• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’DE ÜNİVERSİTELERİN DÖNEMSEL OLARAK KURULUŞ

Tezin bu bölümü iki altbölümden oluşturulmuş olup, birinci altbölüm “Üniversitelerin Kuruluş Kararlarına İlişkin Düzenlemeler” başlığını taşımaktadır. Bu altbölümde Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında, tarih boyunca çıkarılan üniversite yasalarında ve konu ile ilgili yapılan ve raporlaştırılan araştırmalarda yer seçimine ilişkin hangi düzenlemelerin yapıldığı irdelenmiştir. İkinci altbölüm ise “Türkiye Cumhuriyeti Tarihinde Kurulan Üniversiteler ve Dönemsel Olarak Sınıflandırılması” başlığını taşımakta olup, Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca açılan üniversitelerin envanteri çıkarılmıştır. Çıkarılan bu envanter bazı sınıflamalara tabi tutularak, yedinci bölümde yer alan seçilmiş üniversitelerin seçilme ölçütlerinin belirlenmesine temel oluşturacak verilerin elde edilmesine yardımcı olması planlanmıştır.

6.1. Üniversitelerin Kuruluş Kararlarına İlişkin Düzenlemeler

Bu altbölüm iki başlık altında değerlendirilmiş olup, birinci başlık altında anayasaların ilgili maddelerinde ve daha önce tarihsel gelişimi, içerikleri kısaca incelenmiş olan üniversite yasalarında üniversitelerin kurulmasına ve yer seçimlerine ilişkin maddeler sunulup incelenmiş, ikinci başlık altında ise, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca geliştirilmeye çalışılan üniversite kuruluş ölçütleri irdelenmiş ve bu çalışmalarından yararlanılarak bir ölçüt belirleme modeli yaratılmaya çalışılmıştır.

6.1.1. Üniversite Yasalarında Kuruluş Ölçütleri ve Kuruluş Yeri Seçimi Üniversite yasaları ve Anayasalar tarih sırası dikkate alınarak incelendiğinde; 1924 Anayasası’nda üniversitelere ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamakta, hatta eğitime ilişkin tek düzenleme ilköğretimin parasız ve zorunlu olduğuna ilişkin 87. maddede yer almaktadır. Cumhuriyet tarihinde üniversitelere ilişkin düzenlenen ilk yasa olan 2252 sayılı Yasa’da da kuruluş ilkelerine ilişkin bir düzenleme olmadığı görülmüştür. Bununla birlikte yapılan tek düzenleme görev dağılımı konusunda olmuş ve İstanbul’da yeni bir üniversitesinin kurulmasına ilişkin her türlü düzenlemeyle 2. maddede belirtildiği üzere Maarif Vekilliği görevli kılınmıştır.

4936 sayılı Yasa’da ise yine 2. maddede üniversitelerin ve bir üniversiteye bağlı olmadan açılacak fakültelerin kanunla kurulması zorunluluğu getirilmiş olup,

üniversiteye bağlı olan fakülte ve okulların açılmasının, birleştirilmesinin ve kaldırılmasının senatoların teklifi ile Milli Eğitim Bakanının onanıyla ve TBMM’nin kanunlaştırması ile yapılacağı belirtilmiştir.

Diğer bir ifade ile üniversiteye bağlı yeni bir fakültenin açılması yasa konusu olmamıştır. Ancak yeni fakülte, yüksekokul veya enstitünün kadro ve bütçe ihtiyacının kanunla karşılanması hükme bağlanmıştır (Bilgehan ve diğerleri,2005,18).

1961 Anayasası’nda yeni üniversite kuruluşuna ilişkin yine bir düzenleme görülmemekle birlikte, konunun üniversite yasalarıyla düzenlenmesinin gereği, “Üniversitelerin kuruluş ve işleyişleri, organları ve bunların seçimleri…çağdaş bilim ve teknoloji gereklerine ve kalkınma planı ilkelerine göre yürütülmesi esasları kanunla düzenlenir” ifadesi ile belirtilmektedir.

