• Sonuç bulunamadı

1.3. İnanç Yönünden Turizme Bakış

1.3.3 Turizm İle İnanç Arasındaki Bağlantı

İnsanoğlu doğası gereği çevresini anlamlandırmaya başladığı günden bu yana gerek tehlikelerden korunmak gerekse isteklerine ulaşmak için bir yol olarak gördüğü, kendisinden daha yüce güçlerin koruması altına girme arzusu dini inançlara karşı kuvvetli bir bağlılığı beraberinde getirmiştir. Bu bağlılıkla beraber tâbi olduğu dinin, inananlarından beklediği ibadetleri yerine getirmeyi kabul etmiş ve hayatını buna göre şekillendirmiştir (Erbaş, 2002: 97).

Bu bağlamda gerek semavi gerekse semavi öncesi dinlerde dini amaçlar ve inançların rehberliğinde yolculuk etmek, uzun veya kısa süreli seyahatlere çıkmak çoğu dinin

önemli bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Çeşitli sebepler veya olaylar sonucunda kimi coğrafi bölgeler, tapınaklar veya zamansal anlamda kimi dönemler kutsal sayılmış bu da dinlerin seyahate yöneltici birer unsur konumuna getirmiştir. Pek çok dinde kutsal yerlere gitmek önemli birer görev sayılmıştır.

Kutsal mekânlar genel olarak toplumların dinsel yaşamlarının merkezi konumunda olup, varlıkları ile insanların hayatlarına anlam katma ve yön verme gibi özelliklere sahip bölgelerdir. İnanılan kutsal değerler veya dinler fark etmeksizin, insan tabiatı böyle kutsal mekânlara karşı bir ihtiyaç duygusu taşımaktadır. Bu durum en eski çağlardan bu yana insan kültürlerinin bir parçası olagelmiştir. İnsanlar bu duyguları tapınaklarda veya kutsal mekânlarda her yerde hissettiğinden daha fazla hissetmektedir. Zira kutsal mekânlar ilahi, kutsal âlemle dünyevi âlemin kesiştiği, bir diğer ifade ile yaratıcısı ile insanın manevi temas kurduğu, bireyin bir ilahi huzur ortamını yakaladığı yerler olup çeşitli yerlere atfedilen kutsallık özelliğinin sebeplerini şöyle sıralayabilmekteyiz (Erbaş, 2002: 98 - 99):

Mukaddes addedilen yerleri Allah’ın işaret etmesi: Bunun en güzel örneğini

İslamiyet inancı ve onun kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’de görmekteyiz. Al-i İmran Suresi’nde Mekke’nin kutsallığı açık ve net bir şekilde ortaya konulmuş ve burasının hayırlı bir yer olduğu bildirilmiştir (Kur'an-ı Kerim, 2016: 3/96) .

Allah’ın o yerde kudreti ile hazır bulunuşu: Antik yunan inançlarında karşımıza

çıkan efsanevi Olympos dağını arama fikrinin de bu mantık üzerine kurulduğu söylenebilir. İnanca göre tüm ilahların yaşadığı efsanevi dağ İlahların kudreti ile hazır bulunduğu düşünülen bir yerdir (Akderin, 2012: 59). Bu sebeple Kıta Yunanistan’ı ve Anadolu üzerinde Olympos olarak adlandırılmış pek çok dağ mevcuttur.

Allah’ın o yerde görülmesi: Antik dönemlerden bu yana önemli tapınaklar İlahların

evi niteliğindedir. Örneğin Hititlerde İlahlar aslında gökyüzünde yaşıyor olsalar da belirli dönemlerde tapınaklarında kalırlar, Adyton adı verilen ve tapınağın en kutsal yeri olarak kabul edilip girilmesinin yasak olduğu yerde kaldıklarına inanılır (Ünal, 2013: 84). Öte yandan semavi dinler açısından İsrailliler’e Kenanlılar’dan miras

kalan ve muhafaza ettikleri pek çok eski mabede karşı tavırları da bu bir başka örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. (Erbaş, 2002: 99).

