• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.2. İHRACATIN İÇERDİĞİ TEKNOLOJİ DÜZEYİNE GÖRE EKONOMİK

2.2.2. Teorik Çerçeve

Bir ülkedeki iktisadi büyüme, üretimin verimliliğindeki artış, genişleme olarak ifade edilebilir. Verimliliğin artması ile ulusal gelir artar ve zenginlik oluşur. İktisadi gelişim sürecinde büyüme, farklı yaklaşımlar ve öğretiler için farklı anlamlara gelmektedir. Merkantilistler zenginliği değerli madenlere sahip olma ile ölçmektedir.

Diğer taraftan, Fizyokratlara göre zenginlik; mili gelirin, refahın ve tarımdaki verimliliğin artması ile mümkün olabilir (Özsağır, 2008). Karl Polanyi, insanların zenginliğe yüklediği anlama dikkat çekerek; ün, tanınmışlık gibi nadir bulunduğunu ve insanları ayrıcalıklı kıldığını belirtmiştir (Buğra, 2015: 60).

Adam Smith 1776 yılında yayımladığı “Ulusların Zenginliği” adlı başyapıtında, işlenmiş veya işlenmemiş ürün fazlalığının yurtdışına gönderilmesini ifade eden ihracatın zorunlu olması gerekliliğini ortaya koymuştur. Smith, ülkelerin kendi sermayeleri yeterli olmadığı takdirde; ürünlerin yabancı sermaye ile ihraç edilebileceğini ve bunun ülke açısından yararlı sonuçları olabileceğini öngörmüştür.

Bu noktada, gelişmekte olan ülkeler sırasıyla tarım, imalat sanayi (manifaktür) ve son olarak da dış ticarete geçmektedir (Smith 2017: 407). Ayrıca imalat sanayinin önemine

60 değinerek dış ticarette, incelikle işlenmiş mamul malların alınması ve transfer edilmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. Çünkü işlenmiş mamul ürünlerin, taşınması diğer işlenmemiş mallara göre daha kolaydır (Smith, 2011: 44).

Endüstri devrimiyle eski tarım araçlarının modern tarım makinelerine dönüşmesi, enerji elde etmek için değirmenlerden tribünlere geçilmesi, ulaştırma için ilkel araçlardan modern motorlu taşıtlara geçilmesi gibi köklü birtakım değişiklikler eskisini silmiş yerine daha iyisini koymuştur. Bu süreçte “yaratıcı yıkım” süreci yaşanmış, sürekli devrim yapılarak ‘yeni’ler yaratılmıştır. Kapitalist düzenin kusursuz işlemesi ve gelişmesi açısından yeni üretim modelleri, yeni pazarlar, yeni akımlar ve yeni tüketim araçları gibi faktörler son derece önemli olmaktadır. Çünkü yeniliklerin yakalanamaması ve takip edilememesi durumlarında çark dönmeyecektir. Dolayısıyla kapitalist mekanizmanın işleyebilmesi için her anlamda son gelişmelerden haberdar olmak oldukça önemlidir (Schumpeter, 2007: 103, 104).

Smith’in verimlilik teorisi, ticaretin büyümenin motoru olduğu savını içermektedir. Yapısal kuramcılar, Smith’in Mutlak Üstünlükler Teorisine göre ürün üretiminde uzmanlaşmaya şüpheyle yaklaşmıştır. Bu bakımdan, 1950’lerden 1960’lara kadar yaşanan gelişmeler, gelişmekte olan ülkeleri ticarette olumsuz etkilemiştir. Yaşanan olumsuzluklardan kaçınmak ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için ihracat bileşimini, temel ürünlerden endüstriyel ürünlere doğru dikey biçimde çeşitlendirilmek zorunlu hale gelmiştir (Aditya ve Acharyya, 2011).

İhracat çeşitlendirmesi, yüksek büyüme oranlarının elde edilmesini sağlar.

Gelişmekte olan ülkelerin ihracat dengesizliğini veya hammadde formundaki ürün ticaretinden kaynaklanan olumsuz etkileri yenebilmeleri için ihracatlarında çeşitlendirmeye gitmeleri bir zorunluluk halini almıştır. Bu bağlamda ekonomik kalkınma yoksul ülke malları üretiminden, zengin ülke malları üretimine geçişin sağlandığı bir süreç olarak tanımlanabilir. İhracat çeşitlendirmesi bu süreçte hayati bir role sahiptir. Bu noktada ihracat çeşitlendirmesinin kişi başına düşen gelir artışında olumlu etkisi olduğuna dair güçlü ampirik kanıtlar bulunmaktadır (Hesse, 2009: 1).

Uluslararası ticaret aracılığıyla, ülkelerin gelirlerindeki farklılıklar belli ölçütlere göre ayrılmaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde, gelir esnekliği birden büyük imalat sanayi üretiminin ve ihracatının, ekonomik büyümeyi arttıracağı ifade edilmiştir. Öte yandan geri kalmış ülkelerde, gelir esnekliği birden küçük birincil

61 malların üretiminin ve ihracatının, bu ülkelerin ekonomik büyümelerini düşüreceği belirtilmiştir. Prebish’in oluşturduğu bu modelde, teknolojik ilerlemelerin genellikle oldukça gelişmiş ülkelerde yoğunlaştığı ve bu teknolojik gelişmelerin diğer gelişmemiş toplumlara adil bir biçimde yayılmadığı savı desteklenmektedir (Gönel Doğaner, 2016: 108).

