• Sonuç bulunamadı

Sepsis; konak hücrelerin, patojenlere karĢı ya da patojenlerin salgılamıĢ olduğu toksinlere karĢı sistemik olarak verdiği inflamatuar yanıtların bütünüdür. Sepsis, enfeksiyöz bir nedenle meydana gelebildiği gibi nonenfeksiyöz nedenlerin baĢlattığı bir zincirleme reaksiyon ile de gerçekleĢebilir [87]. Sepsis ile ilgili gerçekleĢtirilen çalıĢmalarda farklı deneysel sepsis metodları oluĢturulmuĢtur [88,89,90].

2011 yılında Dejagar L. ve arkadaĢları tarafından yapılan çalıĢmada deneysel sepsis modellemesi olarak CLP’nin diğer sepsis metodlarına karĢı olan avantajları, dezavantajları ve üstünlükleri karĢılaĢtırılmıĢtır. Bazı modeller insan vücudunun kompleksliğine ve mikrobiyal çeĢitliliğine karĢı yetersiz kalırken, CLP’nin polimikrobiyal sepsis modellemelerinde en baĢarılarılılarından biri olduğu belirtilmiĢtir. Yine de sadece hayvan deneylerinde gerçekleĢtirilmesi ve insan vücudunda geliĢen sepsisin optimal koĢullardan daha kötü durumlarda gerçekleĢtiği düĢünülünce CLP’nin dezavantajları olduğu da bir gerçektir [91].

Tablo 12. Çekum ligasyon ve perforasyon ile gerçekleĢtirilen deneysel sepsis modelinin insan

vücudunda gerçekleĢen sepsis ile karĢılaĢtırılması

Değişken Çekum Ligaasyon ve Perforasyon

Modeli İle Gerçekleşen Sepsis

İnsan Vücudunda erçekleşen sepsis

YaĢ Genellikle genç Yeni doğan ya da geriatrik yaĢ grubu

Ağırlık Birbirine yakın DeğiĢken

Cinsiyet Her iki cins Her iki cins

Ġmmun durum Optimum Genellikle immunsuprese

Beslenme durumu EĢit ÇeĢitli

Genetik Homojen Heterojen

Sosyal faktörler Belirsiz Stres, Alkol alımı, Sigara içimi vb.

Çevresel faktörler Genellikle patojenden arındırılmıĢ DeğiĢken

Sepsis GeliĢimi Genellikle hızlı Genellikle yavaĢ

Sebep Polimikrobial, genellikle enterik

bakteriler

Gram (-) ve (+) bakteriler, virüsler ve mantarlar

Antibiyotik Bazen Çoğu zaman

Tedavi Genellikle erken Genellikle geç

Destekleyici bakım Standart Yaygın

69 CLP ile gerçekleĢtirilen sepsis modellemelerinde, eğer çalıĢma özel hayvan grupları gerektirmez ise koĢullar baĢlangıçta optimumdur. Diğer sepsis modellerine karĢı bazı üstünlükleri olsa da insan vücudunun kompleksliğini tam olarak yansıtması mümkün değildir. CLP’de kullanılan deney hayvanlarının yaĢ aralığı her ne kadar çalıĢan tarafından belirlense de genellikle seksüel olgunluğa eriĢmiĢ hayvanlardır. Ġnsan sepsisi ise genel olarak en sık yeni doğanlar ve geriatrik hastalarda gözükse de her yaĢ grubundan bireyler olabilir. Ağırlık deney hayvanlarında gruplar arası biası engellemek için benzer aralıkta iken insan sepsisinde değiĢkendir. Ağırlığın insan sepsisindeki önemi morbit obezite gibi durumların septisemiye yatkınlık göstermesi ile iliĢkilidir. Eğer deney hayvanlarında özel olarak immun suprese gruplarda çalıĢma yapılmak istenmezse genellikle immun açıdan sağlıklı denekler seçilir. Ġnsan vücudunda ise immun durum nötropeni, diyabet, yaĢ gibi değiĢkenlerden etkilenebilir. CLP için seçilen deneklerde beslenme durumu her hayvan için standarttır. Ġnsanlarda ise farklılık gösterebilir. Deney hayvanlarında gerçekleĢtirilen sepsis modellerinde sepsisin geliĢimi hızlıdır, sağlıklı bir hayvanın sepsis geliĢtirebilmesi için verilen bakteri miktarı çok olmak zorundadır. Ġnsan vücudunda geliĢen sepsiste ise böyle bir zorunluluk yoktur ve geliĢimi deney hayvanlarına oranla daha yavaĢtır. CLP sonrası çalıĢmada uygulanması planlanan tedavinin verilmesi kesindir ve tedavi genellikle erken dönemde baĢlar. Ġnsan sepsisi ise karmaĢık ve tanı konulması zor bir hastalık olduğu için tedavi baĢlanması gecikebilir ve geciken tanının tedavisi her zaman daha zordur [91].

