• Sonuç bulunamadı

3.2. Judith Butler’da İktidar ve Beden Analizi

3.2.1. Toplumsal Cinsiyetin Altüst Edilmesi

Butler (2018: 11-12), Cinsiyet Belası kitabını, feminizme kendi içinden bir eleştiri getirmek amacıyla yazdığını söylemektedir. Toplumsal cinsiyeti, erillik ve dişillik kavramlarına dair basmakalıp fikirlere indirgeyen görüşlere tepki göstermeyi amaçlamaktadır. Ona göre herhangi bir feminist kuramın, önvarsayımlarla sınırlandırılmış bir toplumsal cinsiyet anlayışını savunması, çoğunlukla homofobik sonuçları olan dışlayıcı normlar ortaya çıkartacaktır. Dolayısıyla hareketin kendi içinden gelecek bir eleştirinin, onu baltalamayacağını aksine geliştireceğini söyler. İkinci amacını ise toplumsal cinsiyet içindeki azınlıkların ve yine azınlık olarak kabul edilen cinsel pratiklerin, hakikat söylemleri tarafından gayrimeşru kılınmasına balta vurmak olarak açıklar.

Butler (2018: 27-50-53), cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımının feminist özneyi bölünmeye uğrattığını söyler. Toplumsal cinsiyet kavramı, “cinsiyetin” biyolojik temeli ile geri çevrilmesinin güçlüğünden, “biyoloji kaderdir” anlayışına getirilen bir itirazdan doğmuştur. Dolayısıyla, aslında cinsiyete getirilen bir çoklu yorum söz konusudur. Butler bu çoklu yorumu, “eğer toplumsal cinsiyet, cinsiyetli bedenin üstlendiği kültürel anlamlar bütünüyse, toplumsal cinsiyetin herhangi bir cinsiyetten tek bir şekilde kaynaklandığı söylenemez” sözleriyle açıklar. İki cinsiyet olduğu varsayılırsa dahi bu, “erkeklerin” inşasının erkek bedenlere, “kadınların” inşasının da kadın bedenlerine mahsus olacağı anlamına gelmez. Toplumsal cinsiyet, cinsiyetten bağımsız bir şekilde sosyal hayatta inşa olan bir kavram olarak alındığında, erillik kadın bedenini, dişillik erkek bedenini imleyebilir. Dolayısıyla cinsiyetin değişmezliğine getirilebilecek bir itiraz, belki de cinsiyetin kendisinin de kültürel bir inşa olduğu, yani aslında cinsiyet ve toplumsal cinsiyet diye bir ayrımın olmadığı sonucunu doğurabilir. Bu ayrımın temeli cinsiyetin söylemsellik öncesi, inşa edilmeyen bir şey olarak kabul edilmesinden dolayı ortaya çıkmasındadır. Bu doğrultuda Butler, “toplumsal cinsiyet, söylemsellik öncesi bir cinsiyet varmış etkisi yaratan ve böylece söylemsel üretimin tam da bu işlemini gizleyen iktidar ilişkilerini dikkate alacak bir şekilde nasıl yeniden formüle edilebilir?” diye

sorgular. Toplumsal cinsiyetin neleri kapsadığını betimlemenin hiçbir zaman onun normatif işleyişinden ayrı tutulamayacağını ve toplumsal cinsiyetin normatif olarak var oluşundan öncesinin olmadığını söyler.

Foucault’yu, toplumsal cinsiyeti iktidarın oldukça geniş olan düzenleme alanının sadece bir örneği olarak gören yaklaşımını eleştirmektedir. Butler’a göre, Foucault’nun toplumsal cinsiyeti altına koyduğu düzenleyici iktidarın kendisi zaten toplumsal cinsiyete özgüdür. O, cinsiyetin kendine özgü bir ıslah edici düzenleme şekli olduğunu savunur (Butler, 2009b: 74).

