• Sonuç bulunamadı

Tanzimat Dönemi (1389-1876) Vergi Düzenlemeleri

1.4. Temettuat Defterlerinin Yazım Şekli

1.4.6. Vergiler

1.4.6.2. Tanzimat Dönemi (1389-1876) Vergi Düzenlemeleri

Tanzimat Fermanı ile birlikte Osmanlı Devletinin asırlardır süren vergi sisteminde büyük değişiklikler yaşanmıştır. “Tanzimat Fermanı ile birlikte ülkede yıllardır uygulanmakta olan iltizam usulü ile vergi toplamaya son verilmiş ve iltizamın kaldırıldığı belirtilmiştir. İltizam sisteminde vergiler ihale yolu ile mültezimlere kiralanmakta, vergiler mültezimler tarafından toplanmakta, bu sayede devlet nakit para ihtiyacını çözmekte idi.” Ancak merkezi yönetimin bozulması ile birlikte vergi toplamada da sıkıntılar yaşanmaya başlanmış ve mültezimler taksitlerini zamanında ödemeyince devlet kefil zorunluluğu getirmiştir. Kefillerin toplumda ileri gelenlerden ve maddi yönden imkânı olan insanlardan seçilmesine özen

gösterilmiştir. Zamanla devlet ödeme zamanı geldiğinde mültezimleri değil, kefilleri muhatap almaya başlamıştır. Mültezimlerin tutum ve davranışları giderek halk üzerinde zulüm noktasına varmıştır. Bu sonuç iltizam usulünün kaldırılmasına yol açmıştır (Çakır, 2001: 40).

Bu radikal teşebbüs başlangıçta pek başarılı olamadı. “Bu işi başarabilecek etkinlikte bir malî bürokrasi hemen kurulamadığı gibi, ekonominin gelişme derecesi ve üretim-ulaşım-pazarlama yapısı, çoğu aynî olarak tespit ve tahsil edilen ziraî ürünlerin toplanması, depolanması, nakliyesi, pazarlanması ve nihayet nakit olarak hazineye intikal ettirilmesine imkân vermekten oldukça uzaktı.” İki yıllık emanet idaresi iltizamda söz konusu olan şikâyetlerin tamamını ortadan kaldıramadı. Buna karşılık Tanzimat’ın nispeten daha adil olmak üzere uygulamaya konulan yeni vergi rejimi, daha önce ayrıcalıklı bulunan bazı grupların ve bazı bölgelerde bizzat halkın yeni şikâyetlerine sebep oldu. Daha da önemlisi, iltizam sayesinde tahsili malî yılın başından itibaren imkân dâhiline girmekte olan bütçe gelirleri, emanetle vergileri toplayan muhassılların yıl sonuna doğru yapacakları ödemelere bağlı kaldığı için, bir yıla yaklaşan bir gecikmeye maruz kalmış oluyordu. “Maliye otoriteleri bu meseleyi, daha baştan öngörerek, Osmanlı tarihinde ilk defa kâğıt parayı piyasaya çıkararak halletmeye çalışmışlardı.” Ancak yılsonunda hesaplar yapıldığı zaman gelirlerin, iltizamın sağladığından çok daha düşük düzeyde kaldığı anlaşıldı. Bir sonraki yıl da durumun aynı olduğu görülünce iltizam metoduna tekrar dönüş de kaçınılmaz hale geldi. Ne hazine, ne de halk emanet yönetiminden memnun kalmışlardı. İltizam sektörüne hâkim zümrelerin baskı ve dirençleri de bu sonucun oluşmasında katkılarını esirgememişlerdi (Çadırcı, 2013: 56-98).

“İltizama 1842den itibaren yeniden dönülmekle birlikte, onun en büyük şikâyetlere yol açtığı, mahzurlarının en çok ortaya çıktığı ziraî üretimde bir yıl daha emanet usulüne devam edildi.” Ancak emanet usulünün hazine bakımından en başarısız sektörü bu olduğu için 1843den itibaren burada da iltizama dönmekten başka çare bulunamadı. Açık seçik tarifelere göre vergilendirildiği için kanunsuz baskılara yönelme imkânının az olduğu düşünülen gümrükler yeniden iltizama devredilen ilk büyük grubu oluşturdu. “Mart 1842’den itibaren İstanbul, Cidde ve Yemen müstesna olmak üzere bütün gümrükler yeniden iltizamla idare edilmeye başlandı.” Bununla beraber iltizamı ortadan kaldırma konusunda siyasî irade yerleşmiş bulunduğu için gümrüklerde emanet yönetimi Mart 1860’dan itibaren gerçekleştirilebildi (Ercan, 1991: 380).

