• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: IRAK MÜDAHALESİ’NİN BÖLGESEL GÜVENLİĞE

2.1. Irak Müdahalesi Sonrasında Bölge Ülkelerinin Karşılaştıkları Güvenlik

2.1.7. Türkiye

Şüphe yok ki ABD'nin Orta Doğu politikalarının en çok etkileyeceği ülke Türkiye olacaktır. ABD'nin iknadan çok tehdide dönük yaklaşımı korkuları arttırmıştır. Türkiye, bir yandan ekonomik yardım gibi vaatlerle ikna edilmeye çalışılırken (havuç politikası), diğer taraftan ABD'nin isteklerini yerine getirmezse IMF ve Dünya Bankası yardımlarının kesileceği, Saddam Hüseyin sonrası Irak'ta Türkiye'nin söz sahibi yapılmayacağı vb. sözlerle sürekli olarak tehdit edilmiştir (sopa politikası).

41

The New York Times gibi Washington yönetimi ile yakın bağları bulunan gazetelerde çıkan Türkiye'yi sert bir dille eleştiren yazıların Türkiye'ye açık bir uyarı olduğu görülmektedir. Hatta kimilerine göre PKK'nın uzun bir aradan sonra, 2002 yılının sonunda yeniden eylemde bulunması da tesadüf değildir (Demiral, 2004:20). Oysaki bu tür tehditler Türkiye'nin korkularını azaltmaktan ve ABD'ye yaklaştırmaktan çok, ABD'ye olan güvensizliğini derinleştirmektedir. Türkiye Suriye’nin PKK'yı desteklediği dönemlerde bile Suriye'den değil, Batı’nın PKK'ya olan desteğinden çekinmiştir. Denebilir ki, Türkiye bugünkü siyasi, ekonomik ve askeri gücü itibariyle tüm bölgesel güçler ile baş edebilecek güce sahiptir (Demiral, 2004:19). Fakat ABD, İngiltere ve İsrail üçlüsünün şu ana kadarki Irak planları Türkiye'yi daha çok endişelendirmektedir. Türkiye için en önemli tehdit ise Irak müdahalesinden sonra, Irak'tan çok bölgenin diğer ülkelerindeki gelişmeler ile ortaya çıkabilir. Irak'a yerleşmiş bir ABD'nin Orta Doğu'ya yeniden şekil verme çabaları ve bu çabalan İngiltere ve İsrail'in şekillendirmesi Orta Doğu'da Türkiye'yi sarsacak radikal değişimlere yol açabilir (Şen, 2003:53). Çünkü İsrail'in ve ABD Yahudi lobisinin geleceğe dönük Orta Doğu projeksiyonlarında sınır ve rejim değişiklikleri bulunmaktadır. Sınır değişiklikleri yeni bir Kürt devleti gibi Türkiye için önemli riskler taşırken, en önemli sorun rejim değişikliklerinden kaynaklanacaktır. Yapay unsurlar sayesinde kurulmuş ve sürdürülen krallıklar ya da otoriter rejimler kralın gidip parlamentoların kurulması şeklinde değerlendirilemez. Bölgede rejimlerin değişmesi yeni değerlerin de oturtulmasını gerekli kılar ki Türkiye'ye özellikle bu aşamada yeni roller ihale edilebilir (Koç, 2004:62). İslam'ın küresel sisteme meydan okuduğu düşüncesinde olan ve yeni bir İslam anlayışının geliştirilmesi gerektiğini savunan İsrail ve ABD, bölgeye yeni şeklini verirken Türkiye'yi bir araç olarak da görebilir. Bu durumda ilk bakışta Türkiye'ye olan ihtiyaç artacakmış gibi görünse de söz konusu süreç Türkiye için sadece dış politikada değil kendi rejiminde de büyük sorunlara neden olabilecektir. Diğer bir deyişle yeni bir anlayışı Orta Doğu'ya yerleştirmek üzere görevlendirilmek istenen Türkiye, bu sürecin sonucunda Batı vizyonu zarara uğramış, demokrasisi ve diğer ulusal çıkarları tahrip edilmiş bir hale de gelebilir.

