• Sonuç bulunamadı

Toplum Gruplarındaki Farklı Algılama

BÖLÜM II: İKTİDAR, TOPLUM VE ÇEVİRİBİLİM AÇISINDAN

2.2. Toplum Gruplarındaki Farklı Algılama

Bir toplum kendi içerisinde etnik kökenine, inancına, cinsiyetine, yaşına, gelir seviyesine göre bölünebilir. Bu tarz bölünmeler kolaylıkla gerçekleştirilebilir ve çoğaltılabilir. Bir de bu sınıflamaya uymayan başka bir bölme işlemi de gerçekleştirebilirsiniz. O da toplumda muhafazakâr, anarşist ya da liberal gibi ideolojik görüşlere göre bir sınıflama yapılabilir. Freeden’a göre, tüm bu farklılıklar bir kişinin bir olayı, bir durumu, bir sanat eserini, kısaca kendi dış dünyasını yorumlamasına etki etmektedir. Örneğin, bir grup insanı ellerinde pankartlarla slogan atarak gören birisi, eğer anarşist bir ideolojiye sahipse onun bu eylemi doğru, desteklenmeye değer bulması beklenir; eğer muhafazakâr bir ideolojiye sahipse yanlış bulması, bunun düzeni bozucu bir tavır olduğunu düşünmesi beklenebilir. Bu bakımdan ideolojiler yol haritalarıdır; onlarla siyasal ve toplumsal dünya anlamlandırılmakta ve böyle anlamlandırılan dünyada birey eylemde bulunmaktadır (Freeden, 2011: 9). Burada anlam ve eylem ilişkisine dikkat edilmelidir. Olaylara, olgulara yüklenen anlamlar doğrultusunda bireyin bir eylemde bulunması, eylem geliştirmesi beklenebilir. O halde bireyin eylemlerinden yola çıkarak aynı kişinin bu eylemleri nasıl anlamlandırıldığı da tespit edilebilir. Bu aynı zamanda ideolojik çeviri için de böyledir. Bir metnin fazlaca gayri ahlaki, fazlaca geleneksel-toplumsal şablonlara, rollere aykırı bulunduğu gerekçesiyle

yasaklanması demek, böyle bir eylemin arkasındaki anlamlandırmanın muhafazakâr bir ideolojiden sadır olduğu fikrini uyandırabilir.

Fakat bunların öncesinde bir toplumu farklı ideolojilere iten sebep nedir, sorusu sorulmalıdır. Marx’a göre bunun altında yatan asıl sebep üretim ilişkileridir. Toplumun üretim ilişkilerinden dolayı sınıflı bir yapısı bulunmaktadır ve sınıfların mücadelesi içerisinde düzeni korumaya çalışan üst sınıfların ürettikleri ideoloji ile alt sınıfların yanlış bilinçlendirilmesi söz konusu olup, toplumdaki sınıfsal/parçalı yapının idame ettirilmesi mümkün kılınmaktadır. Marx’ın önerdiği toplum anlayışında ise sınıf yapısı yoktur, üretim ilişkileri de yataydır, dikey değildir ve ona göre bu sayede bir adaletsizliği de idame ettirecek bir ideolojiye ihtiyaç duyulmayacaktır. İdeoloji bu anlamda bir “yanlış bilinç” olup, bu yanlış bilincin mevcut yapıyı koruduğu Marx tarafından iddia edilmektedir54

. Her hâlükârda bir bilinçlenme sürecinin neticesinde bir algılama sürecinin başladığı çıkarımı buradan rahatlıkla anlaşılmaktadır. Dolayısıyla toplumda farklı algılamanın kökenine inmek için evvela toplumun bilinçlenme süreçlerine bakmak gerekir. Marx bunu üretimle açıklamaktadır; insanın yaşamını idame ettirmesi için çevreden/doğadan toplumsal süreci de belirleyen beslenme, giyinme ve barınma gibi ihtiyaçların karşılanması adına üretim gerçekleştirilir ve bu üretim ile beraber bilinçlenme süreçleri de ortaya çıkar. Marx bu konuda şunları söylemektdir:

“Düşüncelerin, kavramsallaştırmaların ve bilincin üretimi öncelikle doğrudan insanların maddi etkinliğine ve maddi etkileşimine, yani gerçek yaşamın diline bağlıdır. Anlamak, düşünmek ve insanların zihinsel etkileşimi bu açıdan insanların maddi davranışının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar. Aynı şey siyasetin, yasaların, ahlakın, dinin, metafiziğin vs. dilinde ifade edilen, bir halkın zihinsel üretimi için de geçerlidir… Maddi üretimi ve maddi etkileşimi geliştiren insanlar, bu gerçek dünyalarını değiştirirken aynı zamanda düşünüşlerini ve düşünüşlerinin ürünlerini de değiştirir” (aktaran, Mclellan, 2012: 14-15).