Seemann S. ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada deneysel sepsis modellerinde LPS yöntemi, peritoneal kontaminasyon yöntemi ve CLP yönteminin sistemik etkileri karĢılaĢtırılmıĢ, organ fonksiyonlarına olan etkileri incelenmiĢtir. CLP modeli insan sepsisine daha yakın olmasına rağmen harcanan zamanın çokluğuna ve çalıĢan tarafından daha zahmetli olduğuna vurgu yapılmıĢtır [92].

Remick DG. ve arkadaĢlarının yapmıĢ olduğu çalıĢmada LPS ve CLP yöntemlerinde mortalite, morbidite ve immunpatoloji karĢılaĢtırılmıĢtır. Ġki modelde de yakın mortalite ve morbidite tespit edilmiĢtir. Her iki grupta da lenfopeni ve nötropeni saptanmıĢtır. LPS yönteminde deney hayvanlarında plasma ve periton sıvılarından alınan sitokin seviyelerinde ilk 8 saate kadar artıĢ gözükürken, 8.saatten sonra düĢüĢ saptanmıĢtır. Bu sitokin değerleri CLP yönteminde 8. saatten sonra da artıĢa devam etmiĢ ve 8. Saatten sonra LPS yöntemindeki değerleri geçmiĢtir. Bu çalıĢmanın sonucunda CLP modellemesinin LPS’ye göre sepsis sitokinlerini üretme konusunda daha baĢarılı olduğu belirtilmiĢtir.

Yelich MR. tarafından yapılmıĢ bir çalıĢmada deney hayvanlarının, endotoksin ile gerçekleĢtirilen sepsis ve CLP ile gerçekleĢtirilmiĢ sepsis üzerine hormonal ve metabolik

70 yanıtları ratlarda incelenmiĢ, bu iki model tarafından gerçekleĢtirilen sepsiste iki modelin birbirine benzerlik gösterdiği ifade edilmiĢtir [93].

Bazel S. ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada steril inflamasyon ile CLP sepsis modellerinde gerçekleĢen hepatik gen ekspresyonları ve sitokin yanıtları karĢılaĢtırıĢmıĢ, CLP modellemelerinin interlökin-6 seviyelerinde yeterli artıĢı sağlamada steril inflmasyon yöntemlerine oranla daha baĢarısız olduğu istatiksel olarak sunulmuĢtur. Ancak TNF-α ve Ġnterlökin 1 seviyelerinde CLP yönteminde de artıĢın olduğu belirtilmiĢtir [94].

ÇalıĢmamızda deneysel sepsis modeli olarak CLP seçilmiĢtir. CLP metodu ile deneysel sepsis modelini seçmemizin nedeni, basit olması, literatürde daha çok tercih edilmesi, ucuz olması ve insan vücuduna uygun sepsise en yakın metot olarak öne çıkmasıdır. Bu çalıĢmada kara dut ekstresinin sepsiste geliĢen organ hasarına, tedaviye ve mortaliteye etkilerinin görülmesi amaçlanırken, bu etki karaciğer ve böbrek dokularından alınan kesitler ile histolojik olarak incelenmiĢtir.

Kara dut meyvesi ile ilgili yaptığımız literatür araĢtırmasında, sepsis üzerine etkilerini gösteren herhangi bir çalıĢmaya rastlanmamıĢtır. Yine de kara dutun antioksidan, antiinflamatuar, antibakteriyel ve antinosiseptif etkilerini gösteren çalıĢmalar mevcuttur.