“Aşarda da iltizama 1843’de yeniden dönülmekle birlikte, devletin esas hedefi ve iradesi üretici halkın üzerindeki baskısını hafifletici mekanizma ve tedbirlerle iltizam

metodunu mümkün olduğu kadar iyileştirmek, daraltmak ve neticede kaldırmaktı.” Nitekim bu tarihten sonra iltizam usulünün devlete ve halka zarar veren uçlarını budama yönünde deneme ve tedbirlerle sahası giderek daraltıldı. “Ancak tümüyle ortadan kaldırılması imparatorluğun sonuna kadar gerçekleştirilemeden kalmış ve Cumhuriyet devrinde aşar ile birlikte 25 Şubat 1925 tarihli kanun ile tasfiye edilmiştir” (Genç, 2012: 156).

“İltizam usulü 1840 yılı Nisan ayında kaldırılınca mültezimlerin görevlerini yerine getirmek amacıyla birer devlet memuru olan muhassıllar tayin edildi. Muhassıllar basit birer vergi memuru değildi.” Bunlar Tanzimat’ı mali açıdan uygulamakla yükümlü yani çok önemli görevler üstlenmiş olan maliye memurları idi. “Muhassıllar tayin edildikleri görev yerlerine gidecek ve önce o bölgedeki vergi olanaklarını araştırıp, mevcut vergi miktarlarını yeniden belirleyeceklerdi.” Ayni olarak tahsil olunan vergi yükümlülüklerini nakde çevirmek de bu muhassılların görevleriydi. Özetle Tanzimat’ın başarısı ile muhassılların görevlerini başarı ile yapabilmeleri arasında büyük bir ilişki vardı (Cezar,1986: 282).

“Muhassılların gittikleri yerlerdeki ilk görevleri olan Tanzimat’ı tanıttıktan sonra ki en önemli görevleri nüfus ve emlak tahrirleriydi. Tanzimat ile birlikte herkesin ödeme gücü tespit edilerek, çeşitli isimlerle anılan örfi vergilerin yerine tek bir vergi tahsiline başlanacaktı.” Yaklaşık iki yıl süren muhassıllık uygulaması bekleneni karşılamadı. 1840 yılında muhassıllar emlak sayımlarına başlamışlardı. Defterler meclise geldikçe ilgili şahısların, kaza ve köylerdeki halkın ödeyecekler vergi miktarları belirlendi ve defterlere kaydedildi. “Merkezde hazine tarafından bu defterler tetkik edilerek Bâb-ı Aliye veriliyor, Meclis-i Vâlâ tarafından tasdik edildikten sonra padişahın onayı alınarak hangi seneden itibaren muteber olacağı basta vilayetin vali ve defterdarı olmak üzere bütün köy ve kazanın ileri gelenlerine hitaben Emr-i Aliler ısdar edilip gönderiliyordu.” Ancak bilgisizlik, ulaşım güçlüklerinin yanı sıra, uzun yıllardan beri hazineye hiç vergi ödememiş olanların ortaya çıkardıkları zorluklar yüzünden istenilen olumlu sonuç alınamamıştı. Çoğu yerde halk gerçek gelirini gizlerken, bazı bölgelerde iki katı gelir gösterildiği oluyordu. Diğer taraftan hazine gelirlerinin önemli bir bölümünü oluşturan asar’ın toplanması muhassıllara verilmemiş, emaneten idare edilmesi yoluna gidilmişti. Zahirenin toplatılıp zamanında satılması çoğu bölgelerde gerçekleştirilemiyordu. Hazinenin gelirleri bu yüzden sürekli olarak azalıyordu. (Çadırcı, 2013: 210). “Bu sorunların yanında yeni reformlardan memnun olmayanların direnmesi, muhassılların görevlerini iyi yapamaması gibi nedenlerden dolayı 1842 yılında muhassıllık uygulaması kaldırıldı ve sonuç olarak yeniden iltizam sistemine dönüldü.” Islahat

Fermanında iltizama son verilmesi gereği ortaya konulmuş ancak bu çabalar da pek başarılı olamamış, iltizam sistemi farklı sekilerle varlığını uzun süre korumuştur (Çakır, 2001: 48-57).

