• Sonuç bulunamadı

2.3. Kur’an’a Dirayet Yönünden Yaklaşım

2.3.2. Tefsir Usulü

Tefsirin ulemanın içtihadına dönen bölümünün kendisine te’vil ıtlakının çokça yapılan kısmı olduğunu, te’vilin ise lafzı, kendisine döndürülecek mana doğrultusuna sarf etmek/ona yormak olduğunu söyleyen Zerkeşi, müfessirin nakledici, müevvilinse istinbat edici (müstenbit) sayılacağını söyler. İstinbatın (anlam çıkarma); hükümlerde istinbatla, mücmelin beyanıyla ve umumun tahsisiyle cari olacağını belirtir. İki veya

204 Nevevi, et-Tibyan, s. 172. 205 Nevevi, et-Tibyan, s. 172. 206 Nevevi, et-Tibyan, s. 173. 207 Nevevi, et-Tibyan, s. 173.

66

daha fazla manaya ihtimali olan her bir lafzın anlamını tespit için çaba sarf etmenin, alimlerden başkasına caiz olmayacağını da ifade eden usulcümüz, ulemanın da söz konusu lafza anlam vermede sırf kendi görüşlerine itimad edemeyeceğini, şevahit ve delillere dayanmaları gerektiğini belirtir.208

Tefsir usulünde ve Kur’an ilimlerinde günümüzde yaygın kabul gören bir otorite olan Zerkeşi’nin ulemanın Kur’an’dan anlam çıkarırken dayanmaları gerektiğini söylediği şevahit ve delillerin bütünü kanaatimizce tefsir usulünü oluşturan ana metot ve malzemeyi içerir.

Diğer taraftan Kur’an’ın bazısı muhkem, bazısı da müteşabih olduğundan tüm ayetlerini aynı oranda te’vil ve tefsir faaliyetlerine konu edinmek mümkün değildir. Bu bağlamda İmam Nevevi’nin yaklaşımı, onun hadisçiliğinin bariz etkisini taşır. Hz. Aişe’den gelen bir rivayette Allah Resulü (s.a.s), Ali İmran suresinin yedinci ayeti olan “Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” Ayeti kerime’sini tilavet etmiş ve ardından şöyle demiştir: “Eğer (Kur’an’ın) müteşâbih âyetlerinin peşine düşenleri görürseniz –işte onlar, Yüce Allah’ın tesmiye ettikleridir.- onlardan sakınınız.”209

Yukarıda geçen hadis’in şerhinde Nevevi, şöyle der: “Müfessirler, usulcüler ve başkaları muhkem ve müteşabih hususunda pek çok ihtilafa düşmüşlerdir. Gazali, Müstesfa’da şöyle demiştir: “Eğer bu hususun açıklaması hakkında Hz. Peygamber'in bir açıklaması (tevkif) yoksa bunun dil ehlinin bilgisine göre ve lafzın yapısına uygun düşecek bir tarzda açıklanması gerekir. Burada geçen 'müteşabih' sözünün, surelerin başlarındaki kesik harfler (huruf-ı mukattaa) olduğu, 'muhkem' sözünün ise, bunlar dışındaki âyetler olduğu şeklindeki görüş, lafzın yapısına uygun düşmez. Yine 'muhkem’, ilimde rüsuh (derinlik) sahibi olanların bilebildikleridir; müteşabih ise Allah'tan başkasının bilemediğidir' şeklindeki görüş de uygun değildir. Yine, muhkem'in vaad, vâid, helal ve haram; müteşabih’in ise, kıssalar ve emsaller olduğu şeklindeki.görüş de uygun değildir. Hatta Önceki yorumdan daha da uzaktır. Doğrusu şudur: Muhkemin iki anlamı vardır. Birincisi; hiç bir surette kendisinde işkal ve ihtimal

208 Zerkeşi, Burhan, s, 2/163. 209 Müslim, 6717, ilim, 1.

söz konusu olmayan açık anlamdır. Müteşâbih’de ise bir kaç ihtimal söz konusudur. İkincisi ise; zahire göre ya da hiç kimsenin karşı çıkmadığı ve tartışmadığı bir te’vile göre, düzgün bir anlam ifade edecek şekilde düzenlenmiş sözdür. Müteşabih’e gelince, müşterek isimlerdir. Örneğin: "Nikah bağını elinde tutan kişi..."210

âyeti böyledir. Bu ayette geçen 'nikah bağını elinde tutan kişi' sözü hem 'koca' hem de 'veli' anlamına gelebilir. Yine, hem 'dokunma', hem de 'cinsel ilişki’ anlamına gelen 'lems (temas)' sözcüğü de böyledir. Müteşabih sözü, Allah'ın sıfatları hakkında varid olup, zahiri itibariyle cihet ve teşbih izlenimi uyandıran ve te’viline gerek duyulan sözcükler için de kullanılır.

