• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM EMLAK VERGİSİ

2.4. TÜRKİYE’DE GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE EMLAK VERGİSİ

2.4.2. Tanzimat Dönemindeki Vergilerin Çeşitleri, Tarhı Ve Tahsil

Tanzimat Fermanında vergi bakımından iki husus açıkça belirtilmiştir. Bunlardan birincisi, “bundan sonra memleket ahalisinden her ferdin emlâk ve kudretine göre münasip bir vergi tayin olunarak kimseden ziyade bir şey alınmaması”; ikincisi de “can ve mal emniyeti ve vergi tayini hususlarına dair gerekli kanunların Meclis-i Ahkamü’l-Adliyye’de kararlaştırılması”dır. Birinci durum herkesin iktisadi gücüne göre vergilendirilmesi ilkesini ifade etmektedir. Bu doğrultuda, örfi vergiler baş vergisi durumundan kurtarılarak yerine yeni bir tevzii vergi olan ancemaatin vergi getirilmiştir. Örfi vergilerde toplam vergi tutarı, erkek nüfusa veya haneye eşit olarak dağıtılmakta; kar veya zararına bakılmaksızın kişilerin malvarlıkları vergiye esas oluştur- maktaydı. Ancemaatin vergide ise, toplanması öngörülen vergi tutarı, yapılan tahrir sonuçlarına göre, önce kazalara paylaştırılıyor, kazalarda kimin ne kadar ödeyeceği kişinin ödeme gücü dikkate alınarak belirleniyordu. Ödeme gücünün ölçüsü olarak tebaanın emlak, arazi ve hayvan varlığı, ticaretle uğraşıyorsa geliri esas alınıyordu. Böylece tarım kesimi olduğu kadar, şehirli tebaada vergi kapsamına girmekteydi.98

Uygulamada ortaya çıkan haksızlıklar ve aksaklıklar sebebiyle tebaayı tamamen memnun edemeyen bu vergi yirmi yıl uygulandıktan sonra 1860 yılından itibaren aşamalı olarak kaldırılarak, yerine nispi nitelikli emlâk, arazi ve temettü vergileri konularak daha ileri bir aşamaya geçilmiştir.99

Bu geçişle, vergilemede tevzii (dağıtım) usulü terk edilmiş, Batılı ülkelerde uygulanan tahrir usulü getirilmiştir. Emlak ve temettü vergilerine sabit bir matrah tayini için, herkesin arazisi ve binaları ile esnaf ve sanatkârın kazancı mahalli komisyonlar tarafından tahrir edilmiştir. Tahrir usulü,

98 Eroğlu, a.g.e. s. 58.

99 Abdüllatif, Şener, Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi (İstanbul: İşaret Yayınları No:39,

günümüzdeki vergilendirme usullerinin başlangıcı olmaktadır.100

1858 yılında Arazi Vergileri ile ilgili olarak Arazi Kanunname-i Hûmayun’un çıkarılmasıyla genel tahrir zorunlu hale gelmiştir. Yapılan tahrirler üzerine arazi vergisi, binayı da kapsayacak şekilde bina ve arazinin tahrir olunan değeri üzerinden nispi oranlı olarak alınan bir vergi olmuştur. Bina ve arazi 1865 tarihinde “Tahrir-i Nüfus ve Emlak’e Dair Umumi Nizamname” ve 1886 tarihli “Emlak Vergisi Nizamnamesi” uyarınca 1910 yılına kadar Emlak Vergisi adı altında vergilendirilmiştir.101

Arazi değerinin binde dördü civarında olan bu vergi 1879’da yapılan düzenleme ile ekilen ve ekilmeyen arazi şeklinde yeniden düzenlendi. 1919 yılında ekilen araziden binde altı ekilmeyen araziden binde on vergi alınıyordu. Kurtuluş savaşında bu vergiler artırılmadı. 102

Osmanlıda bina vergisiyle ilgili ilk kanuni düzenleme 1858 yılında yapıldı. Bu maksatla “Tahriri Emlak Nezareti” kuruldu. Binde dört üzerinden binalardan “aşar vergisi” adıyla toplandı. Bu vergiler vilayetlerde oluşturulan emlak müdürlüklerince toplanmaktaydı. Kurtuluş Savaşı sırasında bu vergi toplanmadı ise de TBMM 9 Kasım 1922 de kabul ettiği 48 sayılı kanunla bina vergilerini artırmıştı.103

