• Sonuç bulunamadı

İlkel dönemlerde cezalandırmak kudreti ataerkil yapıya sahip ailelerin reislerinde idi. Akabinde bu yetki, ortaya çıkmaya başlayan devlete geçmiştir.365 O halde insan toplulukları, devletleşme aşamasına geçmeden önce, aile, kabile ve aşiret düzeninde yaşamakta iken de bir ceza hukukları mevcuttu.366Devletin mevcut olmadığı ve her ailenin küçük çapta olmakla beraber birer müstakil devlet oldukları devirde intikam yani yapılan kötülüğe misli veya daha fazla kötülükle karşılık vermek, uygulanan zorunlu bir adalet yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Devletleşme görülmeden önce, toplu yaşamın en eski halini oluşturan göçebe tarzı bir yaşam süren insanlar, bir aile oluşturmaktadır. Fakat bu aile, bugünkünden farklı olarak aynı şahıstan gelen bütün nesilleri bir arada tutan büyük çapta bir aile

362 KOCA Mahmut/ÜZÜLMEZ İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2015, Ankara, s.527 363 DEMİRBAŞ Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler,2014,Ankara, s.549

364 ÖZTÜRK/ERDEM, s.398

365 SEVİĞ Vasfi Raşid, Cezanın Tarihi Menşei, AÜHF Der.,1955,C.12,S.3-4,s.11 366 DÖNMEZER/ERMAN,s.39

görünümündedir.367 O zamanlarda otorite ancak aile içinde bulunmaktadır ve her şey aile reisinin kızgınlık derecesine, sertliğine veya yumuşaklığına kısacası keyfine bağlı kalmaktadır.368

Aile içerisinde işlenen suçlarda, egemen durumda olan aile reisi, yani başkan tarafından suçlu cezalandırılmaktadır.369 Dövmek o zamanın en çok uygulanan cezası niteliğinde olup yine öldürmek ve öldürmeye eşit olan sürmek en ağır suçlara verilen ceza olarak karşımıza çıkmaktadır. Kabileden dışarıya atılan, sürülen kimse her türlü himayeden mahrum bırakılmış olmaktadır ve herkes tarafımdan öldürülebilmekte ve esir edilebilmektedir. Nitekim sürgün cezası ölüm cezasına eşit güçtedir.370

Topluluğu teşkil eden fertleri birbirine bağlayan bağ çok sıkıdır. Bunlar birbirine kan birliği, din birliği, müşterek olarak sahip oldukları mamelek birliği ve menfaat birliği ile bağlanmaktadırlar. Farklı kabilelere mensup olanlar birbirlerine yabancıdır ve aralarında hiç bir hukukî ilişki yoktur. Hususî intikam ve diyet denilen sistem bu sosyal yapı içinde doğmuş ve işlemiştir.371 Bir cinayet işlendiği zaman mağdurun suçluyu öldürerek intikam almağa hakkı bulunmaktadır çünkü intikam sınırlandırılmamıştır. Ayrıca intikam ferdî bir hak değildir. Topluluğun ortaklaşa kullandığı bir haktır ve müşterek bir tarzda alınarak uygulanmaktadır. Kabile fertlerini birbirine bağlayan bağlar yüzünden bir kişiye yapılan hakaret ve haksızlık hepsine birden yapılmış sayılmaktadır.372Kabile toplumlarında, üyelerine karşı işlenmiş herhangi bir suça, kan davası olarak bilinen yöntemle hızlı bir şekilde karşılık vermek herkesin dini görevidir.373 Kolektif ceza mesuliyeti usulü bu ilkel cemiyetlerde çok şiddetli bir surette yürürlükte bulunur; bu durum, kabile aralarında var olan ve yukarıda zikredilen bağların zorunlu bir sonucudur. Bu dönemde tecavüzler ve taarruzlar kabile tarafından toplu bir halde yapılmaktadır çünkü tecavüz ve taarruzun gayesi kendisine taarruz eyledikleri komşu kabileyi talan etmekten ibarettir, bu takdirde ise mesuliyetin taarruza katılmış kabilenin bütün fertlerine bulaşması son derece doğaldır. Suçun münferiden bir fert tarafından yapılmış olması halinde dahi