1750 sayılı Üniversiteler Kanunu’nda yeni üniversiteler, fakültelerin kurulmasına ve bunlara yardım koşullarına ilişkin çok ciddi düzenlemeler yapılmış olup, Yasanın Yedinci Bölümü (md.43-md.47) bu düzenlemeye ayrılmıştır. Bu düzenlemeler kuruluş ölçütleri ve akademik kadro belirleme ölçütleri olarak iki başlık altında değerlendirilebilir. Bu maddelerden 43. madde kuruluşa ilişkin olup, yeni üniversite ve fakültelerin yükseköğretim planlaması çerçevesinde kurulabileceğinin altı çizilmiştir. Üniversiteler ve bir üniversiteye bağlı olmayarak açılacak fakültelerin kuruluş yasalarında aksi hüküm bulunmadıkça, bu yasanın esaslarına göre kurulacağı belirtilmiştir. Üniversite içindeki fakülte, yüksekokul veya okul açılması, birleştirilmesi ya da kaldırılması durumlarında senatonun teklifi ve Milli Eğitim Bakanı’nın onayı gerekmektedir. Üniversite ve fakültelerin kendilerine bağlı olmak üzere, yeni enstitüler, bilim, araştırma merkezleri açmaya yetkili olduğu ve bunların yönetim şekillerinin bağlı olduğu üniversite veya fakültelerce belirleneceği de belirtilmiştir.

44.-47. maddeler ise daha çok bu yeni açılan üniversitelerin akademik kadrolarının belirlenmesine ilişkin düzenlemeleri içermektedir. 44. maddede bir fakültenin kuruluşunun tamamlanması ve faaliyete geçebilmesi için en az yedi öğretim üyesinin, en az iki yıllığına görevlendirilmiş olarak bulunması şartı konulmuştur. İlk yönetim kurulu ise dekanın başkanlığında bu öğretim üyelerinden oluşturulacaktır (md.45). Yeni üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacına ilişkin tespitin yapılması ve ölçütlerin geliştirilmesi ise 46. maddede yer almaktadır. Bu maddede yer alan ve özellikle gelişmemiş bölgelerde açılan üniversitelere kadro sağlama

sorununa ilişkin olan düzenlemede ihtiyacın gelişmiş üniversitelerden hangi oranda karşılanacağı belirtilerek, bu kararlar uyarınca üniversitelerden sağlanacak öğretim üyelerinin, ilgili fakülte kurulunun görüşü alınarak senato tarafından seçilmesi için geliştirilen ölçütler yer almıştır60.

1750 sayılı Yasa’da yer alan bu detaylı düzenleme 2547’de bulunmamakta olup, 1982 Anayasası’nın 130. maddesinde yer alan “…üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur…Kanun, üniversitelerin ülke sathına dengeli bir biçimde yayılmasını gözetir” ifadeleriyle yeni üniversite kurulmasına ilişkin temel belirleme yer almıştır. Bu belirlemede üniversitelerin ülke sathına dengeli dağılımı ile bölgesel eşitsizliklerinin giderilebilmesine yönelik temel bir ölçüt yer almaktadır. Bunun dışında 2547 sayılı Yasa’nın YÖK’ün görevlerini tanımladığı 7. maddesinde “Yeni üniversite kurulmasına ve gerektiğinde birleştirilmesine ilişkin önerilerini veya görüşlerini MEB’na sunmak”, “Bir üniversite içinde fakülte, enstitü ve yüksekokul açılmasına, birleştirilmesi veya kapatılması ile ilgili olarak doğrudan veya üniversitelerden gelecek önerilere dayalı kararlar almak ve gereği için MEB’na sunmak” ve “gerektiğinde yeni kurulan veya gelişmekte olan üniversitelere gelişmiş üniversitelerin eğitim-öğretim ve eleman yetiştirme alanlarında yapacağı katkıyı gerçekleştirmek için gelişmiş üniversiteleri görevlendirmek ve bu konudaki uygulama esaslarını tespit etmek” ifadeleri yeni üniversite ve fakülte kurulmasında YÖK’e düşen görevleri ifade etmektedir.

Bütün bu temel yasaların yanında 1983 yılında hazırlanan 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı KHK’nin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun’da yeni üniversite açılmasına ilişkin kuruluş esasları 3. maddede detaylı olarak belirtilmiştir. Bunlar;

1) Bir üniversitede fen fakültesi, edebiyat fakültesi veya ikisini birden barındıran fen-edebiyat fakültesinin mutlaka bulunmasının gerekmesi.

