• Sonuç bulunamadı

ANADOLU'MDAKİ HIRİSTİYAN VE ŞAMANİ T Ü RK LER

196 Oğ u z ÜNAL

başlarında İmparator Alexis Komnenos, hizmetinde bulunan Peçe- nek Türkleri.nden bir kısmını, Müslüman Türkler'e karşı savaşmak üzere Anadolu'nun Batı bölgelerine yerleştirdiği gibi, bunların bir kısmını da Haçlılar'a karşı koymak üzere Kilikya’da yerleştirmiş­

tir. (545)

Bizans Anadolu'sunda bulunan bu Hıristiyan ve, Şamani Türk- ler'in büyük bir kısmı, Türk fütuhatından sonra, İslâmiyet'i kabul ederek fâtihlere karışmışlar ve dolayısiyîe ırk bakımından Türk nüfusunun kesafetini artırmışlaidıı .(546) Müslüman olmayıp Orto­

doks ve Ermeni Kilisesi'ne geçenler ise Anadil olarak Türkçeden başka hiç bir dil bilmedikleri ve ırk olarak Türk oldukları kiliselere isrıad edilerek, Rum ve Ermeni adlarını taşıyıp zamanımıza kadar gelmişierdir.(547) Nitekim X V I. asırdaki Kayseri malıkeme sicil­

lerinde Müslümanlığa ihtida etmiş oldukları görülen ve iıem de iç ­ lerinde Karakeçili boyuna mensup oldukları açıklıkla zikredilen Hıristiyan Türkler'in, Bizans zamanında Anadolu'ya nakledilmiş ve Ortodoks veya Ermeni Kilisesi'ne intisap ettiklerinden dolayı Rurn veya Ermeni adını taşımış olan Hıristiyan Türkler olduğu şüphesizdir. Bu Karakeçili Hıristiyan Türkler'in Anadolu'daki Peçe- nek Türkleri'nin bakiyeleri olduğu muhakka'Ktır. (548)

HORASAN'DAN ANADOLU'YA 197

3. T Ü R K F A T İH L E R L E Y E R L İ H A L K A R A S IN D A K İ K A Y N A Ş M A

Anadolu'ya yeni gelen Türk fâtihierle Anadolu'nun Helenleş- merniş olan yerli halkı arasında çok kuvvetli bir kaynaşma vukua geldiği anlaşılmaktadır. Proto-Hitit (Asianicjue), Hitit ve Trak asıl- larına mensup olup, kendi dillerini, örf ve âdetlerini muhafaza eden yerli halk, İslâm adâletini ve Nizâm ı Alem dâvasını temsil eden yeni Türk fâtihlere düşman olmak şöyle dursun, hemen ekseriyetle onlara yardımcı olmuşlar ve Anadolu'nun Türkler tarafmdan sür'atle fethine ve Bizans ordularının bozulup dağıimaiarına yardım etmiş­

lerdir. Bizans'ın ağır ve vergi ve teklifleri altında asırlardan beri ezi­

len Anadolu'nun yerli halkı, İslâmın âdil idaresi ve şeriatin vergi­

leri haricinde başka bir yükümlülüğe tâbi tutulmaları yüzünden, Türk fâtihlere çarçabuk ısınmışlar ve Bizans'ın kötü hatıralarını ve idaresini kısa bir zamanda unutmuşlar, hattâ o idareden nefret etmişlerdir. Diğer taraftan iktisadi şartlara intibak ve karşılıklı ev­

lenmeler hususunda da Türk fatihlerle yerli halk arasında kısa za­

manda bir kaynaşma olmuştur. Yöni geien Türk çiftçi unsuru, yer­

li çiftçiye, zanaatkar ve tüccar Türkler de kendi meslektaşlarına intibak etmişler ve Anadolu'nun üretici sınıfını vücuda getirmişler­

dir. Bunun yanı sıra Türk fâtihierle yerli halk arasında kültür alış verişi de tabiatiyle olmuştur. Yerli halkın ekseriyeti Helenleşmemiş,"

eski dillerini muhafaza etmişlerdi. Fakat bu diller edebiyata mâlik olmayan, mahdut gündelik ihtiyaçları karşılayan, inkişaf edememiş dillerdi. Yerli halkın dilleri fâtih Türklerin dili olan Türkçe'nin kar­