367 SEVİĞ,s.13 368 SEVİĞ,s.22 369 DÖNMEZER/ERMAN,s.40 370 SEVİĞ,s.23 371 DÖNMEZER/ERMAN,s.41 372 SEVİĞ,s17-18

373 BARNES Harry Elmer, TEETERS Negley K., İlkel Cezalar ve Fiziksel Cezanın Başlıca Türleri,

mesuliyet müşterek kalmaya devam etmekte ve tecavüze uğrayan ferdin kabile fertleri de intikam almağa müşterek bir surette borçlu olmaktadırlar.374

İlkel çağlarda suç esasen kötü ruhların etkisine bağlanmakta olup cezanın en önemli amacı da tanrıların öfkesini dindirmektir. Bu toplumlarda, kişinin suçu işleyip işlemediğini belirleme görevinin de doğaüstü güçlere ait olduğuna inanılmakta ve tanrının suçsuz insanı koruyacağı ve yalnız bırakmayacağı düşüncesi ile kişiye zehir içirilmekte ve suçsuz ise yaşayacağı, suçlu ise öleceği kabul edilmektedir.375 İlkel toplumların üyeleri sürekli bir bilinmeyen ve doğaüstü korkusu ile karşı karşıyadır ve bundan sapmak, öngörülmeyenin ve gizli felaketlerin uçurumuna kendini bir çırpıda bırakmak demektir.376 O zamanların inanışlarına göre ölülerin ruhları, hayaletleri yaşayanların etrafında dolaşmaktadır.377Ailenin reisi, işlenen suçları, keyfi olarak cezasız bırakamamaktadır zira dinsel inanç, failin cezalandırılmasını emreder, aksi yönde hareket ise, toplumun büyük felaketlere uğrayacağı inancına yol açar. Kanın intikamını almak kanı dökülen mağdurun ailesi için dinî ve mukaddes bir borçtur.378 Bu borçtan kaçınmak mümkün değildir aksi halde kaçınan kişi, ölünün kinine ve yaşayanların kınamasına maruz kalacaktır. İntikam devrinin düşünce yapısı, kasıtlı ve kasıtsız olarak verilen zararlar arasında bir fark gözetmeye ve yaratmaya elverişli bulunmamaktadır.379

Sınır tanımadan yürütülen kabileler arası kan davası sistemi olarak da adlandırılan bu sistem, birçok zorluk ve sınırlarla karşılaştığı için birtakım değişikliklere gidilmiştir. Kabileler arası uygulanan bu sistem, devamlı bir barış kurmaya imkân tanımamaktadır.380

Devletin oluşması ile birlikte, herkesin bağlı olacağı bir siyasî organın vücuda gelmesi sayesinde savaşlara sebep olan intikam alma usulü sona erecek ve hususî adaletin yerine kamu adaletini geçirecektir.381 Devletle birlikte ortaya çıkan bu düzenle birlikte, var olan örf ve âdetler zayıflamaya ve bireylerin bu âdetlere olan bağlılığı azalmaya ve ailelerin asırlarca temel taşı olmuş inançları zedelenmeye

374 DÖNMEZER/ERMAN,s.41

375 DÖNMEZ Burcu, Ceza Muhakemesi Hukukunda Çapraz Sorgu,2007,Ankara,s.44 376 BARNES/TEETERS,s.163-164 377 SEVİĞ,s.18 378 DÖNMEZER/ERMAN,s.40-42 379 SEVİĞ,s.19-21 380 DÖNMEZER/ERMAN,s.42 381 SEVİĞ,s.20