Ulema, “İlimde yüksek pâyeye erişenler”in anlamında, onların müteşabih’in anlamını bilip bilmeyeceklerinde ihtilafa düşmüşlerdir. Acaba: "ve mâ ya'lemu te'vîlehu illallah"211âyetinde durak yeri neresidir? Yani âyetin, "Bunun tevilini sadece Allah bilir" kısmında durulup, arkasından gelen kısım başlangıç cümlesi mi yapılır; yoksa "Bunun te’vilini, sadece Allah ve dinde rüsuh (derin bilgi) sahibi kişiler bilir" şeklinde tek cümle mi yapılır? Her ikisi de muhtemeldir. Eğer bununla (yani tevil konusu olanla) kastedilen kıyametin kopma zamanı ise, "Bunun te’vilini sadece Allah bilir" kısmında durmak daha uygun olur. Eğer bununla kastedilen kıyametin kopma zamanı değilse, "...Allah ve dinde rüsuh sahibi olanlar bilir" şeklinde okunması daha doğrudur. Çünkü Allah, kullarına, onlardan hiç kimsenin anlayamayacağı bir şeyle hitap etmez.”212

Nevevi, Gazali’nin muhkem ve müteşabih yaklaşımını benimser izlenimini veren, muhakkik kişilerin Yüce Allah’ın (anlaşılamamaktan neş’et eden) fayda vermeyecek şeylerle konuşmasını (vahyetmesini) müstahil görmede ittifak içinde oldukları naklini yapar. Ayrıca bu hadis’te kalplerinde eğrilik olan, fitne çıkarmak ve

210

Bakara, 2/237 211 Al-i Imran, 3/7

212 Bkz, el-Müstesfa Min İlmi’l-Usul, Dar’ü İhya’i t-Türasi’l-Arabi, Beyrut, ts. I, 106. Türkçe Çeviri. H.Yunus Apaydın, (İslam Hukukunda Deliller Ve Yorum Metodolojisi), Rey Yayıncılık. 1/156. Bu uzun alıntıya dair orijinal metin ve alıntısıyla çevirisi noktasında değineceğimiz şu hususların altını çizmek faydalı olabilir: Nevevi, bu konuyu aktarırken elimizdeki Arapça nüshada bulunmayan ama anlamın aslını etkilemeyen ifadeler getirmiştir. Bu, ya baskı farkındandır ya da müellifin Gazaliye katıldığı görüşlerin ufak bir farklılıkla ortaya konulmasındandır. Örn, Muhkem’in ikinci anlamını veren Gazali, bu anlamda kavramsallaştırma açısından sıkıntı olduğunu belirten “Lakin haza’l- mübhem yukabiluhu’l-müşebbec ve’l-fasid dune’l-müteşabih” sayın Apaydın’ın isabetli çevirisiyle “ Fakat bu anlamdaki muhkemin mukabili, müteşabih değil 'bozuk (fâsid)' ve 'karışıktır.” ifadesini atladığı gibi orijinal metinde Arab’a olan hitap söz konusuyken bunu kullara olan hitaba çevirmiştir. Kanaatimizce bu, Nevevi’nin gazaliye –muvafık olmadığı bu ifadeler hariç- kendisinin de tamamen katıldığını gösteren bilinçli bir tercihden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle biz nevevi’nin nüans ayrımını yukarıda esas aldık. Bkz, Nevevi, Şerh Sahih-i Müslim, 16/434.

68

onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşen bid’at ehliyle düşüp kalkmaktan sakındırma olduğunu düşünür. “fakat!” der: “Kur’an’dan kendisine kapalı gelen bir hususu doğru anlamak için iyi niyetle soru sormak isteyenlere bir sıkıntı yoktur. Bu gibi kimseleri cevaplamak vaciptir, ama ilk grupta olanları, değil cevaplamak bilakis Hz. Ömer’in müteşabihin ardına (kötü niyetle) düşen Bin Asel’e yaptığı gibi kınamak lazım gelir.”