Allah’ın o yerde gücünü göstermesi: Bu durum hem Tekvinde hem de Kur’an’da

ortak geçen bir duruma dair örnek vermek gerekirse Musa peygamberin Sina Dağında Allah ile görüşmesi ve Allah’ın dağ üzerinde kendisini tecelli etmesiyle dağın patlaması olayı söylenebilir. Bu sebeple Sina Dağı kutsal bir coğrafya olarak sayılmıştır1

(Tevrat, 2016: Çıkış 19: 17).

Kutsallığın insanlar tarafından kabul edilmesi: Herhangi bir önderin hayatını

geçirdiği veya dini etkinliklerini gerçekleştirdiği yerler ile şehitlik mezar yerlerinin ya da dinî âlim olarak kabul edilen kişilerin miraslarının saklandığı yerler manevi değer addedilmiş olup pek çok dinde bu şekilde örneğine rastlanabileceği söylenebilir (Erbaş 2002: 99). Örneğin Antik Yunan bilicilik merkezleri ve kâhinlerin tapınakları bu açıdan oldukça önemlidir. Apollon Rahiplerinin yönettiği bu tapınaklar pek çok liderden, tüccara veya halktan kişilere yol gösterici nitelikte olmuştur. Öyle ki İstanbul şehrinin ilk yerleşimcisi olan Megaralı Byzas, Delphoikahini’nin kehanetleri aracılığı ile kente ulaşmıştır (Taylor, 2000: 8)

Dinler inananlarını seyahatlere yöneltirken bu davranış kimi zaman turistik olabildiği gibi kimi zamanda rekreatif bir hal alabilmektedir. Örneğin Hititlerde olduğu gibi, bin İlahlı halk olarak anılan ve tabletlerde bu güne kadar altı yüz civarında tespit edilen İlahları ile önemli bir panteona sahip halk dere kenarlarında, yaylalarda veya doğal güzelliklerin bulundukları yerlerde çeşitli İlahlara ait sunaklar, tapınaklar inşa etmişlerdir. Yılın belirli dönemlerinde ziyarette bulunarak bu doğal alanlarda kutlamalar düzenlemişlerdir. Hatta IV. Tuthalya yönetimi döneminde bu sunaklar başkente getirilerek, seyahat masrafları düşürülmeye çalışılmıştır (Ünal, 2013:102). Yani dinlerin kutsal saydıkları merkezlerin birer cazibe noktası haline gelmesi günümüzden çok eski dönemlere dayanmaktadır.

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, dinlerin ve inançların seyahatler üzerinde önemi bir etkisi vardır. İnançlar insanları kimi zaman dinin doğrudan

1

Çıkış, Mısır'dan Çıkış, Eksodos ya da Şemot, Tanah ve Eski Ahit'in ilk beş kitabı olan Tevrat'ın

emrettiği kutsal mekânlara yöneltirken kimi zaman da herhangi bir dinin önemli bir temsilcisinin bulunduğu yere yönlendirmiştir. Bu yönlendirme zamanla turistik birer gezi haline dönüşmüş ve günümüze kadar geçen sürede önemli bir sektör halini almıştır.

Bu bağlamda turizm sektörü üzerinde din faktörünün sosyo-ekonomik açıdan boyutlarının irdelenmesinin önemi vurgulanabilir. İnanç turizmi ekonomi yönlü ele alındığında, eski çağlardan bu yana turizm sektöründe önemli bir gelir kaynağıdır. Dinî seyahatler ve hac yolculukları oldukça eski çağlara dayanan olgular olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca kişilerin harcama tutum ve davranışlarının, dinin emrettiği vazifeleri icra ederken nispeten rahat daha olduğu söylenebilir. Böyle bir olgu sayesinde gerek ülke bazında gerekse işletme bazında turizmin planlanmasında inanç turizminin ayrı bir inceleme alanı oluşturulmasının gerekliliği ifade edilmektedir. Olayı sosyal açıdan ele aldığımızda, amaç aynı olmasına rağmen, dünyanın değişik ulus ve kültürlerinden gelen ziyaretçilerin dilleri birbirine benzemese dahi inandıkları aynı kutsala benzer duygularla, heyecan içinde seyahat edip gelmeleri toplumların kaynaşması bakımından önem arz ettiği belirtilebilir. (Şahiner, 2012: 27).