1.4.6.2.1. Vergi-yi Mahsusa

Osmanlı vergi sisteminde, Tanzimat’ın ilanı ile beraber gerçekleştirilen en önemli yenilik, yıllardan beri süregelen “örfi vergiler” yerine “ancemaatin vergi”, “Vergü-yi Mahsusa”, “Vergü” ve “Komşuca Alınan Vergi” diye adlandırılan tek bir verginin getirilmesi olmuştur (İnalcık, 2009:174).

“Başlarda devletin olağanüstü zamanlarda oluşan giderleri karşılamak amacıyla zaman zaman başvurulan örfi vergiler süreç içerisinde fetihlerin durması, gelirlerin azalması ve toprak kayıplarının başlamasıyla sürekli hale getirilmiştir.” Hazinenin ihtiyaç duyduğu para, memleketin erkek nüfus veya hanesi üzerine taksim edilerek “Tevzi Defterleri” düzenlenir, şer’i mahkemelerin siciline kaydedilir ve iki taksitte tahsil olunurdu. İstanbul, maktu vergi ödeyen idareler ve müstesna eyaletler örfi vergi kapsamı dışında tutulurdu. Özellikle ödeme gücü hesaba katılmadan tahsil edilen bu vergiler devamlı şikâyet konusu haline gelmişti. “Daha II. Mahmut zamanında bu verginin düzene sokulabilmesi için bazı önlemlere başvuruldu”. Ardından da Tanzimat’ın ilanı ile örfi vergiler kaldırılarak yerine “ancemaatin vergi” uygulamasına geçildi. (Şener, 1990: 94)

Ancemaatin vergi uygulaması ile Anadolu ve Rumelide bulunan her bir kazanın örfi vergi olarak çeşitli isimlerle bir senede vermekte oldukları tutar tespit edilecek, hesaplanan tutardan bazı indirimler yapıldıktan sonra, bulunan miktar tek bir vergi olarak ilgili kaza ahalisinden ‘lazım gelenler’ vasıtasıyla tahsil edilecekti. “Bu sebeple iltizamlar, bu uygulamaya karıştırılmayacaktı. Ancak Tanzimat-ı Hayriye“ye örnek olmak üzere başlanan tahrir çalışmaları tamamlanamadığından II. Mahmut zamanında anılan düşünceler uygulanamadı ve eski örfi vergilerin iltizam usulüyle tahsiline devam edildi” (Şener, 1990: 74).

1.4.6.2.2. Vergi-yi Öşür (Öşür Vergisi)

“Öşür kelimesi Arapça bir kelime olup, kelime anlamı onda bir demektir. Aşar kelimesi ise öşür kelimesinin çoğuludur. Aşar gayri safi tarım üretimi üzerinden, şeri esaslara dayanılarak alınan bir vergiydi.” Arapçada onda bir anlamına gelen öşr-öşür kelimesinden kaynaklanmasına rağmen dönemlere ve ürün türlerine göre onda birden farklı oranlarda

alındığı olmuştur. Osmanlıda öşür, İslam fıkhından konu, oran ve mükellef bakımından farklı uygulanmaktadır. “Öncelikle İslam’da öşür, toprak ürünlerinin zekâtıdır ve sadece Müslümanlardan alınmaktadır. Esas olarak mülk topraklardan elde edilen ürün üzerinden %5 veya %10 oranında alınmaktaydı.” Osmanlı’da ise, mülk araziden değil kuru mülkiyeti devlete, tasarruf hakkı reayaya ait olan miri araziden, gayrimüslim mükelleflerden de alınmaktaydı (Şener,1990:129).

“Hububat çeşitlerinden bağ, bahçe, bostan, meyve ağaçlarından ve otlaklardan aynî, nakdî ve maktû olmak üzere üç şekilde uygulanmıştır. Ziraî ürünlerin çeşidine, yetiştirilme usullerine, ziraî toprakların verimliliği ve mahalli özellikler göz önünde bulundurularak 1/3 ile 1/20 arasında değişen oranlarda öşür alındığı görülmektedir.’’ Genellikle iltizam usulüyle tahsil edilmiştir. “Tanzimat’la birlikte asar üzerindeki en önemli değişiklik, oranın haksızlıklara yol açtığı düşüncesiyle kelime anlamına da uygun olarak 1/10 oranında sabitleştirilmesi olmuştur.” 1256 yılından itibaren iltizam usulünün kaldırılması ile muhassıllar aracılığı ile doğrudan doruya devlet hazinesine nakdi gelir olarak tahsil edilmeye ve “emaneten idare” usulü ile toplanmaya çalışılmıştır. “Ancak istenilen fayda sağlanamadığı için 1258 yılında tekrar iltizam usulüne dönülmüştür. Mültezimlerin bir kazanın asar gelirlerini arttırma usulü ihale ile üzerlerine aldıktan sonra kazada tali bölgeler oluşturarak ikinci derece mültezimlere tahsil ettirme yoluna başvurmaları ve çeşitli usulsüzlükler şikâyet konusu olmuştur.” Bu sistemde üreticinin vergi yükü artarken diğer taraftan devletin vergi kaybı büyümüştür. ‘’Zaman ve şartlara göre tahsil yönteminde değişiklikler yapılan aşar vergisi Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına kadar devam etmiştir” (Savrım, 2007: 18).

