• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: KAZAKİSTAN’DA AHISKA TÜRKLERİNİN SOSYAL VE

12. Ahıska Eketleri (Masalları ve Hikayeleri)

12.5. Tilki ile Değirmenci

Bir varmış bir yokmuş, zamanın birinde bir değirmenci yaşarmış. Bu değirmencinin birçok tavuğu varmış. Bir tilki, bu tavuklara dadanmış. Birçoğunu taşımış, yemiş.

Değirmenci:

84 ‘Ola bu tilkiye ne edeyim…’ diye düşünmüş durmuş. Değirmenci gece tilkiyi beklemeye karar vermiş.

Bir köşeye saklanmış. Bakmış ki tilki geliyor. İyice saklanmış ve tilki yaklaşınca hemen kuyruğundan yakaladığı gibi bir çuvala koymuş. Niyeti bu tilkiyi çuvalın içinde boğarak öldürmekmiş. Başına gelecekleri anlayan tilki, dile gelmiş, demiş ki:

‘ Değirmenci kardeş, sen gel beni öldürme! Sana istediğin kadar tavuk getireyim, seni zengin edeyim’.

Tilkinin sözüne inanan değirmenci onu salıvermiş.

Serbest kalmanın sevinciyle uçan tilki, gidip çevre köylerden o kadar tavuk taşımış ki, değirmenin etrafı tavuktan geçilmez olmuş.

Değirmencinin tavukları günde yüz tane yumurta koyuyormuş. Değirmenci bu yumurtaları pazara götürüp satıyormuş. Böylelikle bir çuval dolusu para kazanmış.

Aradan bir zaman geçince tilki gelmiş, değirmenciye demiş ki:

‘Değirmenci kardeş, kazandığın bu parayla şimdi sana bir ev yaptıralım! Sonra da seni evlendirelim’.

Değirmenci şaşırmış:

‘Ben şimdi ne edem, neyliyem…’ demiş. Tilkinin teklifini kabul etmiş. Tilki:

‘Sen git ustalar bul, pazarlık yap, al getir.’ Demiş. Değirmenci şehre gitmiş, ustalar bulmuş, getirmiş. Değirmenci onlara:

‘Bana padişahın sarayı gibi bir saray yapın.’ Ustalar:

‘Öyle bir saray yapmamız için çok malzeme lazım.’ demişler. Değirmenci:

‘İşte para, gidin, ne ki lazım alın.’ demiş.

Ustalar şehre gitmiş, malzemeyi alıp getirmişler.

Değirmenciye şehir padişahınki gibi güzel bir ev yapmışlar. Aradan yine bir zaman geçmiş.

Tilki gelmiş, demiş ki:

‘Değirmenci kardeş, sana padişahın kızını alacağım.’ Buna çok şaşıran değirmenci:

‘Vuy, padişahın kızı hiç bana köçer mi?’ demiş. Tilki:

85 ‘Ben gidip elçilik edeceğim!’

Tilki, kızı istemek üzere saraya gitmiş. Bakmış ki sarayın kapısında iki tane taş var. Bu taşların biri kıza elçiliğe gelene, diğeri dilenciye… Tilki gitmiş elçi taşına oturmuş. Padişaha haber vermişler ki:

‘Bir tane tilki gelmiş, elçi taşına oturuyor!’ Padişah:

‘O tilkiyi çağırın’ diye emretmiş. Tilkiyi padişahın huzuruna çıkarmışlar. Padişah sormuş:

‘Tilki kardeş ne haber?’ Tilki:

‘Allah’ın emriyle, Peygamberin kavliyle benim değirmenci kardeşliğime senin kızını almak istiyorum’

Padişah:

‘Sen biliyor musun, benim kızımı almak isteyen nice bin tanesinin boynu vurulmuştur! Benim kızımı almak için bir şartım var. Kim kırk tane yalan söylerse kızımı ona vereceğim. Söyleyemezse boynunu vuracağım!’

‘Ben söylerim padişahım!’

‘Söyle, ben de razıyım! Sabahtan gelirsin, cemaati meydana toplarız. Herkesin huzurunda kırk yalan söylersen, kızımı değirmenciye veririm.’

Tilki, teklifi kabul ederek:

‘Allah üstümüze hayırlı sabahlar açsın.’deyip oradan ayrılmış.

Sabah olmuş. Herkes bir meydana toplanmış. Tilki de oraya gelmiş. Başlamış yalanları sıralamaya:

‘Padişahım, biz anadan olanda bir taneydik. Öle öle üç tane olduk. Bizim eve çok misafirler geliyordu. Anamın ekmek, yemek pişirmekten vakti olmuyordu ki, çocuk doğursun! Bizi babam doğurdu!’

