• Sonuç bulunamadı

2. KURAMSAL BİLGİLER VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.9. Dil Öğretiminde Metinler

2.10.1. Okunabilirlik Üzerine Yapılan Çalışmalar

2.10.1.1. Türkiye Dışında Yapılan Çalışmalar

Okunabilirlik çalışmalarının Batı’da uzun bir geçmişi vardır. Chall (1988: 3), okunabilirlik çalışmalarının dilin daha anlaşılır olması amacıyla yapıldığını belirtir. Başlangıçta özellikle dinsel metinlerin daha anlaşılır olması amacıyla yapılan bazı sözcük çalışmaları olduğunu belirterek okunabilirlik çalışmalarının çok eskiye dayandığını söyler.

Ancak, çağdaş manada okunabilirlik çalışmaları ise çok daha sonraki dönemlerde başlamıştır. Sözcüğün, okuma edimi sürecindeki etkisi sözcük çalışmalarını tetiklemiştir (Çetinkaya, 2010). Bir metinde kullanım sıklığı düşük ve(ya) bilinmeyen sözcük sayısı çoksa ve bu sözcükler metinde yineleniyorsa okurun metni anlamlandırması güçleşir (Chall, 1988:3-4).

“Okunabilirliğin anlamaya etkisi konusunda yapılan araştırmalar, genel olarak metnin okunabilirlik düzeyi ile okuyanın anlamlandırma oranı arasında anlamlı bir ilişki

olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer bir deyişle, bir metin okurun okuma düzeyine uygunluğu ölçüsünde okunabilirdir.” (Çetinkaya, 2010)

Okunabilirlik çalışmaları, öğrenenlerin okuma becerilerine göre okuma araçlarının belirlenmesinde nesnel ölçütler geliştirmektir. Bunun için araştırmacılar yazarların ve öğretmenlerin kullanabileceği formüller ortaya koymak üzerinde yoğunlaşmıştır.

1930’larda Amerika’da yapılan ilk okuma ve yazma incelemelerinde, yetişkinler için derecelendirilmiş metinler hazırlamak için yeni bakış açıları ortaya konmuştur. Daha sonraları yayıncılar, yazarlar, öğretmenler ve araştırmacılar metinlerin okuma düzeylerini belirlemek için yeni yöntemlere gereksinim duymuşlardır (Dubay, 2004’ten aktaran, Çetinkaya, 2010).

Okunabilirlik çalışmaları genellikle şu başlıklar altında değerlendirilebilir: • İstatistiksel yazın çözümlemesi,

• Sözcük sıklık listeleri,

• Klasik okunabilirlik formülleri.

Okunabilirlik konusunda istatistiksel yaklaşımı kullanan ilk araştırmacı Sharmen olmuştur. Sherman 1893 yılında yaptığı çalışmayla, metinlerdeki cümle uzunluklarını değişik dönemlere göre ortaya koymuş ve Elizabeth döneminde 45 kelime olan ortalama sözcük sayısının kendi döneminde 23 sözcüğe düştüğünü belirtmiştir.

Sherman (1983) bu çalışmasındaki bulgulardan yola çıkarak okunabilirlik ile ilgili şu görüşleri öne sürmektedir (Aktaran, Çetinkaya, 2010):

• Yazın, istatistiksel bir çözümleme konusudur.

• Kısa tümceler ve somut kavramlar okunabilirliği artırır. • Konuşma dili, yazı dilinden daha etkilidir.

• Zaman içinde yazı dili, konuşma diline benzeyerek daha etkili duruma gelmektedir.

1920'li yıllarda araştırmacılar, okuma araçlarının nesnel ölçütlerle ölçülebilmesi için bilimsel yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu görmüş ve okunabilirlik çalışmalarına yeni bir boyut getirmişlerdir. Kullanım sıklığına göre kelime sıklığı çalışmaları bu şekilde başlamıştır. Sıklık listeleri öğretmenler ve yazarlar için belirleyici bilimsel bir ölçüt olmuş

yazarlar okuma aracı hazırlarken, öğretmenler de seçerken metinlerin bu listelerde geçen kelimeleri ne kadar bulundurduğuna dikkat etmeye başlamıştır.

Bu şekilde kelimelerin sıklık durumları okunabilirlik formülleri geliştirilirken önemli bir değişken olarak yerini almıştır.

