• Sonuç bulunamadı

TASAVVUF ESTETİĞİ, SPEKÜLATİF KAVRAMLAR VE İBN TEYMİYYE

Belgede TASAVVUFUN KAYNAKLARI (sayfa 36-40)

37

5.1. SÛF HAREKETİ-SANAT: SÛFÎ ŞAİRLERİN MESAJI

İslâm sanatı ile tasavvuf arasındaki ilişki güncel ve önemlidir. İslâmî sana- tın tasavvufla bir ilişkisinin olup olmadığı, varsa bu ilişkinin keyfiyetine dair çalışmalar Türkiye’de oldukça azdır. Şu bir gerçektir ki sanatın öznesi insandır, kaynağı ise bütün güzelliklerin ve kemâl sıfatların sahibi olan Allah’tır. Öyleyse sanat, Allah’tan bize intikal eden o “nefha-i ilahiye”nin farklı yetenekler elinde farklı biçimler almasından ibaret olsa gerektir. Tasavvuf ve estetik kavramları arasında sıkı bir bağ olduğu ve tarihimizdeki büyük mimar, musikişinas, şair ve ediplerinin genellikle mutasavvıflar arasından neşet ettiği hususu, hemen her- kes tarafından teslim edilen bir gerçektir. Ancak bu ilişkinin keyfiyetini analiz etmek bir gereklilik arz etmektedir.

Günümüzde bu alan, Alexander Baumgarten (ö. 1762)’in 1750 yılında yayın-

ladığı Estetik adlı eseri ile bilimsel bir temele oturtulmaya çalışılmış ise de sanat ve estetiğin tarihi insanın tarihi kadar eski olmalıdır. Zira bir ihtiyaç olan sanat, kalbin ürünü olarak insanın fıtratı ile bir bütünlük arz etmekte ve insani duygula- rın dışa vurumu şeklinde gerçekleşmektedir.

Hz. İdris’in dokuma sanatı ile elde ettiği kumaşlara estetik form kazandırma- sı, Hz.

Nûh’un inşa ettiği gemi ile ağaca sanatsal bir boyut katması bu cümleden- dir. Esasen tasavvuf olmadan İslâm kültüründe sanat ve estetikten söz etmek mümkün görülmemektedir. Tasavvuf estetiği, Kur’ân ve Sünnet üzerine kurulu- dur ve Allah (cc), evrenin güzellik kaynağıdır. Bütün evren, Allah’ın Cemâl sıfatı- nın ve onun isimlerinin tezahüründen ibarettir.

İslâm düşünürlerinin arka plan çalışmalarında var olan bu önemli ko- nunun (tasavvuf estetiği), Batı düşüncesinde bir yeri yoktur. Ancak klasik İslâm filozofları, sanat felsefesi konularını ciddiyetle ele almışlar ve bu alanda eserler vücuda getirmişlerdir. Sözgelimi İbn-i Sİbn-ina (ö. 1037) felsefe, tıp, tefsİbn-ir, kelam gİbn-ibİbn-i alanlarda yazdığı eserlerİbn-in yanı sıra musİbn-ikİbn-iye dair eser de yazmış, İslâm’ın ses sanatı ile ilgilenmiştir.

İslâm’ın temel kaynakları ve kavramları ile bu kaynaklardan neşet eden İslâm sanatının sembolik figürleri ve ifadeleri birbiriyle yakından irtibatlıdır. Sözgelimi mimari yapılarımızdaki tek kubbe uygulamasının, Tevhid’e dayalı İslâm inancının estetik bir yansımasından ibaret olduğu söylenebilir. Yine Feridüddin-i Attâr (ö. 1220)’ın Simurg öyküsü de, Tevhid’e dayalı vahdet-i vücûd felsefesinin edebi sanatla irtibatlandırılması olsa gerektir.

İşte bu şekilde, İslâm mimarisi, hat sanatı, ebrû, tezhip, resim, minyatür, se- ramik gibi doğrudan İslâm’ın manevi kaynaklarından neşet eden İslâm sanatının muhtelif dalları ortaya çıkmıştır.