O halde Marx’a göre maddi ürünlerle düşünce arasında sıkı bir bağ vardır ve bunlar bir etkileşim içerisinde bulunmaktadırlar. Yani gerçek yaşamdaki ürünler ve üretim biçimleri insanın düşünüş biçimine de tesir etmektedir fakat tam tersi de söz konusudur. Bu Humboldt’un dil-düşünce bağıntısına benzemektedir55

. Her ikisini de birbirinden

54

Bkz. İdeoloji kavramı ile ilgili bölüm. 55

ayırmak, ayrı düşünmek mümkün görünmemektedir. Fakat bu, toplumdaki farklı algılayışı gerekçelendirmemektedir. Toplumun sınıflı yapısı üretim ilişkileri düşünüldüğünde her bir üretici bireyin farklı üretim biçimleri ve farklı ürünleri meydana getirdiği ve bu ürünlerden de farklı bir biçimde fayda sağladığı düşünülürse, toplumdaki farklı düşünüşlerin nedeni sorusuna yanıt bulunmuş olabilir; en azından Marx açısından durum böyledir, çünkü daha farklı bakış açılarının da bulunduğu muhakkaktır. Aynı toplumsal sınıf mensubu, aynı sosyoekonomik şartlar, aynı üretim ilişkileri içerisinde ideolojik bakış açıları çok farklı olan insanların sayısı küçümsenmeyecek kadar çoktur. O halde Marx’ın dediği gibi, anlamlandırma (salt) üretim ilişkilerinden olumaz. Her toplumun kendine mahsus sorunları ve buna göre de toplumsal bilinç içerisinde çözüm önerileri vardır. Anlamlandırmayı bu çözüm önerileri sağlamaktadır; bu çözüm önerilerinin tamamına da ideoloji denilmektedir.

Düşüncelerin davranış biçimlerinin, ürünlerin, kısaca insanoğlunun maddi ve manevi tüm kazanımlarının nesilden nesle aktarıldığını da unutmamak gerekir. Üretme biçimleri ya da tüketme (ürünlerden yararlanma) biçimleri de buna dâhildir. İşte buna kültür denilmektedir. Kültür insanın bir olay, bir durum karşısında nasıl düşüneceğine, nasıl karar alacağına yönelik cevaplar barındırır. Belli bir toplumun (parakültür), toplumdaki belli bir grubun (diakültür) mensuplarının, bir hadise karşısında hemen hemen aynı tepkiyi, aynı tavrı, aynı reaksiyonu göstermesi beklenir. Bu tesadüfi değildir; bu, kültürün birleştirici, benzeştirici niteliği sayesinde mümkün olur. Nasıl ki bir toplumun içinde o toplumu benzeştiren, aynı düşünmesini sağlayan bir ortak kültürden (parakültür) bahsetmek mümkünse, belirli bir yöreye, belirli bir meslek grubuna (diakültür) yönelik de böyle bir yaklaşım benimsemek yanlış olmaz. Bir de bireyin kendi duygusal-ruhsal durumuyla ilintili olarak anlama ve anlamlandırma süreçleri bulunmaktadır ve bu bakımdan bir grubun içerisinde olsa da beklenen davranışın dışına taşılması her zaman mümkündür56

.

Kültürün bir algılama biçimi oluşturduğunu belirttikten sonra Ziya Gökalp’in, mesela bir milletin içerisinde hars ve tehzib gibi iki farklı kültürden bahsetmesine bakılabilir:

“Hars ile tehzib arasındaki farklardan birincisi, harsın demokratik, tehzibin aristokratik olmasıdır. Hars halkın geleneklerinden, yapageldiği şeylerden,

56

örflerinden, sözlü ve yazılı edebiyatından, dilinden, müziğinden dininden, ahlakından, estetik ve ekonomik ürünlerinden ibarettir. Bu güzel şeylerin hazinesi ve müzesi hak olduğu için, hars demokratiktir. Tehzib ise, yalnız yüksek bir tahsil görmüş, yüksek bir eğitim ile yetişmiş gerçek aydınlara özgüdür. Matthew Arnold’un “tatlılık ve ışık mezhebi” deyimi ile açıkladığı anlam tehzibin tanımı demektir. Tehzibin esası, iyi bir eğitim görmüş olmak; rasyonel bilimleri güzel sanatları, edebiyatı, felsefeyi, bilimi ve hiçbir bağnazlık karıştırmaksızın dini; gösterişsiz, içten bir aşk ile sevmektir. Görülüyor ki tehzib özel bir eğitim ile meydana gelmiş, özel bir duyuş düşünüş ve yasayış biçimidir”. (http://panturkizm.com/hars-ve-tezhip-turkculugun-esaslari-ziya-gokalp/,

01.09.2015).

