

tisadi ve içtimai bakımlardan da ikinci sınıf vatandaş muamelesi

HORASAN'DAN ANADOLU’YA 29

görüyordu. Arap olmayan unsurların bu hoşnutsuzluğundan isti­

fade eden Abbâsiler, uzun ve kanlı bir ihtilâlden sonra Emevileri bertaraf ederek Hilâfeti ele geçirdiler.

İslâm devletinden Emevilerin yerine Abbâsilerin geçmesi, yalnız basit bir hükümet darbesi ve bir hânedan değişmesi değil, aynı za­

manda İslâm tarihinde bir dönüm noktasıdır. İhtilâlle beraber Arap- 1ar ve bilhassa Suriyeliler için hâkimiyet devri sona ermiş oluyordu.

Arap unsur ile Mevâli arasındaki fark ortadan kalktı ve hattâ Mevâli, Arap unsura karşı üstünlük bile kazandı. Arap olmayan unsurlar, özellikle doğu eyaletleri halkı ve Horasanlılar, Abbâsilerin iktidara gelmelerinde oynadıkları rolden ötürü, devletin idari ve siyasi ma­

kamlarını paylaştılar. Devletin idari, askeri ve siyasi kadrolarının büyük bir kısmı Arap olmayan unsurların ve özellikle İranlılar'ın eline geçti. (21)

Kaynakların bildirdiğine göre, Türkler'! devlet hizmetinde ilk olarak kullanan. Halife Mansur olmuştur.(22) Ancak Türkler'in Hilâfet ordusu içerisinde etkin bir şekilde ve sistemli olarak görev­

lendirilmesi ilk olarak Halife Me'mun zamanında vuku bulmuştur.

Kardeşi Emin ile aralarında meydana gelen iktidar mücadelesi sırasında cereyan eden olaylar (23) Me'mun'un Arap ve İranlı un­

surlara güvenini sarsmıştır. Bu durumda Me'mun'un Arap ve İranlı unsurların İmparatorluk siyasetine etkili olmak için yaptıkları mü­

cadelede bir denge unusuru olabilecek ve devlet idaresinde kendi­

lerine istinad edilebilecek yeni bir kadroya, yeni bir kuvvete ihtiyacı vardı. Horasan'da bulunduğu sırada yakından tanımak imkânı bul­

duğu ve oldukça iyi münasebetler kurmuş olduğu Türkler, İslâm İmparatorluğu içinde Arap ve İranlı unsurların nüfuzuna karşı çıkabilecek yegâne kuvvet olup, siyasi tecrübeleri ve askerlik kabi­

liyetleri bakımından da İmparatorluk içinde bir denge unsuru olabilirlerdi. (24)

Bu şekilde Halife Me'mun, Türkleri sistemli olarak orduda görevlendirmeğe başlamış ve hattâ bunu bir devlet politikası haline getirmişti. Bu siyasetin neticesinde Me'mun'un son yıllarında Türk­

ler, Hilâfet ordusu içerisinde sayı ve nüfuz itibariyle çok önemli bir yer işgal etmişlerdi. İslâm tarihinde ilk defa Türk kumandanları­

nın Halife'nin yanında seferlere katıldığı, isyanların bastırılmasında

30 Oğ u z ÜNAL

Türk kumandanlarjnın görevlendirildiği görülmektedir. Müteakip yıllarda siyasi ve askeri sahalarda önemli roller oynayacak olan Türk kumandanları; Afşin, Aşnas, İnak ve Boğa el-Kebir hep Halife Me'mun devrinde temayüz etmişlerdi. (25)

Bu siyasete Halife Mu'tasım zamanında daha etkin bir şekilde devam edildi. Esasen Me'mun'un Hilâfeti sırasında Türkler'den ordu teşkil etmek görevi Mu'tasım'a verilmiş ve Türk birlikleri hep Mu'ta- sım’ın maiyetinde bulundurulmuş idi. Bu şekilde Türkler'le devamlı olarak birarada yaşayan Mu'tasım, Me'mun'un ölümü üzerine Türk- ler'e dayanarak Hilâfeti ele geçirmiştir.