başlayacaktır. Devletin, aile gruplarına egemenliğini kabul ettirebilmesi için büyük çaba harcaması gerekmiştir. Zaman içerisinde kralın ortaya çıkan uyuşmazlıkları çözüme kavuşturmadaki otoritesi arttıkça şahsi intikamın yerini, suçların kamusal olarak düzenlenmesi fikrine bıraktığı görülmektedir. Eskiden kan davası ile çözüme kavuşturulan suçlar artık kralın huzuruna karşı işlenmiş bir suç, kralın resmi onuruna yönelen bir hakaret ve kamu huzurunu bozan bir ihlal olarak değerlendirilecektir. Artık suç, kamu otoritelerinin çözüme kavuşturması gereken bir mesele olacaktır.382 Bu dönemde görülmeye başlayan diyet ya da bir diğer deyişle uyuşma, aileler arası savaş haline, barışla son verme amacı gütmektedir. Diyet, intikamı hafifleten ve eski âdetleri medenileştiren bir sistemdir. Diyetin, toplumlar arası ekonomik ilişkilerin gelişmesi ile önem kazandığı belirtilmelidir.383 Suç karşılığı uygulanan kısas, ayniyata giren yani bedele çevrilmiş olmayan ve aynen verilen bir ceza iken; diyet ise, bedele çevrilmiş bir ceza niteliği taşımaktadır. O halde diyet, kötülüğe uğramış kimseye tazminat ödenerek, kısasın suç işleyen kimsenin bedeni üzerinde yaratacağı eza ve cefanın kaldırılmasıdır.384

Devletin intikamı kaldırarak, kendisi tarafından miktarı belirlenen diyetin kabulünü ve bu suretle intikamdan vazgeçilmesini zorunlu kılması, ceza alanında gelişme sürecinin ikinci aşaması olarak karşımıza çıkmaktadır.385 Diyet, tarafların pazarlığına tabi olmaktan çıkarak her suç için verilecek diyet miktarı devlet tarafından belirlenmiştir. Bu devre, diyetin kanunîleştirilmesi devri olarak adlandırılmaktadır.386

Antik çağda, devlet tarafından uygulanan en yaygın cezanın, sürgün olduğu söylenebilir. Toplumun güvenliğini tehdit edenlerin sürgün edilmeleri, güvenliğin devamını sağlamak için yaygın biçimde uygulanmıştır.387

Devletin bizzat adaleti tesise yönelik ceza vermeye başlaması ile bireysel öç alma ve diyet verme uygulamaları da etkilerini kaybetmeye başlamıştır.388 Eski dönemlerde, toplumların az gelişmiş yapıda bulunmaları ve siyasi iktidarın da mutlak bir karaktere sahip olmasından ötürü, salt bedene yönelik olan cismani cezaların

382 BARNES/TEETERS,s.166-167 383 DÖNMEZER/ERMAN,s.43 384 SEVİĞ,s.34-35 385 DÖNMEZER/ERMAN,s.43 386 SEVİĞ,s.12

387 İÇLİ Tülin Günşen, ÖĞÜN Aslıhan, Türkiye’de Cezaevlerindeki Rehabilitasyon Faaliyetleriyle

İlgili Sosyolojik Bir Analiz,1999,Ankara,s.15; BARNES/TEETERS,s.165

uygulandığı görülmektedir.38918. yüzyılın sonuna değin geçen evrede sürgün ve diyet hariç olmak üzere, uygulanan cezaların pek çoğunun fiziksel niteliğe sahip olmaları, bu dönemin cezalandırma anlayışını da ortaya koymaktadır.390 Aydınlanma dönemi ile birlikte, asıl ceza olarak hürriyeti bağlayıcı cezalar ve para cezalarının devreye girmeye başladığı görülmektedir.391 Bu doğrultuda 18. yüzyıl öncesi dönemlerde uygulanan cezalara bakmak gerekirse, daha ziyade ölüm, sakat bırakma, kırbaçlamak veya diğer bedeni acı çektirmeler, sürgün, para cezaları ve kölelik cezası öne çıkmaktadır. Sayılanlar arasında fiziksel ceza bakımından en yoğun uygulanan fiziksel ceza kırbaçlamadır. Yine kızak ve boyunduruk da uygulanan cezalar arasında zikredilebilir.392