2) İhtiyaca göre, eğitim, eğitim bilimleri, iktisadi ve idari bilimler, hukuk, tıp, diş hekimliği, eczacılık, veteriner, mühendislik, mimarlık, ziraat, orman, ilahiyat ve güzel sanatlar fakülteleri veya bunların iki ya da daha fazlasının birlikte teşkil edeceği fakültelerin açılabilmesi. (Burada dikkat çeken husus, sayılan fakültelerin

60

Bu ölçütler, bir öğretim üyesinin görevlendirilebilmesi için bölümde birden fazla öğretim üyesi bulunması ve ders yükünün ÜAK tarafından tespit edilen yükün üstünde olmaması, belirli bir sıra ile görevlendirmenin yapılması ve sırası gelmeyen öğretim üyesinin bir daha görevlendirilmemesi, mahrumiyet bölgelerindeki kadrolu öğretim üyelerinin de aynı şekilde gelişmiş üniversitelerde çalışmak için rotasyona tabi tutulması olarak belirtilmiştir

ikili ya da daha fazla sayı ile oluşturulabileceğidir. Hangi fakültelerin ikili ya da üçlü birliktelik içinde olacağı ise oldukça tartışmalıdır (Özaslan ve diğerleri, 1998,53).

3) Yine ihtiyaca göre, açılacak enstitülerin, önlisans veya lisans düzeyinde eleman yetiştiren yüksekokulların, konservatuarların, araştırma ve uygulama merkezlerinin üniversite örgütlenmesi içinde yer alması, olarak sıralanmıştır.

Bu maddede belirtilen birimlerin, alt birimlerin, anabilim dalı, anasanat dalı ve diğer ünitelerin oluşturulması, birleştirilmesi, kaldırılması ve işleyişinin YÖK’nca düzenlenmesi, özellikle bilim dalı ve sanat dalı kurulması ve kaldırılmasıyla ilgili düzenlemelerin YÖK’nun olumlu görüşü alınarak üniversitelerin senatoları tarafından yapılması da yer almıştır (Kitapçı, 1997,107-108).

Yükseköğretimde 1750 sayılı Yasa’ya kadar hukuki ve idari durumları bakımından dağınık bir yapı gözlenmiş olup, bu dönemde üniversiteler “Üniversiteler Kanununa tabi” ve “Özel Kanunlara göre kurulmuş” olarak ikiye ayrılmışlardır. 1970’li yıllara gelindiğinde Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İTÜ ve Ege Üniversitesi, Üniversiteler Kanunu’na tabi üniversite tiplerinden iken, Atatürk Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, KTÜ ve ODTÜ ise özel yasalara göre kurulmuş üniversite tipinden sayılmıştır61 (DPT, 1970,6).Uygulamada ise özel yasalarda hükmü bulunmayan hallerde, Üniversiteler Kanunu’nun bu yasalara aykırı olmayan hükümleri uygulanmıştır (DPT,1970,14).

Yasalarda görüldüğü üzere, 1946 yılına kadar üniversite kurulmasına ilişkin bir düzenleme yapılmamış, 1946’da yapılan düzenlemede ise, sadece üniversitelerde yeni fakültelerin ve okulların açılmasının yasal prosedürü belirtilmiştir. 1750 sayılı Yasa üniversite, fakülte kurulması açısından ilk çok kapsamlı çalışma olmuş ve fakülte açılması ciddi koşullara bağlanmıştır. Bu yasayı değerlendiren Akyüz (2003a), kendine göre kusur ve tutarsızlıkları bulunan 1750 sayılı Yasa’nın en önemli meziyetinin bir kurumun ne zaman ‘üniversite’ olacağını tanımlanması olduğunu belirtmiştir. Buna göre, en az üç fakültesi olacak; her fakültenin de en az yedi ‘öğretim üyesi’ olacaktır. Akyüz’e göre, bu sayılar ve biçimler her türlü tartışmaya açık olmakla birlikte, böylesi bir alt sınır belirlenmesi gerekmektedir. 1980’lere gelindiğinde ise, üniversite kurulmasına ilişkin koşullar, Anayasaya girmiş ve daha önce detaylı olarak yapılan düzenlemelere 2547’de rastlanmamıştır.