Türkiye, ABD'nin yaklaşık 50 yıldır önemli bir müttefiki olmasına rağmen, Irak müdahalesi sırasında ABD askerlerinin Türk topraklarından geçmesi için izin niteliği

42

taşıyan l Mart tezkeresinin TBMM'den geçmemesi ile başlayan süreçte Irak'taki gelişmelerin dışında kalmıştır. Bu süreçte ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler gerginleşmiş, Ankara'nın Irak ile ilgili olarak belirlemiş olduğu kırmızı çizgiler Washington tarafından KDP ve KYB'ye ihlal ettirilmiştir. 4 Temmuz 2003'te Süleymaniye'de Türk Özel Tim görevlilerine karşı gerçekleştirilen baskın ile Türkiye'nin Irak'ın kuzeyinde etkinliğinin tamamen kırılma noktasına geldiği ortaya çıkmıştır. Türkiye, Irak'ta inisiyatifi tekrar ele alma çabasına girmiş, ABD ile ilişkileri tekrar düzeltme çerçevesinde, riskli bir dönemde Irak'a asker gönderme yetkisini 7 Ekim 2003 tezkeresi ile Hükümete vermiştir. Burada amaç kazanılacak askeri başarıların siyasi alana yansıtılması ve Irak'ın yeniden yapılandırılması sürecinde söz sahibi olunmasıdır. Ancak, özellikle Kürt gruplarının baskısı sonucunda ABD Türkiye'den asker talebini dondurmuştur.

Türkiye için Irak konusundaki en önemli öncelik Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması ve Irak'ın yeni yapısının Türkiye'ye tehdit teşkil etmemesidir. Bu bağlamda, Irak'ın kuzeyinde bir Kürt Devleti kurulmasının engellenmesi, Türkmenlerin hak ve menfaatleri korunarak varlıklarının sağlıklı bir zeminde devamının sağlanması, PKK/Kongra Gel militanlarının Irak'ın kuzeyindeki faaliyetlerinin durdurulması ve bu örgütün tasfiye edilmesi Türkiye'nin Irak'taki hassasiyetlerinin en önde gelenleridir. ABD'nin Irak müdahalesinde, başından beri ABD'nin yanında yer alan Kürtler, bu davranışlarının semeresini müdahale sonrasında toplamaya başlamışlar ve bir takım imtiyazlar elde etmişlerdir. Geçiş Dönemi Irak Anayasası'nda Kürtlere Irak'ın kuzeyinde özel bir statü verilmiştir. Öte yandan Türkmenlere, Irak'ın yeniden yapılandırılması sürecinde, hazırlanan Geçici Anayasa'da, nüfuslarıyla orantılı bir temsil hakkı tanınmamıştır (globalsecurity.org., 2004). Bu süreçte Türkiye'nin inisiyatifi tekrar ele geçirecek açılımlarda bulunması gerekmektedir. Ancak, Kürtlerin kuzeyde kazandıkları imtiyazlardan vazgeçmesini beklemek pek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Bu bağlamda, Irak'ın geleceğinin siyasi bütünlük içinde toprak bütünlüğünü koruyan ve özerk yapılardan oluşan bir çerçevede şekillendirilmesinin Türkiye'nin menfaatleri açısından en uygun hareket tarzı olacağı değerlendirilmektedir. Türkiye Irak'ta merkezi, demokratik ya da en azından orantılı temsile dayalı (her kesimin orantılı bir temsil hakkına sahip olduğu), laik bir yönetimin kurulmasını istemektedir.

43

Türkiye'nin Irak'ın toprak bütünlüğünün korunmasını istemesinin önemli bir sebebi, Irak'ın kuzeyinde kurulacak muhtemel bir Kürt devletinin Türkiye'nin iç istikrarını tehdit eder nitelikte görülmesidir. Zira Türkiye'de yaşayan Kürt kökenli vatandaşlar böyle bir oluşumdan olumsuz etkilenebilecektir. Bir diğer önemli sebep ise bölgedeki güç dengelerinin korunması isteği olarak ortaya konabilir. Dağılmış bir Irak, bölgedeki güç dengelerinin bozulmasına sebep olacak ve bu durumda İran'ı dengeleme görevi Türkiye'ye düşebilecektir. Türkiye bölgede İran'ı karşısına almasını gerektirecek böyle bir konuma düşmek istememektedir (Demiral, 2004:18).

