• Sonuç bulunamadı

İslâm dininde ben-diğeri-din ilişkisi, çok geniş bir toplumsal dayanışma ve yardımlaşma yelpazesinde tezahür eder. Toplumsal dayanışmanın birçok unsuru olmakla birlikte, Türkiye’de en çok değer kaybeden ve işlevini farklı mekanizmalara devreden örneklerden biri îsârdır. Mucchielli’nin yeni değerlerin sistemleşmesi evresi olarak tanımladığı, önceki değerlerin sistemli olarak değerini kaybettiği, toplumsal yapının yeni bir kültürel kimlik kazandığı toplumsal kabul örnekleri vardır. “Îsâr”, işlevini büyük oranda, bu örneklerden banka, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları gibi amacı ve işleyişi farklılık gösterebilen kurumlara devreden ya da güven, bireyselleşme gibi toplumsal şartlar gereği değer kaybeden diğergamlığı ifade eden kavramlardan biridir. “Dinî literatürde bir ahlâk kavramı olarak îsâr, kişinin kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile, sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanması, başkalarının yararı için fedakârlıkta bulunması anlamına geliyor.”249 Hem ahlâk hem de toplumsal dayanışmayı temsil eden îsâr, bugün genelde İslâm toplumlarına, özelde Türk toplumuna ne ifade etmektedir? Başka bir ifadeyle İslâm toplumu bu kavramı ne kadar tanımaktadır? Esasen yeni nesil açısından îsâr, anlam olarak yeterince bilinmediği gibi, günümüz Türkiye’sine oldukça yabancılaşmıştır. Örneğin trafik kazası geçirmiş ve yardım bekleyen bir insanın/insanların durumuna sadece bakmakla yetinip yoluna devam eden ve hatta bu davranışına resmi prosedürleri veya güven duygusunu gerekçe gösteren bir kişi için îsâr ne anlama gelebilir? Kurumsal yardımın ve dayanışmanın yaygınlaştığı günümüzde, îsârla ilgili kurumsal işlev bakımından bir değer kaybından söz etmek isabetli olmayacaktır. Ancak bireysel sorumluluklar söz konusu olduğunda, sorunun kültürün içselleştirilmesiyle ilgili olduğu söylenebilir. Bu

249 Mehmet Canbulat, “Îsâr”, Dînî Kavramlar Sözlüğü, 5. Bsk., Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,

çerçevede düşünüldüğünde, bu örneklerdeki karakterlerin temsil ettiği olumsuzluklar, yeni tutumların, geleneksel öğretilerin yerini almış olmasıyla ilgilidir. Bunda formel endişeler ya da gündelik hayat pratikleri bireylerde bir iç sıkıntıya sebep olmuş olabilir ve bu da bireyleri başka tutumlar takınmaya zorlayabilir. Buna rağmen söz konusu karakterler, yukarıdaki örneklerle ilgili olarak İslâm dininin öğretilerini kabullenmiş müntesipler olabilir. Ahlâki bakımdan toplumda meydana gelen özgürlük alanları, yeni zihniyet edinimini kolaylaştırır. Toplumsal kontrolün, bu yeni tutumun kayıtsızlığını frenlememesi, özgürlük alanını oluşturur. Dış toplumlardan modellenen bireyselleşme ve geleneksel karşısındaki öznellik, değişim koşullarını tamamlayıcı özellik taşır.250

Weber, din ile ekonomik dünya arasındaki çekişmeden ilkeli ve içe dönük biçimde kaçmanın iki yolu olduğundan bahseder: Birincisi, Püriten ahlâkının çalışma paradoksudur. Püritenizm, dünya işlerini, Tanrı’ya hizmet eden ve insanın Tanrı katındaki yerini sınayan bir süreç olarak akılsallaştırır. Buna göre en pozitif irade Tanrı iradesidir. Din kardeşliğinin terk edilmiş olması, dini, bir kurtuluş dini olmaktan uzaklaştırmıştır. Gerçek anlamda bir kurtuluş dini, din kardeşliğini, mistiğin sonsuz sevgisinin mertebesine çıkarabilen dindir. Ekonomik dünya ile din arasındaki çekişmeden kaçınmanın ikinci yolu mistisizmdir. Bu yolu, mistiğin, kime ve ne için sorgulamasını yapmadan icra ettiği iyilikler temsil eder. Mistikte benlik yoktur. Karşısına çıkan ve kendisinden bir şey isteyene, sırf bağlılık uğruna istediğini verir.251

