• Sonuç bulunamadı

2. ÇALIŞMANIN YÖNTEMİ VE AMACI

2.2. ESERİN TAHLİLİ

2.2.2. Mebde’

2.2.2.1. Varlık Mertebeleri

2.2.2.1.3. Taayyün-i Sânî

Taayyün-i evvel mertebesinde vücûd, isim ve sıfatları toplu olarak biliyorsa da bütün bu isimlerin lazımı olan küllî ve cüzî mânâların sûretleri ancak bu mertebede tafsilleşir. Buradaki sûretlerin vücûdları yoktur. Çünkü bunların vücûdları ilmîdir.164 Bu mertebede isimler, ilim mertebesi nedeniyle tafsilleşir ve birbirinden

160 Konevî, Miftâhu’l-Gayb (Tasavvuf Metafiziği), s. 36. 161 Konevî, Miftâhu’l-Gayb (Tasavvuf Metafiziği), s. 36-37. 162 Bosnevî, Makāsıd-ı Envâr-ı Gaybiyye, vr. 19b.

163 Bosnevî, Makāsıd-ı Envâr-ı Gaybiyye, vr. 19b-20a. 164 Mahmut Erol Kılıç, İbn Arabî Düşüncesine Giriş, s. 309.

ayrılır. Taayyün-i sânî; ilim mertebesi, mânâlar hazreti ve mânâlar âlemi olarak da isimlendirilir.165

Konevî: “Hak, ilim kitabına, sadece ikinci taayyün vasıtasıyla bilenin Zât’ında resmedilmiş şeyi yazar; bu ikinci taayyün, malûmun ezelde Hakk’ın ilminne sâbit olan taayyünün aynısıyla gerçekleşir. Bu ikinci taayyün ‒malûm her ne olursa olsun‒ ilk taayyününe uygun ve benzerdir.”166 diyerek ilk taayyün ve ikinci taayyün

arasındaki benzerliğe dikkat çekmektedir. Fakat her ne kadar bu iki mertebeyi genellikle bir saysa da ikisinin aynı olmadığını şöyle belirtir: “İkinci taayyün, ezelde sâbit Hakk’ın ilmindeki taayyüne mutabık olsa da, ikinci taayyün, ilk taayyünün benzeridir, aynı değildir. Binaenaleyh hakîkate benzeyen, hakîkatın aynısı değildir.”167

Ali b. Siyâvuş, taayyün-i evvel de isimlerin kemâlinin zuhûruna mahal olmadığı için taayyün-i evvel ve ondan gerçekleşen tecellîden başka bir tecellî daha zâhir olduğunu ve bunun ikinci taayyün olduğunu belirtir. Bu tecellî bütün işleri ve taayyünâtı kapsadığı için ona merâtib-i külliyye (muayyenât-ı külliyye) denmektedir. Bu mertebe yani ikinci taayyün, mertebe-i maânî, mertebe-i ervâh, mertebe-i misâl, mertebe-i hiss ve geri kalan bütün taayyünâta bitişiktir.168 Bunların bazısına hakâyık- ı esmâ-i ilâhî, bazısına hakâyık-ı kevnî ve a‘yân-ı sâbite ve mâhiyyât-ı tâb‘a ve metbû‘a denilmektedir. Bu taayyün-i sânîye mertebe-i ulûhiyyet ve makām-ı cem‘ul- cem‘ ve hazret-i kābe kavseyn169 de denilmektedir. 170

Ali b. Siyâvuş bu mertebede kullanılan bazı terimlerden bahsetmektedir. Bu terimleri birbiriyle bağlantılı olarak şöyle vermektedir: “Bu mertebe-i ulûhiyyet için bir vahdet ve bir kesret vardır ki bir birinden ayrılmıştır. Ve vahdet ile kesretin arasını birleştiren ve ayıran bir berzah vardır ki onun vahdetine zâhir-i vücûd denmektedir. Zâhir-i vücûd olan bu vahdet için ki ulûhiyyet mertebesinde ehadiyyet

165 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 119.

166 Konevî, Nefehâtü’l-ilâhiyye (İlahî Nefhalar), s. 42. 167 Konevî, Nefehâtü’l-ilâhiyye (İlahî Nefhalar), s. 172-173. 168 Bosnevî, Makāsıd-ı Envâr-ı Gaybiyye, vr. 17b.