Mu'tasım, Halife oJduktan sonra ilk icraatmdan itibaren ordu­

nun başına ve devletin mühim siyasi ve idari görevlerine pek az istis- nasiyle daima Türkler'i getirmiş ve bütün önemli faaliyetlerini Türk­

ler vasıtasiyle başarmıştır. İbn Havkal'ın bildirdiğine göre; "Abbâsi Halifeleri muhafız birliklerini meydana getirmek için Maverâünne- hlr'den Türk askerleri getirttiler. Bunlar ordunun diğer kısımlarından çok üstün idiler. Türk askerlerine kumandan olarak geldikleri bölge­

lerin asilzadeleri tâyin ediliyordu. Türkler'in askeri hayata istidatları, itaatte kusur etmemeleri ve kudret sahibi olmaları, onların Halifele­

rin muhafız birliklerini meydana getirmede esas sebebi teşkil ediyor­

du. Türkler, Hilâfet ordusunun en seçkin sınıfını meydana getiri­

yordu". (26)

Halife Mu'tasım, Türk askerlerinin ordunun diğer kısımlarından ayrı kalmasına özel bir itina gösteriyordu. Onlara ipekli ve işlemeli elbiseler giydiriyor ve sırmalı kemerler bağlatıyordu, h ürkleri ordu­

nun diğer kısımlarından bu üniformaları ile ayırıyordu. (27)

Mu'tasmrın Halife olması üzerine, Türkler'in ordu içindeki sayı­

larının ve nüfuzlarının kısa zamanda büyük ölçüde artması ve onlara ordu içinde özel bir muamele yapılması, umumi bir hoşnutsuzluğun meydana gelmesine sebep olmuştu. Türkler'den meydana gelen süvari birlikleri. Halifenin de müsamahasından istifade ederek Bağ- dad'ı adeta bir talim sahası haline getirmişlerdi. Halk, açıktan açığa Türkler'e karşı gelemiyor ise de, kenar mahallelerde Türkler'e sal­

dırmaktan ve hattâ öldürmekten de geri durmuyordu. Bu arada Türk­

ler hakkında, Halifeye oldukça sert ve acıklı müracaatlar da yapılı­

HORASAN'DAN ANADOLU'YA 31

yordu. Ayrıca Bağdad'ın tefessüh etmeğe başlamış olan içtimai havası Türkler'in saf bozkır ahlâkını da bozmağa başlamıştı.

Mu'tasım, daha Halifeliğinin ikinci yılında, muhafız birlikleri ile birlikte Hilâfet merkezini Bağdad'dan başka bir yere nakletmeğe karar vermiş ve bir yer aramağa başlamıştı. 835 yılında Bağdad'ın kuzeyinde, Dicle nehri kıyısında bir yer tesbit edildi ve bir yıl sonra da 836 yılında tesbit edilen yerde Sâmerrâ adiyle yepyeni bir şehir kuruldu ve Halife, başta muhafız birlikleri olmak üzere bütün devlet dairelerini bu yeni şehre nakletti. Böylece Hilâfet merkezi resmen Sâmerrâ'ya nakledilmiş oluyordu.

Sâmerrâ'nın kurulmasına sebep olan Türkler, Bağdad'da olduğu gibi burada da özel ve itinalı bir muameleye mazhar olmuşlardı. Şeh­

rin en güzel yerlerine onlar iskân edilmişlerdi. Afşin, Aşnas, Hakan Urtuc, Vasif el-Türki ve İnak gibi Türk kumandanlarına ayrı ayrı araziler tahsis olunmuş ve maiyetleri ile birlikte oralarda yerleşmeleri sağlanmıştı. Türkler'in diğer unsurlarla karışmamalarına özel bir dikkat gösteriliyordu. Türk birlikleri kendi kışlalarını, çarşılarını ve sosyal tesislerini bizzat kendileri inşa ediyorlardı. Türkler'in oturdukları mahallelerin, bütün ihtiyaçlara cevap verecek durumda olmalarına önem veriliyor ve Türkler'in diğer unsurlarla mümkün mertebe temasa geçmemelerine gayret gösteriliyordu. Hattâ Türk­

ler'in yabancılarla evlenmelerini önlemek maksadiyle, çeşitli Türk ülkelerinden kızlar getirtiliyordu. (28) Sâmerrâ, tam manâsiyle Türkler'in ihtiyacına ve zevkine göre kurulmuş bir şehirdi. Binalarda, saraylarda, kışla ve garnizonlarda Türk yapı, süsleme ve resim sanatı­

nın derin izleri vardı. (29)

