• Sonuç bulunamadı

3.1. Yoksullukla Mücadele

3.1.2. Sosyal Devlet Anlayışı Ve Yoksullukla Mücadele Politikaları

3.1.2.2. Türkiye’de Yoksullukla Mücadele

Geleneksel dayanışma ilişkilerinin bireyi, yoksulluk da dahil, çeşitli yaşam risklerine karşı koruyacağı düşüncesinin egemen olduğu ülkemizde, yoksullukla mücadele uzunca bir süre gündeme gelmemiştir. Kurumsal anlamda devletin sorumluluğu, devletçe bakım ve geçici yardımlar biçiminde sürdürülmüş olup yoksullukla mücadele, yoksullara belirli zamanlarda yardım yapma biçiminde, Kızılay Derneği ve Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu gibi bazı kurumların yan işlevleri arasında yer almıştır.

Yoksulluk konusunun Türkiye gündeminde yer alması 1980’li yılların sonrasında, 24 Ocak kararları ardından uygulanmaya başlanan Yapısal Uyum Politikaları’nın sonuçlarının, kendini göstermeye başlaması ile olmuştur. Yoksulluk 1980’lerin ikinci yarısından sonra kurumsal bazda ele alınmış ve politikalar geliştirilmeye başlanmıştır (Gül Sallan, 2002: 112). Bu süreçte neo-liberal ekonomi politikaları ile gelir dağılımı bozulmuş ve bugünlere kadar bu bozulma artarak devam etmiştir. Bu bozulmanın dar gelirliler üzerindeki yükü arttırması nedeniyle bireyler yoksulluk sınırının altına itilmiştir (Hünler, 2005:3).

Ülkemizde özellikle 90’lı yıllarda yaşanan ekonomik krizler (1994, 1998, Kasım 2000 ve Şubat 2001, 2008) sosyal devlet anlayışını baltalayan liberal politikalar ve siyasal istikrarsızlıklar nedeniyle yoksulluğun daha da belirginleştiği görülmektedir. Ülkemizde her ne kadar sosyal devlet ilkesi 1961 yılından itibaren anayasalarımıza girmişse de, devletin vatandaşlarına refah sağlaması bir hak olarak kabul edilmemiştir. Devletin, olanakları ölçüsünde vatandaşına refah sağlayacağı anlayışı benimsenmiştir (Gül Sallan, 2002:113).

1980 sonrası dönemde, Türkiye’de yoksulluğun ve gelir eşitsizliğinin artmasında etkili olan bazı nedenler şöyle sıralanabilir:

• Đktisat politikalarındaki anlayışın ve yaklaşımların değişmesi; örneğin, neo-liberal ve bireysel girişimciliğe önem veren iktisadi anlayış ile küreselleşmenin ortak etkileri,

• Özellikle 1985 sonrası göç nedenlerinin ve göç edenlerin niteliğinin değişmesi ve buna paralel olarak kente yeni göçenlerin her anlamda eskilerden çok daha az şansa sahip olmaları; örneğin, kamu sektöründe “işe girmenin” zorlaştığı, özel sektörde büyük ve güvenceli iş yerlerinde iş bulma olanağının azaldığı, buna karşılık enformel ve kayıt dışı sektördeki işlerin hane halkı gelirlerinde egemen olduğu bir döneme girilmesi,

• Metropol kentlerde gerçek ücretlerin düşmesi ve gelir dağılımında ortaya çıkan büyük kayıplara dayalı olarak eski orta sınıfın giderek sosyo-ekonomik konumunu kaybetmesi ve 1990 sonrasında kentlere göç etmiş ancak önceden göç edenler kadar kentteki olanakları kullanamayan, yeni kent yoksullarının ortaya çıkması (Işık:

Pınarcıoğlu, 2001),

• Küreselleşme ile bütünleşerek gelişen finans, iletişim, reklâmcılık gibi sektörlerin ortaya çıkardığı yeni orta-üst gelir grubu ve yönetici kesimi ile kent yoksulları kıyaslandığında toplumun gittikçe arası açılan ve kutuplaşan bir sınıf yapısına doğru kayması,

• Sanayi sektöründe üretimin esnekleşmesi ile işgücü piyasasında ve ücretlerde esneklik ve düzensizlik, taşeronlaşma, emek yoğundan makine yoğun sisteme geçmenin yarattığı işsizlik,

• Son yirmi yılda yaşanan yüksek enflasyon, kamu finansman ihtiyacının karşılanmasına yönelik sürekli büyüyen borç yapısı ve vergi sisteminde var olan sorunlar,

• Eve iş verme, parça başı iş ve özellikle kadın ve çocuk emeğinin enformel üretim ve kayıt dışı işlerde ağırlıklı olarak kullanımının artması (DPT, 2007: 32–33).

