• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

6.7. Türkiye Gazetesi

6.7.1. Gürbüz Azak, “Ermeniler vahşete doymuyor”

Mehmet odama girdiğinde ürktüm. Acayip duruyordu. Elleriyle oynuyor ikide bir arkasına dönüp, mırın kırın konuşuyordu.

"Bir de baktım ağabey, ağaçlara asmışlar, kulaklarını ve burunlarını kesmişler. Bir de ağabey, Türklerin gözleri oyuk..."

Oturttum, çay söyledim. Mehmet niçin bana uğradı, ne diye bunları bana anlatıyor geç fark ettim.

Mehmet, 1974 Kıbrıs Barı Harekâtına iştirak edenlerden. Bir manga arkadaşıyla Beşparmak Dağlarını aşınca Rum vahşetini görmüş. Mehmet o gün bugün elleriyle oynuyor ve acayip bakıyor.

Akıl erdiremediği şu: "Tamam, Kıbrıs Türkleri öldürmüşler. Ama, gözlerini niye oymuşlar, kulaklarını, burunlarını niçin kesmişler?"

Dün gelen misafirler arasında en şaşırtanı Mehmet idi. Bundan böyle Mehmed'i unutamam.

Düşman, sadece düşman olarak kalmayarak. Gözlerimizi oyuyor, kulaklarımızı kesiyor, 1 karınlarımızı deşiyor. Bu ne tükenmez kindir ki, aynı manzarayı şimdi Karabağ’da da gömlekteyiz.

Yabancı ve yerli haber organları Ermeni vahşetini bağırıyor. Dayanılır gibi değil.

Rezillik, Osmanlı döneminde de sergilendi 1915 faciasında Ermenilerce şehit edilen Türkler ölmeden önce de, öldükten sonra da insanlık dışı tecavüzlere uğramıştır. Kinler sönmemiş görüyorsunuz!

Canavarlık sürüyor...

Aynı aşağılık, işkenceli katliam istiklal Harbi sırsında defalarca tekrarlandı. Onlara, öldürmek yetmiyor. Ermenisi, Yunanı ve Rumu. Türk'ün karnı deşmekten, kadınlarımızın göğüslerini kesmekti ilkel bir zevk alıyor. Dış dünya mı dediniz? Yapmayın. Onların vicdanları sağırdır. Eskimesin diye, bize karşı kullanmazlar.

Samsunlu Mehmed'i iki saat dinledim. Mehmet acayip bakıyor. Sanıyor ki, görünmez düşmanlar arasındadır, çepeçevre sarılmıştır...

Mehmet hep anlatıyor. Bu gidişle ömür boyu tekrar edecek:

"Bir de baktım ağabey, bizimkilerin gözleri oyuk. Kulaktan ve burunlan kesik..." Mehmed'in hâline yürek dayanmaz.

Şimdi Azerbaycan'da binlerce şehit var. Mehmed'in tarif ettiği türden; kadınlar, çocuklar, gencecik yiğitler. En az iki-üç katı da Mehmed gibi aklı ve fikri sarpa sarmış insan. Dünya mı?

Dünya Türkiye'ye haber gönderiyor: "Ayılara eziyet etmeyin"... Neymiş?... Bizim Çingeneler falan zorla oynatıyormuş.

Peki. Azerbaycan'da oyulan gözleri, koparılan gövdeleri kim görecek? Dedik ya, dış dünyanın vicdanı ayılara ve deline" ozon tabakasına açıktır da, bize gelince kapalıdır.

Eskimesin diye kullanmazlar.

Ermeni vahşetini dursuz duraksız işlemeliyim Utanmayacaklarını bile bile; Türklerin değil, aslında insanlığın gözlerini oyan bu cenabetleri teşhir etmeliyiz.

Dahası, Türkiye Cumhuriyetinin öfkesini, gücüne insan potansiyelini göstermeliyiz.

Haklı olan, cesur da olabilmeli. Anlayınız. (7 Mart 1992,2.s.)