Chen H. ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada kara dut ve sarıdut meyvelerinden elde edilen antosiyanin ve flavonollerin antinosiseptif ve antibakteriyel özellikleri araĢtırılmıĢtır. Kara dutun E. Coli, P. aeruginosa ve S. aureus karĢısında yüksek antinosiseptif ve antibakteriyel etki gösterdiği belirtilmiĢtir. IL-6, iNOS ve p-p65’in ekspresyonunda inhibisyon sağladığı görülmüĢtür. Sahip olduğu antosiyanin ve flavonoller sebebiyle proinflamutar sitokenlerin inhibisyonuna yol açtığı ifade edilmiĢtir [95]. ÇalıĢmamızda her ne kadar spesifik biyokimya markerları çalıĢmamıĢ olsak da, alınan histolojik örneklerde geliĢen sepsise sekonder inflamasyon ve deneysel sepsis modeli sonrası gerçekleĢen enfektif durumda azalma olduğu tarafımızca tespit edildi.

YapmıĢ olduğumuz çalıĢmada Kara dut ekstresi ile tedavi edilen grupta CLP ve CLP+SF grupların oranla hem makroskopik hemde histolojik olarak enflamasyonun literatüre uygun azaldığı, organ dokularında geliĢen sepsisin histolojik incelenmesinde tüm gruplarda istatistiksel olarak anlamlı saptanmıĢtır.

De Padua Lucio K. ArkadaĢlarının yapmıĢ olduğu çalıĢmada LPS ile fareler üzerinde gerçekleĢtirilmiĢ sepsis modellemelerinde, kara dutun antiinflamatuar ve antioksidan özellikleri karĢılaĢtırılmıĢtır ve deney hayvanları, 21 gün boyunca kontrol, sepsis, kara dut yaprakları ile tedavi edilen sepsis ve kara dut özütü ile tedavi edilen sepsis olarak gruplara

71 ayrılmıĢtır. 21.gün LPS ile sepsis modellemesi gerçekleĢtirilmiĢ ve bundan 24 saat sonra denekler sakrifiye edilerek sonuçlar elde edilmiĢtir. Bu sonuçlara göre hem kara dut yaprağı hem de kara dut özütü ile tedavi edilen gruplardan alınan bronkoalveolar lavaj örneklerinde TNF-α ve lökosit sayılarında septik gruba göre anlamlı düĢüĢ izlenmiĢ ve denek surveyini arttırmıĢtır [96].

ÇalıĢmamızda gerçekleĢtirilen deneysel sepsis modelinin gerçekleĢtirilmesi sonrasında alınan histolojik materyallerde karaciğer dokusunda inflamasyon göstergeci olan vena centraliste konjesyona, hepatik sinuzoidlerde dilatasyon ve konjesyona, portal alanda inflamasyona bakılmıĢ, yine karaciğerden alınan örneklerde ito hücre sayısı hesaplanmıĢtır. Böbrek dokularından alınan örneklerde ise yine histolojik inflamasyon belirteci olan tübüler dilatasyona, fırçamsı hücrelerdeki kayba, gerçekleĢen eritrosit ekstravazasyonu miktarına ve oluĢan cast formasyonuna bakıldı. Histolojik olarak yapılan incelemelerde kara dut ekstresi alan CLP+Kara dut grubunun, bahsi geçen histolojik inflamasyon belirteçleri ile ilgili kıyaslamalarında CLP ve CLP+SF gruplarına histolojik ve istatistiksel olarak anlamlı bir üstünlüğü saptanmıĢtır.

