• Sonuç bulunamadı

“Günümüz İktisat teorisinde genel kabul gören bir yaklaşıma göre ekonomik büyümenin motoru eğitim ve teknolojidir. Robert Barro, Paul Romer, Bradford Delong ve Gary Becker gibi iktisatçılar, eğitim ve teknolojinin büyümedeki rolü ile ilgili çalışmalar yapan iktisatçıların başında geliyor. Bu iktisatçılardan Delong teknolojik gelişmelerin rolüne dikkat çekerken, Eğitim Tusunamisi olarak adlandırdığı bir olguya dayanıyor. Delong eğitim ve buna bağlı teknolojinin büyümeye etkisini katlanarak büyüyen bir deprem dalgasına benzetiyor. Sözü edilen iktisatçıya göre bu etki giderek daha da artacak(Alkin vd, 2003; 455).

Bir toplumun refah seviyesi ve bu seviyenin artması, ülkenin gelişim potansiyeline, bilgiyi kullanma ve yayma yeteneğine bağlıdır. Yeni ürünlerin geliştirilmesi süreci, dolayısıyla Ar‐Ge’ye yapılan yatırımlar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik anlamda büyüme sağlamasına yol açan temel faktördür (Güzel, 2009; 32).

Günümüzde “bilgi” diğer üretim faktörlerine ilave olarak bir üretim faktörü olarak kabul edilmektedir. Hatta kullanmayı bilen girişimciler için katma değeri, çok yüksek olan bir üretim faktörü durumundadır. Bir zamanlar ekonomik kalkınmanın vazgeçilmezleri olan hammadde ve enerjini bilgi çağında, kalkınma için tek başına yeterli olmadığını belirtebiliriz. Bilimsel araştırma ve geliştirmeye önem veren ve eğitim düzeyi yüksek toplumlar, ileri teknoloji düzeyine daha çabuk ulaşmaktadırlar. Bu toplumlar, yüksek teknoloji kapasitesi ve verimlilik düzeyi ile üretimlerini artırarak rekabet üstünlüğü sağlamakta ve ilave katma değer yaratarak refahtan daha fazla pay alma imkânına kavuşmaktadırlar(Yücel, 2006: 115).

Yapılan ampirik çalışmalarda Ar‐Ge harcamaları ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişkinin olduğu ortaya konulmaktadır. Örneğin; Abramovitz, ABD ekonomisinde 1870‐1950 yılları arasında üretim miktarının artışını etkileyen faktörler açısından bir araştırma yapmıştır. Bir birim emek ve bir birim sermaye artışının ekonomik büyümeye olan katkısını incelemiş ve bu katkının oranının % 15 kadar olduğu sonucuna varmıştır. Diğer birçok iktisatçı da 1950’lerin sonu ve 1960’larda bu konuda araştırma yapmışlar ve benzer sonuçlar elde ederek % 85’lik bir oranın emek ve sermaye dışındaki bir faktör tarafından etkilendiği konusunda hemfikir olmuşlardır. Daha sonra Nobel ekonomi ödülünü kazanmış olan Robert Solow farklı bir yöntem kullanarak ölçüm yapmış ve yine bunlara yakın sonuçlar

düşünmektedir ( Güzel, 2009: 32).

Teknolojik ilerleme ekonomik büyüme yani reel GSMH’ da ki artış ile paralellik göstermekte ve uzun dönemde ekonomiye büyük katkılar sağlamaktadır. Teknolojik ilerleme pozitif dışsal fayda yaratan bir faaliyet olup etkileri ülke bazında kalmayıp uluslararası düzeyde ekonomileri etkilemekte hatta ekonomik politikalara yön vermektedir. Böyle büyük bir etki alanına sahip olan teknolojik ilerleme ve onun merdiveni olan Ar-Ge faaliyetleri kar maksimizasyonu peşinde koşan özel sektörün kararına bırakılamayacağı ortadadır. Bu bağlamda bu alandaki çalışmaların devlet tarafından teşvik edilmesi kaçınılmaz olmaktadır. Ar-Ge faaliyetleri sadece firmaların kararına bırakılması ülkelerin gelişmişlik düzeyini etkilemekte ve refah kaybına neden olmaktadır. Ar-Ge faaliyetleri sonucu elde edilen bilgi, teknoloji veya ürünün yarı kamusal mal olma özelliği ve dışsal faydası devlet desteği olmadan bu tür faaliyetlerin yürütülmesini engelleyen önemli unsurlardır. Ar-Ge yatırımı durumunda piyasa başarısızlığı etkileri sadece bireysel firmaların ötesine değil aynı zamanda bir ülkenin sınırlarının ötesine yayılan dışsallıkların ve piyasa eksikliklerinin varlığı tarafından gösterilebilir (Günaydın, ve Can, 2008: 6).