Bu nizamnamelere göre emlak vergisinin matrahı, bina ve arazilerin değeri olarak belirlenmiş ve tahrir usulü uygulanmıştır. Tahrir işleri görevli memurlara verilmiştir. Tahmin ve takdir işi ise merkezden tayin olunan iki üye ve ilgili mahalden seçilen altı üyeden oluşan komisyonlarca yapılmıştır. Ancak çok ilkel şekillerde yapılan tahrir ve objektif esaslardan yoksun ve keyfi takdirler mükellefler arasında adaletsiz sonuçlar doğurmuştur. 1886

100 Mutluer, M. Kâmil/Öner, Erdoğan/Kesik, Ahmet; Teoride ve Uygulamada Kamu Maliyesi,

(İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları), İstanbul 2003 (Kamu Maliyesi).s.92.

101 Kayhan Armağan, “Emlak Vergisinde Tarihsel Gelişim”, Vergi Sorunları Dergisi. Sayı:1(Ocak

1983), s.8.

102 Kurtoğlu, a.g.e. s.249. 103

tarihli nizamname her beş yılda bir genel bir tadil (yenileme) yapılmasını emretmişse de bu tadil bazı istisnalar dışında hiç yapılamamıştır. Bunun sonucunda da yapılan takdirlerin gerçekle ve verginin de ödeme gücü ile hiçbir ilişkisi kalmamıştır.104 Bu dönemde şehirler ve civarındaki binalar tahrir olunan değeri üzerinde binde dört oranında vergiye tabi idi. Ayrıca akar alanların, yani gelir sağlayan binaların yıllık gelirinden ek olarak yüzde dört vergi alınmaktaydı. Bu ikincisi günümüz vergi anlayışına göre gayrimenkul sermaye iradı olarak, gelir vergisi kapsamında düşünülebilirse de o dönemlerde emlak vergisi olarak değerlendirilmiştir.105

Arazi ve binalardan alınan vergi 1860-1910 yılları arasında elli yıl kadar emlak vergisi adı altında bir arada bulunduktan sonra 1910 yılında o dönemde bazı gelişmiş ülkelerde uygulandığı gibi arazi ve bina vergilerini birbirinden ayırma çalışmalarına başlanmıştır. Bunun sonucunda, her şeyden önce arazi ve binaların değer tespitinin yeniden yapılması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Fakat o dönemde arazi tespitinin güç olması, zaman istemesi ve araziden alınan en önemli verginin aşar olması nedeniyle arazi vergisinde yapılması gereken düzenlemeler daha sonraya bırakılmıştır. Ancak bina vergisi emlak vergisinden ayrılarak yalnız onun iyileştirilmesi çalışmalarına başlanmış ve bu amaçla Ağustos 1910 tarihli Musakkafat (Bina) Vergisi Hakkında Kanun kabul edilmiştir.106

İkinci Meşrutiyetin ilanını izleyen yıllarda maliye alanında ıslahat çalışmaları sonucu oluşturulan “Islahat-ı Maliye Komisyonu” tarafından hazırlanmış olan Musakkafat Vergisi Kanunu ülkemizin ilk modern vergi kanunudur. Kanunun en önemli noktası kıymet (değer) esasının bırakılarak gayrisafi iradın vergilemeye esas alınmasıdır. O tarihlerde gayrisafi irat binanın normal şartlarda getirebileceği kira bedeli olarak belirlenmiş ve bu

104 Pelin, a.g.e., s.310. 105 Şener, a.g.e., s.107. 106

bedelden gider karşılığı herhangi bir indirim yapılmasına da izin verilmemiştir. Bu özelliği ile ilk defa irat üzerinden vergi tesis eden bir kanun olma özelliği taşımaktadır. Bu kanun ile ilk kez bütün binalar ve o nitelikte bulunan ticaret ve sanat işlerinde kullanılmak üzere kiralanan arsalar da bu verginin kapsamı içine alınmıştır.107 Bununla birlikte gayrimenkullerin boş kalması ile onarma masraflarının dikkate alınmamış olması ve ilgili komisyonlarında (tahmin komisyonları) mükelleflerin temsil edilememesi gibi hususlar bu kanunun olumsuz yönleri olarak ortaya konmuştur.108