Sezer A ve arkadaĢlarının yapmıĢ olduğu bir çalıĢmada ratlara kuyruk venlerinden E. coli verilerek gerçekleĢtirilen sepsis modellemesinde deksametomidin’in karaciğer histopatolojisi üzerine etkileri araĢtırılmıĢ olup, sepsis gruplarında venöz konjesyon, hepatik sinüzoitlerde konjesyon ve dilatasyona ek olarak portal alanda enflamasyona bakılmıĢtır. Bu parametrelerde deksametomidin alan gruplarda anlamlı olarak farklı bulunmuĢ (p<0,001), sonuç olarak sıçanlarda geliĢtirilen deneysel sepsis modelinde karaciğer organ fonksiyonunda bozukluğun önüne geçtiği bildirilmiĢtir. Bizim çalıĢmamızda da bahsedilen venöz konjesyon, hepatik sinüzoitlerde konjesyon ve dilatasyon, portal inflamasyon parametrelerinde CPL ve CPL+SF gruplarıyla karĢılaĢtırıldığında anlamlı bir istatistiksel fark saptanmıĢtır.

Banks JG ve arkadaĢlarının yapmıĢ olduğu bir çalıĢmada sepsis tanısı ile yoğun bakım ünitesine yatan 57 hastanın 22’sine post-mortem karaciğer biyopsisi yapılmıĢ bu hastalardan 16’sında Kuppfer hücre hiperplazisi, portal alanda inflamasyon, vena centraliste konjesyon, fokal karaciğer hücre nekrozu saptanmıĢtır. Portal alanda inflamasyon ise septik hastalarda rastlanan ana hasar olarak ifade edilmiĢtir. ÇalıĢmamızda CLP+Kara dut grubunda, CLP ve CLP+SF gruplarına oranla bakılan portal alanda inflamasyon istatistiksel olarak p<0.0001 olarak anlamlı fark sağlamıĢtır ve bu tezimizde bulduğumuz bugluların geçerliliğini göstermektedir. Vena centraliste konjesyon ise CLP+Kara dut grubunda CLP ve CLP+SF gruplarına oranla istatistiksel olarak p<0.001 ile anlamlı üstünlük sağlamıĢtır [97].

72 John Koskinas ve arkadaĢları tarafından sepsis hastalarına yapılan post mortem karaciğer biyopsilerinde %73.3 oranında portal inflamasyon, %80 oranında sentrilobüler nekroz, %66.6 oranında hepatoselüler apoptoza rastlanılmıĢtır [98].

Garofolo AM ve arkadaĢları tarafından yapılan literatür incelemelerinde, böbrek ve karaciğer hasarı üzerine derleme yapılmıĢ, sepsis sonrası geliĢen histolojik değiĢiklikler listelenmiĢtir bu listede hipotansiyona sekonder renal perfüzyonda azalma sonucu akut tübüler nekroz ve buna da bağlı geliĢen tübüler dilatasyon, fırçamsı kenar kaybına ve eritrosit ekstravazasyona dikkat çekmiĢtir. Tarafımızca yürütülen bu çalıĢmada, özellikle tübüler dilatasyon, fırçamsı kenar kaybı ve eritrosit ekstravazasyonu incelemelerinde CLP iĢlemi sonrası kara dut tedavisi alan CLP+Kara dut grubunda, CLP ve CLP+SF gruplarına oranla istatiksel anlamlı fark saptanmıĢtır [99].

Xiaoli Li ve arkadaĢlarının yapmıĢ olduğu çalıĢmada, LPS ile indüklenmiĢ deneysel sepsis modellerinde glukokortikoidlerin karaciğer histopatolojisi üzerine etkileri araĢtırılmıĢ ve histolojik olarak, kontrol gruplarında normal düzeyde olan hepatik sinuzoidlerin sepsis modellemesi gerçekleĢtirilen gruplarda konjesyon ve dilatasyona maruz kaldığı belirtilmiĢtir. ÇalıĢmamızda da CLP+Kara dut grubunda CLP ve CLP+SF gruplarına oranla istatistiksel olarak anlamlı fark oluĢturmuĢtur. (p<0.0001) [100].

Dangi A ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada, sepsis durumundaki karaciğerde ito hücrelerinin pro-inflamatuar sitokinlerin salınımında etkili olduğunu ve ito hücrelerindeki sayı artıĢının inflamasyon iliĢkisi ile doğru oranda olduğunu gösteren bulgulara sahip olmuĢtur. ÇalıĢmamızda CLP+Kara dut gurubunda CLP ve CLP+SF grubuna oranla ito hücre sayımında p<0.0001 olacak Ģekilde istatistiksel olarak anlamlı fark elde edilmiĢtir [101].