1.4.6.2.3. Adet-i Ağnam (Ağnam Vergisi)

“Ağnam kelimesi Arapça koyun kelimesinin çoğuludur ve koyunlar anlamına gelmektedir. Osmanlı maliyesinde koyun ve keçilerden alınan seri nitelikli bir vergidir. Tanzimat ile beraber ağnamın aynî olarak ve iltizam usulü ile toplanması kaldırılmıştır.” “Mübaşir” denilen

memurlar tarafından toplanmaya başlanmıştır. “Verginin miktarı koyun ve keçinin her bası için 5

kuruş olarak ve yarım kuruş da “mübaşiriyye” eklenmek suretiyle alınması kararlaştırılmıştır”

(Çakır, 2001: 52). “Fakat incelenen temettuat defterlerine göre ağnam vergisinin oranı bölgeden

bölgeye değişiklik gösterebilmiştir. Adet-i ağnam en büyük değişikliği 1858-59 yılında geçirmiş ve ağnam resmi servet üzerinden değil, gelir üzerinden alınmaya başlanmıştır.”” (Savrım, 2007: 20).

1.4.6.2.4. Cizye

Cizye; İslam şeriatına göre zimmiler (gayrimüslimler) üzerinden toplanan himaye ve emniyet vergisidir. “Cizyenin dayanağı Kuran-ı kerim ve sünnettir. Müslümanların yaptığı askerlik hizmetinin karşılığı olarak alınan bu verginin mükellefleri, buluğ çağına ermiş, aklı basında ve para kazanan erkek nüfustur.” Bunların dışında kalan, “kadınlar, çocuklar ve 75 yasından evvel çalışamaz duruma gelmiş erkeklerden, yani erkeklerin sakat ve ihtiyarlarından cizye alınmamış, fakat sakat olduğu halde servet sahibi olanlardan alınmıştır Rahipler ve devlet hizmetinde bulunan aileler cizyeden muaf tutulmuştur” (Savrım, 2007: 24).

Osmanlı Devletinin en önemli gelir kaynakları arasında cizye yer almaktadır. “Avrupalılar, Tanzimat Fermanı’nın ilanından önce cizyenin kaldırılması için baskılar yapmışlar, ancak devlet hazinesi için önemli bir yer kaplayan cizye kaldırılamamıştır.” Tanzimat Fermanı ile cizye kaldırılmamış ancak tahsil edilme usulü değiştirilmiştir. “Ferman ile birlikte gayrimüslim halktan erkek başına alınan cizyeyi toplama ve hazineye nakletme yetkisi cemaat liderlerine verilmiştir. Bundan böyle cemaatlerden topluca alınmaya başlanan cizye 1840-42 yıllarında bu usule göre toplanmış ancak toplam tahsilâtta azalmalar olmuştur” (Şener, 1990: 111).