İmam Nevevi’de sonraları bazı eserlerini şerh etmekle dolaylı yoldan talebesi olacak olan Zerkeşi’nin kanaatine yakın bir değerlendirmeyi daha önceden yapmıştır: “Kur’ân’ı, ilimsiz tefsir etmek ve ehil olmadan onun manaları hakkında konuşmak haramdır. Buna dair hadisler çok olup bu hususta icma vardır.213

Alimlerin onu tefsir etmesine gelince bu caiz olup güzeldir. Bunda icma vardır. Tefsire ehil, kendileriyle onun manasının bilinebileceği tekniklere sahip olan kişinin ayette murat olunan mana kendi zannına galebe çalarsa; gizli ve açık hükümler, umum ve husus, irap ve bunların dışında ki içtihatla bilinebilecek hususlarda tefsir eder. Ve eğer ancak nakille bilinebilecek durumlar ve lugavi lafızların tefsiri gibi içtihatla bilinemeyecek hususlarla karşılaşırsa sahih bir nakil olmaksızın kişinin bu alanlarda konuşması caiz değildir. Tefsir tekniklerini bilmemesinden ötürü ehil olmayan kişinin Kur’an’ı tefsiri ise haramdır. Fakat böyle birinin tefsirlerden kendisine itimat edilen kişilerin tefsirini nakletmesi caizdir.”214

Tefsir teknikleri belli bir metod takip edilerek oluşturulur. İlk evvela kişiye lazım olan Arapça bilgisidir. Nevevi, Arapça bilmeden tefsir’e kalkışanları rey ehli olarak görür ve onlara dair şu ifadelerde bulunur: “Bazıları, Kur’an’daki Arapça lafızları, Arap dilinin ehlince onlara verilen anlamlara vakıf olmadan tefsir eder. Oysa bu lafızların anlamı, ancak Arapça uzmanlarından ve tefsir ehlinden gelen sema yoluyla tespit edilir. Bir sözcüğün manasının ve irabının açıklanması ve o sözdeki hazf’ın, ihtisar’ın, izmar’ın, hakikat ve mecaz’ın, umum ve hususun, icmal ve beyanın, takdim ve ta’hirin ve bunların dışındaki zahirin hilafına olan hususların açıklanması gibi.”

Öte yandan sadece Arapça bilmek, yepyeni bir inanç sistemi mevzu bahis olunca yeterli gelmez. Eski sözcüklere yeni anlamlar yüklenmiş olabileceği gibi eski anlamlar farklı sözcüklerle ifade olunmuşta olabilir. Bu tür anlam kaymalarını vahyin bütüncül

213 Nevevi, İmam, et-Tibyan Fi Adabi Hameleti’l-Kur’an, Tah. Muhammed Rıdvan Arksusi, Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2006. s,154.

okuması olan sahih sünnet ışığında değerlendirmek gerekir. Sahih bir yorum yöntemine sahip olan müfessirler bu hususları dikkate alır ona göre anlam verirler. Bu bağlamda müfessirlerin yaklaşımını önemseyen Nevevi, “Ki bu mezkur hususlarda sadece Arapçayı bilmekte yeterli değildir. Bilakis Arapçayı bilmekle beraber tefsir ehlinin o konuda söylediklerini de bilmek gereklidir. Öyle ki onların hepsi o sözün zahirini terk etme de yahut umuma rağmen hususu murat etmede ve yahut izmarı tercih etmede ya da bunların dışındaki zahirin hilafına bir manayı tercih etmede aynı fikirde olabilirler. Veya mevzu bahis lafız çeşitli manalar arasında müşterek olupta bir yerde o manalardan birinin murat edildiği öğrenildikten sonra kişilerden her biri kendi vermiş olduğu manayla tefsir etmeye devam ederse durum yine böyledir.”215der.

Müfessirlerin bir ayeti yorumlarken, temel müfessir olan sünneti bağlayıcı buldukları noktasında bir tartışma yoktur. Fakat her müfessirin, takdir edilmelidir ki hadis bilgisi eşit değildir. Bazı müfessirler tefsirlerini israiliyatla doldurdukları gibi bazıları zayıf hadislerle doldurmuşlar ve hatta mevzu hadislere dahi tefsirlerinde yer vermişlerdir. Muhaddis Nevevi, bu noktada çok hassastır. Kelami ve fıkhi yorumlar bir tarafa, taabbudi hususlarda bile mevzu hadislere asla tahammül etmez. Kur’an sürelerinin, teker teker faziletine dair Übey bin Ka’b’dan rivayet olunan gayet uzun bir hadis’i mevzu olmasına rağmen tefsir kitaplarına koyan müfessirleri, Vahidi ve Sa’lebi’yi eleştirerek “Böyle yapmakla hata ettiler.” der.216