şısında mukavemet edemeyerek erimiş ve yerli Hıristiyan Türkler'in de bu konuda tabii olarak fâtihlere yardım etmeleri sayesinde yavaş yavaş Türk dili Anadolu'nun yerli dillerini söndürmüş ve za­

man içinde Anadolu tamamen Türkleşmiş ve yerli diller unutulmuş, ancak büyük şehirlerde ve bir de Türk unsurunun büyük bir kesafet ve ekseriyet teşkil etmediği yerlerde Rumca ile Ermenice yaşaya- bilmiştir. Aynı zamanda fâtih Türkler, dinleri olan İslâmiyet'i de yeili halka yavaş yavaş kabul ettirmeğe başlamışlar ve nihayet pek kısa bir zaman içerisinde bu ülkeyi hakiki bir İslâm ülkesi

ha-198 Oğ u z ÜNAL

line getirmişlerdir. Fakat derhal kaydedelim ki, Anadolu'nun yerli halkı da örf; adet ve özellikle kıyafet konusunda Türk fatihlere bazı tesirlerde bulunmuştur. (549)

Ancak bu tesirleri ve yerli halkın İslârtılaşmasını pek fazla müba­

lağa etmemek de gerekir. Zira Oğuzlar'ın Anadolu'ya ilk gelişleri vc yerleşmeler i sırasmda, Bizans Devrinde zaten çok kesif olmayan yerli halkın ilk Türk akınları ve muharebeler sırasında, Oğuz kitlelerinin önünden, yerlerini terkederek batiya doğru çekilmiş olduklarını ve bu şekilde Orta Anadolu'nun Oğuzlar (Türkmenler) tarafından etnik bir şekilde tamamen istilâ edilmiş olduğunu tekrar hatırla­

talım.(550) Nitekim X V . asrm başlarında dahi Türkiye Türkle- ri'nin kıyafetleri, umumiyetle Orta Asya Türkleri'ninkiriin aynı idi. Ayaklarmda, kadınlar dahil olmak üzere, kırmızı çizmeler ve başlarında da kızıl börk vardı. (551)

Burada sırası gelmişken, yerli halkın ihtida etmesi yani İslâm­

laşması, meselesinden de kısaca bahsedelim. Türkiye Selçukluları devrinde Anadolu'da Hıristiyanlar arasında ihtidalar elbette mevcud- du. Dini olmaktan ziyade siyasi, iktisadi, ailevi, vs... gibi maksat­

larla vuku bulan bu gibi hâdiselerin münferid vakalara inhisar ettiğini ve mahdut zamanlara münhasır olduğunu unutmamalıdır. Bu sözleri­

mizle, Selçuklu Türkiyesi'nde Hıristiyan unsurlardan bir kısmının İsîâmlaşdığını büsbütün inkâr etmek istemiyoruz; daha ilk fetih yıllarında yerli halk üzerindeki mânevi otoritesini kaybetmiş bulu­

nan Ortodoks Kilisesi'nin vaziyeti, bilhassa iktisadi menfaatler kar­

şısında bu ihtida vak'alarım mazur gösterecek bir psiko-sosyal hava doğurmuş olduğu gibi, Meterodoxe zümreler için de bu büsbütün kolaydı. İşte bu itibarla burada sadece şunu göstermek istiyoruz ki, Selçuklu Türkiye'sinde bu ihtida hareketleri, mahdud nisbette ve çok yavaş olmuştur. Buna karşılık Osmanlı'ar devrinde büyük nis­

bette ihtidalar, Osmanlılar'ın Balkanlar'a yerleşmesinden sonra, yani daha çok X V . asırda Balkanlar'da olmuş vc X V I.- X V II. asırlarda da devam etmiştir. (552)