Türkiye’de yoksulluk sorununun çözümünde son yıllara kadar dolaylı yaklaşım ağırlıklı olarak benimsenmiş, işsizlik sorunuyla mücadelede olduğu gibi yoksullukla mücadelede ekonomik büyümeye havale edilmiş ve beş yıllık kalkınma planlarında hızlı ekonomik büyümenin işsizlik ve yoksulluk gibi sorunları kendiliğinden çözeceği gibi iyimser bir yaklaşım benimsenmiştir. Mülkiyetin ve üretim araçlarının bu denli eşitsiz dağılımının bulunduğu ülkemizde, büyümenin kendiliğinden yoksulluk sorununu çözemeyeceği geç de olsa anlaşılmış ve böylece dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yer alan Türkiye’de, yoksullukla mücadele için büyümenin yanında doğrudan mücadele yöntemlerinin de uygulanması, bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.

Ülkemizde yoksullukla baş etmede daha çok doğrudan mücadele yöntemlerinden olan, kamu harcamaları ve yoksullukla mücadele programları uygulanmaktadır. Kamu harcamalarına, sosyal güvence kapsamı dışında kalarak sağlık hizmetlerine erişemeyen kesim için getirilen yeşil kart uygulaması3, sekiz yıllık temel eğitimin ücretsiz olması, 2001 yılından bu yana sosyal yardımlarda yapılan iyileştirmelerle özürlü, yaşlı, dul ve yetim aylıklarındaki artışlar örnek verilebilir.

Türkiye’de yoksullukla mücadele programları ise daha çok 1980 yılı sonrasında uygulanan Yapısal Uyum Politikaları sonucunda, Dünya Bankası tarafından dünya çapında gündeme getirilmiştir. Genel olarak oluşan toplumsal muhalefetin ortadan kaldırılması ve işsiz kesimlerin çalışarak toplumsal üretime katkı sağlamaları amaçlanmıştır.

3 “Yeşil Kart” uygulaması, herhangi bir sosyal güvencesi olmayan düşük gelirliler, yaşlılar ve özürlülerin tedavi uygulamaları ve ilaç masraflarının devlet tarafından karşılanmasına yöneliktir.

Bu politikaların bir yansıması olarak, 1986 yılına kadar Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) bünyesinde yürütülen sosyal yardımlar, bu kurumun yanı sıra 4.06.1986 tarihinde yürürlüğe giren 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ve her il, ilçede kurulan SYDV’nca da üstlenilmeye başlanmıştır. Günümüzde SHÇEK tarafından da 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’nun 9’uncu maddesinin (d) fıkrası ile 26’ncı maddesine dayanılarak hazırlanan “Ayni ve Nakdi Yardım Yönetmeliği”

ile ayni ve nakdi yardımlar yapılmaya devam etmektedir. Ancak ülkedeki her il ve ilçede örgütlenen SYDV’lerinin, sosyal yardım alanında son derece etkin bir ağa sahip olduğu söylenebilir.

Yoksulların yaşam koşullarını iyileştirmek amacıyla oluşturulan politikaların yer aldığı ana dökümanlardan bazıları; Uzun Vadeli Strateji (2001-2023), Dokuzuncu Kalkınma Planı ve Orta Vadeli Program (2005-2007)’dır. Bu belgelerden Dokuzuncu Kalkınma Planında yer alan 5 eksen, doğrudan ya da dolaylı olarak yoksullukla mücadele programlarına işaret etmektedir. 2007-2013 dönemini kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planında, gelir dağılımının iyileştirilerek yoksulluğun azaltılması, sürdürülebilir bir büyüme hızı ile toplumun yoksul kesimlerinin daha yüksek refah düzeyine çıkarılması, gelir transferi sisteminin yoksulların yararına yeniden yapılandırılması, bölgesel farklılıkların azaltılması, yerel düzeyde kurumsal kapasitesinin artırılması, kırsal kalkınmaya öncelik verilmesi, sosyal güvenlik sisteminin etkinleştirilmesi, istihdamın artırılması, iş ortamının iyileştirilmesi, mesleki eğitime dayalı istihdama öncelik verilmesi öne.çıkan.yoksullukla.mücadele.başlıkları.olarak.sayılabilir…(http://www.comcec.org/EN/

belge/arsiv/doc/TURKEY%2023-07%20CR(1)TR.doc).

Bugün dünyada yoksullukla mücadelede, devletin yanı sıra öne çıkan bir başka kurum da sivil toplum kuruluşlarıdır (STK). Özellikle, son dönemlerde hemen hemen tüm dünya ülkelerinde izlenen ekonomik politikalar nedeniyle devletler, sosyal alanda yaptığı harcamalarda kısıntıya gitmekte, bu alandaki hizmetler yavaş yavaş özelleşmektedir. Bir anlamda sosyal devlet anlayışı giderek kaybolmaktadır. Devletin çekildiği sosyal alanlardaki bu boşluğu ise çoğunlukla STK’lar doldurmaktadır. Sivil toplum kuruluşları (STK); resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan politik, sosyal,

kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemler yürüten, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve/veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır. STK’lar oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında faaliyet gösterir. Vakıf ve dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır.

Yoksulluk gibi geniş kapsamlı, nedenleri ve sonuçları çok karmaşık olan bir sorunun çözümü, hiçbir zaman sadece STK’ların sorumluluğuna bırakılmamalıdır.

STK’ların bu alandaki hizmetleri devleti destekleyici, güçlendirici biçimde olmalıdır.