Lerolle ve arkadaĢları tarafından yapılan bir çalıĢmada yoğun bakımda sepsis Ģüphesi ve bunun sonucu geliĢen böbrek yetmezliği sonrası ölen hastaların böbrek biyopsilerinde yapılan incelemeler sonucunda, biopsi materyallerinde en sık olarak tübüler dilatasyon ve bununla birlikte hücre kaybına, kapiller lökosit infiltrasyonuna ve apoptoza önem verilmiĢtir. ÇalıĢmamızda bu parametrelerden tübüler dilatasyon histolojik olarak incelenmiĢ, CLP+Kara dut grubunda, CLP ve CLP+SF gruplarına oranla istatistiksel olarak anlamlı üstünlük (p<0.0001) sağlanmıĢtır [102].

Literatürde deneysel sepsis modellerinin geliĢtirilmesi sonucu Morus nigra’nın etkilerini inceleyen herhangi bir çalıĢma olmasa da deneysel sepsis modellerinde yıllar boyunca çeĢitli preparatların etkinliği aranmıĢtır [104,105,106].

73 Stonoga ETS ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada, CLP yöntemi ile deneysel sepsis modellemesi gerçekleĢtirilen ratlarda, intraperitoneal glutamin uygulamalarının etkileri araĢtırılmıĢ, 2. gün sonunda deneklerden alınan böbrek ve karaciğer örneklemelerinde histolojik inceleme yapılmıĢtır. Glutamine alan grupta tübüler hücre kaybı ve dilatasyon, diğer gruplara oranla daha az gözükmüĢ (p=0.029), yine karaciğerde de sinuzoid dilatasyon ve konjesyonu glutamin etkisi altındaki ratlarda daha hafif gerçekleĢmiĢtir. (p=0.034) [103]. ÇalıĢmamızda 7.gün sonunda böbrek ve karaciğerden alınan örnekler sonucu tubulus dilatasyonu CLP+Kara dut grubunda, CLP ve CLP+SF gruplarına kıyasla daha hafif gerçekleĢmiĢtir (p<0.0001). Yine aynı Ģekilde karaciğerden alınan örneklerde bakılan sinuzoid konjesyon ve dilatasyon, CLP+Kara dut grubunda diğer gruplara oranla daha az görülmüĢtür. (p<0.0001)

Fatemi F. ve arkadaĢlarının yürütmüĢ olduğu bir çalıĢmada gama irradiyeteli frenk kimyonu yağının deneysel sepsis modeli gerçekleĢtirilmiĢ ratlar üzerindeki hepatoprotektif etkileri araĢtırılmıĢ bu tedaviyi alan ratlarda, Glutatyon, AST ve ALT değerlerinde biyokimyasal iyilik hali saptandığı bildirilmiĢtir. Tezimiz incelimiĢ olduğumuz mevcut histolojik bulgularda, CLP+Kara dut grubunun CLP ve CLP+SF grubuna oranla hepatik fonksiyon ve hasarı gösteren yapılar ve belirteçler üzerinde istatiksel anlam sağlamıĢtır [104].

2015 yılında Ġpekçi ve arkadaĢları tarafından yürütülen bir çalıĢmada, sulu sarımsak ekstresinin, deneysel sepsis modeli gerçekleĢtirilmiĢ ratlarda, böbrek hasarının üzerine etkisine bakılmıĢtır. Denek hayvanları CLP iĢlemi sonrası intraperitoneal sulu sarımsak ekstresi almıĢtır. 12. Saatte deneklerin böbreklerinden alınan doku örneklerinde, glutatyon, malondialdehit, superoksit dismutaz, doku faktörü, katalaz ve miyeloperoksidaz aktivitelerine bakılmıĢtır. Gerçekletirilen sepsis modeli sonrasında böbreklerde geliĢmesi beklenen artmıĢ malondialdehit ve myeloperoksidaz aktivitesi ile azalmıĢ glutatyon, superoksit dismutaz ve katalaz etkileri sulu sarımsak ekstresi ile olumlu yönde değiĢiklik sağlamıĢtır ve çalıĢmanın sonucu olarak sulu sarımsak ekstresi geliĢen sepsis tedavi yöntemleri için sulu sarımsak ekstresinin oksidan-antioksidan dengesi açısından önem taĢıdığı düĢünülmüĢtür [105]. ÇalıĢmamızda, enzim aktivitesi çalıĢmamıĢ olsak da, yapılan histolojik incelemeler sonucu, CLP+kara dut alan deneklerin böbreklerinden alınan materyallerde, CLP ve CLP+SF grubuna ait deneklerden alınan örneklere göre istatistiksel anlama sebebiyet veren bir fark olduğu göze çarpmaktadır.