Nitekim Prof. Fuad K Ö P R Ü L Ü , Prof. Ömer Lütfi B A R K A N ve Prof. Faruk S Ü M E R 'in ittifakla belirttikleri gibi, Türkiye tarihinde, bilhassa İstanbul'un fethine kadar, kütleler halinde İslâmlaşma hâdi­

sesi görülmemiştir.(553) Esasen, biraz yukarıda da söylediğimiz gibi, Anadolu'da 1000 evlik de olsa, kitle halinde hethangi bir İslâmlaşma

HORASAN'DAN ANADOLU'YA 199

hâdisesinin vulcu bulduğu iıaki<inda, Türk, Bizans, Ermeni, Süryani ve Arap kaynaklarında bugüne kadar herhangi bir kayda rastlanma- mıştır. Diğer taraftan eğer toplu halde İslâmlaşmalar olsa idi, Müs­

lüman olan bu yerli halk topluluklarmı Bulgaristan'daki Pumaklar, Girit'teki Müslümanlar, Balkanlar'daki Arnavudlar ve Boşnaklar gibi, kendi ana dillerini konuşur görecektik. Burada yeri gelmişken, biraz yukarıda belirtmiş olduğumuz şu içtimai ve kültürel kaideyi tekrar hatırlatmak yerinde olacaktır. Bir kavmin bir yerdeki siyasi hâkimiyeti ne kadar uzun sürerse sürsün ve o yerdeki yerli halkın medeni ve içtim<:i seviyesi ne kadar geri bulunursa bulunsun, eğer o kavim yeteri kadar nüfus fazfalığına sahip değilse, başta dili olmak üzere, milli hars ve kültürünün o yerde hâkim duruma gelmesi müm­

kün olamıyor. (554)

Türkiye'nin X !. asırdan X V I. asra kadar olan kavmi (etnik) du­

rumunu elimizdeki OsmanlI tahrir defterleri sayesinde en ince te­

ferruatıyla tesbit etmek imkânına sahibiz. Nitekim bu defterlere göre Türkiye'nin, Adalar Denizi'(Ege Dcnizi)ndeıı Fırat'a ve Trabzon'a kadar olan kısmında Türk çoğunluğu pek hâkim olup, azınlık olarak yalnız Rum ve Ermeniler vardır. Hıristiyan azınlığın en az olduğu belgelet Batı Anadolu, Güney-Batı Anadolu, Marmara bölgesi ile Kuzcy-Batı Karadeniz bölgesidir. Bu sayılan bölgelerde 1520-1530 yıllan arasında 540.963 hâne olan Türk nüfusuna karşılık, yalnız 4.471 hâne Hıristiyan nüfusunun yaşamakta olduğunu biliyoruz.

Konya, Niğde, Kayseri ve İçel (Mersin) vilâyetlerinde ise Türk hâne nüfusu 143.254, buna karşılık Hiristiyan hâne nüfusu ise 2.448 idi. Doğuya doğru gidildikçe bu 'nisbetin azalmakta olduğu görülüyor. Meselâ Maraş, Yozgat, Kırşehir vilâyetlerinde 66.776 hâne Türk nüfusuna karşılık 2.687 hâne Hıristiyan nüfusu var- dı.(555) Aynı yıllarda Çukur-Ova bölgesinde de ezici Türk nüfus çoğunluğuna mukabil pek az bir Ermeni nüfusu görülmektedir.

(556)

X II. asrın ilk yansında Selçuklu Türkiyesi'ndeki Hıristiyanlar'm pek çoğu şehirlerde yaşıyordu. Bunlar aynı asrın ikinci yansından itibaren ehemmiyetlerini kaybetmeğe başlamışlar ve X IV . asrın ilk yansında şehirlerde de küçük bir azınlık durumuna düşmüşler­

dir. (557)

200 OĞUZ ÜNAL

Böylece pek münferid vak'aiara inhisar eden ihtidalar ve Bizans Anadolu'sundaki içtimai ve medeni sukut dolayısiylç Türkler'in yer­

li halktan aldıkları etnik ve kültürel tesirler pek cüz'i kalmış ve buna karşılık yerli halka verdikleri kültür unsurları daha çok olmuştur.