Eski Yunan’da Atina mahkemelerince verilen bazı temel ceza türleri olarak, vatandaşı onursuzluğa, kölelik durumuna sokma, kamuya açık yerde rezil etme, para ve malvarlığı cezaları, sürgün, dayak ve ölüm cezası sayılabilir.393 Yine eski doğu toplumlarında ve Roma’da savaş esirlerinin, kölelerin ve suçluların dağlanmasının yaygın olarak uygulandığı görülmektedir.394Ayrıca Roma’da en ağır ceza olan idamın kabul edildiği tek suç, suçüstü yakalanan hırsızlıktır.395

Ortaçağda 11. yüzyıldan sonra, gizli cinayet ve ihanet gibi bazı ağır suçlar haricinde, tüm suçlar için para cezası uygulaması görülmektedir. Bu dönemin yasalarında temel amacın, suçluyu cezalandırmaktan ziyade, kan davasını engellemek, huzurlu bir ortamın oluşmasını sağlamaktır.396

15.yüzyılda, özellikle nüfus artışının yarattığı sosyal yapı değişiklikleri ve güçlü monarşilerin ortaya çıkışı, cezalarda da değişime yol açmış, cezalar yoğun biçimde şiddet içerir hale gelmiştir.

17. ve 18. yüzyıllara baktığımızda, ticari alanda gelişmelere paralel olarak artan işgücü talebi, yoksulların, evsizlerin ve dilencilerin çalıştırılmalarına yönelik uygulamaları, yasal düzenlemelere sokmuştur. Aydınlanma süreci sosyal ve kültürel alanda insana bakışı değiştirerek kamusal faaliyetlerin merkezine insanı koymuş ve 389 GÖKÇEN,s.53 390 BARNES/TEETERS,s.169 391 DEMİRBAŞ,(İnfaz) s.97 392 BARNES/TEETERS,s.169-171 393 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.99 394 BARNES/TEETERS,s.171 395 İÇLİ/ÖĞÜN,s.15 396 İÇLİ/ÖĞÜN,s.16

her insanın, nasıl bir suç işlerse işlesin, kişiliği nasıl olursa olsun, sırf insan olma vasfı nedeniyle saygıdeğer olduğu düşüncesi egemen olmuştur.397 Aydınlanma çağı ile beraber, insanın temel değer olarak kabul edilmesi fikri doğmuş, bedeni cezaların insanı aşağıladığı görüşü yaygınlaşmıştır.398 Fakat 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarında artış gösteren suç oranlarına paralel olarak, fiziksel cezalandırma ve idam cezalarında bir artış yaşandığı söylenmelidir.399

Aydınlanma döneminde görülen ilk olumlu gelişme, cezalandırmanın, halkın huzurunda toplumsal gösteri olmaktan çıkması ve azap verici niteliğinin ortadan kaldırılmasıdır.400 Bu süreçte, yoğun işkence uygulamaları ile ve kalabalık halk topluluğunun huzurunda gerçekleştirilen infazlar azalarak, bu tür insan bedenine yönelen cezaların yerini, insanın ruhunu hedef alan hürriyeti bağlayıcı cezalar almıştır.401

2-Hürriyeti Bağlayıcı Cezalar a-Yabancı Hukukta Gelişim Süreci

Hürriyeti bağlayıcı cezaların, temel ceza haline gelmesi için Fransız İhtilali ile birlikte, özgürlüğün insan için vazgeçilemeyecek bir değer olduğunun anlaşılmasını beklemek gerekmiştir.402 Gerçi eski dönemlerde de hürriyetin sınırlanması yolu ile cezalandırma fikri var olsa da, özellikle bu tür bir cezanın yerine getirilmesine yönelik lojistik imkânların yetersizliği sebebi ile daha seyrek olarak karşımıza çıkmaktadır.403

Öncelikle söylenmelidir ki, 2. yüzyılın başına kadar Roma’da hapis cezası bulunmamaktadır.404 Roma hukukunda, suçlunun yargılama sırasında el altında olması ve verilen hükmün infazının sağlanması amaçlı kapatmalar görülmekle birlikte, bugünkü anlamda bir hapis cezasının varlığından söz etmek mümkün değildir.405 Akabinde sadece köleler için kabul edilen hapis cezası, kapatılarak değil, çalıştırılma