Yanna D. Rattmann ve arkadaĢları tarafından yapılan çalıĢmada, Morus nigra gibi flavonoid içeriği fazla olan Euginia Uniflora (Surinam kirazı) ele alınmıĢtır. CLP yöntemi ile deneysel sepsis modeli gerçekleĢtirilen fareler üzerinde Euginia uniflora deneklere oral

74 yoldan verilmiĢ, deney sonunda yapılan incelemeler ile, tedavinin mortaliteyi %30 oranında azalttığını, barsaklardan iNOS ve COX-2 salınımını azalttığını belirtmiĢtir [106]. ÇalıĢmamızda yapılan karaciğer histoloji incelemesinde CLP+Kara dut grubunda iNOS aktivitesinin düĢük olduğu saptanmıĢtır. Bu veri çalıĢmamızı desteklemektedir.

Hepatik fibroz, çoğu zaman geri döndürülebilen yara iyileĢim mekanizmasıdır. Ekstrasellüler matriksde fibroz sonucu oluĢan nedenler çoğu zaman sebep ayırımı gözetmeksizin benzer Ģekildedir. ITO hücrelerinin aktivasyonu, hepatik fibrozdaki ana etkendir. Karaciğer yetmezliği patogenizinin temelinde, bağ dokusu hasarı ve ekstrasellüler matrikste meydana gelen etkilenmeler yer almaktadır. Sağlıklı bir karaciğerde kollajen I, III, V ve IX karaciğerin en dıĢ katmanı olan kapsülde, portal alanlarda ve santral venlerin çevresinde mevcuttur. Normal halinde tip IV kollajen ve diğer yapılardan oluĢan diĢse aralığı, karaciğer yetmezliği ve siroz gibi durumlarda tip I ve III kollajen ile depolanmıĢtır. Karaciğer yetmezliği ve sirozda artan kollajen üretiminden öncelikli olarak ITO hücreleri sorumludur. Normal bir karaciğerde A vitamini depolanmasından sorumlu olan bu hücreler, inflamasyona uğrayan bir karaciğerde harekete geçerek miyofibroblastlara dönüĢmektedir. Bu dönüĢümde IL-1, TNF ve lenfotoksinler aktif olarak görev almaktadır. Harekete geçen ITO hücreleri, aktive olmamıĢ ITO hücrelerinin de aktif olmasını sağlamak için transforme edici büyüme faktörü ve bazı sitonkinler salgılar. Bu da artan fibrozisin katlanarak devam etmesini sağlar,sinuzoidlerde dilatasyona sebep olur, sonuç olarak ito hücrelerinin transformasyonu sonucu artıĢa geçen tip I ve tip III kollajen karaciğerin sert ve sirotik bir yapı almasına sebep olur. Sağlıklı bir karaciğerde sinüzoidal dilatasyon ve ITO hücre transformasyonunun minimal seviyede olması beklenirken karaciğer yetmezliği, siroz, sepsis gibi durumlarda bu değiĢikliklerin olması beklenmektedir [107]. Yaptığımız çalıĢmada ITO hücre sayım miktarında Kara dut grubu, CLP ve CLP+SF gruplarına oranla istatistiksel olarak anlamlı bulunmuĢtur (p<0.0001). Bu da çalıĢmamızda kullanılan Morus nigra ekstresinin inflamasyon etkilerini azalttığını göstermektedir.