(558)

Bütün bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki, Selçuklu Türkiyesi'- nin insan unsurunu, hiç olmazsa yüzde doksan olarak, göçebe Oğuz­

lar (Türkmenler) teşkil etmiş bulunuyorlardı. Bu bakımdan, ne Türkiye Selçukluları devrinde, ne de Osmanlılar devrinde, bir takım ırkların karışması ile yeni bir millet veya içtimai mayalanmanın ortaya çıkması hâli aslâ görülmemiştir. Çünkü Türkler Anadolu'ya geldikleri zaman, burada hâkimiyetleri altına aldıkları, bilhassa çok küçük bir azınlık teşkil eden Rumlar ve Ermeniler'den ibaret Hıris­

tiyan halk, bütün Türkiye Tarihi boyunca, hiç bir zaman "azınlık"

olmaktan öteye geçememişlerdir. (559)

HORASAN'DAN ANADOLU'YA 201

4. T Ü R K L E R İ N A N A D O L U 'D A Y E R L E Ş T İ K L E R İ

v e y a Y E N İD E N K U R D U K L A R I Ş E H İ R L E R

Anadolu'nun Türkler tarafından fetih ve iskânından sonra Türkler'in yerleştikleri veya yeniden inşa ettikleri şehirleri şu şe­

kilde görmekteyiz;

1) Türkler, eski Anadolu şehirlerinin içine yerleşerek, yerli halk ile münasebete başlamışlar, fakat kendileri Müslüman ve fatih olmaları dolayısiyle daha üstün bir sınıf halinde kalmışlardır. Bütün siyasi ve askeri haklar ancak Türkler'e ait olmuştur. Bilâhare yerli halkı kısmen kendi dinlerine döndürüp İslâmlaştırdıktan sonra, aralarında tam bir eşitlik hâsıl olmuştur. Anadolu şehirlerinin bü­

yük bir kısmı böyledir.

2) Fetihler sırasında akınlara uğrayan veya savaşlar sırasında zaptolunan veyahut da askeri bir sebeple kasten tahrip edilen şehir­

lerin üzerine veya civarına yeniden yapılan şehirler, Ankara, Sivas, Kayseri, Konya, . . . gibi tarihi ve askeri yollar üzerindeki şehirler ile bugün yanında "eski şehir"i veya "kara şehir"i olan şehirlerimiz bu nev'idendirler.

3) Askeri ve stratejik maksatlarla tesis edilen veya iktisadi zaruretler dolayısiyle yeniden kurulan şehirler.

Türkiye Türkler!, ilk iki nev'iden olan şehirlerde ya eski adlarını değiştirmeden, ya da değiştirerek oturmuşlardıı^ Erzurum, Erzin­

can, Divriği, Konya, Sivas, Malatya, Kastamonu^ Maraş, . . . birinci gruba; Kırşehir, Akşehir, Aksaray, Karahisar, Eskişehir, Sivrihisar,..

ikinci gruba misâl olabilir.

Şehirler gibi köylerin bir kısmı, bilhassa Doğu Anadolu'dakiler, ekseriyetle yeni fâtihler tarafından işgâl edildikten sonra bile eski adlarını muhafaza etmişlerdir. Fakat Orta ve Batı Anadolu'da yerli halka nazaran daha büyük bir kesafette yayılmış oldukları anlaşılan

202 Oğ u z ÜNAL

Türkler, bu bölgelerdeki eski köylerin üzerine yerleşirlerken ekseri­

yetle adlarmt değiştirerek kendi dillerinde adlar vermişlerdir. Mama­

fih eski savaşlar ve Emevi ve Abbasi devirlerinden beri vukua gelen devamlı gazâlar dolayısiyle ahalisi çok azalmış olan Orta Anadolu'­

daki köylerin çoğu Türkler tarafından yeniden kurulmuş olduğun­

dan, onlann adları kim ilen Türkçe olmuştur. Bu köy adlarının bir kısmı oraya yerleşmiş olan boy ve oymakların veya bu boy ve oy­

makların mensup oldukları Türk uluslarının isimlerinden ibaret ol­

duğu gibi bir kısmı da köyü tesis eden veya temellük eyleyen reisin, emirin veya valinin adını taşımaktadır.