Hilâfet merkezinin Bağdad'dan Sâmerrâ'ya nakli, Türkler'in İslâm İmparatorluğu içindeki nüfuzlarının ne derece tesirli olduğunu açıkça göstermektedir. Artık "Sâm errâ Devri", diğer bir deyişle

"İslâm İmparatorluğunda Türkler'in İktidar Devresi" başlamış olu­

yordu. (30)

Abbâsiler'in iktidara gelmesinden sonra, İslâm devletinin askeri siyasetinde ve kadrolarında meydana gelen değişiklikleri bu şekilde görmüş oluyoruz. Bu değişiklikler, başkent Sâmerrâ dışında, en açık olarak Suguur vilâyetlerinde de görülmektedir. İlk fetihlerden itiba­

ren İslâm ordularının en fazla faaliyet gösterdikleri bölgelerin başın­

32 Oğ u z ÜNAL

da Bizans ile olan hudut hattı yani uçlar gelmektedir. Uçlara yerleş­

miş bulunan birlikler hemen her yıl, Anadolu içlerine akın yapm akû idiler. Emevi hânedanının son zamanlan ile Abbâsiler devrinde, fetih;

hareketinin yavaşlamasına ve hattâ giderek duraklamasına rağmen, uçlardaki gazalar devam etmiştir. (31)

Suguur ile alâkası olmasa bile, Abbâsiler'in ilk devirlerinde Halifelerin Türkler'e karşı gösterdikleri itimadı ortaya koyması bakı­

mından bkd ei-Ferid'de kaydedilen bir rivayeti burada zikretmek te faydalıdır. "Hind hükuındarı Halife Hârun el-Reşid'e çeşitli hediye­

ler getiren bir elçi heyeti gönderdi. E lçi heyeti gelince. Halife, Türk­

ler'e saf yapmalarını emretti. Onlar da iki saf meydana getirdiler.

Türkler zırh giyiyorlardı ve gözleri hariç diğer yerleri zırhla örtülü idi." Bu rivayetten de anlaşılacağı gibi. Halife Hârun el-Reşid, saray muhafızlarını Türkler'den teşkil etmiştir. Halifenin bu derece itima­

dını kazanan Türkler'e elbette devletin en önemli askeri bölgesi olan

"El-Avâsım"da da görev verilmiştir. (32)

HORASAN'DAN ANADOLU'YA 33

2. B İZ A N S G A Z A L A R IN D A T Ü R K L E R

Abbâsiler devrinde Halife Me'mun ile başlayan Hilâfet ordusun­

daki Türk askerlerinin sayılarını artırma siyaseti, kısa zamanda Türk- ler'in Hilâfet ordusunun esas unsurunu teşkil etmeleri sonucunu do­

ğurmuştur. Bu şekilde Türkler, ordu içinde hâkim duruma geldikten sonra, siyasi ve idari sahalarda da ağırlıklarını hissettirmeğe başladı­

lar. Halife Me'mun'un son yılları ile Halife Mu'tasım devrinde, B i­

zans'a yapılan sefer ve gazalarda Türkler faal bir rol oynamışlardır.

A. A M O R İO N S E F E R İN D E T Ü R K L E R

Bizans İmparatorları, Heraklios devrinde Araplar'a geçen Suriye ve Filistin'i Müslümanlardan geri almayı, dini bir borç olarak kabul ediyorlar, bunu gerçekleştirmek için fırsat bekliyorlardı. Halife Hârun El-Reşid'in ölümünden sonra oğulları Emin ile Me'mun arasında ortaya çıkan iç harp, onu takip eden karışıklıklar ve nihayet uzun zamandan beri Azerbajy'can havâlisine hâkim olan ve gittikçe büyüyerek nüfuz sahasını güneye doğru genişleterek İslâm İmpara­

torluğu için çok tehlikeli bir hal alan Babek isyanı, isyanın lideri Babek'in Bağdat'a karşı birlikte hareket teklifi Bizans'ta çok müsait

torluğu için çok tehlikeli bir hal alan Babek isyanı, isyanın lideri Babek'in Bağdat'a karşı birlikte hareket teklifi Bizans'ta çok müsait

Benzer Belgeler