Birçok ülke ekonomik durgunluğun üstesinden gelmek, sürdürülebilir bir büyüme yakalamak veya var olan konumunu koruyabilmek için daha hızlı büyüten teknolojik ürün ihracatında bulunmak istemektedir (Bal vd., 2016). Belli bir noktaya gelmiş, nitelikli işgücü ve ileri teknolojiye sahip gelişmiş ülkeler daha yüksek büyüme oranları elde ederler. Dolayısıyla diğer ülkelere oranla teknolojik üstünlük de elde etmiş olurlar (Grossman ve Helpman, 1991).

Teknolojinin değişmesi ve gelişmesi insanoğlunun hayatına giderek katkı sağlamış ve koşulları da iyileştirmiştir. Bu açıdan, ülkeler daima yüksek teknolojiye sahip olma isteği içinde olmuşlardır. Dolayısıyla bu ileri teknoloji ve bilgiye erişebilme arzusu, öyle bir makas haline gelmiştir ki; ülkeler arası farklar artarak daha belirgin bir hal almıştır. İleri teknoloji gerektiren ürünler yüksek katma değer anlamına gelmektedir, yüksek katma değer de yüksek getiri demektir. Bu nedenle özellikle gelişmekte olan ülkeler yüksek teknoloji içeren mal üretebilmeyi hedeflemektedir.

Gerekli altyapıları geliştirmiş, inovasyon ile bu altyapıları tamamlamış ülkeler ancak bir noktada diğer ülkelerden ayrışabilmektedir (Konak, 2018: 62).

Yüksek teknoloji üretme, geliştirme ve bu işi ticarete dökme olayı karmaşık bir süreçtir. Bu süreçte teknoloji düzeyinin yanı sıra bilgi, birikim ve tecrübe ile beraber insan faktörü, yani beşeri sermaye olgusu da önemli bir değişken olarak karşımıza çıkmaktadır (Gaberli, 2018: 79). Vasıflı emeğin varlığı, imalat sanayisinde ürün çeşitlendirmenin önemli belirleyicilerinden biridir. Bu sebeple, yüksek teknoloji sektörlerine geçiş becerisi, kalifiye işgücünden güçlü bir şekilde etkilenmektedir (Edwards ve Alves, 2006: 494).

İhracatı yapılan ürün ne kadar çok beceri ve teknoloji yoğun olursa, verimlilikteki artışlar da o denli büyümeye sebep olmaktadır. Teknolojinin ihracat desenleri ve çeşitliliği içindeki rolü, istikrarlı ekonomik büyüme üzerinde etkilere sahiptir. Dolayısıyla teknoloji yoğunluklu ürünler ticarette daha hızlı büyüme sağlayarak; daha hızlı ikame olma, yüksek gelir esnekliği ve yeni pazarlarda talep

62 yaratabilme eğilimi taşımaktadırlar. Bu nedenle ülkeler, yeni teknolojiyi benimseyerek yüksek teknoloji ürünleri üretimine ağırlık vermeyi ve pazarlarda pay almayı istemektedirler. Bir ülkenin teknoloji becerisinin yüksek olması, yabancı yatırımcıları çekebilir. Böylelikle, katma değeri yüksek ve teknolojik olarak karmaşık üretim yapılması için yatırımlar oluşturulabilir. Örneğin, Doğu Asya’daki yüksek teknoloji içerikli üretim, zamanla Japonya ve Batı’daki çok uluslu firmaların kontrolü altına girmiştir. Bu üretim sistemi birçok ülkeyi dâhil eden bütünleşik üretim ağlarına sahiptir. Dolayısıyla ihracat yapıları; uzun zamanlı-yığılmalı öğrenme, kurum kültürü, iş disiplini ve bilgi birikimlerinin neticesinde geliştiği için “değişmesi zor ve istikrarlı yol” olarak betimlenmektedir (Lall, 2000).

Uçak, elektronik ve ilaç gibi yüksek teknoloji ürünleri ihracatı konusunda uzmanlaşan ülkeler genel olarak daha hızlı büyümektedir. Aksine geri kalmış ülkeler, geleneksel, gıda veya tekstil gibi düşük teknoloji ürünleri ihracatında daha fazla uzmanlaşma eğilimindedir (Lee, 2011: 59). Bu noktada düşük teknoloji ürünleri ihracatı yapan, geri kalmış ülkelerin daha yavaş büyüyeceğini de söylemek yerinde olacaktır.

Gelişmekte olan ülkelerde geçmişte hammadde ihracatı ön plandayken artık endüstriyel ürün ihracatı yönünde değişim gözlemlenmektedir. Küreselleşmenin de etkisiyle dünya ticareti ağırlıklı olarak yüksek teknoloji ürünleri ihracatı içeren bir yapıya dönüşmektedir (Mani, 2000: 15). Ülkelerin en büyük problemlerinden olan cari açıkların azaltılması ve zamanla cari fazla verilmesi durumu ancak katma değeri yüksek, teknoloji yoğunluğu yüksek, uluslararası platformlarda rekabet gücü yüksek üretim ve ihracat ile mümkün görünmektedir.