61

Örneğin, KTÜ’nün kurulmasına ilişkin çıkarılan özel yasada, bir fakültenin kuruluşunun tamamlanmasının, o fakültenin kadrosunda, profesörler kurulunu teşkil edecek aylıklı en az 6 profesörün bulunmasına bağlı olduğu belirtilmiştir (DPT,1970,17).

6.1.2. Üniversitelerin Yer Seçimine İlişkin Gerekçeler ve Yer Seçim Ölçütleri

Üniversitelerin yer seçimine ilişkin yapılan tespitlerde dikkat edilmesi gereken hususlar geçmiş tarihlerde de öngörülmekle birlikte, gerek Türkiye’de gerekse dünyada üniversite kuruluş yeri seçimlerinin bu öngörülere dayanmayan gerekçeleri de olmuştur. Bu gerekçeleri açığa çıkarabilmek ve Türkiye ölçeğinde geliştirilen yer seçim ölçütleri ve uygulamalarını değerlendirmek amacıyla bu bölüm üç başlık altında değerlendirilmiştir. Birinci bölüm üniversitelerin tarihsel gelişim sürecinde kullanılan yer seçim gerekçelerini oluştururken, ikinci bölümde Türkiye’de geliştirilen kuruluş yeri seçim ölçütleri iki ana rapor çerçevesinde değerlendirilmiş, son bölümde ise bütün bu süreçte görülen sorunlar dikkate alınarak bir ölçek modeli geliştirilmeye çalışılmıştır.

6.1.2.1. Üniversitelerin Yer Seçimi Gerekçeleri

Üniversitelerin yer seçimine ilişkin düzenlemeler konusu ile ilgili olarak iki aşamalı bir seçim süreci görülmektedir. Bunlardan birincisi, gerek ulusal politikalar, gerekse dünya ölçeğindeki siyasal ve ekonomik gelişmelerin etkisiyle yapılan üniversitelerin kurulacağı bölge tespitidir. İkincisi ise, bölge seçimiyle bağlantılı olarak bu aşamadan sonra belirlenen bölgede üniversitenin nereye kurulacağıdır. Kentin içerisinde üniversite yerleşimlerine uygun bulunan bir yere/yerlere mi, yoksa kentin dışında adeta yeni bir kent olarak mı kurulacaktır62. Bu seçim sistemi dönem dönem farklılıklar göstermiştir.

Ortaçağ kentlerinde başlangıçta üniversiteler tek yapı olarak kurulmuştur. Yeni gereksinimler karşısında bu yapı çevresinde yer bulunamayınca, kentin farklı yerlerinde birbirinden uzak fakülteler şeklinde kurulmuştur. Ancak bu birbirine uzak

62

Bu iki ölçütle birlikte dikkat edilmesi gereken bir diğer konu ise üniversite yerleşiminde nelere dikkat edileceğidir. Üniversite yerleşkeleri planlanırken, işlevsel barınma karmaşıklıkları yönünden yaşayan birer kent özelliği göstermesinden dolayı yerleşkelerde yer alan işlev grupları, genel olarak yedi bölümde toplanmaktadır. Bunlar; (1) Eğitim ve öğretim işlevleri (derslikler vb.), (2) Araştırma işl. (laboratuar, kütüphane), (3) Yönetim işl. (idari birimler), (4) Barınma (öğrenci yurtları, akademik ve idari personel lojmanları), (5) Spor ve rekreasyon (açık ve kapalı alanlar), (6) Sosyo-kültürel faaliyetler işl.(kongre merkezi, yemekhane, dinlenme tesisleri), (7) Güvenlik ve destek birimleri (garaj, tesisat atölyeleri, depolar, servis vb). biçiminde sınıflandırılmaktadır. Ayrıca, birimler arası ilişkiyi sağlayacak yerleşke içi ulaşım ağının kurulması da önem taşımaktadır (Gürün,2003,100, Oruçkaptan,2003,168). Bununla birlikte planlamanın hesaplanamayacak kadar uzak bir geleceğe göre yapılması da önemlidir. Ancak bunu gerçekleştirmek çok güç bir iştir. Bu nedenle üniversitelerin gerek yer seçimlerinde gerekse planlanmalarında etken olan faktörler olarak sayılan öğrenci sayısı, öğretim bünyesi, yerleşecek teknik teçhizatın büyüklüğü, öğretim planı, araştırma çalışmalarının amaç ve hedefleri, öğrenci ve öğretmenlerin meslek dallarına dağılışı, ilim dallarının birbirleri ile bağlantıları (Göçer,1971,85) gibi unsurlar dikkate alınarak öngörüde bulunulmalıdır. Ancak bu konu farklı bir çalışma konusu olup, tez kapsamında ele alınmamıştır.