Görüldüğü gibi bir toplumun içerisinde farklı duyuş şekillerini görmek mümkündür. Bu duyuş, algılayış şekilleri ortak kültürün yanı sıra farklı kültür kümeleriyle kesişen bir kültürel yapıya sahip birey ya da belirli bir zümreyle ilgili olmalıdır. Fakat yukarıda kültürün üç farklı kümesi olduğu ifade edilmişti. Peki, tehzib bu durumda nereye oturtulmalıdır? Bu yaklaşıma göre öyle anlaşılıyor ki tehzip dia-kültüre girer. Örneğin, bir aydının belirli bir yörede yaşıyor olması dolayısıyla yöresel bir kültüre (diakültür) sahip olması, bireysel bir kültürünün olması (idiokültür) ve bir toplumun içinde yaşadığı için de (parakültürü) olması beklenebilir. Fakat bunun yanı sıra aynı kişi, aydınlar grubuna ait olduğu için tehzib gibi kendi toplumunun kültürünün ötesinde dışarıdaki, örneğin “ileri” bir toplumun kültürüne aidiyet beslediği ve onu yaşamaya çalıştığı için yine belirli bir dia-kültüre sahip olacaktır. Çünkü kendi gibi aydınlar topluluğunun kendine mahsus böyle bir ikinci dia-kültüre sahip olması beklenebilir. Bu da bu gibi kimselerin algılayışlarını, dolayısıyla eylemlerini farklılaştırmalarını sağlayacaktır. Çünkü eylem çevreyi algılayıp (ideolojiye göre) yorumlamayla ilgilidir. Başka bir ifadeyle, dia-kültür para-kültürün altında belirli bir grubun toplumda temsil ettiği kültürdür. Tehzib de aydın grubun kültürü olduğuna göre buna dia-kültür demek uygun olur.

Toparlamak gerekirse, bir toplumun içerisinde farklı algılayışların olması o toplumun, toplumsal problemlerine dair çözüm üretme yollarının da farklılaşabileceğini akla getirmektedir. Çözüm yollarını farklı kültürlerden, o kültürlerin kendi toplumlarındaki problemlerine ürettikleri çözüm yollarından elde etmeye kalkışmanın ise toplumun genelinden daha farklı bir algılayışa sahip olduğu kabul edilebilecek kimselere ait olduğu (Gökalp’in) tehzib açıklamasından anlaşılabilir. Çeviri böyle sorunlar karşısında farklı kültürlerden aktarılabilecek çözümler için bir araç olma özelliği taşımaktadır. Dikkat edilmesi gereken, çeviri işiyle ancak tehzib kültürüne sahip bir kimsenin

uğraşacağını düşünmektir. Farklı kültüre muhatap olan, farklı bir duyuşu olan odur; dolayısıyla harsa mensup birinin kolay kolay çeviri yapması beklenmemelidir. Çünkü harsa mensup birisi kendi kültürünün dışına taşma gibi bir vasfa sahip değildir, olsa da böyle bir beğenisi, böyle bir algılayışı söz konusu değildir. Çeviriyi yapan ve (farklı algılaması olan) tehzib kültürüne ait kimsenin çevireceği metinlerde farklı kültürün ürünlerini kendi penceresinden yorumlaması beklenir. Ürettiği ürünlerin de dia-kültürü türevi eserler olması düşünülebilir. Yani tehzib türevi ürünleri üretmesi dolayısıyla yine toplumda hars kültürüne sahip kimselere ulaşmamış olan bir Batılılaşma olgusu inşa etmiş olur. Burada kültürlerin (parakültür) özerkliği kavramı tekrar akla gelmektedir. Nasıl ki kültürel öğelerin belirli bir özerkliği varsa, bir toplumun içerisindeki farklı grupların kültürleri denilebilecek hars ve tehzib diakültürlerinin de belirli bir özerklikleri vardır, denebilir. Bu nedenle kendi aralarında karışım oluşturma gayreti içerisinde değil, aksine birbirinin kültürel değerlerine eleştirel bakma eğiliminde olmalıdırlar. Böylelikle farklı algılayışların temelinde kültürel farklarla beraber ideolojik farklardan da söz edilebilir. İdeoloji pragmatiktir, işlevsel hareket edebileceği bir kültürel ögeyi kullanmak isteyebilir. Örneğin kültürel alt öge (katman) kabul edilebilecek sanatı milliyetçi ideoloji çıkarları doğrultusunda biçimlendirme girişiminde bulunabilir. Bu bakımdan kültürel farklara ilave olarak ideolojinin de dönüştürdüğü bir devinim içindeki kültürel alt katmanların dönüşebileceği varsayılabilir. Birçok etkenin bileşkesi konumundaki diakültürün bu şekilde toplumdaki farklı algılamaların sonucu olduğu düşünülebilir.