169 Bu terim Necm suresi 9. âyetindeki ىَنْدَأ ْوَأ ِنْيَس ْوَق َباَق َناَكَف “(Peygambere olan mesafesi) iki yay

aralığı kadar, yahut daha az oldu.” İfadelerden alınmıştır. Huzûr ve tevhîd, kābe kavseyn mertebesindedir. Kābe kavseynde, henüz fark vardır. Ev ednâ ise makām-ı cem‘dir. Detaylar için bkz. Seyyid Mustafa Râsim Efendi, Tasavvuf Sözlüğü: Istılâhât-ı İnsân-ı Kâmil, haz. İhsan Kara, İstanbul, ts., s. 880.

sûreti olup bir vahdet-i hakīkī ve bir kesret itibârı vardır ki vücûd onun kaynağıdır. Onun kesretine zâhir-i ilim denmektedir. İlmin malûmâta taalluku haysiyyeti iledir. İmkân bu kesretin levâzımındandır. Ve zâhir-i ilim olan bu kesret için ki ulûhiyyet mertebesinde vâhidiyyet sûretidir. Ve bir kesret-i hakīkī vardır. Ona hazret-i irtisâm ve ma‘lûmât-ı ilâhiyye ve âlem-i maânî derler. Ve bir vahdet-i nisbî vardır. Ehadiyyet hükmünün onda sirâyeti eserinden ve ona hazret-i imkân ve hakîkat-ı âlem denir. Ve o berzah ki vahdet ile kesret arasında ayırıcı ve birleştiricidir. Ona hakîkat-ı

insâniyye derler. Ve ol berzah çünkü taayyün-i evvel, sâniye şâmildir. Pes taayyün-i

evveldeki vâhidiyyet beyninde câmi‘dir. Hakîkat-ı Muhammediyye’den ibârettir. Ve taayyün-i sânîdeki câmi‘dir. Zâhir-i vücûd ile zâhir-i ilim beyninde hakāyık-ı kâmilândan ibârettir. Ve ol tecellî-i evvele ki ahkâm ve avârız-ı cümelî ve tenevvuât- ı zuhûr-ı küllîyi müştemildir. Taayyün-i sânîde onun seyri ve sirâyeti i‘tiyâdıyla ve nefs-i münbes sûretinde onun zuhûru itibârıyla ki ol inbisâs ile hakāyık-ı esmâî ve kevnî mütemeyyize oldular: hakîkatü’l-hakāyık ve hazret-i amâ’ ve hayâl-i mutlak denir. Ahkâm ve avârızdan olan nesne mücmel ola ki merâtıbda kâbil-i zuhûr olmaya. Adem-i mutlakın ve muhâlin aslı ve mayasıdır. Ve o merâtibde teâkub üzere tafsîl ve zuhûr kuvvetinde olan buna mümkinât denir. Ve Zât-ı İlâhî olan bahr-i imkân mümkinâtı cami‘dir.”171

Ali b. Siyâvuş daha sonra bu mertebede “Mahlûkātı yaratmadan önce Rabbimiz nerede idi? Buyurdu ki: Amâ’da idi. Onun ne altında ne de üstünde hava yoktu.”172 hadisini vererek amâ’nın sözlükte bulut anlamında geçtiğini fakat Hazret-i

Risâlet’in “onun ne altında ne de üstünde hava yoktu ” diyerek amâ’dan anlaşılan şeyi ortadan kaldırdığını belirtir. Çünkü Amâ’da henüz hiçbir varlığın zuhûru söz konusu değildir.173 Konevî de Amâ’ mertebesini şöyle tanımlamaktadır: “ilâhî

iktidârın nüfûz mahalli ve mümkünleri kendinde toplayan alandır.174 Ama’, Rabbanî

tenezezzül makāmı, Zât’a mahsûs Rahmânî cömertliğin, hüviyet gaybından ve hakîkatının izzet perdesinden zuhûr ettiği yerdir.175 Ama’nın özelliklerinden birisi,

171 Bosnevî, Makāsıd-ı Envâr-ı Gaybiyye, vr. 17b-18a. 172 Tirmizî, Tefsiru Sûreti’l-Hud, 3108.

173 Bosnevî, Makāsıd-ı Envâr-ı Gaybiyye, vr. 18b. 174 Konevî, Miftâhu Gayb, s. 145.

bütün kevnî mertebeleri ve ilâhî mertebeyi ihata etmektir.” 176 Konevî’ye göre bu

mertebede insânın var olması ancak “ahadiyyet-i cem’i’l-cem” hükmüyle gerçekleşir ki bu hükmün zuhûru ise mertebede değil Zât’a ait taayyüne göredir.177

Ali b. Siyâvuş tecellî-i sânî teveccühünde hakayık-ı kuvâ olan Hayat, İlim, İrâde ve Kudret sıfatlarının zâhir olduğunu söyler. Daha sonra nefs-i küll teveccühünde bu dört kuvâ için dört manevi mazhar hâsıl olur ki bunlar harâret, bürûdet, rutûbet ve yübûsettir. İrâde sıfatının eseri rûtûbettir. Kudret sıfatının eseri ise yübûsettir ki cefâfet ve habisât onun gereklerindendir. Hayat ve İlim sıfatlarının tahakkuku kesrete ve tafsile uygun olmadığından üzerlerine vahdet hükmü gâlibdir. Bu iki sıfat mazharına harâret ve bürûdet mensubtur.178

Benzer Belgeler