İKİNCİ BÖLÜM

2. SELMANLI (SALMANLI) KAZASININ COĞRAFİ YAPISI VE TARİHİ GELİŞİMİ

2.1. Selmanlı (Salmanlı) Kazasının Coğrafi Yapısı

“Selmanlı (Salmanlı) veya günümüzde kullanılan ismiyle Kayadibi Köyü Yozgat iline 82 km, Yerköy ilçesine 51 km uzaklıktadır.” Ayrıca Kırıkkale’ye 85, Ankara’ya 160 km’dir. En yakın sahil kenti Samsun’a olan uzaklığı 288 km, İstanbul’a ise 605 km’dir. Orta Anadolu Bölgesi, Orta Kızılırmak Bölümünün; kuzeybatısında yer alır. “Arazi yapısı ise kuzeyinde, meşe ve ardıç ağaçlarıyla kaplı, kısmen korunmuş, kısmen bozuk nitelikle orman vasfına sahip olan Aygar Dağları’yla çevrilidir. Batısı gayet kayalık olup güneyi ise ovalıktır.” Bir zamanlar oldukça fazla yer kaplayan üzüm bağları hemen hemen kaybolmuş olmakla beraber bağcılığın yerini kavun karpuz ekimi almıştır. “Su yetersizliği ve göç nedeniyle oldukça yeşil olan eski görünümü günümüzde kaybolmaya başlamıştır. Denizden yüksekliği 1050 metre olup.34,15 D Boylamı 39,54 K Paralelinde yer alır.” Köyün en fazla gezilen yeri 6 km uzaklıkta bulunan Aygar Dağı’ndaki, Yurt adı verilen çok güzel suya ve meşe, ardıç ağaçlarının mevcut olduğu manzaraya sahip mevkiidir. “Buranın dışında Kayalıbayır adı verilen köyün batısına düşen bölümü de karstik bir görünüme sahip güzel bir mekândır.” Köyün 2 km kuzeyinde bulunan Bazlamaç göç öncesinde suyun bol olduğu zamanlarda ilgi gören yerlerindendi. Köyün girişi ie Ankara- Yozgat asfaltının arası 14 km`dir. Bu yolun 14 km`si mıcır tipi asfalttır. “Arazisine komşu köyler ise; 2 km batısında Çayköy, 4 km doğusunda Zencir, 5 km kuzeydoğusunda Poyraz, 8 km güneyinde Arslanhacılı, 11 km kuzeyinde Çorum Sungurlu’ya bağlı Ortakışla, 10 km batısında Terzili köyü ile köy arazisi sınırı vardır.” Bu köylerden Çayköy ve Arslanhacılı’ya asfalt diğer köylere ise stabilize yollarla bağlıdır. “Bu yollardan Ortakışla’ya giden yol aynı zamanda köyün Karadeniz’le olan bağlantısını en kestirme yoldan sağlamasına rağmen, Ortakışla’ya kadarki olan kısmı oldukça bozuk olup, kışları kullanıma kapanmaktadır” (Yozgat Valiliği).

Köyün toprak formasyonu kırmızı-gri şey formasyonundadır. Flora yapısı olarak da Antropojen (Ağaçlı Bozkır)bozkır kuşağındadır. Bozkır bitkilerinden, Geven ve değişik diken çeşitleri yaygındır. “Ahmet Tepe mevkiine 1990`lı yıllarda dikilen çam ve akasya ağaçları, maalesef bilinçsiz dikim ve sulama zorlukları sebebiyle kurumuştur. Köyün güneyi ve

kuzeyinde, Kavak ve söğüt gibi ağaçlar yoğundur.” Aygar Dağı bölümünde meşe ardıç ağaçlarının haricinde az da olsa dağ eriği bulunur. Ayrıca dağın bazı yerlerinde sayılı miktarda azlıkta da olsa yabani fındık bulunduğu, halk arasında söylenmektedir.

Köyün iklimi, karasal iklimi etki alanı içerisindedir. Her ne kadar karasal iklim denilse de Kayadibi Köyü, komşu köylere göre karasal iklimi en az yaşayan köydür. Çünkü Kayadibi Köyü coğrafi konumdan dolayı diğer köylere göre rakım yüksekliği olan ve hemen arkasındaki Aygar Dağı’nın da iklimini kısmen paylaşan bu köy yağış sıkıntısını fazla çekmemektedir, fakat bu kıyaslama bölge için geçerlidir. “Eğer ülke bazında bakılacak olunursa Ege ve Marmara Bölgelerine göre yağışı az, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerine bakılırsa karasal iklime göre iyi yağış almaktadır.” Kışları kar yağışını fazlasıyla alan yazları ise sıcak fakat bölgeye göre daha serin geçmektedir. “Yozgat ilinde en fazla yağış alan kesimler ise Yozgat şehir merkezi ve Akdağmadeni ilçeleridir. Yerköyden Kırıkkale’ye doğru olan kesim yağış bakımından fakirdir.” Kayadibi, yüksek rakımından dolayı kısmen Yerköy ve Kırıkkaleden yağış olarak fazla yağışa sahiptir (Yozgat Valiliği).

Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamaktadır. Köyün hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı vardır ancak sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Köyde ayrıca Tarım Kredi kooperatifi mevcuttur.

2.2. Selmanlı (Salmanlı) Kazasının Tarihi Yapısı