397 KARAKEHYA Hakan, Modern Cezalandırma Sistemlerinin Büyük Anlatıları,2008,İÜHF

Mecmuası, C.66,S.1, s.90

398 SOYASLAN, Doğan, “Hürriyeti Bağlayıcı Cezaların İnfaz Rejimleri”, İnfaz Hukukunun Sorunları,

2001 Goethe – Institute ve Başkent Üniversitesi yay., Ankara, s.162

399 İÇLİ/ÖĞÜN,s.17

400 FOUCAULT Michel, Hapishanenin Doğuşu (çev. Mehmet Ali Kılıçbay),1992, Ankara,s.9 401 FOUCAULT,s.20

402 GÖKÇEN,s.54

403 ÖZTÜRK/ERDEM,s.403; ERDEM M. Ruhan, “Kısa Süreli Özgürlüğü Bağlayıcı Cezaların İnfazı

ve Yeni Seçenekler”, İnfaz Hukukunun Sorunları,2001, Goethe – Institute ve Başkent Üniversitesi yay. Ankara,s.192

404 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.101 405 DÖNMEZER/ERMAN,s.621

yoluyla infaz edilmektedir. Keza ölüm cezasının hâkim tarafından infaz edilmediği durumlarda da, mahkûm, ömür boyu hürriyetinden yoksun kalabilmektedir.406 Yine de istisnai bir uygulama olarak, önemli sayılamayacak suçlar bakımından özgürlükten yoksun bırakma şeklindeki cezaların verildiği söylenebilir. 407 İmparatorluk döneminde ise, birinci derece yaptırım olarak özgürlüğü bağlayıcı ceza verilmesi yasaklanmıştır.408

Cermen halklarının hukuk sistemine bakıldığı vakit, intikam esasının geçerli olduğu görülmektedir. 409 Bu sebeple, pratikte özgürlüğü bağlayıcı cezaların tanınmadığı söylenebilir.410 Ancak 813 yılında Büyük Karl tarafından yapılan bir düzenleme ile suçluların iyileşmeleri için yüksek bir yerde hapsedilmeleri öngörülmüş olduğundan, hürriyeti bağlayıcı cezaların başlangıcı, 8. yüzyılda görülen Langobarden’lara kadar götürülmektedir.411

Hapis cezasının gelişiminde ana etken kilise olmuştur. Kilise hukukunda ceza daha ziyade bir yoksunluk şeklinde ortaya çıkmaktadır.412 Bu çerçevede bir ceza şekli olarak hapsin ilk kez manastırlarda uygulanması, ihtimal dâhilindedir. Yine Papa VIII. Bonifaz tarafından, hürriyeti bağlayıcı cezaların tüm bir hukuk sistemine dâhil edildiği söylenmelidir.413

Ortaçağ İtalya’sında ise basit suçlar için birinci derece ceza olarak özgürlüğü bağlayıcı cezalara rastlanmakta ise de, bu dönemde bu tür cezaların, politik muhalifleri etkisiz kılmak, şantaj yapmak ya da para cezalarının teminat altına alınmasına yönelik tamamlayıcı bir ceza olarak uygulandığı görülmekte ve toplum açısından tehlikeli bulunan dilenci, büyücü ve fahişelerin ortadan kaldırılmasına hizmet etmektedir.414

13. ve 15. yüzyıl arasında Avrupa’da bazı şehirlerde hapis cezasına rastlamak mümkündür. Nitekim 1240 tarihli Lübek Kanunu, açıkça hapis cezasından