Tilki devam etmiş:

‘Gittik gittik, önümüze üç çay çıktı. Biri kuru, ikisinde su yok! O kuru çaydan kolayca geçtik, su olmayan çaydan öyle çetin geçtik ki… Sonra bir yere geldik ki üç tane tüfek var. İkisinin güllesi yok, birisi bozuk. Onları aldık, gittik gittik önümüze üç tavşan çıktı! İkisi ölü, birinin de canı yok! O bozuk tüfekle canı yok tavşanı vurduk, öldürdük! Bunu alıp gittik. Üç tane eve rastladık. İkisi yıkık birinin üstü yok! Açık evin tavanı yok. O açık eve girdik ki üç tane kazan var. İkisi kırık, birinin de dibi yok! Dibi olmayan kazanda tavşanı pişirdik. Üçümüz

86 yedik de, yedik… O kadar yedik ki, kapıdan sığamıyorduk ki dışarı çıkalım! Sonra ocağın bacasından çıktık. Kazandaki yağı ayakkabıma çaldım. Birine yetti birine yetmedi. Yetmeyen ayakkabım benden küstü gitti! Ola bu nere gitti, nere gitti? Ayakkabımı arıyor, arıyor bulamıyorum. Yüksek yüksek dağlara çıktım, göremedim. Yüksek yüksek ağaçların tepesine çıktım yine göremedim.

Sonra derin bir kuyu vardı, onun içinde bir iğnenin üstüne çıktım da baktım! Uuy anam! Ayakkabı gitmiş de Amuderya’nın o yakasında bostan ekmiş! Ola ne edem, bu çayı nasıl oyana geçeyim! Aradım bir köprü buldum. O yakaya geçip yanına gittim; dedim ki:

‘Selamunaleyküm!’ ‘Aleykümüselam!’ ‘Nasılsın?’

‘İyiyim!’

‘Geçimin nasıl?’

‘İyiyim, hiç kimseden alacağım, kimseye de vereceğim yoktur.’ ‘İyi! Öyleyse beraber çalışalım!’

‘Olur, çalışalım’.

O yaz beraber çalıştık. Orda o kadar karpuz oldu ki, ucu bucağı yok! Satıp para kazandık. O parayla yağ aldım da öteki ayakkabım da yetti.

Ayakkabıya dedim: ‘Haydı eve gidelim!’

‘Hay hay gidelim! Bir tane büyük karpuz al ki yolda susadığımızda onu yeriz!’ Karpuzu alıp yola düzüldük.

Yarı yola gelince susadık. Karpuza bıçağı vurdum. Bıçak karpuzun içine düştü. Ola bu ne iştir, derken karpuzun içine girdim ki bıçağı bulayım! Orada bir tane adam tarla sürüyor. Selamlaştık.

Adama sordum:

‘Bıçağım düştü. Hoş onu görmedin?’

‘Hııı, ben yedi yıldır Kuyukap’tan düşen alması arıyorum, bulamıyorum da sen bıçağı nereden bulacaksın?’

‘Ne edelim şimdi…’

‘Haydi düş ardıma gel. Sana öğle yemeğinde tutmaç çorbası yedireyim, sonra gidersin.’dedi.

Beni aldı eve götürdü. Allah razı olsun, sizden de ondan da. Güzel bir tutmaç çorbası yedim, cana geldim. Karpuzdan kafamı çıkardım ki, karşımda padişah’ diyerek sözünü bitirmiş.

87 Oradaki ahali padişaha demiş ki:

‘Senin tilkinin kardeşliğine kızını vermen lazım! Yalanın her türlüsünü söyledi!’ Padişah kabul etmiş. Kırk gün, kırk gece toy düğün yapmışlar. Kızının çeyizini develere, katırlara yüklemiş. Değirmenciye götürmek üzere tilkiye teslim etmiş.

Tilki, kızı çeyizini alıp götürmüş. Orada da toy düğün yapmışlar. Tilki, kızı değirmenciye vermiş ve demiş:

‘Değirmenci kardeş, bu padişahın kızıdır, bir işte çalışmaz! Ne edelim ki çalışsın; evi süpürsün, çorba yapsın, ekmek pişirsin?’

Değirmenci de düşünmeye başlamış. Tilki demiş ki:

‘Buna hiçbir şey yedirmeyelim!’

Kız sabahleyin kalkmış, oturmuş. Yatak, yastık yerinde duruyor! Buna hiç kimse bir şey vermemiş. Kız kalkıp tekrar yatmış. Yine sabah olmuş. Yine kimse bir şey getirmemiş.

Kız:

‘ Hiç olmazsa şu oturduğum yeri süpüreyim, temiz olsun!’ diye düşünmüş. Başlamış süpürmeye. Değirmenci de öteden bakıyormuş. Bir kırık ekmek getirip vermiş. Kız, durumu anlamış. Çıkıp diğer odaları da süpürmüş. Daha çok ekmek vermişler. Sonra kapı bacayı da süpürmüş. Bu defa daha çok ekmek vermişler. Sonra çamaşır yıkamış, ekmek pişirmiş. Her bir iş gördükten sonra bunu sofraya oturtmuş, güzel bir yemek yedirmişler.

Gel zaman git zaman, kızın babası bir gün:

‘Bir gideyim de bakayım, kızım ne yapıyor? Damadım nasıl bir insandır?’ demiş. Padişah gelip kızına misafir olmuş. Kızı babasına hinkal yapmak için et doğuruyormuş. Babasına:

‘Baba sen de soğanı soy ki, burada çalışmayana ekmek yedirmiyorlar!’ demiş. Soğanı babasına vermiş. Babası da soğanı soymuş.

Akşam olmuş. Hinkalı yemişler. Padişah bakmış ki kızının orada rahatı yerinde. Memleketine dönmüş.Onlar orada cefada, biz de burada sefada.151

Benzer Belgeler