Yeni Müslüman fatihler, ilk zamanlarda henüz cami inşaası ile uğraşamadıklanndan dolayı, bir müddet Hıristiyan mabedlerini cami­

ye çevirerek onlardan istifade etmişlerdir. Fakat bilâhare yerleşme başlayıp kökleştikçe yavaş yavaş kendileri camiler inşa ederek, p k zaman geçmeden yeni fethedilen bu ülkeyi tam mânâsı ile bir İslâm diyarı haline getirmişlerdir.

Eski çağlarda nasıl şehirlerin kuruluşundan evvel mâbedler yapılıp mabudların heykelleri konulduktan sonra şehirlerin inşaa- sına başlanırsa, orta çağda da hemen hemen buna benzer bir şekilde hareket edilmekte idi. Ne şekilde kurulduklarını iyice bildiğimiz ilk İslâm şehirleri (meselâ Kufe, Basra, Fustat, Kayrevan) nasıl kurul­

muş ise, yâni evvelâ dini ve siyasi toplanma yeri olan "cuma mesci- di"nin, diğer bir deyişle umumi caminin mihrabı ve minberi konu­

lup bu suretle ulu camilerin ilk esası kurulduktan sonra şehirlerin kuruluş ve iskânına nasıl başlanmışsa, tabii Anadolu'da Türkler tarafından yeniden kurulan şehirler de o şekilde yapılmıştı. Anado­

lu'ya gelen Türkler'in bir birinden çok ayrı ulus, boy ve oymaklara mensup olmaları ve bu ulus, boy ve oymakların camiler etrafına yer­

leşmeleri suretiyle yeni yeni şehirlerin teessüs etmiş olması, bu şe­

hirlerin Roma ve Mekke gibi site evsafını haiz şehirler olduklarını göstermektedir. Konya, Sivas, Kayseri, A n kara,. . . gibi Anadolu'nun siyasi ve kültürel tarihinde büyük rol oynayan ve Anadolu'nun birliğini temin ederek bu ülkede yeni bir Türk vatanı vücuda getiren şehirler eski İslâm siteleri gibi muhtelif ulus, boy ve oymakların bir ulu cami etrafında yerleşmelerinden meydana gelmiş ve birer İslâm ordugâhı olmuş sitelerdir. Tahribata uğramayan yâni teslim olarak alınan ve üzerine yerleşilen ve yayılan orduların merkezi vaziyetini gören Erzurum, Erzincan, Amasya, Malatya, İznik başta

HORASAN'DAN ANADOLU'YA 203

olmak üzere bir çok Anadolu şehirleri eski zamanda Mora yarımada­

sındaki İsparta ve orta çağdaki Batı ve Merkezi Avrupa şehirlerinin bazıları veya İslâm devrindeki Dımaşk, Kıhnesrin, Musul, Harran ve Merv siteleri gibi başka birer cins site olmuşlardır.

Bu sitelerde hâkim ve asker sınıf olan Türkler'le tâbi sınıf olan yerli Hıristiyan halk bir arada yaşamışlardır. Mamafih bu iki tip site şartlarını haiz olmadan muhtelif ve karmakarışık meslek mensup­

larından teşekkül eden ve sadece iş bölümü esasına dayanarak meyda­

na gelen şehirler de mevcuttur. Bunlar İslâm devrindeki Bağdat, Isfahan, Rey, Meraga, Yezd, Hemedan, Halep, Kudüs,. . . gibi ancak sadece birer şehir (vüle) olabilmişler ve hiç bir zaman bir "site " vas­

fını kazanamamışlardır. Birinci tip "Islâm Ordugâhı" olan siteler tarihimizin gerek siyasi ve askeri, gerekse kültürel bakımdan en büyük merkezleri olmuşlardır. Bunların içinde bilhassa Konya şehri, Is­

lâm'ın ilk devirlerindeki Islâm ordugâhları gibi, Medine'den doğan Allah'ın birliğini yaymak mefkuresinin yeni gazâ ve cihâd ateşinin yeni bir ocağı haline gelmiş ve bu yüzden yavaş yavaş diğer Anadolu sitelerini kendi etrafında toplamağa muvaffak olmuştur. (560)

204 OĞUZ ÜNAL

Benzer Belgeler