406 GÖKÇEN,s.53

407 ÖZTÜRK/ERDEM,s.403

408 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.101; ERDEM,s.192 409 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.101 410 ÖZTÜRK/ERDEM,s.403; ERDEM,s.192 411 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.102 412 GÖKÇEN,s.53 413 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.102-103 414 ÖZTÜRK/ERDEM,s.404

bahsetmektedir.415 İmparator V. Şarl tarafından 1532 yılında çıkarılan Karolina’da, ilk kez işlenen hırsızlık cezası ile sınırlı olmak üzere hapis cezası öngörülmüştür.416

Hürriyeti bağlayıcı cezalar, özellikle 16 ve 17. yüzyılda yoğun olarak yaşanan savaşlar sonucu artan serseri ve dilencilere karşı bir araç olarak kullanılmaya başlamış, yine akıl hastalarının da toplum güvenliği açısından kapatılmaları yoluna gidilmiştir.417

Günümüz anlamıyla, modern infaz esasına dayalı ilk infaz kurumu, 1595 yılında Amsterdam’da açılmıştır.418 Bir milat sayılabilecek bu hapishanelerle birlikte bedeni cezalar, yerlerini modern anlamda hürriyeti bağlayıcı cezaya terk etmeye başlamış olsa da 18. yüzyıl sonuna kadar, eski alışkanlıklar çerçevesinde, özellikle kaleye kapatılma, zincirleme ve kürek cezası türü, bedeni ceza ile bağlı özgürlükten yoksunluk şeklinde uygulanmıştır.419

b-Türk Hukukunda Gelişimi ba-Cumhuriyet Öncesi Dönem

Hürriyeti bağlayıcı cezaların gelişimi konusunda öncelikle Eski Türk toplumlarına bakmak gerekir. Temel sosyal yapıları göçebeliğe dayanan bu toplumlarda, Hun Devletinde hapis cezasına rastlansa da, göçebeliğin getirdiği bir sonuç olarak cezaevi inşası yoluna gidilmemiş ve sadece 10 güne kadar hapis cezalarının verilmesi usulü benimsenmiştir.420

Osmanlı döneminin özünü ise İslam hukuk oluşturduğundan, İslam hukukunun hapis cezasına yaklaşımına da kısaca bakmak gerekir. Her ne kadar, Hz. Muhammed başta olmak üzere, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde kapatma örneklerinden söz edilse de, bu tür yerlerin, hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz edildiği cezaevi olarak nitelendirilmesi mümkün değildir zira İslam hukukunda hürriyeti bağlayıcı ceza bulunmamaktadır.421

Kişinin hürriyetinin elinden alınarak bir yere kapatılması anlamında Osmanlı’da görülen ilk hapis olayı, Germiyanoğlu Yakup bey ve adamlarının,

415 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.103

416 ERDEM,s.193;ÖZTÜRK/ERDEM,s.404 417 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.111

418 DÖNMEZER/ERMAN,s.622; ÖZTÜRK/ERDEM,s.404; DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.109 419 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.109-111

420 GÖKÇEN,s.55

Yıldırım Bayezid tarafından hapsedilmesidir. İşlenen bir suç çerçevesinde olduğu anlaşılan hapsetme olayı ise, yine Yıldırım Bayezid tarafından, rüşvet aldıkları iddiası ile 20 kadar kadının hapsedilmesi olayıdır.422

Osmanlı’da, tazir cezası kapsamında yer alan suçlara ilişkin cezaların, padişah tarafından belirlenmesi çerçevesinde, hapis cezası da yer almaktadır.423 Fakat asıl önemli olay, Tanzimat’ın ilanıyla başlayan Batılılaşma hareketleri çerçevesinde sistematik olarak kanunlarımızın Avrupa ile uyumlu hale getirilmeye başlanmasıdır.424 Tanzimat döneminde, 1840 yılında, 1851’de ve 1858 tarihinde ceza kanunları kabul edilmiş olup, Sultan Abdulmecid zamanında yayınlanan 1840 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayununda, uygulanacak cezalar arasından hapis cezası da sayılmıştır.425 Fakat bu düzenlemede, süresi belirtilmeyen cezalara da yer verdiğinden ilkel bir nitelik taşıdığı söylenmelidir.426