İslâm tasavvuf anlayışında ise îsâr, fedakârlığın ileri bir boyutudur. “Uhuvvetin (kardeşlik) son noktası”252 şeklinde anlam yüklenen îsâr, bazı tasavvuf anlayışında, “Allah’ım, bazı kişilere mutlaka azap edeceksen onların yerine cehennemde beni yak!”253 şeklinde algılanması, marjinal bir fedakarlık anlayışı ortaya koymaktadır. Zira geleneksel anlayışın ne olduğunun tespiti, bilimsel disiplinlerin terminolojik yapısına göre değişiklik arz etmektedir. Tasavvufî bir yaklaşımla, diğer disiplinlerin bir kavrama yükledikleri anlam, birbirinden farklı

250 Bkz., Mucchielli, a.g.e., ss. 60-90. 251 Weber, a.g.e., 1998, ss. 423, 424.

252 Seyyid Şerif Cürcânî, “Îsâr”, et-Ta’rîfât, 1307, İstanbul.

hatta uzak olabilmektedir. Teknolojinin ve sanayinin ilerlediği günümüz toplumlarında, esas amaçlar ve değerlerin tespitinde bir fikir birliği sağlanamamış, maddî algıların belirlediği, yeni kabulleri ifade eden değerlerle yön bulmaya çalışılmaktadır.254 Geleneksel dünya görüşü, dünya-ahiret, akıl-gönül, âlem-insan gibi birlik ve uyum sergileyen düalizmlere dayalıdır. Oysa modernleşme ve sekülerleşme bunları parçalamış ve düalizmleri dikotomiye dönüştürmüştür. Bu bağlamda modernlik ve sekülerlik bölücü bir özellik taşır.255 Böylelikle kardeşliğin ‘ben’ ve ‘sen’ olmak üzere dikotomik bir varyasyonu toplumsal alanda tezahür etmiştir. Bireyselleşmenin din karşısındaki özneliği, bu defa diğeri karşısında tezahür etmiş; bu ikileşikte ‘ben’, özneliği sahiplenirken, diğeri nesneleştirilmiştir. Sosyal yapının her alanında kardeşliğin/eşitliğin, diğerini kendisi gibi görmenin düşünüldüğü ve diğerinin öncelendiği prensibini benimseyen dinî anlayış, moderniteyle dönüşmüştür. Artık ‘ben’, diğerini bütünleyen, tamamlayan/diğeriyle bütünlenen tamamlanan toplumsal bir öge olmaktan uzaklaşarak, kendine yeten, sanal paylaşımlarla tatmin olabilen, diğeri karşısında fırsat ve avantaj üstünlüğü güden özneye dönüşmüştür. Diğeri de toplumsal bir öge özelliğini yitirmede ‘ben’ ile aynı kaderi paylaşır; ancak ‘ben’ için ‘diğeri’ olan herkes nesne, şey olabilmektedir. Din kardeşi olmasına rağmen, kardeşliğin bu bölünmüş yapısı, sosyal ve ekonomik ilişkilerde farklı şekillerde tezahür eder. Weber, kardeşlik dini ile dünya düzeni arasındaki gerginliğin, en belirgin olarak ekonomik alanda görüldüğünü vurgular. Weber’in rasyonel düşüncesinde para, alışverişe girdiğinde daha etkili ve kesin değer hesaplamalarını mümkün kılan unsurdur. Ona göre para, işlemleri büyük ölçüde kolaylaştırır ve devlet için emek ve güç kaynaklarını satın alma aracıdır. Ayrıca emek pazarında, para karşılığı emeğini satmak isteyen özgür emekçiler olmadan rasyonel-hukukî bürokrasi mümkün değildir. Para ekonomisi, saf bürokratik yönetimin sürekliliğinin ön koşuludur.256 Para, hesap ve devlet faaliyetlerinde