İslâm sanatının doğası, özü sezgi ve kişisel yaratıcılığa dayalıdır. Bu öz, İslâm’ın köklerinden yola çıkarak bir çeşit tefekkür ve dünya görüşü meydana getirir. Müslüman bir sanatçı, ne tarafa baksa hakikatin bir cilvesini görür.

Nitekim Kur'ân-ı Kerîm, ayetleriyle Müslüman sanatçının ufkunu açmakta ve

ona ilham kaynağı olmaktadır. Bakara 115: /Hangi tarafa dönerseniz dönün Allah’ın veçhi

38 oradadır”.

İslâm sanatının en önemli özelliğinin arkasında hikmet yatmaktadır. Bu ilahi olan doğal fıtri hikmet insanı gizlemek yerine zeki yapar. İslâm sanatını düşün-

düğümüzde birkaç müşahhas örneği gösterebiliriz. İslâm sanatı, köklerini vahdet (birlik) ilkesinden alır ve bütüncül bir anlayışı yansıtır.

Tasavvuf yazarlarına göre ilm-i tasavvuf, zevkî ve vicdani olduğundan şanına layık bir suretle kalem dili ile tahriri ve lisân-ı insan ile takriri kâbil değildir. Bu- nunla birlikte mensupları tarafından pek çok kitap ve risaleler tertip ve telif edil- miştir. Bu tanımdan yola çıkarak tasavvufun öznel bir alana hitap ettiğini, fıtrattan gelen batınî duyguları aşk ve estetik bir form ile yansıttığını söylemek mümkündür.

5.2. SAN’AT – TASAVVUF ESTETİĞİ

Sanat/Estetik kelimesi güzellik duygusu anlamına gelen bir sıfattır. Yu- nanca’da

“aisthtihokos” idrak hissi ya da Aisthesis duygu, duyuş anlamındadır. Estetik dediğimiz bilimi kuran ve ona bu adı veren Alexander Baumgarten (ö. 1762) ‘Aesthetica ‘adlı eseriyle, bu bilimi temellendirir, konusunu belirler ve sı- nırlarını çizer. Estetik, güzeli ve güzelliğin insan üzerindeki etkilerini konu edinir. Dolayısıyla bu disiplinin, güzellik ve sanat anlayışıyla ilgilenen bir fel- sefe olduğunu söyleyebiliriz.

İslâmi güzellik veya İslâm estetiği dediğimizde ise sadece duyuların hazzını kastetmeyiz. İslâm’ın estetik anlayışı, duyularla gelen zevkten daha geniş bir an- lam çerçevesine sahiptir. Sözgelimi Kutadgu Bilig’de aklın güzelliği dil, dilin gü- zelliği söz;

insanın güzelliği yüz, yüzün güzelliği göz olarak betimlenmiştir.

Güzellik kavramı kuşkusuz ilk insan topluluklarında da mevcuttur. Ahsen-i takvim suretinde yaratılan insanın estetik ve güzellikten uzak olması düşünüle- mez. Ancak bilebildiğimiz ya da bize ulaşan kadarıyla estetik kavramını Yunanlı filozoflar tartışmıştır.

Eflatun (ö. MÖ. 347) estetik konularında güzellik ve yararlılık söylemini kul- lanmış bunların güzellikten doğduğunu ifade etmiştir. Buna göre güzellik illet değil malûldür ve güzellik aşkın neticesidir. Eflatun, birliğin (vahdet) hayır ve güzellik arasında olduğuna inanıyordu; Çünkü Eflatun’a göre sanatın en yüksek formu ilahi yaratıcının değişmez ve asli suretinin taklidi olarak yarattığı fıtrat sanatıdır. Eflatun’a göre estetik, hakikatin fer’idir. Bu nedenle estetik duygusunun sübjektif olduğunu söyleyemeyiz.

Aristo (ö. MÖ. 322), felsefesini sanat ve güzellik üzerine inşa eder. Ona göre güzelliğin üç özelliği vardır: Uygunluk, ayar, ahenk. Sanatın hedefi katarsis rafi- nasyon ve arınmadır ki bu tasavvuf dilinde nefis tezkiyesini karşılar. Katarsisi üç anlama çevirmek mümkündür.