Butler’a (2018: 190) göre toplumsal cinsiyet, biyolojik anlamda bedenleri geçerli kılar. Yeni doğacak bir bebeğin, “kız mı oğlan mı?” sorusunun cevabının alındığı an insanlaştığını söyler. Bu iki cinsiyete dahil olmayan bedenler ise insan olma alanının dışına itilir, böylece insanlık verili iki cinsiyete dahil olanlar olarak kurulur. Bu sonuca varmadan önce, çeşitli düşünürlerin cinsiyet ayrımı üzerine yaptıkları değerlendirmeleri incelemiştir.

Butler (2018: 67-68), Irigaray, Witting ve Foucault’dan yola çıkarak cinsiyet kategorisinin, iktidar alanının dile getiriliş şekline bağlı olarak, farklı şekillerde kavrandığını dile getirmektedir. Ancak bu farklı görüşlerin her birinde cinsiyet bir “töz” gibi yer alır. Bunun nedeni, bir cinsiyet ya da toplumsal cinsiyet olarak “oluşmanın” aslında imkânsız olduğunu gizleyen performatif bir söylem oyunudur. Tözel gramer, “erkekleri” ve “kadınları” varsaymasının yanında toplumsal cinsiyet nitelikleri olarak, “erilliği” ve “dişilliği” de varsayar. Dolayısıyla ona göre, toplumsal cinsiyet ile cinsiyet arasında bir fark yoktur ve “cinsiyetin (sex)”, söylemlerin ve iktidar ilişkilerinin sonucunda inşa edildiği söylenebilir. Töze karşıt bir kavram olarak da performatifliği kullanır.

Ona göre toplumsal cinsiyet bir normdur. Ancak norm’dan yalnızca kural ya da yasanın anlaşılmaması gerektiğini söyler. Normlar, toplumsal pratiklerle normalleştirmenin bir standardıdır. Normlar gizli de olabilir açık da olabilir ancak uygulamada normalleştirici bir ilke olarak işlev gördüklerinde genellikle örtük, anlaşılması zor bir haldedirler. Toplumsal cinsiyetin norm olarak işlemesi, onun herhangi bir fail tarafından her zaman bedenlendiğini gösterir. Buradaki ilginç paradoks, normun dışında kalanların da aynı norm tarafından adlandırılmasıdır. Kadınsı olmayan ve erkeksi

olmayan da “erkeksi” ve “kadınsı” olanla ilişki üzerinden anlamlanır (Butler, 2009b: 74- 75).

Butler’a göre (2009b: 75), toplumsal cinsiyet aslında insanın “olduğu” ya da “sahip olduğu” bir şey değildir. Toplumsal cinsiyet, “eril” ve “dişilin”, kromozal, performatif ve ruhsal ara formlarla beraber üretildiği ve normalleştirildiği bir aygıttır. Ancak toplumsal cinsiyetin yalnızca “eril” ve “dişilin” birleştiği yer anlamına geldiğini varsaymak, önemli bir noktayı atlamak demek olacaktır. Bu ikili çerçevenin dışında kalanlar da toplumsal cinsiyetin bir parçasıdır.

Butler ayrıca, Lacan’dan hareketle “lezbiyen fallus” üzerine çıkarımda bulunur. Erkek cinsel organına atıfta bulunan fallus, aslında penis değil sembolik düzendeki ayrıcalıklı bir gösterendir. Yani gösteren ile gösterilen aynı şey değildir. Butler, bu açıklamanın yeterli olmadığını söyler çünkü ona göre gösteren olarak fallusun var olması için gösterilen olarak penisin var olması mecburi değildir. “Lezbiyen fallus, fallusun farklı şekillerde imlemesi ve böyle farkı imledikçe kendi erilci ve heteroseksüel imtiyazını yeniden imlemesi için bir durum (bir durumlar dizisi) sunar.” Bu sunum, hegemonik imlemin, dışlayıcı bir heteroseksüel yapıyı doğallaştırarak nasıl kurulduğunu da gösterir (Butler, 2014: 133-135).