254 Willis Harman, Küresel Zihniyet Değişimi, Düşünme Tarzında Yeni Çağ Değişimi, Çev.

Muhammed Şeviker, İz Yay., İstanbul, 2010, s. 129. 255 Gencer, a.g.e., s. 27.

256 Weber, Toplumsal ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı, Çev. Özer Ozankaya, İmge Kitabevi,

Ankara, 1995, ss. 124, 125; Weber, a.g.e., 1998, ss. 301, 302, 421; Jonathan H. Turner; Leonard Beeghley; Charles H. Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, 2. Bsk., Çev. Ümit Tatlıcan, Sentez Yay., 2012, İstanbul, ss. 240, 241.

rasyonel değerler sağlamakla birlikte, insanların sosyal ve ekonomik ilişkilerinin yönünü de değiştirmiştir. Paranın bulunmasıyla ortadan kalkan mübadele usulü, insanların birbirlerine doğrudan bağımlılığı üzerine kurulu bir toplumsal yapı oluşturuyordu. Paranın ticaret alanına sürülmesi, bağımlılığın yönünü değiştirmiş ve bağımlılığı dolaylı257 hale getirmişti. Diğer taraftan insanların belirli işlerde süreklilik arz eden para (maaş) karşılığı çalışması, bağımlılığın kapsamını da genişletmiştir. Bu bağımlılık, din kardeşliğinin paylaşım özelliğinin yönünü dönüştürmüştü. Ekonomik bağımlılığı, hayatın her alanına yayılan bireyin karşısında artık ‘ben’ ve ‘diğeri’ vardır. Sosyo-ekonomik fırsatlar ve avantajlar, ‘diğeri’nin içeriğini ‘nesne’den ibaret kılabilir. Verili din kardeşliği, rasyonel hesaplarla, dikotomik bir kimlik kazanabilir. İnandığı kutsal metinlere, öğretilere, etik değerlere rağmen ‘din kardeşi’, ‘ben’ açısından, dünyevî değere indirgenen ‘diğeri’ne, ‘nesne’ye dönüşebilir. Bununla birlikte direnç gösteren bir zihniyetin varlığından söz etmek mümkündür. Türkiye’de yaşanan kriz dönemlerinde birçok olumsuzluğun karşısında, insanların birbirleriyle gösterdiği toplumsal dayanışma bunun en belirgin tezahürleridir. Doğal afetlerde insanların birbirlerine nasıl kenetlendikleri, mağdur durumda olan insanları evlerinde ağırladıkları, dünyanın başka bir ülkesinde görmenin pek mümkün olmadığı büyük miktarlarda toplanan yardımlar, Endonezya’daki deprem ve Somali halkı için yapılan yardımlar, Suriyeli mültecilere ulaştırılan tırlar dolusu ihtiyaç malzemeleri dinin şekillendirdiği zihniyetin gösterdiği direncin toplumsal tezahürleridir. Bu tablo, zihniyet değişiminin, heterojen davranışların yaşandığı üçüncü evredir. Çünkü bu son örnekte olduğu gibi henüz dayanışma ve yardımlaşma ruhu çökmüş değildir.

Îsârın bir ahlâk kavramı olduğundan söz etmiştik. Dolayısıyla dayanışma olgusu da ahlâki bir özellik taşır. Dayanışma ile ahlâkın sınırları orantılıdır. Bu sebeple Türkiye’de görülen toplumsal boyuttaki dayanışma, millî ahlâkın varlığına işaret eder.258

257 Weber, a.g.e., 1995, s. 124. 258 Güngör, a.g.e., 2010a, s. 114.