Rafinasyon tasfiye, Tathir ve tezkiye, hem arınma ve tezkiye hem de şerh ve tavzih. Aristo’ya göre güzel iş ister mevcudat arasında yaşayan bir canlı ister bir bileşenin parçaları olsun şüphesiz aralarında ölçü ve düzen, sınırlılık ve belli boyutları olmalı zira güzelliğin şartı muayyen boyutların ve ölçülerin olmasıdır. Aristoteles’e göre taklit (mimesis) basitçe bir nesneyi ele alıp yeniden sunma değil, bir olana-ğı gerçeğe dönüştürme, gerçekleştirme etkin- liğidir.

Sanat ise çoğu zaman estetik ile aynı anlamda kullanılan bir kelimedir ve Arapça’da yapmak, meydana getirmek, yaratmak manasına “عنص/yaptı” kökün- den türemiştir. Bir

39

duygu, tasarı, güzellik vb. anlatımında kullanılan yöntem-

lerin tamamı, bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık, belli bir uygar- lığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım, bir şey yapmada gösterilen ustalık, bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü, zanaat gibi anlamlara gelir.

Allah-ı Zülcelâl’in sanatı olduğu gibi insanın da sanatı vardır. Allah insana sanat ruhundan bahşetmiştir. Ancak ilahi sanat olmadıkça insanın sanatkârlığı açığa çıkmaz. Bu hususu Mesnevi-i Mânevî şöyle dile getirmişti

Mevlânâ burada Allah’ın sanatı ile halkın, insanın sanatını karşılaştırmış ve insan sanatını ilahi sanat nuruna bağlamıştır.

Sanatı insanın iç-dış varlıklarını faaliyette tutarak Allah’ın kâinata yansıttığı Esma-i Hüsna ile yeni faaliyetler meydana getirme süreci olarak tarif edenler de vardır. Buna göre sanat, insani olayların, insanı ve kâinatı, fıtrata uygun olarak biçimlendirme ameliyesidir.

Dolayısıyla geniş bir anlama sahip olan estetik ve sanat, ondan daha da geniş

bir çerçeveye oturan tasavvuf kavramı ile birlikte mütalaa edildiğinde ortaya bir bütünlük çıkmaktadır: Tasavvuf Estetiği veya Tasavvuf Sanatı. İslâm’ın sanatsal boyutunu teşkil eden tasavvuf, İslâm tarihinde mensuplarının icatları, üstün ba- şarıları ile tanınmıştır. Sözgelimi, en büyük bilim ve hikmet sahipleri; tıp, kimya, fesefe bilginleri, çığır açan matematikçiler, kâşifler, seyyâhlar, en büyük fâtihler, edipler, şâirlerin genellikle mutasavvıflardan çıkmış oldukları söylenebilir.

Tasavvuf ile sanat ve estetik arasındaki ilişki, hemen herkesin teslim ettiği bir gerçektir. Bu nedenle sanatın ve “estetiğin tasavvufi olanı” anlamında tasavvuf estetiği, tasavvuf sanatı tabirini kullanmak yaygın hale gelmiştir.

Sanatın amacı, doğayı ve insanı başarılı bir şekilde ifade edebil-mektir. Âdem (as), dünyaya gelmeden önceki âlemde, gerçek güzelliği yaşıyordu. Fakat emre itaatsizlik sonucu, dünyanın nispi ve zahiri güzelliği galip gelince hicran dönemi ve o eski mutlak güzellik için arayış da başladı. İnsanın yeryüzündeki sanat ve estetik anlayışı veya sanatsal başarıları, bu arayışın etkisi altındadır. İnsan daima o güzelliğin özlemini duymakta, bu iştiyak onu sanat ve estetiğe sevk etmektedir.

Mutasavvıf yazarlara göre; sanatın öznesi olan insan yani sanatçı, hususi ka- biliyetlere sahip bir kişidir. Sanatçı olabilmek, ancak bir “mevhîbe-i ilâhi’’ye mu- hatap olmakla başlar.