Dünyada sıklık çalışmalarının ilki, Thorndike 1921 yılında İngilizce 10.000 sözcüğün kullanım sıklığını gösteren “The Teacher’s Word Book ” adlı kitabıdır. Daha sonra 20.000 ve 30.000 kelimelik çalışmalar da yayımlanmıştır.

Johnson (1946) bireyin en kısa ve en yalın sözcüklerin ilk öğrendiği sözcükler olduğunu belirtirken bu sözcüklerin aynı zamanda sık kullanılan sözcükler olduğunu belirtir. Fry ve arkadaşları (1993) sıklık listelerindeki ilk 100 sözcüğün yazılı araçların yarısını, ilk 300 sözcüğün ise %65’ini oluşturduğunu belirtmektedir.

Formüllerin geliştirilmesinde, sözcük sıklık listesinde yer alan ya da yer almayan sözcüklerin oranı ve bu oranın okunabilirliğe olan etkisi de bir değişken olarak kullanılmıştır. Örneğin Dale-Chall formülünün metnin okunabilirliğinin hesaplanmasında kullandığı etmenlerden biri de “sözcük sıklık listesinde yer alan sözcük oranı” değişkenidir (Çetinkaya, 2010).

Diğer taraftan, Klare (1968) o güne kadar alan yazınında yapılan sözcük sıklık çalışmalarını incelemiş ve yapılan çalışmaların ortak sonuçlarını şu şekilde belirtmektedir:

• İnsanlar bazı sözcükleri diğerlerinden daha fazla kullanma eğilimindedirler. • İnsanlar sık kullanılanları az kullanılanlardan ayırt ederler ve onları tercih ederler. • İnsanlar sık kullanılan sözcükleri daha iyi anlarlar ve çabuk öğrenirler.

Birçok yazar hedef düzeyde yazım için sözcük kullanım listelerinden yardım almaktadır (Klare, 1968).

Kitson (1921) farklı dergi ve gazete okurlarının birbirinden neden ve nasıl farklılık gösterdikleri üzerine “The Mind of Buyer” adlı bir çalışma yayımlamıştır. Bu çalışmasında, hecelerle belirlenen tümce uzunluğu ve sözcük uzunluğunun metinlerin okunabilirlik düzeylerinin tanımlanmasında önemli etmenler olduğunu ileri sürmektedir.

Rudolph Flesch 30 yıl sonra bu değişkenleri “Okuma Kolaylığı Formülü”nde kullanmıştır (Çetinkaya, 2010).

Okunabilirlik alanında metnin yapısal özelliğiyle ilk ilgilenen araştırmacılar Vogel ve Washburne'dir. 1928 yılında yaptıkları çalışmada ilk kez deneysel olarak metin değerlendirmesinde bulunmuşlardır. Sözcük zorluğu ve tümce uzunluğunun yanı sıra edatsal deyimler ve tümce türlerini de içeren 10 farklı değişken kullanmışlardır. Winnetka adını verdikleri formül sayesinde, nesnel olarak okurun okuma becerisi ile metin zorluk derecesini eşleştirmenin olanaklı olduğunu göstermişlerdir. Yüzde yüz bir kestirimde bulunamamasına rağmen görece yüksek bir kestirim olanağı sunan bu formül modern okunabilirlik formüllerinin ilk örneğidir.

Formül çalışmaları (Bormuth, 1966; Dale ve Chall, 1948; Fry, 1969), metnin okunabilirliğine ilişkin formül sonuçlarının okuma testleri ile ölçülen anlama zorluğu ile uyumlu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Chall ve Dale (1995), okunabilirlik formüllerinin okuma testleri gibi diğer psikometrik ölçme araçlarıyla kıyaslandığında çok geçerli sonuçlar verdiğini belirtmektedir.

Araştırmacılar, formüllerin nasıl işlediği üzerinde çalışmış, diğer taraftan da nasıl geliştirilebileceği konusunda araştırmalar yapmışlardır. Bu çalışmalarda, yalnızca okuma olgusu üzerinde değil aynı zamanda da yazma eylemini betimleyen çalışmalar ortaya koymaya çalışmışlardır. Türkçe literatürde yer alan çalışmalarda, formüllerin nasıl işlediğine ilişkin bilgiler yer almamakla birlikte, bazı çalışmalarda, İngilizce için geliştirilmiş okunabilirlik formüllerinin Türkçe metinlerin okuma kolaylığını hesaplamada kullanıldığı görülmektedir.