yerlerdeki okullar arasında gereksiz yere yorulan öğrencilerin bu sorununu çözmek amacıyla, üniversite kent çevresinde bir bütün halinde planlanmaya başlanmıştır (Kortan, 1981,7-8). Üniversitelerin, ortalama olarak hizmet çevresinin genişliğinin ne olduğu ve bir kent için en uygun büyüklüğünün ne olması gerektiği bu dönemde önem kazanmıştır. Üniversitelerin yakınındaki kentlerin ekonomik ve toplumsal yapısını nasıl etkileyecekleri önemli bir planlama unsuru olarak görülmeye başlanmıştır. Bu unsurun yeni kurulacak üniversitenin kent merkezinde mi yoksa çeperinde mi kurulacağını belirleyen makro yerleşme kararlarını, öğretim ve araştırma hedeflerinin, kapasitelerinin, akademik niteliklerinin belirlenmesi, kapsayacakları etkinliklerin saptanması, teknik koşullar ve çevre kararlarının oluşturulmasında biçimlendirici rol oynadıkları düşüncesi gelişmiştir (Sönmezer, 2003,147). Bu belirlemelerin ışığında, yaşanan talep patlaması karşısında hızlı bir büyüme yaşayan üniversitelerin bu talebi karşılayabilmek için başvurduğu temel yerleşme modeli olarak kitle eğitimine en uygun model olan Amerika’da ilk uygulamalarının görüldüğü yerleşke üniversite modeli döneme damgasını vurmuştur. Bu gelişmenin başlıca üç nedeninden söz eden Sönmezer (2003,147-148) bu nedenleri şöyle sıralamıştır: (1) Üniversitelerin yeni binalara kent içinde yer bulamaması sonucunda kent içinde gelişmelerinin sınırlanması, (2) İletişim ve ulaşım araçlarındaki gelişmelerin üniversitelerin kentlerden uzak olmasının yaratacağı bazı olumsuzlukları ortadan kaldırması, (3) Geniş araziler üzerinde gelişmiş teknolojilerle donatılmış üniversitelerin bir prestij unsuru olarak görülmeye başlanmasıdır.

Bu yerleşme biçiminin uygulanması ile birlikte; çağa uygun ve teknolojik bakımdan ileri öğretim ve araştırma mekânlarına sahip olabilme, disiplinlerarası iletişim kolaylığı, yerleşke içi iletişim ve ulaşım kolaylığı, büyüyebilme ve gelişebilme olanağı, ortak kullanım alanlarının herkesin emrine sunulması ve mekânsal tekrardan kaçınma gibi olumlu sonuçları olmuştur. Ancak bunun yanında bazı olumsuzlukların ortaya çıktığının da dönem içerisinde görüldüğü ifade edilmiştir. Bu olumsuzluklar ise, kentin dışında geniş araziler üzerinde büyük teknolojilerle donatılmış olmanın ülke ekonomilerine getirdiği yükler, üniversitelerin toplumsal işlevlerinin izole edilmiş bir ortamda gerçekleşmesinin yeterince sağlanamaması (Sönmezer, 2003,148), toplumsal işlevlerin zayıflaması nedeniyle üniversitenin bilgi üretme ve onu toplumsal tabana yayma görevini yeterince gerçekleştiremeyeceği düşüncesi ve kentten ve toplumsal yaşamdan kopuk,

Şengül’ün (2003,52) deyimi ile yalıtılmış ve adeta bir akvaryum haline dönüşme tehdidi olarak tespit edilmiştir 63 (Sönmezer, 2003,148; Kotran, 1981,9 ).

