• Sonuç bulunamadı

DALGALANMALAR

Türkiye’de meydana gelen finansal liberalizasyon dönüşüm süreci, 1989 senesinde faiz piyasaları kurulumuyla kendini göstermiştir. Bu dönemdeki en mühim yeniliklerse yabancı sermaye ve döviz alanlarındadır. 1989 senesinden itibaren çok uluslu sermaye hareketlilikleri ve döviz kur operasyonları tam manasıyla serbest bir duruma getirilmiş, TL konvertibiltesi gerçekleşmiştir. Bankalar 1990 senesi başı itibariyle faiz politikasına karar verme konusunda tamamen serbestleşmişlerdir. Bunun neticesindeyse piyasalarda finansal bir derinlik oluşmaya başlamıştır. Örneğin toplamdaki finansal varlıklardan toplam menkul kıymetler ilk olarak ufak bir

134 Tanör, a.g.e. (2000), s. 23

56

artışla başlayıp yükselerek 1982 senesinde %22’ye ulaşmış, sonrasında ise hızlı biçimde yükselip 1990 senesi itibariyle %43’e gelmiştir.136

1989 ile 1990 yılları arasındaki kısa süreli sermaye hareketleri hızlanması sebebi ile TL reel olarak değerlenmiştir. 1991 yılında gerçekleşen Körfez Krizi kısa vadeli sermaye çıkışlarına sebep olmuş, bu durum da TL’nin reel olarak değerinin azalması sonucunu doğurmuştur. 1992 senesinde kurlardaki hareketlilikler ciddi oranda durdurulmuştur. Dış ticarette meydana gelen açıklar ve kısa vadeli, spekülatif maksatlı getirilerin önem arz etmesine bağlı gerçekleşmiş olan suni büyüme dönemi 1993 senesinin sonlarında güvensizlikten kaynaklanan bir krizi getirmiştir.

1994 yılı itibari ile ekonomik istikrarın sağlanabilmesi amacı ile oluşturulan programların uygulama süreci başlatılmıştır. İstikrar programları ile enflasyon oranının azaltılabilmesi niyetiyle nominal kur çapa formunda uygulanmaya konulmuştur. 1995 senesinde IMF’yle stand-by anlaşması yapılmış, bununla beraber anlaşma kapsamında kur sepeti 1 dolarla 1,5 mark şeklinde stabil duruma getirilmiştir.

1996 senesinde Merkez Bankası reel döviz kuru doğrultusunda dalgalanma oranlarını en alt seviyede sabitleyip mali piyasaların istikrarlı şekilde işleyişini devam ettirmesini temin etmiş ancak sonucunda reel kurdaki artışa engel olunamamıştır. Merkez Bankası 1997 - 1998 dönemi kapsamında aylık nominal devalüasyon oranını beklenen enflasyon oranıyla paralel olacak şekilde oluşturmaya devam etmiştir. 1999 senesiyle düzgün bir işleyişe sahip “Döviz Kuruna Dayalı Enflasyonu Düşürme Programı” uygulamaya sokulmuştur. 2000 senesinde IMF’yle üç senelik bir dönemi içeren stand-by anlaşmasına gidilmiştir. uygulanmış olan program doğrultusunda temel üç yaptırım olarak para ve kur politikası, enflasyon hedefiyle uyumlu gelirler politikası, sıkı maliye politikası biçiminde uygulamaların gerçekleştirileceği kararlaştırılmıştır. Program yaptırımlarının tam ve düzgün uygulanabilmesi durumunda, Türk ekonomi sistemi ve işleyiş gücünün daha kolay bir biçimde meydana çıkması, sürdürülebilir yaptırımlar neticesinde büyümesine

136 Hasan Ersel and Izak Atiyas, The Impact of Financial Reform: The Turkish Experience, 1992, s.

57

katkıda bulunularak, küreselleşmiş piyasalar ile kolay uyum sağlayabilen dünya üzerindeki önemli aktörlerden biri olabileceği vurgulanmaktadır.137

IMF’yle imzalanmış 3 senelik program bazı olumsuzluklar da getirmiştir. Bunların birincisi Merkez Bankası’na ait net iç varlık miktarlarına konulan kotadır. İkincisiyse kamuya ait olan personel ödemeleri ve döviz kurunun enflasyon oranlarından daha alt bir düzeyde sabit tutulmasıdır. Diğer bir durumsa döviz kuru artış oranlarının beklenen enflasyon oranlarının altında bir düzeyde olmasıyla Türk lirasının daha da değer kazanmasıdır. Bununla beraber ithalat hacmi artmış, ihracat düşmüştür. Bu gelişmelerin sonucundaysa 2000 senesi Kasım ayında kriz gelmiştir. Kriz etkisiyle cari işlem piyasalarında meydana gelen açık, devalüasyona neden olmuş, böylece talep oranlarının azalmasıyla üretim hacimleri de ufalmış, piyasalarda güven ortamı kaybedilmiştir. Şubat 2001 itibariyle ikinci bir kriz gelmiş, ardından Nisan aynın ortalarına doğru “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” uygulamasıyla tekrar yenilenmiş düzenleme ve önlemler uygulanmıştır. Kur oranının nominal çapa biçiminde uygulanmış olduğu sistem bitirilmiş, dalgalı kura geçilmiştir.