Karaciğerin yetmezlik sonrası değiĢikliklerinde ITO hücrelerinden kaynaklanan fibrozisin yanında, damar yapılarında meydana gelen değiĢiklikler de önemli bir etkiye sahiptir. Portal venlerde geliĢen dilatasyon, karaciğer artlerlerinin veya santral venlerin inflamasyonu ve buna bağlı olarak geliĢen tromboz durumlarında, karaciğerde drenajın gerçekleĢmesini etkilemekte, geliĢe hipoperfüzyona sekonder parankim dokusunda atrofiye sebep olabilir. Sinuzoidlerin, damar yapılar üzerindeki fenestralarının kaybı sonrası karaciğer doku ve damarlarında damar Ģantlarının oluĢması sepsis, organ yetmezliği ya da ciddi inflamasyon sırasında beklenilir bir durumdur. Normal bir sinusoidde karaciğer endoteline ve

75 vena centralise açılan fenastralar varken, sepsis, siroz gibi patolojik durumlarda fenestra kaybı sonrası vasküler yapılardan sinuzoidlere kontrolsüz bir sıvı geçiĢi olur, kanın içlerinden daha hızlı aktığı, eriyik madde alıĢveriĢinin imkansızlaĢtığı bu durumda sinusoidlerde konjesyon, vena centraliste dilatasyon görülür. Tüm bu etkenlerde karaciğerde geliĢen portal hipertansiyon ve hücre hasarına katkıda bulunur [107]. YapmıĢ olduğumuz çalıĢmada, Kara dut grubu CLP ve CLP+SF gruplarına oranla, sinusoidlerde geliĢen dilatasyon ve konjesyon, vena centraliste konjesyon parametrelerinde daha baĢarılı sonuçlar elde etmiĢtir. (p<0,0001)

Resim 6. Normal karaciğer ve Fibroz sonucu oluĢan karaciğerin Ģematik karĢılaĢtırımı. [107]

Ġnsan vücudundan çeĢitli fonksiyonlara sahip bir mediatör olan NO karaciğer, retina, kemik hücreleri ve akciğer epitel hücrelerinde bulunur. Makrofajların sahip olduğu NO, tümorosidal ve bakterisidal etkilere sahiptir. NO ayrıca nitrosilaz aktiviteye sahiptir ki bu özellik sistin S-nitrosilasyon özelliği ile COX-2 gibi inflamatuar proteinlerin düzenlenmesinden sorumludur. Artan NO aktivitesi ve inflamasyonu bastırmak için ortaya çıkan makrofajlar ne kadar fazla miktarda mevcut ise inflamasyon o derecede Ģiddetlidir [108,109]. ÇalıĢmamızda anti-iNOS boyama ile karaciğer hücrelerindeki inflamasyon sonucu artan makrofaj aktivitesi ve inflamasyon etkisini görmeyi hedef aldık. Anti-eNOS boyamada ise hedef cGMP yolu ile damar yapılarındaki düz kas hücrelerinden salınan NO hedef alındı. Buradan kaynaklanan NO, vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF)’nü aktive ederek anjiyogeneze, bunun sonucunda da trombosit aktivasyonu ile oluĢan trombüslerin histolojik incelenmesi planlandı [108,109]. Yaptığımız histolojik incelemelerde, anti-iNOS ve anti- eNOS boyama sonucu, karaciğer üzerinde kontrol grubunda boyanma pozitifliği minimal iken, CLP ve CLP+SF gruplarında bu değerler histolojik olarak daha yüksek saptandı. Kara

76 dut grubunda ise bu etki CLP ve CLP+SF gruplarına göre daha az olarak belirlendi. Bu da yukarıda bahsi geçen literatür örnekleri ile uyumlu olarak saptandı.

Ġskemi, enfeksiyon ya da ilaç sonucu geliĢen nefrotoksisitenin temel patogenezinin tubuler hasar olduğuna inanılmaktadır. Tubulus hücreleri özellikle oksijen ihtiyacı fazla olan hücrelerdir. Toksik ajanlar ve enfeksiyonlara karĢı ise diğer komponentlere göre daha hassastır. Sepsis ve organ hasarı sonucu geliĢen hipoperfüzyona sekonder düĢen kan basıncı, böbreklere iletilen kan miktarında azalmaya sebep olur. Bunun histopatolojik olarak

Benzer Belgeler