Farklı ülkelerin yer seçimine ve üniversite planlamasına farklı yaklaşımları olmakla birlikte 1960’lı yıllara gelindiğinde ABD’de planlama kararları eyalet ölçeğinde organize edilirken, İngiltere’de yine devlet eliyle bir merkezi planlama örgütünün eşgüdümüyle gerçekleştirilmekte ve bölgesel veya tarihsel öneme sahip kentlerin hemen dışında kurulması kararlaştırılmaktadır. Almanya’da üniversitelerin bölgesel dağılımına önem verilmekle birlikte büyüyebilir, değişebilir ve dönüşebilir planlanmakta ve öğrenci yurtları daha çok yerleşke dışında yapılmaktadır. Fransa’da ise yerleşkelerin kentlerin çevreselleştirilmesinde bir araç olarak kullanıldığı, karmaşık üniversite yapısının kentlerle bütünleşik olarak sürdürüldüğü ve öğrenci yurtlarının yerleşke dışında ve yetersiz olarak ele alındığı bir model uygulanmaktadır (Sönmezer,2003,151).

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve Batı Avrupa ülkeleri genelinde üniversite yerleşmelerinin planlanması; ülke ve bölge düzeyinde hizmet, kaynak ve nüfus dağılımında, geri kalmış bölgeleri kalkındırmada ve toplumsal dönüşümde sosyo-kültürel bir araç olarak görülmeye başlanmıştır. Üniversitelerin makro yer seçim kararlarını yönlendiren etkenler UNESCO tarafından 1975 yılında yayınlanan “Planning Buildings and Facilities For Higher Education” adlı yayında şöyle sıralanmıştır (Aktaran, Sönmezer,2003,146): (1) Demografi (kurumun yaratacağı nüfusun yerleşme yerleriyle ilişkisinin konumlanması), (2) Sosyal denge (daha az eğitim kurumuna sahip bölgelere öncelik vermek yani kalkınma planlarındaki ifadesiyle bölgesel dengesizlikleri gidermek), (3) Maliyet, (4) Diğer temel örgütlenmelerle ilişkiler (eğitimsel, yönetsel, endüstriyel, tarımsal yapılar vb.), (5) Teknik koşullar (iklim, ulaşım ağı, topografya, yapım kapasiteleri), (6) Yerel kaynakların yeterliliği (personel, yapım gereksinimleri, vb.).

1950’lerden itibaren ülkemizde de üniversitelerin kent dışına yöneldikleri görülmektedir. Bu yönelmede en önemli etkilerden biri ülkenin üniversite politikalarındaki ABD etkileri olmuştur. Özellikle bölgesel dengesizliklerin ABD’de

63

Bu olumsuzlukların da etkisiyle 1960’ların sonlarından itibaren dünya ölçeğinde geçmişe dönerek bazı plancı ve politika yapıcıların kente entegre olmuş üniversiteleri, kent dışında konuşlanmış üniversitelere tercih etmeye başladığı gözlenmiştir. Bu yaklaşımda kentin değişik bölgelerine yükleme yapan çok kutuplu bir üniversite modeli bulunmaktadır. Bu eğilimi destekleyen bir diğer unsur da, işlevini yitirmiş veya kentin genişlemesi sonucunda kent içinde kalmış bulunan endüstriyel alanlara işlev ve canlılık kazandırma isteğidir. Örneğin, Lyon’da eski tütün fabrikası, Viyana’da eski demiryolu alanları bu amaçla kullanılmıştır (Sönmezer,2003,152).