Musakkafat Vergisi Kanununa göre yapılan değer tespitleri bir plan ve haritaya dayanmadığı için kadastro niteliğinde olmamıştır. Bu kanunla tahrir görevi, merkezi idare tarafından tayin olunan üç memurdan oluşan tahrir komisyonlarına verilmiştir. Komisyonlar idare ve belediyelerle temasa geçerek mahalle ve sokak numara sistemlerini tamamlamış, daha sonra bütün binaları teker teker dolaşarak sahipleri, sınırları ve bütün ayrıntılarını ilgili cetvellere kaydetmişlerdir. Verginin hesaplanmasına esas olan iratlar, genel olarak mahallinde geçerli olan kiralama ve binanın mevkii gibi unsurlara göre tespit edilmiştir. Kirayı tahmin için yeterli bilgi olmadığı takdirde binanın değeri bulunarak bunun kârgir binalarda yüzde sekizi, diğer binalarda ise yüzde altısı irat olarak esas alınmıştır.109

Yapılan irat tahminlerinin sonucu, mükelleflere ihbarname ile tebliğ edilmiştir. Komisyonlarca yapılan irat tahminlerine mükellef ya da vergi idaresi tarafından tebliğden itibaren iki ay içinde ilgili komisyon nezdinde itiraz etme hakkı da verilmiştir. İlgili komisyon bu itirazı inceleyip kararı karşı tarafa tebliğ etmekle yükümlüdür. Bu karara karşı taraflara her ilde vali başkanlığında defterdar ve hükümetçe seçilen bir memur ile emlak sahipleri

107

İsmail Hakkı Ülkmen, Mahalli İdareler Maliyesi Dersleri (Ankara: Ankara, Üniversitesi SBF Yayınları:103/95, Ajans Türk Matbaası, 1960), s.253.

108 Nezih Varcan, Türkiye’de Vergi Politikalarının Oluşumu (Cumhuriyet Dönemi) (Eskişehir:

Anadolu Üniversitesi Yayınları No:208,1987), s.27.

109

arasından seçilen ve üç kişiden oluşan istinaf komisyonuna, istinaf komisyonu kararlarına karşı da bir ay içinde Maliye Bakanlığınca oluşturulan Merkez Komisyonuna başvuru hakkı verilmiştir.110 Genel olarak Osmanlı Türkiye’sinin vergi politikalarına bakıldığında tarımdan alınan vergiler katkılı (gayrisafi) üretim değeri üzerinden yani masraflar düşünülmeden alınmakta olup, bunun daha fazla üretim yapma şevki üzerindeki tesiri olumsuzdur. Osmanlı Devletinde vergi düzeni fizyokratların, tek vergi sistemi yani, sadece tarımsal artığı vergileyen bir nitelik taşımaktadır. Kaldıki fizyokratların önerilerinin arkasında bu fazlanın sanayiye aktarılması yatar. Osmanlı’da bu tür aktarma süreci gerçekleşmemiştir. Osmanlı devlet-toplumsal-ekonomik düzeni vergilerin ne esas kaynağı olduğu tarımda ne de sanayide, yeniden üretim için kullanılmasına imkan vermedi. Daha da beteri Osmanlı vergi düzeni Müslüman Türk’ten yabancılara ve azınlıklara doğru, onların lehine servet transferine aracılık etti.111

Oldukça modern bir anlayış çerçevesinde oluşturulan “Musakkafat Vergisi Kanunu” bünyesinde düzenlenen bina vergisinin cumhuriyetin ilanını izleyen yıllara gelindiğinde çeşitli ihtiyaç ve nedenler ile genel hükümlerden bir kısmı değiştirilmiş, bir kısmı anayasanın ortaya koyduğu esaslarla kendiliğinden hükümsüz kalmış ve bir kısmı da günün ihtiyaçlarına göre değişikliğe uğramıştır. İşte bu nedenlerden dolayı Musakkafat Vergisi Kanunu yerine 1931 yılında 1837 sayılı Bina Vergisi Kanunu ve 1833 sayılı Arazi Vergisi Kanunu kabul edilmiştir. 112