İşin içine astroloji, fizyoloji ve esmalarla ilgili daha hususî konular da girer.965

Buna göre, sanatın gerçekleşebilmesi için tasavvufun öncelikli konularına muttali hisli kimselere ihtiyaç vardır. Yani sanatı vücuda getiren kişi, sanat kabi- liyetine ve sanatsal arka plana sahip aydınlanmış kişidir. Yunus Emre (ö. 1320), Fuzûlî (ö. 1556), Niyazî-i Mısrî (ö.

1694) gibi ustalar, söze ruh ve aşk üfleyerek büyük hakikatleri ve hikmetleri dile getirdiler.

Herkesin bildiği ve konuştuğu sıradan kelimelerden birer şaheser çıkardılar. Onlara, o sanat ve estetik anlayışı kazandıran şeyin ise tasavvuf felsefesinin üzerine inşa edildiği; tevhid, vahdet, zühd, vera’ gibi Kur’ân kavramları ve sûfi dergâhlarındaki kişisel eğitim uygula- maları olsa gerektir.

Kur'ân-ı Kerîm’de cemâl, hüsn, tayyib, tahur, farah, sürûr, hûr vs. kelimeler güzelliği anlatmak için kullanılır. İslâmiyâtta bu güzellik bildiren hususlar bedîiyyat ile ifade edilir.

40

Moğol istilaları sonrasında İslâm dünyasının yeniden inşasını sağlayan ta- savvuf kurumsal hareketleri (fütüvvet ve ahi teşkilatları) da sanat ve estetiğin gelişmesi ile inşâ ve imar faaliyetlerinin yaygınlaşmasında öncülük etmiştir.

Burada şunu söylemek gerekir ki sanat sadece belli şekil veya formlardan ibaret değildir. Edebi metinler, şiirler, tasarımlar, medhiyeler vb. sanat olarak tanımlanabilir.

Ancak sanat, estetiği gerektirir. Birçok temel kavramlarla anlatılan sanat, kalp ve aklın ortak ürünü olan, duyguların duyular vasıtası ile insanlara ulaşmasını sağlayan estetik anlatım biçimidir.

Sanat ve estetik faaliyetlerin İslâm medeniyet muhitlerinde tedrici olarak ge- lişmesine rağmen, unutulmamalıdır ki; bu sanatların önemli bir kısmının oluşma- sı için özellikle ilk yüzyıllarda uygun koşullar oluşmamıştır. Fıkıhçıların Kur'ân ayetlerine ve Hz. Peygamberin sünnetine yüzeysel yaklaşımları, hatta bazı müte- kellim ve fakihlerin resim, heykel, müzik ve şiir gibi sanatsal faaliyetleri yasakla- maları söz konusu şartların oluşumunu geciktirmiştir. Bunlar genel olarak şiiri, büyü ve sapma, heykel ve resmi ise aynı şekilde şirk ve putperestlik, musikiyi ise oyun ve eğlence olarak addetmişlerdir. Sanat ve estetiğin bazı İslâm ülkelerinde gelişmemesinin altında bu nedenlerin yattığı söylenebilir.

Sonuç olarak sanatın öznesi insandır, kaynağı ise bütün güzelliklerin sahibi olan Allah (cc)’tır. Öyleyse sanat, Allah’tan bize intikal eden o “nefha-i ilahiye”nin farklı yetenekler elinde farklı biçimler almasından ibaret olsa gerektir.

Dolayısıyla hakikate ulaştıran sanat ve estetik kavramlar ile hakikate ulaş- mayı temel gaye edinen ve hakikate ulaşma çabasının bir disiplin halindeki ifade- si demek olan tasavvuf arasında sıkı bir ilişkinin varlığı ortaya çıkmaktadır.

Böylece İslâm medeniyet merkezlerinde mimari, hat, musiki, ebru, tezhip, resim, heykel, çinicilik, dokuma, minyatür, şiir, edebiyat gibi sanat ve estetik faa- liyetlerin gelişmesindeki sırrın tasavvuf olduğu gerçeği bir kez daha teyit edilmiş- tir.

Belgede TASAVVUFUN KAYNAKLARI (sayfa 36-40)