kullanılan yöntemlerle aşılabileceğine olan inanç Land-Grant tipi üniversite yönteminin denenmesi ile ülkemizde 1955’te faaliyete geçmeye başlamıştır. Ayrıca, yeni kurulan ve gelişmekte olan üniversiteler trafik, hava ve gürültü kirliliği içindeki kent merkezleri yerine, yoğun kent dokusunun dışında büyüme, yayılma, gelişme olanağı tanıyacak açık alanlara yerleşme başlamışlardır (Gürün, 2003,100). Yerleşkelerin kent dışında olması, siyasi karar vericilerin tercihleriyle de yoğunlaşmaya başlamışlardır (Ekinci,2004,39). Türkiye’de üniversitelerin yerleşke biçiminde örgütlenmesini zorunlu kılan nedenleri Doğan (2003a,2-3) ise şöyle sıralamaktadır: (1) Kent içinde üniversitenin gereksinimini karşılayabilecek genişlikte bir alanın bulunmasında yaşanan sorunlar, (2) Bilim dallarının birbirleriyle sıkı bağlarının bulunması [ve kent içindeki dağınık yapının bu bağları desteklememesi], (3) Zamanın iyi kullanılması, (4) Yönetimde ve uygulamada birliğin sağlanması, (5) Fakültelerin birbirlerinden etkilenmesi ve yardımlaşmanın daha az maliyetle yapılması, (6) Denetim olanaklarının daha sık ve düzenli yapılabilmesi, (7) Farklı fakültelerdeki öğrencilerin aynı barınma ve sosyal alanları kullanmaları sonucu toplumsal ve kültürel ilişkilerde birbirlerini etkileyebilmeleri.

Ülkemizde yeni kurulan üniversitelerin yerleşke içinde planlanması olgusu, bazı bilim adamları tarafından günümüzde Türkiye için en geçerli planlama biçimi olarak görülmektedir. Yerleşkelerin daha çağdaş bir planlama niteliği göstermesi ve ülkemizdeki ilk yerleşke üniversitelerinin başarılı olmalarının örnek oluşturmaları, daha sonra kurulan üniversitelere model olmalarına neden olmuştur. Özellikle fakültelerin ihtiyaç duydukları arazilerin ortak kullanıma açık olarak tesis edilebilme kolaylığı, farklı meslek disiplinlerinin bir arada çalışma olanağının sağlanması, spor ve rekreasyon alanlarının yeterli sayıda ve sadece üniversite bileşenlerinin değil, zaman zaman kentlilerin de ortak kullanımına açık olması başarılı bulunmada önemli örnekler olmuşlardır (Oruçkaptan, 2003,165-167). Ancak yerleşke tipi üniversite yerleşiminin tıpkı gelişmiş batı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye ölçeğinde de benzer olumsuzluklara neden olduğu üzerinde de durulmuştur. Bunlar, salt ekonomik ve siyasal gerekçelerle gelişmemiş yörelerde kurulan üniversitelerin kentle iletişiminin kopuk olması, birçoğunun kentsel gelişime uygun bir planlama içermemesi, geniş ve verimli arazilerin amaç dışı kullanılması, vb. olarak sayılmaktadır64.

64

Örneğin İnönü Üniversitesi’nin kurulması ile birlikte, kentin üniversite yönünde büyüdüğü görülmüştür. Oysa 1960 ve 70’lerdeki nazım planlarında kentin bu yönde büyümesi yoktur. Bu temel ilkelere aykırı olarak, herhangi bir şekilde bilimsel bir dayanaktan yoksun olarak sadece boş bir arazi diye seçilmiş bir üniversite yerleşkesi kentin yanlış yönde büyümesine katkıda bulunur (Ekinci, 2004,46-47).

6.1.2.2. Türkiye’de Geliştirilen Üniversite Kuruluş Yeri Seçim Ölçütleri Üniversitelerin kurulmasına ilişkin Türkiye’de kapsamlı iki çalışma yapılmıştır. Bunlardan birincisi, DPT’nin 1968 yılında yaptığı yükseköğretim araştırmasıdır. İkincisi ise YÖK, MEB ve DPT’nin 1990’ların başlarında yapmış oldukları “Yeni Yükseköğretim Kurumlarının Kuruluş Yerlerinin Seçiminde Uygulanacak Ölçütler” adlı rapor’dur. Bu raporların birincisinde, yeni yükseköğretim kurumları açılmasının gerekliliği üzerinde durulmuş, bu kurumların nerelerde hangi ölçütlere göre açılabileceği detaylandırılarak sunulmuştur. Bu çalışmada raporlardan birincisi konumuz açısından taşıdığı önem nedeniyle detaylı olarak incelenip değerlendirilmiştir. Ancak ikinci rapor olan YÖK, MEB, ve DPT ortak raporu ilgili kurumların raporu verme konusunda isteksiz davranmaları