1851 tarihli Kanun-u Cedit özünde 1840 tarihli yasada var olan suç ve cezaları tekrarlamış ancak bazı yeni suç ve ceza türlerine yer vermiştir.427 Vurgulanması gereken bir yenilik de, hasta olan hükümlülerin tedavi için evlerine gönderilerek, geçen bu sürenin hapis cezalarından mahsup edileceğinin kabulüdür.428

1858 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayunu, 1810 tarihli Fransız Ceza Kanununun aynen Türkçeye çevrilmesi ile meydana getirilmiş429 ve hürriyeti bağlayıcı ceza kapsamında kürek cezası, kalebentlik hapis ve nefi cezalarına yer verilmiştir.430 Burada zikredilen kalebentlikten kasıt, devletçe belirlenen bir kalede hapsedilmeyi ifade etmekte olup, geçici ya da müebbet olarak uygulanması mümkündür.431 Geçici ya da sürekli olabilen nefi cezası ise, kişinin bulunduğu yerden alınarak belirlenecek başka bir yerde oturmak zorunda bırakılmasını ifade eder.432

bb-765 Sayılı Türk Ceza Kanunu Dönemi

422 ÖZTÜRK Necdet, “Osmanlılar’da Hapis Olayları (1300-1512)”, in: Hapishane Kitabı, Ed. Emine

Gürsoy Naskali/Hilal Oytun Altun,2010, İstanbul,s.101-103

423 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.141

424 DOLU Osman,BÜKER Hasan,ULUDAĞ Şener,Türk Ceza Adalet Sisteminin Caydırıcılık

Kapasitesine İlişkin Eleştirel Bir Değerlendirme,2012, AÜHF Der.,C.61,S.1,s.71

425 SOYASLAN,s.169

426 DÖNMEZER/ERMAN,C.I,s.123-125 427 DÖNMEZER/ERMAN,C.I,s.125

428 GÖKCEN Ahmet,Tanzimat Dönemi Osmanlı Ceza Kanunları ve Bu Kanunlardaki Ceza

Müeyyideleri,1989, İstanbul,s.23

429 DÖNMEZER/ERMAN,C.I,s.126

430 DEMİRBAŞ, (İnfaz) s.141-142; DÖNMEZER/ERMAN,s.650 431 GÖKÇEN (Tanzimat) s.43

1 Temmuz 1926 tarihinde Türk Ceza Kanununun yürürlüğe girmesi ile birlikte yeni bir döneme adım atan ceza hukuku sisteminde görülen önemli değişimlerden birisi de, 1 Haziran 1929 tarihinde cezaevleri idaresinin İçişleri Bakanlığından alınarak Adalet Bakanlığı’na bağlanması olmuştur.433

765 sayılı yasa döneminde kabul edilmiş olan cürüm ve kabahat ayrımına paralel olarak, cürümler için kabul edilmiş olan hürriyeti bağlayıcı cezalar sırasıyla; ağır hapis, hapis ve sürgün434 cezası iken; kabahatler için de hafif hapis cezası öngörülmüştür.435 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, sürgün cezasını yürürlükten kaldırmıştır.436 Yine 647 sayılı yasa, infaz yönünden, 765 sayılı yasada yer alan hürriyeti bağlayıcı cezaların tamamını birleştirerek, uzun ve kısa süreli hürriyeti bağlayıcı ceza ayrımını getirmiştir.437

765 sayılı yasa kapsamında ağır hapis cezası, müebbet ve muvakkat olarak ikiye ayrılmakta olup, müebbet ölünceye kadar devam etmekte iken438; muvakkat, kanunda ayrıca belirtilmeyen hallerde bir yıldan yirmi dört yıla kadardır.439

Hapis cezası, cürümler için öngörülmüş olan başka bir ceza olup, asgari 7 gün; azami ise 20 yıla kadar sürer. Fakat kanunda yukarı haddin gösterilmediği hallerde üst sınır beş sene olarak uygulanacaktır.440

Kabahatler için öngörülmüş olan hafif hapis cezası ise, bir günden iki seneye kadardır.

Benzer Belgeler