Sahih sünnetten bir yorum bulunmaması durumunda sahabe görüşü öne çıkar. Nevevi, sahabenin tefsirinin merfu hadis hükmünde olduğu kanaatine, söz konusu tefsirin sebebi nüzul vb. konularda olması durumunda katıldığını belirtir. Başka konulardaki sahabe tefsiri ona göre mevkuftur.217

Müfessir, -Zerkeşi’ninde belirttiği gibi- öncelikle nakledicidir. Nakliyat faaliyeti de sahih sünnetin Kur’an’la ilişkili bilgilendirmelerinden malzeme aktarmayı içerir. Kur’an’la ilgili önde gelen en önemli verilerden bir kategoriyi Kur’an’a dair ilimler cümlesinden olan nüzul sebepleri teşkil eder. Nitekim İmam Nevevi de bazı hadisleri şerh ederken o hadis’in ilgili olduğu ayetin nüzul sebebine değinir.218

Kur’an’la ilgili başka bir kategoriyi de nasih ve mensuh bilgisi teşkil eder. Nevevi’ye göre Kur’an’da nesh üç çeşittir: Hem hükmü hem de tilaveti nesh olunan,

215

Nevevi, et-Tibyan, s.155. 216 İrşad, Nevevi s,106. 217 İrşad, Nevevi s,78.

70

bilinen on kez süt emmenin (süt mahremiyetini sağlama bağlamında) bilinen beş kezle nesh edilmesi gibi. Tilaveti nesh olunup hükmü baki kalan, evli kişilerin zina ettiklerinde recmedilmelerini içeren nass’ta olduğu gibi. Hükmü nesh olunup tilaveti baki kalan, “Sizden ölüp de (dul) eşler bırakan kimseler, zevcelerinin, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etsinler.”219

Ayetinin nesh olunmasında olduğu gibi. Ki bu son nesh çeşidi, nesh’in Nevevi’ye göre en çok vuku bulan bölümüdür.220

Diğer yandan Nevevi, her nesh iddiasını nesh olarak kabul etmez, nasların öncelikle telif edilmesi cihetine gider. Bir örnek vermek gerekirse: “O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının.”221ayeti, “Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır

şekilde korkun !”222

ayetinin nasihi midir? sorusuna o, “Nasih’i olduğuna dair zayıf bir kavil vardır, fakat mütkin kimselerin cezm ettiği, muhakkik kişilerin kabul etiği görüşe göre o ayet, sonrakinin nasihi değildir; bilakis ‘O'na yaraşır şekilde’den murad olanın müfessir’i ve mübeyyini olup bu hususun müfessirin güç yetirebileceği şeylerden olduğunu gösterir. Ve de söz konusu takvanın hakikati, ( Yüce Allah’ın ) emrini yerine getirip yasaklarından sakınmakta olup bu hususa mükellef kimse güç yetirebilir. Çünkü kişi güç yetirebileceği şeylerin dışındakilerden sorumlu tutulmaz. Yüce Allah derki: “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.”223

Ve ”O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.”224

Öte yandan Sahiheyn’de Ebi Hüreyre’den Peygamber ( s.a.s. )’in, “Size bir şeyi emrettiğimde, onun güç yetirebildiğiniz kadarını yerine getirin!” (yani takatiniz erdiği kadarını) dediği sabit olmuştur.”225

İmam Nevevi, tefsir usul ve kaidelerine uymayarak kendi reyleriyle, fikirleriyle kur’ân’ı tefsir edenleri birkaç kısma ayırır. Yukarıdaki genel kuralları görmezden gelenleri rey ehli olarak gördüğü gibi şu kimseleri de onların arasına katar: “Onlardan bazıları kendi mezhebini doğrulatmak, kendi fikrini takviye etmek için kendi verdiği mananın ayetten murat edilen mana olmadığını bile bile hasmını yenme adına söz

219

Bakara, 2/240. 220

Nevevi, Şerh Sahih-i Müslim, 10/272. 221 Teğabun, 64/16.

222 Ali İmran, 3/102. 223 Bakara, 2/286. 224

Hacc, 22/78.

225 Nevevi, Fetava’l-İmam en-Nevevi, Tertip: İbn Attar, (Tah. Muhammed Nazım Nedvi), Darü’l-İşrak, Beyrut, 2001. S. 264.

konusu ayeti delil getirenlerdir. Onlardan bazıları da iyiliğe ve hayra çağırmayı kastederek söylemiş olduğu yoruma ilişkin ona görünen bir delalet olmadan herhangi bir ayeti hüccet getirir. İşte tüm bunlar rey ile tefsir olup haramdır. En doğrusunu yüce Allah bilir.”226