Özel sektör tarafından finanse edilen Ar-Ge miktarı ile ülkelerin Ar-Ge yoğunlukları ve büyüme performansları arasında yakın bir korelâsyon söz konusudur.(OECD,2001a:54) Piyasa başarısızlıkları özel sektörün araştırma alanındaki yatırımlarını kısıtlar. Yayılma etkileri ve diğer dışsallıklar nedeniyle Ar-Ge yatırımlarının özel hasıla oranı, sosyal hasıla oranından daha düşüktür. Yapılan ekonometrik çalışmalar, Ar-Ge’nin sosyal hasıla oranının, özel hasıla oranından beş kat daha fazla olabileceğini ortaya koymaktadır (Evci, 2004: 12).Özel sektör tarafından yapılan Ar-Ge çalışmaları, Ar-Ge sürecindeki riskin ve belirsizliğin yüksek olması aynı zamanda dışsallıkların etkisiyle çalışmalar sonucunda elde edilen bilginin veya ürünün dış çevre tarafından taklit edilebilmesi, Ar-Ge sonucunda elde edilen çıktının genellikle ortak mal özelliği taşınması gibi nedenlerle özel kesim çalışmalarını karşılığını tam olarak alamamakta dolayısıyla yatırım kararları olumsuz etkilenmektedir. Bu aşamada ülkede uygulanacak mali politikaların seçimi ve uygulanması kararını alan, ekonomiyi yönlendirme gücünü elinde bulunduran kamuya özel görevler düşmektedir. Hükümetler teşvik politikaları ile devreye girip, özel kesim yatırımlarını olumsuz etkileyen nedenleri hafifletmeye çalışarak, kar maksimizasyonu peşinde koşan firmaları Ar-Ge yapmaya yönlendir. Böylece hükümetler Ar-Ge yatırımlarının maliyetini, sübvansiyonlar, vergiler ve diğer politikalar aracılığıyla azaltarak hem Ar-Ge yatırımlarını arttırmakta hem de ekonomik büyümeye katkı sağlamaktadır.

desteklemek amacıyla birçok teşvik mekanizmasından yararlanmaya sevk etmiştir.Özel sektörle kamu sektörü arasında uzlaşmanın sağlanması için, özel sektör AR-GE yatırımlarının kamu sektörü tarafından doğrudan finanse edilmesi (sübvansiyon uygulamaları) ve mali tedbirlere başvurulması (vergisel teşvik uygulamaları) özel sektör AR-GE faaliyetlerinin teşvik edilmesini gerektirmektedir. Aksi halde özel sektör faaliyette bulunamayacak veya özel sektörün Ar-Ge faaliyetlerindeki oranı çok düşük düzeylerde seyredecektir. Bu durum kamunun Ar-Ge’yi sadece kamu girişimlerine bağlı bir faaliyet haline getireceğinden ekonomi ve uzun dönem büyüme performansı olumsuz etkilenecektir.

Hükümetlerin uygulamada söz konusu mekanizmalardan hangilerine başvuracağı büyük ölçüde ulusal yapıları ile alakalıdır. Örneğin, İsveç ve Finlandiya’da sübvansiyon veya vergisel teşvikler yoğun olarak uygulanmamasına rağmen, özel sektör AR-GE harcamaları yüksek düzeyde gerçekleşmektedir. Bu ülkelerdeki özel sektör AR-GE harcamalarının yüksek düzeyde gerçekleşmesinin kısmi olarak nedeni, sanayi yapılarının iyi eğitilmiş, emek yoğun ağırlıklı üretime dayalı olmasıdır. Ayrıca İsveç ve Finlandiya, OECD ülkeleri arasında en düşük kurumlar vergisi oranının uygulandığı ülkelerdir (sırasıyla % 28 ve % 29). AR-GE harcamalarının düşük seviyelerde seyrettiği ülkelerde, vergi teşviklerinin bir politika aracı olarak ARGE faaliyetlerini uyarmada etkisinin yeterli olacağını ifade etmek kuşkuludur(Evci, 2004:14-15).