Diğer yandan, Türkiye için bir diğer önemli konu da PKK/Kongra Gel militanlarının Irak'ın kuzeyindeki faaliyetlerinin durdurulması konusudur. ABD, bu konuda gerekli müdahaleleri, yeterli askere sahip olmadıkları gibi gerekçelerle yapmamaktadır. ABD, direnişe karşı mücadele ettiği ve istikrar sağlama gayreti içinde olduğu bir dönemde PKK'ya karşı operasyonel bir faaliyet yapmak istememektedir. Ayrıca, Irak'ın kuzeyinde var olan istikrarı böyle bir müdahale ile bozmak da istememektedir. Diğer taraftan, Türkiye'nin müdahalesine de, Türkiye'nin inisiyatifi ele alabileceği ve bölgede kaos ortamı yaratabileceği düşünceleri ile karşı çıkmaktadır. Bu durumda Türkiye, inisiyatifi ele alabilmek için karşısına çıkan fırsatlardan yararlanmalı, hatta kendisine fırsat yaratmalıdır. Bu çerçevede, askeri müdahale son seçenek olarak korunmakla birlikte eğer yapılmak durumunda kalınırsa ABD ile koordineli hareket edilmelidir (Koç, 2004:64). Gerek PKK konusunda gerek Irak'la ilgili diğer hayati çıkarları tehlikeye girdiğinde Türkiye, güç kullanabileceğini ima ve yerine göre ifade etmelidir. Böyle bir durumda, yapılacak müdahalenin sınırlı olacağı, yalnızca Türkiye'nin güvenliğini sağlamak amacıyla yapıldığı hem Irak halkına hem de bölge ülkelerine anlatılmalıdır.

Ancak, tüm bu süreçte Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerini de göz önünde bulundurması gerekmektedir (Koç, 2004:63). Bu bağlamda Türkiye'nin, l Mart tezkeresi ile inisiyatifi ele alma fırsatını kaçır diktan sonra, ABD'nin isteği üzerine Irak'a asker gönderilmesinin yolunu açan 7 Ekim Tezkeresi'ni onaylamış olmasının pek de doğru bir karar olmadığı söylenebilir. Burada, doğru zamanda doğru yerde kullanılmayan silahlı kuvvetlerin, yanlış bir zamanda yanlış bir yerde kullanılmasına izin verilmesi durumu ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu, sadece AB'nin değil Irak halkının ve bölge ülkelerinin de tepkisini

44

çekebilecek bir gelişme olmuştur, l Mart tezkeresi reddedildiğinde AB'nin önde gelen ülkelerinden Fransa ve Almanya Türkiye'ye destek vermiştir. Bu bağlamda bakıldığında, Türkiye'nin Irak'a asker gönderme kararının tam tersi etki yaratacağı sonucuna ulaşılabilir. Türkiye, Irak konusundaki tutumunu belirlerken, sürecin en başından beri, AB'den müzakerelere başlama tarihi almayı amaçlayan politikaları ile sınırlanmıştır. 17 Aralık 2004 AB Zirvesinde Türkiye'ye müzakerelere başlama tarihi verilmesiyle birlikte Türkiye'nin Irak konusundaki politikaları, müzakere sürecinin sağlıklı bir şekilde devam etmesi için daha fazla kısıtlanmıştır. Ancak bu Türkiye'nin hayati menfaatlerinden vazgeçmesi gerektiği anlamına da gelmemektedir. AB'ye giriş sürecindeki endişeler ve ABD ile ilişkilerin gerginleşeceği kaygıları ülkenin hayati çıkarlarının, güvenlik ve bekasının üzerine hiçbir zaman çıkmamalıdır. Tüm bu hususlar göz önünde bulundurularak, bölgenin istikrara kavuşması ve Irak'taki oluşumun tehdit olmaktan çıkması için Türkiye, ABD ve AB ile iletişim içinde, ancak dışarıya ABD ya da başka güç merkezleri tarafından yönlendirildiği izlenimini vermeden, diplomatik, ekonomik, sosyal, kültürel ve benzeri vasıtalar aracılığıyla, Irak'taki gruplar ile ayrı ayrı temasa geçmeli ve bölge ülkeleri ile de istişarelerde bulunmalıdır. Bu izlenebilecek en akla yakın strateji olacaktır. Bu bağlamda Türkiye'nin Irak'ın yeniden yapılandırılmasında etkin bir rol oynaması sağlanmalıdır.