Türkiye gibi gelişmiş ve etkin bir sermaye piyasası olmayan ülkelerde fon talebi olanların kısa vadeli olma şartıyla yabancı ya da yerli para türünden borçlandıkları görülmektedir. Bu uygulamanın neticesinde mali piyasadaki aktörlerin yüksek bir oranda kur riskine sahip olup 2001 Şubat krizinden etkilendikleri görülmüştür. Türkiye incelemesi yapılırken, çok yüksek oranda para ikamesinin olması ile 2000-2001 yılları arasında oluşturulan politikalar neticesinde dolarizasyon oranın artması üstlenilen kur riskinin daha da büyük bir hal aldığını ifade etmektedir.138

2001 senesinin son üç ayında nispi olarak kur oranlarının yatay olduğu ve 2002 senesinin ilk çeyreğine dek bunun devam ettiği görülmüştür. Türkiye açısından 2003 senesinin başlarındaysa kurlardaki eğilim çoğu zaman Irak kriziyle alakalı durumlarca belirlenmiştir. Döviz kurlarında bazı dalgalanmalar oluşmuş ve faiz oranları artmıştır. Bahse konu bu parametreler vasıtasıyla devlet, istikrar programlarına devam edip politik yaptırımlarını bu doğrultuda uygulamış; bunun sonucunda meydana gelen güven ortamıyla Türk Lirası değerini artırmıştır.

137 Durmuş Sezer, Yatırımcı Davranışlarının Etkinliği ve Psikolojik Yanılsamalar. Aydın, 2013, s. 37-44, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi)

138 Serkan Yılmaz Kandır; “Türkiye’de Yatırımcı Duyarlılığının Hisse Senedi Getirileri Üzerine Etkisi”,

58

Türkiye, 2005 senesinde meydana gelen yönetsel, kanuni, yapısal değişikler sonucunda Türk lirasından 6 sıfırı atmıştır. 1 Ocak’ta “Yeni Türk Lirası” ismiyle yeni para piyasaya sunulmuştur. 2003-2007 döneminde uygulanmış sıkı ekonomik politikalarla yüksek bir oranda büyüme sürecine girilmiştir. Ancak 2008 senesinde meydana gelen global krizin sonucunda 2008 senesi sonlarına doğru büyüme %6,2 küçülmüş ve senelik %1,1’lik bir genişleme ortaya çıkmıştır. 2008 senesindeki politik yaptırımlarla Merkez Bankası 2002-2005 döneminde enflasyon hedeflemesi programını uygulamıştır. 2009 yılı olarak ise, küresel kriz sonuçlarının Türk ekonomisi işleyişini nasıl etkilediği gösterilmek istenmiş, küçülen dış ticaret hacmi ile sanayi üretimi ile iç içe olması sebebi ile ekonomi %13,8 oranında küçülme yaşamıştır. Türkiye’de yaşanan böylesi istikrarsız ve dengesiz piyasa varlığı uzun vadeli planlar yapabilme imkanını ortan kaldırmış olmaktadır.139

Türkiye’ye gerçekleştirilen doğrudan yatırım oranlarının yükseltilmesi için öncelikle sağlam bir siyasal iktidar meydana getirilmesi ve böylelikle başarılı enflasyon hedeflemesi uygulamalarının yapılması ifade edilmiştir. Kamu reformuyla bütçe açığının azaltılmak istenmesi neticesinde devletin küçülüp nominal düzeye getirilmesi sonucu doğmuştur.140 Türkiye’ye yapılacak doğrudan yatırımlara dair önemli olan ilk ayrıntı reel giriş gerçekleştiren doğrudan yatırımların onay verilmiş diğer yabancı sermaye yatırımlarının neredeyse yarısı düzeyinde gerçekleşmiş olmasıdır. Bu durumun en belirgin nedeni yatırımların gerçekleşme süreleridir çünkü yatırımlar yüksek ihtimal ile söz verilen yıl içerisinde tamamlanamayarak, sonraki dönemlerde de devam edebilmektedir. Diğer bir önemli detay ise, birtakım sebepler neticesinde verilen izinlerin yatırımlara dönüştürülememesidir.

Türkiye üstünde uygulamaya izin verilmiş doğrudan yabancı sermayenin ülkeler temel alınarak dağılımına bakıldığında genel olarak OECD ülkelerinin yatırım gerçekleştirmede daha etkili olduklarını söylemek mümkündür. Böylelikle yatırımlar için alınmış onayların %88,8’inin OECD ülkelerine verildiği görülmektedir. OECD üyesi olarak bulunan AB ülkeleri arasından Hollanda, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ile Lüksemburg yatırım sahipleri, Türkiye’de gerçekleşen DYS’ler üzerinden %64,4 orana sahip görülmektedirler. Bu payın, %27,5’i daha önce de açıkladığımız sebepler neticesinde Hollanda’ya, %13,7’si Almanya’ya, %8,8’i İngiltere’ye, %6,7’si Fransa’ya son olarak %4,1’i de İtalya’ya ait olarak belirtilmektedir. AB ülkeleri

139 Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu, www.tcmb.gov.tr (Erişim tarihi: 05.06.2017)

140 Abdurrahman Arıman, "Türkiyede Daha Fazla Yabancı sermaye Çekebilmek İçin İzlenmesi Gerekli

59

dışında değerlendirildiğinde ise, OECD ülkeleri arasından en yoğun DYS’nin ABD’den gerçekleştirildiği görülebilmektedir.

Türkiye, hızla globalleşen dünyada pozisyonunu belirleyebilmek için derin tekniklerle uzun vadeli araştırmalar ve analizler gerçekleştirmelidir. Çünkü bağımsız ve çok uluslu ilişkilerin artışı sonucunda Türkiye’nin de diğer ülkelerdeki gelişmelerden bağımsızbir politika uygulaması imkansız hale gelmiştir. Bu sebeple, Türkiye için geleceğe yönelik politikalar oluşturulurken mevcut uluslararası ilişkilerin öneminin çok iyi kavranması ve değerlendirilmesi zorunludur.141

2.6 TÜRKİYE’DE SON YILLARDA YAŞANAN SERMAYE PİYASALARINDAKİ