6.7.2. Ayhan Songar, “Karabağ'a Ağıt”

Her sabah gazetelerimizde Karabağ’daki şehitlere ağlayan analar, babalar, bacılar, kardaşlar. Televizyonu açıyorsunuz, haber bültenleri onların hıçkırılan ile, feryattan ile dolu... Ya bizim yüreğimiz? Bizim yüreğimiz taş mı taş, alev mi alev,

yanıyor tutuşuyor Azerbaycanlı kardeşlerimiz için, Karabağ"da şehit verdiklerimiz için... Azerbaycanlı şair Resul Rıza İbrahimoğlu 1981'de ölmüştü. O. Azerbaycan'ın "azatlığını" da göremedi, Karabağ’daki insanlığın yüzkarası katliamı da yaşamadı. Ama sanki zamanından bugüne seslenirmiş gibi bakın neler yazmıştı:

Ağlama. Şark ağlama!

Yangınları gözyaşı söndürmez Yaraları avutmaz gözyaşı. Doğra yanıklı nağmelerini Bir cerrah kimi doğra;

Çıkart onlardan Kederi, gamı, ümitsizliği, Gözyaşını çıkart!

Avucunda sık kalbini İşiten olmasın iniltisini Dişlerini gıcıa

Şimşekli bahara kimi! Görsünler ki mehebbetin Gazabını alevinde ısıtır.

Karabağ bugünlere daha Stalin zamanında gelmişti. Yukarı Karabağ bölgesine sözde bir "özerklik" tanınarak onun Azerbaycan'la bağlantıları gevşetilmiş, Ermenilere adeta "buyur gel" denmişti daha o vakitler. Ve şimdi, Azerbaycan henüz iç meselelerini halletme derdinde iken, başlarında da Ayaz Muttalibov gibi bir devlet başkanı varken vurdular Karabağ'a. Bu sadece bir işgal, bir istilâ değil, bir katliam, bir "soykırım" idi. Genç kızların ırzına geçiliyor, ufacık çocuklar duvarlara çarpılıp parçalanıyor, kadın, erkek demeden insanlar süngüleniyor, hunharca katlediliyordu. Bu hadiseler bize yabancı değildi. Balkan Harbi'ni. Birinci Dünya Harbini, Kıbrıs'daki Yunan mezalimini yaşamıştık biz. Asya'daki Türk kardeşlerimize Lenin'in, Stalin'in, hatta "Azatlık Meydanı" faciasında olduğu gibi, o Nobel adayı Gorbaçov'un bile neler yaptığını unutmadık daha...

Bu insanlık faciasına medeni (!) Batı tebessümle baktı, "onların iç işidir" deyip kenarda durdu. Ne Avrupa'nın, ne Amerika'nın sesi bile çıkmadı. Bir Fransızlardan ses gelmişti bu sırada. O da, onlara yaraşır şekilde oldu. Cezayir olaylarını çarptırarak veren ve böylece orada demokratik bir seçimin üstüne siyah perde çekilmesine yol açan

yayınlan ile meşhur Fransa televizyonu "Ermenilerin zulme uğradıklarını" anlatıyor, Azeri Türkçesi ile ağıt yakanları gösterip utanmadan, sıkılmadan bunlar "Ermeni" diye takdim ediyordu. Amerika ise, duyduğumuza göre. Ermenistan'a ilâç ve gıda yardımı adı altında silâh. cephane göndermekte idi.

Bugün Yukarı Karabağ hemen hemen düşmüş gibidir. Azerbaycan’ın henüz tam organize olmamış silâhlı kuvvetleri yer yer başarı sağlıyorlarsa da ele geçirdikleri bölgeleri muhafaza edemediklerinden bir müddet sonra terk etmek mecburiyetinde kalıyorlar. Zarar yok. Allah'ın adaletine güvenimiz sonsuzdur. Zulüm hiçbir zaman yapanın yanına kâr kalmamıştır. Artık uyanan, bir araya gelmeye başlayan, el ele veren bir Türk dünyası var. Bu dünyada 320 milyon Türk yaşıyor. Batı’nın korkulu rüyasıdır Türkler bugün. Ama ömrü olan görecek, Kıbrıs'ın da, Batı Trakya'nın da. Azerbaycan'ın da hatta Anadolu'nun da intikamı alınacak, bugünlerin hesabı sorulacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın, değerli okuyucularım. Allah var, keder yok... (10 Mart 1992, 3.s.)