Ekonomik kalkınma ile Ar-Ge harcamaları arasında ilişkiye yönelik teorik ve ampirik çalışmalarda son 10 yıldır artış gözlenmektedir. Bu araştırmalar; Schumpeter’in (1934) klasik teorik çalışmasıyla başlamış günümüzde de devam etmektedir. Bu çalışmaların büyük bir çoğunluğunda, ekonomik büyüme ile Ar-Ge harcamaları arasında önemli ve pozitif bir ilişki olduğu görülmektedir. Sylwester’a göre, teknolojik açıdan gelişmiş ürünler üreten ülkeler, rekabette üstünlüğü yakalayıp, üretim düzeyi ve kalitesinde de daha başarılıdırlar. Yine; Ar- Ge alanında çalışan personel sayısının arttırılmasının da ekonomideki büyüme oranını arttırdığı söylenebilir. Bu da Ar-Ge’ ye ayrılan kaynaklarla, ekonomik büyüme arasında önemli bir ilişki olduğunu ortaya çıkarmaktadır (Sylwester, 2001: 72). Ar-Ge alanında çalışan personelin arttırılması, kişi başına düşen üretim miktarının da artmasını sağlamaktadır (Güzel, 2009: 33).

Yapılan ülkeler arası karşılaştırmalarda, özel sektör, kamu sektörü ve yurt dışı kaynaklar tarafından finanse edilen Ar-Ge’nin tamamının verimlilik artışına katkı sağladığı

hasılaya oranının en fazla arttığı 1980 ve 1990’lı yıllarda en büyük verimlilik artışları kaydedilmiştir. Ülkeler üzerinde yapılan çalışmalarda, AR-GE stokunun % 1 artırılması ortalamada verimliliği % 0.05- 0.15 arası bir oranda artırdığı ileri sürülmektedir. (OECD,2001a: 55)Yapılan analizlerde, kamunun özel sektör AR-GE yatırımlarına sağladığı doğrudan finansman desteğinin, özel sektör AR-GE harcama düzeyini pozitif etkilediği firmalara sağlanan bir dolarlık finansmanın ortalamada firmaları 1,7 dolarlık bir araştırma yapmaya sevk etmiştir) sonucuna ulaşılmıştır(Evci,2004: 16).

Yapılan açıklamalar çerçevesinde Hükümetlerin Ar-Ge’yi desteklemelerinin temel nedenlerini şu şekilde ifade edilebilir.

1- Pozitif dışsallıklar ve taşmaların Ar- Ge ye etkisi 2- Ar-Ge faaliyeti sonuçlarının bireylere mal edilememesi, 3- Belirsizlikler ve risklerin yaratığı nedenler

4- Ağ dışsallıklar sorunu

5- Araştırma geliştirme ve yenilik sürecinin bölünmezliği 6- Ar- Ge faaliyetlerinde eksik rekabet ve asimetrik bilgi açmazı

Bu nedenler Ar-Ge faaliyetlerinin firmalar tarafından yapılmasını önemli ölçüde engellemektedir. Ar-Ge faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan ürün genellikle kamusal mal özelliği taşıması, Ar-Ge faaliyetlerinin devlet desteğiyle yürütülmesini gerektiren ayrı bir nedendir. Saydığımız bütün bu nedenler ülke ekonomisi için hayati bir öneme sahip olan Ar- Ge faaliyetlerinin sadece özel sektörün girişimciliğine bırakılamayacağı ortadadır.

Ülkemizin ekonomisini Dünya pazarındaki ülkelere göre değerlendirdiğimizde sağlam ve gerçekçi bir büyümenin sağlanabilmesi için özel kesimin Devlet tarafından gerek yardımlarla desteklenerek gerekse vergi teşvikleri ile yönlendirilerek adımlarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Özellikle sanayi kesiminin uluslar arası pazarda yeri alması için maliyetlerini azaltacak önlemlerin alınıp vergisel kolaylıklar, ihracat teşvikleri… vs gibi destekler sağlanarak dünya pazarına entegre olabilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.